
Selamlar! Nasılsınız?
Umarım hepiniz çook iyisinizdir.
Bazı sebeplerden dolayı dün bölüm yükleyemedim, kusuruma bakmayın lütfen.
Bölüme geçmeden önce oy verip yorum yaparsanız çok sevinirim.
☪☪☪
Alpay Yenilmez...
Asel'i takip ederek Senem'in odasından ayrıldık. Alayın uzun koridorlarında yan yana dik bir şekilde yürürken ikimizin de postallarından çıkan sert ses zemini dövüyordu. İkimizde omuzlarımız ve sırtımız dik ve ciddi bir şekilde yürüyorduk.
Asel ile yan yana yürümeye devam ederken yüreğimi esir alan huzursuzluk giderek artıyordu. Alayın uzun koridorları sessizdi. Sadece bizim postallarımızın tok sesi yankılanıyordu duvarlarda.
Alaydaki bütün askerler görevlerine odaklanmıştı. Göz ucuyla Asel'e baktığımda yüzündeki ciddi ve sert ifadenin altında yatan başka bir şeylerin gizli olduğunu hissediyordum. Sanki söylemek istediği bir şeyler vardı ama onlar dudaklarının arasında mühürlenmiş, kilitlenmişlerdi.
Asel'in yüzündeki derin düşünceye dalmış ifadesini bir an bile kaybetmediğini fark ettim. Yanımda yürüyor ama aklı başka bir yerde gibiydi. Sanki zihni, adımlarını takip etmiyor, daha karanlık ve uzak bir yerde dolaşıyordu. İçimdeki huzursuzluk, onun bu haliyle daha da büyüyordu.
Geçtiğimiz koridorlarda bizi gören askerler ikimize de asker selamı vererek yanımızda hazır ol duruşuna geçiyorlardı. Biz baş selamı ile onlara karşılık verdiğimizde ise hızlıca yollarına gidiyor, işlerine devam ediyorlardı.
Asel'in odasına adım atar atmaz, odanın havasındaki karışık ama yoğun enerji beni sardı. İlk dikkati çeken, çalışma masasının üstündeki kaotik manzaraydı. Evraklar, dosyalar, kağıtlar gelişigüzel yığılmış; imza, kaşe ve mühürler masanın köşelerine dağılmıştı. Sanki burada düzen yerine aceleyle tamamlanması gereken işler hüküm sürüyordu.
Masanın hemen yanındaki kitaplıkta askeri dokümanlar, raporlar ve birkaç eski tarihli kitap düzgünce sıralanmıştı. Bu tezat, Asel'in zihnindeki düzenle işlerinin karmaşası arasında bir bağlantı gibi görünüyordu.
Masanın üzerinde boşalan üç adet çay bardağı ve bitmiş mürekkep kutuları onun saatlerdir buraya kapanarak dosya işleri ile uğraştığı belliydi.
"Sana tek bir soru soracağım Alpay ve sende bana doğru cevabı vereceksin, anlaştık mı?" Sesindeki otorite, bakışlarındaki ifade ve o dik duruşu onun şuan adeta bir komutan olduğunu haykırıyordu.
Başımı sallayarak sözlerini onayladım. "Emredersiniz komutanım,"
Asel, kafasındaki bordo beresini çıkartarak dağılmış kağıtların üzerine koydu ve kalçasını masaya yaslayarak kollarını göğsünün hizasında birbirine doladı. İnceleyici ve dikkatli bakışları benim üzerimdeydi. Her hareketimi inceliyordu.
"Senem Teğmen'e saldıran kişi kimdi Alpay?" Diye sorduğunda bakışlarımı kaçırarak yutkundum. Birkaç saniye duraksamanın ardından Asel'e cevap verdim. "Bilmiyorum,"
İçimden bir ses bağırdı; Gerçeği söylemeni istemişti Alpay.
Asel, kaşlarını kaldırarak bana baktı. Bakışları ilk defa bu kadar keskin, bu kadar sertti. "Bu hayatta düşmanlarımızdan sonra nefret ettiğim iki şey vardır Alpay; Yalan ve ihanet. Sen şuan bana yalan söyleyerek onlardan birisini yapıyorsun. Senem Teğmen'e saldıran kişinin kim olduğunu biliyorsun ama bunu benden saklayarak bana yalan söylüyorsun. Yapma Alpay, benim affım yoktur."
Asel'in sözleri odaya bir tokat gibi çarptı. Gözleri delip geçen bir bıçak gibi üzerimdeydi, bakışlarıyla ruhumu sorguya çekiyordu. Sesi, tehditkâr bir fısıltı ile ateşli bir emir arasında bir yerdeydi. Ona bakmak zorundaydım ama içimdeki suçluluk ve korku, başımı eğip yere bakmam için beni zorluyordu.
"Bilmiyorum," dedim yeniden, sesim bu sefer daha kısık, daha kırılgandı.
Asel, gözlerini kırpmadan bir süre daha baktı. Masanın üzerindeki bordo beresine uzandı ve onu sert bir hareketle bir kenara koydu. Sonra bir adım bana yaklaştı.
"Bilmiyorsan," dedi, her kelimesi bıçak gibi net ve keskin, "neden gözlerini benden kaçırıyorsun? Neden bu kadar huzursuzsun, Alpay? Cevabını saklamaya çalışırken bile çoktan ele verdin kendini."
Yutkundum ama boğazımdaki düğüm çözülmedi. Sözleri doğruydu. Tüm gerçeği bildiğim halde konuşmak için cesaretim yoktu.
"Komutanım..." dedim, cümlemi tamamlamadan önce bir nefes aldım. Bir şeyler söylemek istiyordum ama kelimeler boğazımda düğümleniyordu.
Asel, beni sustururcasına elini kaldırdı. "Bu ne korkaklık, Alpay? Sen bir askersin! Doğruyu söylemek, senin en temel görevin. Kimden korkuyorsun? Eğer birinden çekiniyorsan, bil ki burada benim korumam altındasın. Ama yalan söyleyerek sadece kendine değil, Senem'e de zarar veriyorsun."
Bu sözleri duyduğumda içimde bir şeyler kırıldı. Haklıydı. Bildiğim her şeyi saklamaya çalışarak, yalnızca kendimi değil, başkalarını da tehlikeye atıyordum. Ama gerçekler dile döküldüğünde neler olacağını tahmin bile edemiyordum.
Ona kardeşime saldıran kişinin kardeşim olduğunu, Senem'in ikizi olduğunu nasıl söyleyebilirdim ki? Söyleyemezdim. Kimsenin anlamadığı gibi o da beni anlamazdı.
Sözler dudaklarımın ucuna kadar geldi, ama içimde bir duvar vardı. O duvarı yıkmak, sadece bir gerçeği itiraf etmek değil, aynı zamanda kardeşimin gölgesini de su yüzüne çıkarmaktı. Kardeşimin ismini söylemek, onu bu yükün altına bırakmaktı. Bunun ağırlığını taşımaya hazır değildim.
Asel'in bakışları üzerimde bir bıçak gibi asılı kalmıştı. "Kim, Alpay?" diye tekrarladı, bu kez sesi daha da derindi, daha da sertti. Sanki içimde sakladığım sırra bir adım daha yaklaşıyordu.
Ama söyleyemezdim. Tugay'dan, kardeşimden bahsedemezdim. Onun yaptıklarını, öfkesini, hatalarını... Senem'e olan saldırısının sebebini...
Derin bir nefes aldım, dudaklarımı araladım ama çıkan kelimeler istediğim gibi değildi. "Komutanım..." dedim, sesim titrek ve güçsüzdü. "Sadece... bunu söyleyemem. Size kim olduğunu açıklayamam."
Asel, bir an duraksadı. Yüzündeki sertlik yerini ince bir hayal kırıklığına bırakmıştı, ama bu uzun sürmedi. Hemen toparlanıp yeniden o otoriter tavrını takındı.
"Alpay," dedi, adımı vurgulayarak, "bu mesele kişisel duygularını veya bağlarını saklayabileceğin bir şey değil. Bunu anlaman lazım. Eğer bir şey biliyorsan ve bunu söylemiyorsan, sadece kendini değil, birliğini ve adaleti de tehlikeye atıyorsun."
Gözlerimi ona dikemedim, yere bakmaya devam ettim. İçimdeki huzursuzluk büyüdü, göğsüm daraldı. Haklıydı. Söylemem gerekiyordu. Ama bu kadar kolay değildi. Kardeşime ihanet etme düşüncesi beni bir uçurumun kenarına itiyordu.
"Siz anlamazsınız," dedim sonunda, sesim kısık ama çaresizlikle doluydu.
"Benim anlamayacağımı nereden biliyorsun, Alpay?" dedi Asel, bu kez sesi biraz daha yumuşaktı. Ama bu yumuşaklık, tamamen kaybolan sabrının son izleriydi.
Başımı kaldırdım ve Asel'in gözlerine baktım. O kadar dikkatli ve kararlı bakıyordu ki, neredeyse içimdeki çatışmayı görecek gibi hissettim. Ama hâlâ konuşamadım.
Derin bir nefes aldım, içimdeki sıkışıklık hissi giderek büyüyordu. Asel'in bakışları üzerimdeydi; sorgulayıcı, sert ama bir yandan da anlamaya çalışan gözlerle bana bakıyordu.
Gerçeği söylemek, şuanın en ağır yüküydü. Asel'e dürüst olmam gerektiğini biliyordum ama bunu ona nasıl açıklayabilirdim ki?
Boğazımdaki düğüm büyüdü. Gözlerimi onun kararlı bakışlarından kaçırarak yere sabitledim. Ona, kendi kardeşimin bu saldırıyı yaptığını ve bunu da kendi öz ikizine yaptığını nasıl açıklayabilirdim?
"Orada Senem'in ne dediğini duydum Alpay. Sende, Senem'de saldırıyı yapan Kerim isimli kişiyi tanıyorsunuz. Olay henüz taze olduğu için Senem Teğmen'e bunu sormak istemedim ama bu, bu olayı hemen kapatacağım ve rafa kaldıracağım anlamına gelmiyor. Ben bunu unutmam, olayı da hemen rafa kaldırmam. Şimdi bana cevap ver, Kerim kim?"
Derin bir iç çektim, artık söylemekten başka şansım yoktu. "Senem'in ikizi," Dedim tek nefeste.
Sözler ağzımdan dökülürken, odada bir anda ağır bir sessizlik hâkim oldu. "Senem'in ikizi," dedim, sesimdeki titremeyi bastıramadan. Bu kelimeler, hem bir yükü hafifletmiş hem de içimdeki fırtınayı daha da büyütmüştü.
Asel, bir an donup kaldı. Gözleri beni delip geçiyor, sanki söylediklerimi anlamlandırmaya çalışıyordu. Yüzündeki ifade o kadar sertti ki, bir taş kadar soğuk ve hareketsiz görünüyordu. Ama gözlerinde beliren o anlık şaşkınlığı kaçırmamıştım.
"Senem'in... ikizi mi?" diye tekrar etti, sesi hem şaşkın hem de inanılmaz bir kontrolle bastırılmış öfkeyle doluydu.
Başımı salladım, başka bir şey söyleyecek gücü kendimde bulamıyordum. Sözlerimin ağırlığı altında ezilirken, Asel'in zihninden geçenleri tahmin etmeye çalışıyordum.
Asel, masanın kenarına yaslanmış kollarını çözdü ve bir adım geri atarak derin bir nefes aldı. Eli, masanın üzerindeki dağınık kağıtların arasında bir an için dolaştı, sonra sert bir hareketle bir dosyayı kenara itti. "Bu kadar önemli bir şeyi benden saklamak neden, Alpay?" dedi, sesi sakin ama tehditkâr bir tona bürünmüştü.
"Bu mesele... karışık," diye cevapladım, kelimeler ağzımdan zorlukla dökülüyordu. "Kerim-"
"Asıl mesele bu değil," diye sözümü kesti Asel, bakışları yeniden üzerimde sertleşmişti. "Asıl mesele, senin bunu bildiğin halde sessiz kalmayı seçmen. Kerim'in yaptıkları bir yana, senin susarak bu olayı örtmeye çalışman. Anlamıyor musun Alpay? Bu sadece bir saldırı değil. Bu, hem bir askere hem de birliğin disiplinine yapılmış bir ihanet!"
Sözleri, göğsüme saplanan birer mermi gibiydi. Haklıydı, bunu biliyordum.,
"Bunu İshak Albay'a bildirdin mi?" Başımı hayır anlamında salladım.
"Alpay, sen ne yaptığının farkında mısın?" Diye sinirle bağırdı. "Bir Özel Kuvvetler askerine en güvende olması gereken yerde, alayın sınırları içerisinde bıçaklı bir saldırı gerçekleştiriliyor ve bunu o askerin kendi ikizi yapıyor! Sen ise bu durumu bildiğin halde ne bana, ne de İshak Albay'a açıklamıyorsun! Bu olayı saklamak seni ve mesleğini tehlikeye atar, bunun farkında değil misin?"
Gözlerinde çakmak çakmak yanan öfke hem bana hem de saldırıya yönelikti.
Gözlerimi kaplayan bir endişe ile ona baktım. "Bu durumu rapor edecek misiniz, komutanım?" Diye sordum içten içe korkarken. Dediğinde haklıydı, bu durumu saklamam benim mesleğimi tehlikeye atardı çünkü Özel Kuvvetlerde hataya yer yoktu.
Ve ben bir kez daha seçemediğim ailem yüzünden uğruna canımı vereceğim mesleğimden olmak istemiyordum.
"Hayır Alpay. Bunu rapor etmeyeceğim; ama bir daha böyle bir durum yaşanırsa ve sen o zamanda benden bunu saklarsan o zaman bir an bile tereddüt etmeden dilekçeni işleme koyarım." Dediğinde rahat bir nefes aldım.
Bir şey diyemedim, haklıydı çünkü. O şuan bir komutandı ve hepimizin can güvenliği ona bağlıydı.
"Senem Teğmen'e neden saldırdı peki, bir tahminin var mı?" Bu soru, benim için beklenmedikti.
Hayır, beklenmedik olan soru değil, soruyu sorarken sesindeki tınıydı. Bunu bir komutan olarak sormuyordu bu sefer. Gerçekleri merak ettiği için soruyordu.
"Kerim... Senem'in ikizi ve benim kardeşim olmasına rağmen birbirimizden çok farklıyızdır. O... pek iyi biri değildir."
Asel, tekrardan bir şey sormak için dudaklarını araladığında konuşarak onu susturdum. "Komutanım, yanlış anlamayın ama bu konu hakkında konuşmak istemiyorum."
Asel, sözlerimi duyduktan sonra bir an duraksadı. Bakışları hâlâ üzerimdeydi ama bu kez öfkeden ziyade derin bir düşünceye dalmış gibiydi. Masanın kenarına yaslanarak kollarını önünde birleştirdi. Yüzündeki sertlik, yerini kontrol altında tutulmaya çalışılan bir meraka bırakmıştı.
"Anlıyorum, Alpay," dedi, sesindeki otorite hâlâ hissediliyordu ama bu kez daha yumuşaktı.
"Komutanım, müsaade var mı?" Diye sordum gözlerimle kapıyı işaret ederek. Asel, başını salladı. "Müsaade senin, Alpay."
Kapıya doğru ilerlerken "Alpay," diyen Asel'in sesi beni durdurdu.
"Kürşad Üsteğmene söyle, Senem'in yanından ayrılmasın. Daha yeni bir saldırı olmuşken tek durması onun için güvenli değil."
"Emredersiniz komutanım,"
☪☪☪
Asel Sönmez...
Başım ağrıyordu. Başıma ağrı girmişti. Başım çatlamak üzereydi.
"Metin!" Diye bağırdım başımı eğdiğim masadan kaldırmadan. Kapıdaki askerim, Metin, hızla içeriye girdi. "Emredin komutanım!"
"Bana bir bardak sert bir kahve ve güçlü bir ağrı kesici bul bir yerden, hemen!"
Metin, başını sallayarak onayladı. "Emredersiniz komutanım!" Ardından hızlıca odamı terk etti.
Odam sessizdi, ama kafamın içinde yankılanan düşünceler bu sessizliği boğuyordu. Kerim, Senem, Alpay... Her şey üst üste binmiş, bir düğüm haline gelmişti. O düğümü çözmek için doğru ipi çekmek zorundaydım, ama yanlış bir hareket her şeyi daha da karıştırabilirdi.
Masadaki dağınık evraklara göz ucuyla baktım. Hiçbirine odaklanamıyordum. Ellerimle şakaklarımı ovuşturdum, ama baş ağrım bir an olsun azalmıyordu. Bu kadar sorumluluğun ve karmaşıklığın arasında, kendimi bir girdabın içinde kaybolmuş gibi hissediyordum.
Kapı hafifçe tıklatıldı ve Metin elinde bir bardak kahve ve küçük bir ilaç paketiyle içeri girdi. "Komutanım, kahveniz ve ağrı kesiciniz," dedi, masama yaklaşarak bardak ve ilacı önüme koydu.
"Sağ ol, Metin," dedim, sesi zorla sakinleştirmeye çalışarak. Bardaktan bir yudum aldım; kahvenin acılığı boğazımdan geçerken bir anlığına zihnimdeki ağırlığı hafifletir gibi oldu.
Ne saklıyorsun sen Alpay? Neyi bu kadar içine atıyorsun? Geçmişinde ne var senin Alpay, ne?
Aklımda sürekli bu sorular dönüp duruyordu. Alpay, benim dengelerimle oynuyordu.
Kafamdaki sorular bir türlü susmuyordu. Alpay'ın sakladıkları, söylediklerinden çok sustukları, beni daha da şüpheye düşürüyordu. İnsanın gözleri bazen ağzından dökülen kelimelerden daha fazlasını anlatırdı. Ve Alpay'ın gözlerinde, sakladığı sırların ağırlığı apaçık ortadaydı.
Geçmişinde ne vardı Alpay?
Sorduğum bu sorunun cevabını henüz bilmiyordum, ama bildiğim bir şey varsa, o da Alpay'ın taşıdığı yükün birliğe ve disipline zarar verecek kadar ağır olduğuydu.
Başımı ellerimin arasına alıp masamın üzerine eğildim. "Ne saklıyorsun sen, Alpay?" diye kendi kendime fısıldadım.
Alpay'ın yüzü aklıma geldi. Sıkılmış çenesi, yere kaçırdığı bakışları, söylediği her kelimenin ardında sanki bir duvar vardı. O duvarın ardına sakladığı şeyi bilmek istiyordum, çünkü o şey sadece Alpay'ı değil, hepimizi etkiliyordu.
Dengelerimle oynuyordu, evet. Çünkü ben her şeyden önce kontrolü seven biriydim. Ama Alpay, kontrol edemediğim bir değişkendi. Sırları ve içindeki çatışmalar, benim dengemi bozuyordu.
Sandalyemde doğrulup masaya bir kez daha göz gezdirdim. Alpay'ı köşeye sıkıştırmıştım, ama söyledikleri sadece buzdağının görünen kısmıydı.
Kendi kendime mırıldandım: "Geçmişinde ne var senin, Alpay? Ne taşıyorsun bu kadar derinlerde?"
Masamın üzerindeki evrakları ve dosyaları gelişigüzel topladım. Telefonumu elime aldığımda kapalı olduğunu fark etmemle sabır dilenir gibi bir nefes alarak kamuflajımın geniş cebine attım.
Ardından odadan çıktım. Kapıdaki Metin'e büyük bir yığın halindeki dosyaları uzattım. "Ben çıkıyorum. Bu dosyaları personel odasına götür, oradakiler yarın bunları düzenlesin. Sende dosyaları götürdükten sonra koğuşuna çıkarak dinlenebilirsin."
Metin, dosyaları elimden alarak personel odasının yolunu tuttu. Bende alayın bahçesine ilerledim.
Bahçede bizimkileri görünce kaşlarımı çatarak onlara doğru ilerledim. "Komutanım, hoş geldiniz." Dedi Uras. Beni görünce hepsi ayaklandı. Onlara oturun işareti yaptığımda hepsi yeniden yerlerine oturdu.
"Siz neden hâlâ buradasınız? Neden eve gitmediniz?" Diye sordum hepsinin yüzüne bakarak.
Kürşad abi konuştu. "Siz saatlerdir odanızdan çıkmadınız. Yemeğe de inmeyince önemli bir şey olduğunu düşündük ve ani bir görev emri gelir diye burada beklemeye karar verdik, komutanım."
Kürşad abinin söyledikleriyle içimde hem bir sıkıntı hem de garip bir minnettarlık hissettim. Gözlerim onların yorgun ama kararlı yüzlerinde dolaştı. Benim yüzümden burada bekliyorlardı.
Elimi belime koyup derin bir nefes aldım. "Görev bilinciniz takdire şayan, ama kendinizi bu kadar yıpratmanıza gerek yok. Eğer böyle devam ederseniz ani bir görev emrinde kime güveneceğiz? Şimdi eve gidip dinlenelim."
Ekibin yüzünde hafif bir rahatlama ifadesi belirdi ama hepsi yerlerinden kalkmaya tereddüt ediyordu. Kürşad abi gözlerimin içine baktı ve yavaşça konuştu:
"Komutanım, belli ki sizi rahatsız eden bir şey var. Sizi bu kadar düşünceli görmek bizi de huzursuz ediyor."
Sözleri beni şaşırtmadı, çünkü ekibimle aramda her zaman sessiz bir bağ vardı. Ama Kürşad abi bunları yüksek sesle dile getirdiğinde üzerimdeki ağırlık biraz daha belirgin hale geldi. Evet, rahatsızdım. Ama bu, ekibimin omuzlarına yükleyeceğim bir sorun değildi.
"Düşünceliyim, evet," dedim, gözlerimi bahçedeki boş alana kaydırarak. "Ama bunlar benim halletmem gereken meseleler. Sizin değil."
Aralarından Uras atıldı. "Komutanım, biz sizin arkanızdayız. Ne olursa olsun."
Yüzümde gerçek bir tebessüm oluştu. Zaten bir tek onların yanında gerçekten gülebiliyordum. "Haydi, eve." Diyerek hepsini arabaya ilerlettiğimde sürücü koltuğuna geçtim.
Yanımdaki yolcu koltuğunda oturan Senem bana doğru döndü. "İyi misiniz?" Kaşlarımı çatarak ona döndüm. "Saldırıya uğrayan kişi sensin Senem. Bunu benim sana sormam gerekirken sen neden bana soruyorsun?"
Senem, gülerek omuz silkti. "Durgun görünüyorsunuz biraz, komutanım."
Direksiyonu sağa doğru kırarak kavşaktan döndüm. "İyiyim, sadece yorgunum. Dosya işleri baya yoğundu." Senem inanmasa bile beni düşüncelerim ile baş başa bırakarak önüne döndü.
Eve geldiğimizde arabayı evin önünde durdurdum. Herkes arabadan inerken bende anahtarı kapıya yerleştirdim ve kilidi açtım.
Kürşad abi, kızı Kübra ile kalacağı için onu kendi evine bırakmıştım. Yoğun ısrarlarım sonucu ile Senem ve Alpay'ı da bu gece benim evimde kalmalarına ikna edebilmiştim.
Kapıyı açtığım gibi Baran ve Uras hızla içeri daldı ve doğruca mutfağa girerek dolabı açtılar ve dolaptaki soğuk su şişelerinden birini alarak bardağa dökmeden ikisi de şişeyi kafalarına diktiler.
"Ne pislik heriflersiniz siz ya. Ciddi ciddi diyorum bunu, çok pisliksiniz." Söylenmelerime ikisi de omuz silkti.
"Ne var komutanım? Sanki birbirimizden iğrendiğimiz var artık." Diye cevapladı Uras beni.
Aslında doğruydu. Üç yıldır birlikteydik ve birlikte o kadar fazla vakit geçirmiştik ki artık birbirimizin ağzının değdiği şeylerden iğrenmiyorduk.
İkisine de gülerek salona doğru geçtim ve televizyon kumandasını elime aldığım gibi televizyonu açtım. "Dizi açıyorum lan, buraya gelin!" Diye bağırdım mutfaktakilere.
Baran ve Uras buraya gelirken bende tim olarak milli dizimiz ilan ettiğimiz diziyi açtım; Leyla ile Mecnun.
Garip bir şekilde bütün ekip olarak bu diziyi çok seviyorduk ve birlikteyken izlediğimiz dizi bu oluyordu. Bütün bölümleri tekrar tekrar izliyorduk.
En son kaldığımız bölümü açarak izlemeye başladığımızda herkes pürdikkat bir şekilde ekrandaki diziyi izliyordu.
"Onu arama. Eğer onu aramaya başlarsan her şey emin ol eskisinden daha kötü olacak. Sem sadece bekle, o gelip seni bulacak."
Aşk, gerçekten beni bulur muydu? Bu yaşıma kadar aşkı hiç aramamıştım. Onu bulmak istediğim son şeydi benim için. Ben herkesin gözünde Özel Kuvvetlerin en başarılı timi olan Kalkan, şimdiki adı ile Sönmez Timi'nin komutanıydım. Adım birçok kişinin ağzında dolaşırdı. Bütün üstlerim beni takdir ve tebrik ederdi.
Benim en büyük korkum hata yapmaktı. Hata yaparak bana güvenen komutanlarımı, üstlerimi, askerlerimi ve silah arkadaşlarımı yüz üstü bırakarak hayal kırıklığına uğratmaktı. Bu yüzden hiç âşık olmamış, aşkı hep en geriye doğru atmıştım.
Âşık olursam hata yapmaktan korkuyordum.
Benim tek bir hatam, bütün askerlerimin hayatına mâl olabilirdi. Ben bundan korkuyordum. Annem ve babamdan sonra aile dediğim timimi kaybetmekten korkuyordum.
Oturduğum yerden kalkarak hızla kalkarak odama çıkmaya çalıştım. Herkes filme fazlası ile dalmıştı.
Tam kenardan sıvışacaktım ki Alpay'ın sesini durdurdu beni. "Asel, nereye?" Herkesin bakışları bana döndü.
"Odama çıkıyorum, uykum geldi." Hiçbirinin konuşmasına izin vermeden odama çıktım ve kapıyı kilitledim.
Masamın üzerindeki annemle babamın resmini alarak yatağıma uzandım. Sırtımı yatak başlığına yaslayarak dizlerimi kırdım ve kendime doğru çektim.
Elimdeki resmi uzun uzun inceledim. Annem ve babam üzerlerinde asker üniformaları ile gülerek kadraja bakıyorlardı. Babam, bir elini annemin omzuna atmış ve onu kendisine doğru çekmişti.
Annem ise benim gibi olan kızıl saçlarını örmüş bir şekilde tek omzundan aşağıya sarkıtmıştı. Beyaz teninde bir gülümseme vardı.
"Ya baba ama ben bunu sevmiyorum ki." Diye mızmızlandım babama. Annem bana o yemek yenecek Asel temalı bakışlarını atarken umursamadan babamın dizine oturarak başımı omzuna yasladım ve ona nazlanmaya çalıştım. Annem akşama adını bilmediğim, karışık bir yemek yapmıştı ama içinde mantar vardı ve ben mantardan nefret ederdim.
"O yemeğin hepsi bitecek gyzym . (Türkmen Türkçesi ile kızım demek) Tabağın bitmeden sofradan kalmak ve çizgi film izlemek yok, kakaya (Türkmen Türkçesi ile baba) nazlanmak da yok!" Dudağımı büzerek yalvaran bakışlarımı babama çevirdim. Bunu gören annem tehlikeli bir ifadeyle babama döndü. "Zaten sürekli biz görevdeyken sağlıksız besleniyor, kırk yılın başı sağlıklı bir şey yapmışım ağzını açarsan seni mahvederim!"
Babam annemi dinlemeden hızlıca tabağımı önümden aldı ve yemeğin içindeki mantarları kendi tabağına alarak bana tabağımı geri verdi.
Artık çocuksu bir neşeyle yemeğimi yemeye hazır bir şekilde elimdeki kaşığı kaldırarak tabağıma daldırdım ve kocaman bir kaşık yemeği ağzıma tıktım. Yemeğin suyu ağzımın kenarından akarken ben bunu aldırmadan neşeyle yemeğimi yiyordum.
Annem, yemeğimdeki mantarları aldığı için babama söylenirken babam bana öpücük atıp kendi yemeğine devam etti. Annem, sinirle ofladı ve sofradan kalktı. Mutfağa giderken söylenmesine devam ediyordu. "Ben kime diyorsam zaten ya! Gelme bu akşam odaya falan, istemiyorum seni! Koltukta yat da belin tutulsun az! O zaman görürüm ben seni! Kapıma geleceksin sen, yalvaracaksın bana bak! Allah'ım sen bana sabır ver!"
Dudaklarımda acı dolu bir tebessüm belirdi. Parmaklarım annemin resimdeki yüzünü okşadı. "Anne... keşke şuan gelip bana gene mantar yapsan. Yemin ederim bu sefer gıkımı çıkarmadan yerdim..."
-Bölüm Sonu-
-Bölüm nasıldı?
-Alpay'ın ve Senem'in geçmişi hakkında daha fazla bilgiye ulaşıyoruz giderek, tahminleriniz nelerdir?
-Bölümde en sevdiğiniz sahne?
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 30.68k Okunma |
2.02k Oy |
0 Takip |
55 Bölümlü Kitap |