18. Bölüm

Bölüm 17

Ceren Su Karadağ
karadagceren

Selamlar hepinize! Nasılsınız?

Umarım hepiniz çok iyisinizdir.

---

"Vatan için can veren bütün şehitlerimizin anısına. Saygı ve minnetle anıyoruz..."

---

☪☪☪

Senem'e yapılan saldırıdan bu yana dört gün geçmişti. Bu dört gün içerisinde sürekli talim yapmıştık. Ve şuanda da alayın bahçesinde tim ile birlikte talim yapıyorduk.

"Tim, mekiğe yat!" Diye bağırdığımda hepsi şınav pozisyonundan mekik pozisyonuna geçti. "Teğmen Uras, say!" Dediğimde Uras başının altına koyduğu elleri ile doğrulup yatarken saymaya başladı.

"Bir." Bir mekik.

"İki." Bir mekik daha.

"Üç." Bir mekik daha.

"Dört." Başka bir mekik daha.

"Beş." Son mekik.

Bu böyle devam etti. "Dört yüz, son!" Diye bağırdığımda hepsi doğrulup su şişelerinden su içtiler. "Canım çıktı, hiç insafı da yok vicdansız kaıdnın!" Diye bağıran Alpay'a kaşlarımı kaldırdım ve ellerimi arkada bağlayarak yanına ilerledim. "Bir şey mi dedin Yenilmez, duyamadım?" Alpay anında suçlu gibi ellerini havaya kaldırdı. "Estağfurullah komutanım, size laf söylemek ne haddime?"

Yanımıza yaklaşan mavi bereli bir asker ile tüm dikkatim Alpay'dan, gelen askere doğru döndü. "Doğukan Seray, Adana!" Diye kendini tanıttığında başımı salladım. "İshak Albay sizi odasına çağırıyor komutanım!" Elimdeki su şişesini Baran'a doğru attım ve albayın odasına ilerledim.

"Emredin komutanım!"

"Otur, Sönmez." Koltuklardan birine oturdum. Albay elindeki resmi bana uzattı. "Çakır kod adlı terörist. Gerçek adıyla Ferdi. Büyük bir eylem planlıyor olmasından şüpheleniyoruz." Resmi uzun uzun inceledim.

Resimdeki adam siyah saçlı, pala bıyıklı ve uzun sakallıydı. Gözleri kömür gibi siyahtı. Neden Çakır dediklerini gözlerine baktığımda anlamıştım.

"Emriniz nedir komutanım?" İshak albay bana baktı. "Onun inine terörist gibi sızacaksın. Dışarıdan gelen her tedbire hazırlar ama içeriden gelecek bir saldırıyı beklemiyor. Kürtçe biliyordun değil mi?" Başımı salladım. "Güzel. Bu görev senin Asel. Timin her türlü tehlikeye karşılık yakınlarda mevzide olacak."

Albayın sözleri beynimde yankılanırken kalbim istemsizce daha hızlı atmaya başladı. Görev bilincim devreye girse de, bu görevin yükünü ve riskini çok iyi biliyordum. "Onun inine sızmak" kulağa ne kadar soğukkanlı bir emir gibi gelse de, işin aslı çok daha derindi. Çakır... Ferdi... Adını ne koyarsan koy, o adam sadece bir teröristti.

"Emredersiniz komutanım," dedim kararlılıkla. Seste bir titreme, bir tereddüt olmamalıydı. O da olmadı. Asel Sönmez hiçbir zaman bir görevden kaçmamıştı, bu da kaçacak bir görev değildi.

"Kimliğin hazır olacak. Orada bir 'güvenilir adam' gibi görünmelisin. Seni 'Berfin' adıyla tanıyacaklar. Köyden gelmiş, ailesi ölmüş ve Çakır'ın çevresinde iş arayan bir kadın... Detaylar dosyada var." Albay konuşurken bir yandan önündeki dosyayı bana doğru itekledi.

Dosyayı elime aldım, parmaklarım kağıtların köşelerinde titrememek için adeta mücadele veriyordu.

"Size güveniyorum, Sönmez. Eğer bu eylem planını ortaya çıkarabilirsek, çok büyük bir felaketi önlemiş olacağız. Timin de seninle gurur duyacak. Ama unutma, burada hayatta kalmanın yolu, Asel değil Berfin olman. Bunu sakın unutma!"

Görevi onayladığımda ayaklandım. "Sönmez." Dediğinde tekrar albaya baktım. "Saçlarını boyatman lazım. Kızıl saç aralarında çok dikkat çeker. Siyah yada kahverengine boyat." Dediğinde başımı salladım. "Emredersiniz komutanım!" Odadan çıkmadan önce arkamdan seslendi. "Yarın sabah timinle harekat odasında ol."

Arkamı dönüp kantine geldiğimde bizimkilerin hepsi oradaydı. "Ne diyor komutan?" Senem'in yanına oturdum. "Yeni bir görev var. Uzun bir görev olacak hazırlıklı olun." Sonra yüzümü buruşturdum. "Ama önce benim saçlarımı boyamam lazım." Hepsi gözlerinde parlayan şaşkınlıkla bana baktı. "O niye, komutanım?"

"Terörist kılığında aralarına sızmam lazım. Kızıl saçla dikkat çekerim." Hepsi nefesini tuttu. "Asel Komutan'ım, emin misin?" kaşlarımı çatarak sert bir şekilde Baran'a döndüm.

"Bana emin olup olmadığım sorulmadı, bir görev verildi bana. Biz hangi görevden kaçtık Baran?" Baran başını salladı usul usul. Bende arkamı dönerek ilerlemeye devam ettim.

Arabaya bindiğimde anahtarı çalıştırıp hızla ilk bulduğum bir kuaföre girdim. "Merhaba, hoş geldiniz." Diyerek gülümseyen tatlı bir kadına gülümsedim. "Ben saçımı boyatmak için gelmiştim?" Diyerek tereddütle konuştum.

Daha önce bakım yaptırmıştım ama hiç boyatmamıştım. Kadın eli ile boş bir koltuğu işaret etti. "Buyurun, yardımcı olayım size." Onu takip ederek boş koltuğa oturdum. Önüme bir katalog gibi büyük bir şey açtı.

Burada milyon çeşit renk var Asos! Nasıl seçeceğiz?

"Hangi renge boyatmak istersiniz?" Kataloğa hiç bakmadan geri uzattım. "Siyaha boyatmak istiyorum, mümkünse en koyu tonu olsun." Dediğimde kadın ilk duraksasa da başını salladı.

Üzerime beyaz bir önlük giydirip arka taraftaki boya kutularına göz attı. Aradığını bulmuş gibi bir kutuyu eline alarak bana doğru geldi. Boyayı orta büyüklükte bir kaba koyarak üzerine bilmediğim bir kaç krem sıktı.

"Daha önce saçınızı nerede boyattınız? Saç boyanız çok gerçekçi."

Genelde kızıl olduğum için insanlar saçlarımı her zaman boya zannederlerdi. Kadın, eline eldiven geçirip saçımın bir tutamını alarak diğer tutamları kıskaçlı bir tokayla tutturdu.

"Boyatmadım. Doğal hali." Dediğimde gözleri kocaman oldu ama işine devam ederek aldığı tutamı boyamaya devam etti. Yaklaşık iki buçuk saat kadar uzun bir süre sonra kuaför önlüğümü çıkartarak kuruttuğu saçlarıma bakmam için önümden çekildi.

Aynanın yansımasında kendimi görünce durdum. Boş boş baktım ekrana. Karşımda simsiyah, uzun saçlı ve kahverengi gözlü bir kadın vardı?

Bendim ama ben olmaktan çok uzaktım. Uzun uzun kendimi inceledim, inceledim, inceledim ve inceledim. Dudaklarım bir o şeklini aldı. Hemen kendimi toparlayarak ayaklandım. Çantamdan cüzdanımı çıkartarak kasiyere ödemeyi yapıp hızla kuaför salonundan çıktım.

Arabanın içindeki aynadan da yansımamı görünce bir duraksadım.

Ne kadar farklı gözüküyoruz Asos. Farklı ve... güzel.

Evet, Bayan Çok Bilmiş. Evet. Çok farklı gözüküyorduk ama... çok da güzel gözüküyordum.

Arabayı alayın önünde durdurarak bizimkilerin yanına vardığımda hepsi kocaman açılmış gözlerle bana baktı.

"Komutanım?" Diyerek ayaklandı Kürşad Abi. Yanlarına ilerledim sakince. Hepsinin bakışları bendeydi. "Ay Asel Komutan'ım! Saçlarınız çok güzel olmuş!" Diyerek neşeyle bağırdı Senem.

Senem, ben burada teröristlerin arasına sızmak için hazırlık yapmışım. Senin tek derdin saçım mı aşkım kız?

Gülerek ellerim açık saçlarıma gitti istemsizce. "Kendime çok yabancı hissediyorum." Dedim dürüstçe.

"Çok yakışmış benim kardeşime." Dedi rütbeyi kenarı atan Kürşad abi, her zaman yaptığı gibi alnıma bir öpücük kondururken. "Gerçekten yakışmış mı?" Diye sorarken sesim babasından ilgi isteyen küçük bir kız gibi çıkmıştı.

"Farklı bir hava katmış komutanım." Dedi Baran. Gülümsedim.

"Kızıl halinize alışsak da bu halinizde çok güzel, komutanım." Dedi Uras'ta.

Alpay'ın bakışları ise bendeydi. Tek kelime etmeden saçlarıma bakıyordu.

☪☪☪

Alpay Yenilmez...

Tim ile oturup eğlenirken odadan içeri birden Asel girdi. Siyah saçlı bir Asel. Çok koyu bir siyah saçlı Asel.

Çok... farklıydı.

Herkes bir şeyler diyordu ama ben tek kelime edemeden onu inceliyordum.

Badem şeklinde, ela renkli gözleri. Beyaz teni. İnce kaşları.

Ve... farklı duran siyah saçları.

Çok... değişikti.

Çok güzeldi...

Neden heyecanlanmıştım? Bilmiyordum.

Neden tek kelime edemiyordum? Bilmiyordum.

Neden sürekli içimde bir his onu incelemek istiyordu? Bunu hiç bilmiyordum.

"Çok... güzel olmuşsun." Diyebildim en sonunda. Üç kelimeyi bile bir araya getirememiştim resmen. Gerçekten bana bir şeyler oluyordu. Çok değişik bir şeyler hem de.

Asel'in gülümsemesi mümkünmüş gibi daha da büyüdü. "Teşekkür ederim... hepinize. Ama sanırım alışmam zor alacak."

Benimde. Kızıl saçlı haline o kadar alışmıştım ki istemsizce o kızıl saçlarına bakarken uğruna savaştığım bayrak geliyordu gözümün önüne.

Alpay, sen bu kıza tutuldun oğlum. Dedi içimden bir ses.

Bu ses her neyse sesini kesmeliydi. Böyle bir şey olamazdı, olmazdı. O benim komutanımdı. Ben onun askeriydim. Buydu. Fazlası yoktu.

Gerçekten yok mu Alpay?

Yok! 

Neden heyecanlandın o zaman?

Heyecanlanmadım, kes sesini!

O zaman niye bu kadar sinirlendin?

Sinirlenmedim! Sik sik konuşmayı kes artık!

Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlarmış.

Ellerimi şakaklarıma koyarak o sesi susturmaya çalıştırdım. Öyle bir şey yoktu. Yoktu işte. Olsa bile benim hayatımda yoktu. Benim hayatımda hiçbir iyi duyguya, hiçbir güzel duyguya yer yoktu. Olamazdı da.

Asel'in sesi beni derin düşüncelerimden ayırdı. "Yarın sabah hepiniz saat altıda burada olun."

☪☪☪

Alpay Yenilmez...

Saat sabahın dört buçuğuydu. Alarmın sesi ile kalkmıştım. Senem'in odasına ilerledim sakince. Kapıyı açtığımda saçı beyaz yastığına dağılmış bir Senem gördüm. Dudaklarımda sevgi dolu bir gülümseme oluştu. İçeri adım attığımda Senem'in huzursuz hareketlerini fark ettim.

Sağa sola dönerek bir şeyler mırıldanıyordu. Gene kabus görüyordu. Hızlıca yanına giderek yatakta yanına oturdum.

"Yapma, yapma, yapma, yapma..." Diye tekrarlıyordu kısık bir sesle. Yavaşça elimi sırtına koydum. "Senem." Diyerek yavaşça dürttüm onu. Anında sıçradı yattığı yerden.

"Abi..." Diyerek beni görünce hemen sarıldı. "Geçti güzelim, geçti. Yanındayım ben." Diyerek sarı saçlarını okşadım.

Senem'in kalbinin atışını hissedebiliyordum. Hızlı ve düzensiz... Sanki birazdan duracakmış gibi. Kollarımda küçücük kalmıştı; her ne kadar güçlü görünse de bu anlarda ne kadar kırılgan olduğunu görmek içimi parçaladı.

"Nefes al, Senem. Ben buradayım," dedim yumuşak bir sesle, saçlarını okşamaya devam ederek. Bu küçük dokunuşun onu ne kadar rahatlattığını biliyordum.

"Abi, kabuslar... Yine aynı şey. Kaçıyorum ama kaçamıyorum. Sanki gene bana ulaşmak istiyor ama ben..." Sesi titredi, cümlesini bitiremedi.

Sözlerini bitirmesine izin vermedim. "Bitti o kabusların. Bitti Senem. Kimse sana ulaşamayacak, seni incitemeyecek. Söz veriyorum, seni kimseye dokundurtmam."

Bu sözleri ne kadar kararlı söylesem de, Senem'in yaralarını tamamen silemeyeceğimi biliyordum. Ama ona bir sığınak olabilirdim, bir güven limanı. Kardeşimi böyle parçalanmış görmek, içimde tarifsiz bir öfke uyandırıyordu. Öfkem, o yaraları açanlara, o korkuları yaşatanlara... Ama şimdi, burada sadece Senem'in yanında olmam gerekiyordu.

Sarılmamızın ortasında yavaş yavaş sakinleştiğini hissettim. Nefesleri düzene girdi.

"Ben iyiyim abi, korkma," dedi beni sakinleştirmek için başını hafifçe omzuma yaslayarak.

Gözlerimi devirdim, "İyiyim derken o titreyen ellerini unuttun mu?"

Bu defa hafifçe gülümsedi. "Sen de hiç rahat bırakmazsın, değil mi?"

"Tabii ki bırakmam. Ne diyorsun sen, Senem? Ben Yenilmez Alpay'ım. Kardeşimi asla yalnız bırakmam."

Senem hafifçe başını salladı, gözleri kapanırken fısıldadı: "İyi ki varsın abi..."

"Her zaman yanındayım," dedim kararlılıkla.

"Abi..."

Saçlarından öptüm, "Efendim, güzelim?"

"Beni bırakma."

Gülümsedim. "Asla, Senem. Asla."

Bir kere daha kendime çekip sarılırken yıllar önce, onun haberi olmadan kendime verdiğim sözü bir kere daha tekrar ettim içimden. Onu kimse incitemeyecek. Kimse...

Benden uzaklaştığında yatağından kalktım. "Duş alıp hazırlan. Sonra çıkalım." Dediğimde başını salladı. Bende kendi odama geçerek kendi odamdaki duşa girdim.

Duştan çıkarak dolabımdan giyeceklerimi aldım ve belime sardığım havluyu çıkartarak nemli olmasını umursamadan yatağın üzerine bıraktım.

Siyah tişörtümü içime giyerken üstüme ceketimi giydim ve üniformamı. Telefonuma da cebime atarak odadan çıktım. Saat beş on yediydi. Senem çoktan hazırlanmış, aşağıda bizim için soğuk sandviç hazırlıyordu.

"Hadi çıkalım." Hazırladığı sandviçlerden birini elime tutuşturarak odadan çıktık. Senem'de benim gibi üniformasını giymişti üzerine. Sarı saçlarını örgü yaparak sırtından aşağıya doğru salmıştı.

Karargâha geldiğimizde herkesin çoktan geldiğini gördük. "Çok mu geç kaldık?" Diye soran Senem'e, Asel omzunu silkerek cevap verdi. "Yaklaşık bir dakika yirmi iki saniye, şimdi yirmi altı saniye oldu." Dediğinde sırıttım.

Asel, hepimizin aksine asker üniformasını giymemişti. Onun yerine yeşil bir terörist kıyafeti giyerek beline siyah bir kemer bağlamış, boynuna beyaz bir puşi sarıp ağzını burnuna kadar kapatmıştı. Yeni boyattığı siyah saçlarını ise gevşek bir at kuyruğu yapmıştı.

"Komutanım, aralarına nasıl sızacaksınız?" Diye soran kişi Baran'dı. "Saat sekiz gibi elimize ulaşan koordinatlarda bir yürüyüş içerisinde olacaklar. O vakitte aralarına sıvışarak onlarla yürüyeceğim." Dediğinde sesi son derece kontrollü ve kendinden emin çıkıyordu.

☪☪☪

Asel Sönmez...

Bu kıyafetlerden giydiğim ilk saniye, hatta salise nefret etmiştim. En kısa sürede bu lanet kıyafetlerden kurtulmak istiyordum. Görev için bile olsa onlardan, teröristlerden olma fikri kendimi öldürmemi isteyeceğim kadar nefret ettiriyordu.

Bu kıyafetleri ilk giydiğim an, tıpkı zehirli bir yılanın tenime dolanması gibi bir his uyandırmıştı. Mideme saplanan o nefret dalgası, nefesimi kesmişti. Kumaşı bedenime değdikçe, sanki benliğimden bir şeyler kopuyordu. Bunu giymek zorunda olmak, görev uğruna da olsa, midemi bulandırıyordu.

Aynaya baktığımda yansıyan ben, Asel Sönmez değildi artık. Görev gereği kim olduğumu unutmam gerekiyordu; ama içimde bir yerlerde o küçücük ses, bu kıyafetleri hak etmediğimi haykırıyordu. Onlardan biri gibi görünmek... Bu düşünce bile kanımı donduruyordu.

Derin bir nefes aldım, ardından dişlerimi sıkarak aynadaki görüntüye son kez baktım.

Bu sadece bir maske Asos, unutma ve ani bir delilik yapma, pls.

Gerçek benliğimi kaybetmeyeceğim, asla. Ama ne olursa olsun, bu lanet kıyafetlerden en kısa sürede kurtulmak zorundaydım.

Çünkü bu lanetin bir parçası olmak, beni değil, onlardan birini öldürüyordu.

İshak Albay geldiğinde hızla dikkat komutunu verdim. Komutumun ardından herkes hazır ol konumuna geçti. Albay, gerekli konuşmaları yaptıktan sonra bol şans dileyerek helikoptere bindik.

Belli bir yere kadar helikopterle gidecektik, sonra arabaya geçecek ben onlardan ayrılıp teröristin yürüyüşüne katılacaktım.

Ölüme yolcuğa çıkıyordum. İfşa olursam ucunda bir tek ölümün olduğu bir yolculuk.

☪☪☪

Helikopterden inmiştik. Arabayla belli bir miktar yol aldıktan sonra uzaktaki terörist sürüsünü fark ettik. "Burada durun. Buradan sonrasını kendim yürürüm." Diyerek silahımı aldım ve her duruma karşılık belime iki tane tabanca gizledim. Ve ayakkabımın içine de bir tane bıçak.

Hepsine döndüm. "Tim, hakkınızı helal edin." Hepsi benim için korkuyordu. Bunu biliyordum. "Allah korusun komutanım, sağ salim kavuşuruz Allah'ın izniyle." Diyen Kürşad abiye sıcacık gülümsedim.

"Rütbede değilsek, Asel siktir git salak salak konuşma valla benden dayak yersin." Baran'a kahkaha attım.

"Beni bunların içinde tek bırakırsan ölsen bile seni diriltir, o yeni yaptırdığın güzelim saçlarını tek tek yolarım." Dedi Senem.

"Veda eder gibi konuşmaktan zevk mı alıyorsun amına koyayım." Dedi Uras.

Zihnimde bir ses yankılandı. "Yanıma gelirsen seni asla affetmem Asel."

Koray... kardeşim.

Zihnim, en olmayacak anda bana oyun oynuyordu.

"Yaşa Asel. Ölme. Hayatta kal." Dedi Alpay. Ve ekledi. "Beni bunların komutanı olmakla uğraştırma." Gülüp hepsine teker teker sarıldım.

Tam inecektim ki Alpay kolumdan tuttu.

Alpay, tamam meteor gibi çocuksun, Allah özene bezene yaratmış, vay anasını sayın seyirciler dedirten cinstensin ama ileriden teröristler gelirken bunlar yapılacak iş mi yavrum?

Bayan Çok Bilmiş'e cevap verme fırsatı bulmadan Alpay'ın dudaklarını yanağımda hissetmemle şaşkınlıkla gözlerim büyüdü.

Kaskatı kesilmiş gibi durdum öyle, sadece şaşkınlıkla ona baktım. "içimde kalırdı yoksa." Dediğinde şaşkınlığım daha da arttı.

Alpay'ın sözleriyle ne diyeceğimi bilemeden öylece bakakaldım. Kalbim bir anlığına yerinden fırlayacak gibi olmuştu. Şu an burada, hayatımın en tehlikeli görevlerinden birinin eşiğindeyken, aklımda savaşacak düşmanlardan başka hiçbir şey olmaması gerekirken... Alpay, o tek hareketiyle kafamı darmadağın etmişti.

"Elini çabuk tut da şu görevi bitir. Dönüşte hesabını sorarım bunun," dedim soğukkanlı görünmeye çalışarak. Ama sesimdeki titremeyi fark etmişti, gözlerinden belliydi.

O ise alaycı bir gülümsemeyle kollarını göğsünde kavuşturdu. "Görevi bitir de hele, sonra konuşuruz. Canını sıkacak şeyler için sıraya alacağım seni."

Bir adım geri çekildim, yüzümdeki şaşkın ifadeyi toparlamaya çalışarak. "Kendi kendine gelin güvey olma, Alpay. Dönünce çok fena harcarım seni."

"Harcayın komutanım, harcayın... Ama hayatta kalın da harcayın."

Son bir kez timin geri kalanına baktım, hepsinin gözlerinde bana olan güveni, bana olan inancı gördüm. Alpay'ın sözleri kulağımda yankılanıyordu: "Yaşa Asel. Ölme. Hayatta kal."

Gider ayak yapılır mı bu şimdi? Pekala yapmıştı kendisi.

Kendimi toparladım, derin bir nefes aldım ve karanlığın içine doğru ilerledim. Şu anda bir askerim, hiçbir duyguya yer yok. Ama o yanağımdaki his... Lanet olsun Alpay, tam zamanında yaptın yapacağını!

Yutkunarak hızla arabadan indim ve onlar hareket ederken saklanarak terörist grubunu beklemeye başladım.

Aklım başımdan uçup gitmiş gibiydi. Alpay'ın yanağımdan öpmesi beni tamamen dağıtmıştı. Dağılmıştım.

Alpay, senin Allah belanı versin! Geberip gidersem hepsi senin yüzünden!

Ben sizin sevişmenizi bekliyorum, bu burada meteor gibi çocuğa bela okuyor.

Terörist grubu yaklaşınca bende arkaya doğru yavaşça ilerleyerek en arkadan onların arasına sızdım. Kimse fark etmemişti.

☪☪☪

"Hey, sen." Yaklaşık bir saattir yürüyorduk. Yanımda hissettiğim bir sesle başımı çevirdim. "Hûn kê ne?" Dedi. Kürtçe konuşuyordu. Kim olduğumu sormuştu bana. Puşimi ağzımdan çekerek konuşmamın net duyulmasını sağladım.

"Navê min Berfin e" Diye cevap verdim adama. Benim adım Berfin. Yalandı. Yalan söylüyordum ama ifşa olursam da hakkın rahmetine kavuşacaktım ve şuan isteyeceğim son şeydi bu.

Adam şüphelense bile ben Kürtçe konuştuğumda şüphesi gitmiş olacak ki başını çevirip yola devam etti.

Üç saatlik bir yürüyüşten sonra büyük bir eve gelmiştik. Beş yada altı katlıydı. Duvarlarındaki sıvaların çoğu dökülmüştü. Her duruma karşılık yedekten bir plan yapmaya çalışarak adamları kuşkulandırmadan etrafı inceledim.

Arkadan iki çıkış, önden bir çıkış var. Ön kapıdan çıkıp dokuz yönüne gidersem boş araziye çıkarım, orada avantaj onlarda olur. Arka kapıların birinden çıkıp üç yönüne gidersem ormanlık alana girerim. Orada beni bulmaları zor olur. Bakışlarım dağların arkasına doğru kaydı. Kimse görünmüyordu ama bizimkilerin orada olduğunu biliyordum.

Sayabildiğim kadarıyla elliden fazlaydılar. Şurada oturan sakallı adam liderleriydi muhtemelen. Çakır kod adlı terörist şuan sahalarda yoktu. Bir çatışma söz konusu olursa elimdeki silahı kavramam en faz üç, belimdeki iki silahı çıkarmam beş ve en kötü duruma düşer de ayakkabımdaki bıçağı kullanmak zorunda kalırsam dokuz saniyede onlara ulaşırdım.

Evin ilk katında büyük bir oda ve mutfak vardı. Odanın içerisinde sadece yedi tane dörtlü koltuk birde küçük masalar vardı. Telsiz frekansı tellerden anladığım kadarıyla en üst kattaydı.

Mutfakta sadece küçük bir ocak ve buzdolabı vardı. İkinci katta silahlarını sakladıkları oda vardı. kapısı kilitliydi. Bahçede sadece tek bir tane bank vardı. O da eskiydi.

Arka tarafa gidememiştim henüz. İçeriden ses gelmiyordu. Ya bir vukuat yoktu yada ses yalıtımı vardı.

Oturup yandan aldığım yağ ile birkaç kişi gibi silahımı yağladım. "Beha bahın." Dedi liderleri olduğunu düşündüğüm adam bozuk bir Türkçeyle.

"Birazdan mallar gelecektir." Mal dedikleri ya uyuşturucu yada silah olmalıydı. Ardından bir kaç adamı seçti. "Siz gedin arga bölgeyi tutin." Adamlar silahlarını alıp arka tarafa geçti.

Yirmi üç dakika sonra üç büyük kamyon geldi. Lider, kamyona ilerledi. En öndeki kamyonun kapısı açıldı. Görebildiğim kadarıyla içi full uyuşturucuyla doluydu.

Kamyonun şoför koltuğundan biri indi. Bu oydu. Çakır. Gözleri etrafı taradı. Bir tehlike olmadığına kanaat getirince malların hepsini indirip binanın dördüncü katına taşıdılar.

Ben o sırada elime aldığım bir dalı bıçak ile keserken dikkat çekmemek adına yanımdaki adamla konuşma içerisindeydim.

"Ailen nerede?"

"Öldüler." Dedim. Bu doğruydu.

"Kim öldürdü?" Siz, demek istesem de henüz canıma susamadım.

"Türkler." Yalan.

"O yüzden örgüttesindir ha?" Başımı salladım.

"Nefret ediyor musun bari Türklerden?" Bir kez daha başımı salladım.

"Kıyamete kadar nefretim taze kalacak. Son Türk geberene kadar durmayacağım, davamdan dönmeyeceğim."

Yalana gel Asos. Sen ne ara bu kadar usta yalancı oldun?

Çakır ve Lider ileride fısır fısır bir şeyler konuşuyordu. Çakır, boşalan kamyonlardan birine ilerledi ve küçük bir poşet malı aldı. Konuşmalarını buradan duyabiliyordum.

"İyi midir bu mal?" Dedi Çakır.

"Zayıf olanları öldürebilecek potansiyeli var, patron." Çakır güldü. Hatta sırıttı. Adi köpek onları benim memleketimin çocuklarında kullanarak onları zehirleyecekti. Bakışlarımı tekrardan elimdeki dala çevirdim. "Deneyelim o zaman." Diyen Çakır'ın sesini duydum ama umursamadım.

Gözlerimi dal parçasından çekmeden onunla oyalanmaya devam ettim. Bir çift siyah ayakkabı görüş alanıma girince başımı kaldırdım. Çakır.

"İsmin ne senin?" Dedi doğrudan bana bakarak.

"Berfin." Dedim sadece. Bilerek Türkçe aksanımı bozuk tutuyordum. "Söyle bakalım bana, Berfin. Uyuşturucuya dayanıklı mısın?"

Başımı evet anlamında salladım. Eğitim zamanlarımızda uyuşturucu ve alkol testlerimiz olmuştu. Elindeki paketten üç doz uyuşturucu alıp bana uzattı.

"Al o zaman, bunu iç de görelim. Ne kadar dayanıklısın."

-Bölüm Sonu-

-Bölüm nasıldı?

-Bölümde en sevdiğiniz sahne?

-Bir sonraki bölümde sizce neler olacak?

 

Bölüm : 09.12.2024 20:01 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...