
Selamlar hepinize! Nasılsınız?
Umarım hepiniz çok iyisinizdir.
---
"Bu vatan için can veren tüm şehitlerimizin anısına. Saygı ve rahmetle anıyorum..."
---
☪☪☪
"Koray?" Herkesin suratında bir şok oluşmuştu. Herkes Koray'ı şehit oldu sanıyorken birden karşılarında görmeyi hiç biri beklemiyordu.
"Kardeşim." Diyerek ilk sarılan kişi Kürşad abi oldu.
Kürşad abinin sarılmasının ardından bütün ekip şaşkınlığını atarak büyük bir sevinçle Koray'a sıkıca sarıldılar.
Baran, okkalı bir yumruğu Koray'ın çenesine geçirdi. "Hak ettim, değil mi?" Diye soran Koray'a herkes hak ettin temalı bakışını attı.
Onlar öyle kendi aralarında eğlenirken ben sessizce yanlarından ayrılıp arabaya doğru yürümeye başladım.
Arabanın kapısını açıp içeri girdiğimde başımı araba koltuklarının baş kısmına yaslayarak yan bir şekilde döndüm ve dizlerimi kendime doğru çektim.
Çakır'ın yaptıklarını unutamıyordum. Bedenimin titremesini durduramıyordum.
Kendimden nefret ediyordum.
Çakır'ın kirli elleri sanki hâlâ vücudumdaydı, bana dokunuyordu.
Başımı hafif sola çevirip gelenin kim olduğuna baktım. Alpay. Dışarıdan bize bakan Kürşad abi ve diğerlerini gördüm. Muhtemelen onlar gelmek isteyince Alpay onları durdurup kendisi gelmişti.
"Asel, ne yaptı sana o siktiğimin pezevengi?"
Alpay'ın sesi sert ve öfke doluydu, fakat o sertliğin arkasında bir endişe, hatta çaresizlik hissediliyordu. Bu soruyu duymak, zihnimin içine gömdüğüm her şeyi yeniden yüzeye çıkardı.
Gözlerimi Alpay'dan kaçırdım, başımı koltuğa yaslayarak dışarıya, Kürşad ve diğerlerinin olduğu yere baktım. Onlar uzaktan bir şeylerin yanlış olduğunu anlamış gibiydiler ama yaklaşmıyorlardı. Alpay, bir adım daha arabanın içine doğru ilerledi.
"Asel," dedi bu kez daha sakin bir sesle, "ne yaptı sana? Bana söyle."
Söyleyemezdim. Dudaklarım mühürlenmiş gibiydi. Kelimeler boğazımda düğümlendi. Gözlerimi kapadım, ama o anların görüntüleri zihnime doluştu. Çakır'ın pis bakışları, o anki çaresizliğim... Titrememi durduramıyordum.
Alpay önümde yere çömeldi. Ellerini dizlerimin üzerine koymadan, sadece orada durarak bir destek sağlamaya çalıştı. "Asel, ne olduğunu bilmem gerek. Sana yardım edebilmem için bilmem gerek," dedi alçak bir sesle.
"Hiç." Diye soğuk bir sesle kısa bir cevap verdim. Elini kolumda hissedince irkildim. İrkildiğimi fark edince bakışları daha da derinleşti. Bakışlarında korku vardı. Hüzün vardı. Ama en çok nefret vardı.
Alpay'ın bakışlarındaki karışık duyguları görmek beni daha da huzursuz etti. Gözlerimi ondan kaçırmaya çalıştım, ama bakışlarının üzerimde olduğunu hissetmekten kurtulamıyordum. Elini yavaşça kolumdan çekti, fakat o anki hareketi, sanki bir şeyleri anladığını ima ediyordu.
"Asel, hayır de, lütfen. Lütfen bu düşündüğüm olmadı de." Dedi yalvarırcasına. Anlamıştı işte. Cevap vermek yerine sadece yutkunup dolan bakışlarımı hızla ondan kaçırdım.
"Öldüreceğim o piçi, geberteceğim! Ölmek için yalvartacağım o soysuz iti!" Doğrulup ona döndüm. "Lütfen, gidelim artık." Çaresizce omuzlarını düşürüp diğerlerini çağırdı.
Herkes arabadaki yerini aldığında araba yavaşça hareket etmeye başladı. Altı kişi olarak binip buraya geldiğimiz araba, şuan yedi kişi ile geri dönüyordu.
Arabadaki hava ağırdı, kimse konuşmuyordu. Sessizlik, bir yandan rahatlatıcıydı, bir yandan da düşüncelerimi daha da boğucu hale getiriyordu. Arabanın motor sesi, kalp atışlarımın hızını bastırmaya yetmiyordu.
Alpay, direksiyon başında öfkesini kontrol etmeye çalışıyordu, ama arada bir ellerinin direksiyonu sıktığını fark ediyordum. Yanımda oturan Kürşad abi, Alpay'ın öfkesine ket vurmak istercesine göz ucuyla onu kontrol ediyordu. Arkada, diğerleri sessizdi; muhtemelen anlamaya çalışıyorlardı, ama kimse soracak cesareti bulamıyordu.
Yanımdaki camdan dışarı bakarken, kendi yansıma görüntümle karşılaştım. Gözlerimdeki doluluk hâlâ geçmiş değildi. Derin bir nefes alarak başımı cama yasladım.
Kürşad, sessizliği bozdu. "Gideceğimiz yer belli mi?" diye sordu sakin bir sesle, ama bu sakinlik yapaydı. Alpay, çenesi sıkılı bir şekilde direksiyonu tuttu ve kısa bir cevap verdi. "Doğru alaya."
Arabadaki diğerleri anlam veremeyen bakışlarla birbirlerine baktılar. Kürşad, anlamış gibi derin bir nefes aldı ama sustu. Belli ki Alpay'ın öfkesine karışmak istemiyordu.
Gözlerimi kapattım, içimdeki titremeyi durdurmaya çalışarak. "Bunu kimse öğrenmemeli," dedim birden, sesim kısık ama kararlıydı. Tüm dikkatler bana çevrildi. Gözlerimi açıp Alpay'a döndüm. "Bu sadece bizim aramızda kalacak. Başka kimse bilmeyecek."
Alpay, geri dikiz aynasından bana baktı. Gözlerindeki öfke ve acı, adeta bir fırtınanın ortasında gibiydi. "Asel, bu nasıl bir sır olarak kalabilir?" dedi sert bir şekilde.
"Eğer bu yayılırsa... Çakır kazanmış olur," dedim, sesimdeki kırılganlıkla beraber. "Beni daha fazla yaralamış olur. Bu, onun istediği şey olur."
Sözlerim herkesi susturdu. Alpay, direksiyona yeniden odaklanarak derin bir nefes aldı. "Peki, tamam," dedi sonunda. Ama ses tonunda, bunun içini rahatlatmadığı açıkça belliydi. "Ama bu iş burada bitmeyecek. Bittiğini sanıyorsan, yanılıyorsun."
Araba ilerlemeye devam ederken, içimdeki savaş daha da büyüyordu. Belki de bunu gerçekten sadece gömüp geçmek gerekiyordu. Ama bir yanım, bu savaşın bitmediğini biliyordu.
"Gizli görev demek ha." Diye alay ediyorlardı Koray'la bizimkiler. Koray surat asıp homurdandı. "Normalde dönmeyecektim henüz ama Asel'i duyunca kendime engel olamadım."
"Suna abla ve Özlem çok kötü oldu ama oğlum ya. Valla eve gidince ikisinden de sağlam dayak yiyeceksin benden söylemesi." Arabadaki herkes Baran'a hak verdi.
"Sorma kardeşim sorma. Şimdiden korkudan götümü bırakacağım buraya." Deyip güldü.
"Asel?" Bakışlarım Kürşad abiye döndü. "hı?" Diye mırıldandığımda bir kolunu omzuma atıp beni göğsüne çekti ve saçlarımın tepesine bir öpücük kondurdu.
Huzursuz olsam da Kürşad abinin yanındayken kendimi güvende hissediyordum. Bir abinin sıcaklığı vardı onda. Ne kadar yara alırsam bile o bana sarıldığında yaralarım geçiyor gibi hissediyordum.
"Geçecek hepsi güzelim, geçecek." Diyerek kulağıma fısıldadı.
Kürşad abinin sesindeki sıcaklık ve güven beni biraz olsun rahatlattı. Sözlerinin bir teselli mi yoksa gerçek bir umut mu olduğunu bilmiyordum ama yine de buna inanmak istiyordum. Onun yanında kendimi daha az kırılgan hissediyordum.
Başımı hafifçe omzuna yasladım, gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. İçimdeki huzursuzluk dinmiş olmasa da, o an için bir nebze de olsa hafifliyordu. "Keşke her şey bu kadar kolay geçse," dedim kısık bir sesle.
"Kolay olmayacak, biliyorum," dedi Kürşad abi. Sesi sakin ama kararlıydı. "Ama geçecek, Asel. Allah bir dert verirken dermanını da verir. Bunu da birlikte atlatacağız Allah'ın izniyle."
Bir an sustuk. Kürşad abinin kalp atışlarını, kendi düzensiz nefes alışverişimin yanında duyar gibiydim. "Sen güçlü olduğuna inanmıyor olabilirsin, ama biz inanıyoruz," diye ekledi.
O an fark ettim ki, benim yalnız olduğumu düşündüğüm bu mücadelede aslında yalnız değildim. Yanımda olan insanlar vardı. Yaralarımı paylaşmaya çalışan, beni destekleyen... Ama yine de, içimdeki savaş benim savaşımdı ve bunu sadece ben kazanabilirdim.
Gözlerimi açıp derin bir nefes aldım. "Teşekkür ederim, abi," dedim kısık ama samimi bir sesle. Kürşad abi, bir abinin sevgi dolu bakışıyla başımı okşadı. "Ne zaman istersen buradayım, Asel. Ne zaman."
Arabanın içindeki sessizlik, bu kez daha az boğucuydu. Kürşad abinin sözleri, içimde küçücük de olsa bir kıvılcım yakmıştı. Belki geçecekti. Belki de gerçekten... bir gün.
Alaya geldiğimizde hepimiz arabadan indik sırayla.
Gerekli görev raporlarını vermek için yetkililerin odasına ilerleyecektim ki Alpay beni durdurdu. "Sen dur, ben raporları veririm." Diyerek karargâha giriş yaptı.
Nizamiyenin bahçesindeki çardaklardan birine oturduk hepimiz. "Gençler sohbetinize doyum olmuyor ama ben ablamı ve Özlem'i çok özledim vallahi. Bana müsaade artık." Diyerek yanımızdan ayrıldı.
☪☪☪
Koray Kırbaç...
Bizimkilerin yanından ayrılıp nizamiyeden çıktım. Baran'dan aldığım arabanın anahtarını takarak arabayı çalıştırdım ve hızla yola koyuldum. İlk önce ablama uğrayacaktım sonra da Özlem'e.
Araba, evimin önünde durduğunda indim. Derin bir nefes alıp dışarı bıraktım. Ablam... kim bilir ne haldedir.
Adımlarımı hızlandırarak evin kapısına kadar geldim. Zile bastım. Dakikalar sonra kapı açıldı ve içeriden ablam çıktı.
"Koray?" Dedi şaşkınlık dolu bir sesle. Çok zayıflamıştı. Benimkine benzer yeşile çalan ela gözlerindeki bakışlar bile değişmişti. Gözlerinin altı mor halkalarla dolmuştu. Eski ablamdan eser yok gibiydi.
"Ablam." Dedim büyük bir özlemle. Ağlamaya başladı. Bana sarılırken sayıklıyordu. "Rüya değil deme bu Koray? Geldin, ölmedin, geldin değil mi? Geldin, geldin, geldin..." Kollarımın arasındaki bedenine daha sıkı sarıldım. Yanaklarından ve saçlarından kocaman öptüm. "Geldim ablam geldim, bak yaşıyorum." Dedim başparmağım ile yaşlarını silerken.
"İyi ama nasıl..." Dedi en masum haliyle. Kolundan tutup nazikçe içeri soktum ve kapıyı arkamızdan kapattım. "Görev sebebi ile şehit oldum diye gösterdiler ablam." Dedim en makul açıklamayı yaparak.
Önce bir kez daha sarıldı bana. Sonra hızla benden ayrılıp ayağındaki terliği çıkardığı gibi kafama geçirdi. "Salak herif! Aklım çıktı burada benim! Kaç gündür ne yaptığımı bile bilmiyorum, ilaçlarla ayakta duruyorum! Madem görevdesin hiç haber vermeseydiler! Şehit haberini alınca nasıl yıkıldım lan ben hiç mi ablaya saygın yok senin!?" Bir yandan dövüyor, bir yandan sövüyordu.
"Ablam..." Kıçıma yediğim terlikle sözüm yarım kaldı. "Sus! Sus konuşma! Eşek sıpası! Çok meraklısın zaten ablamın yüreğini indirmeye değil mi? Salak herif!" Diyerek söylenmesine devam edince el mecbur elindeki terliği alıp ellerini tuttum.
"Ablam, dedim ya görev diye. Yapma ama böyle. Söyleyemezlerdi ki." Dedim masumca. Siniri yatışmış olacak ki bana bir kez daha sarıldı sıkıca.
"Aç mısın? Bir şeyler hazırlayayım mı sana hemen?" Gülümsedim ve alnından öptüm. "Hayır abla, ben şimdi Özlem'e gideceğim. Sonra gelirim, gelirken dışarıdan bir şeyler alırım beraber yeriz olur mu?"
Ablamın bakışları durgunlaştı. "Ablam, Özlem'e gitmesen mi, ha?" Gülümsedim. "Çok özledim abla." Dedim ve o bir şey demeden hızla çıkıp arabaya bindim ve Özlem'in evine doğru yola çıktım.
Özlem'in sokağına girdiğimde bir çiçekçinin önünde durdum ve bir buket menekşe aldım. En sevdiği çiçekti bu. Ne zaman gitsem elimde her zaman bir menekşe buketi olurdu. Çiçekçi kadından güzel bir şekilde paketlemesini rica ettim ve hızlıca paketlenmiş çiçeği alarak ödemesini yapıp çiçekçiden çıktım.
Çiçek buketini zarar görmeyecek şekilde arabaya bıraktım sonra evin önünde durdum. Başlayan yağmurla gülümsedim. Özlem, yağmuru da çok severdi. Ne zaman yağmur yağsa cama koşardı.
Elimdeki çiçeklere baktığımda aklımda bir şarkı belirdi.
Ellerimde çiçekler, kapında sırılsıklam
Görürsen bir gün şaşırma.
Beni böyle çaresiz,
Beni böyle derbeder ,
Beni böyle ortalarda bırakma.
Ellerimde çiçekler, kapında sırılsıklam
Görürsen bir gün şaşırma
Beni böyle çaresiz,
Beni böyle derbeder,
Beni böyle ortalarda bırakma...
Gülümseyerek kapı ziline bastım. Dakikalar sonra otomatın kapısı açıldığında büyük bir hasretle merdivenleri çıkmaya başladım. En son Özlem'in katına, üçüncü kata geldiğimde durdum. Kapısına baktım. Kendi ayakkabılarının yanında bir erkek ayakkabısı daha vardı.
Muhtemelen abisi Ömer gelmiştir, diyerek kapısına vurdum. Bir dakika sonra kapıyı bir adam açtı. "Buyurun?" Dedi bir bana, bir elimdeki çiçeğe bakarak.
Şaşkınlıkla kaşlarımı kaldırdım. "Ben Özlem Eroğlu'na bakmıştım. Yanlış mı geldim?" Diyerek kapıyı bir kez daha inceledim.
Hayır, yanlış değildi.
"Aşkım, kim gelmiş?" Diyerek arkadan çıkan Özlem ile elimdeki çiçek düşecek gibi oldu. Özlem'in bakışları beni görünce dondu kaldı. Bakışlarında şaşkınlık ifadesi oluştu.
"Koray?" Dedi kısık bir sesle. Ben ise hiç bir şey demeden bakışlarımı o ve adamın arasında gezdiriyordum.
Aşkım kelimesini duyduğum an kalbimin derinlerinde bir şeylerin kırıldığını hissettim. O çiçekler, o an ellerimde ağır bir yük gibi gelmeye başlamıştı. Özlem'in şaşkın bakışları gözlerime değdiğinde konuşmak istesem de, boğazımda düğümlenen kelimeleri bir türlü çıkaramadım.
"Koray?" diye tekrarladı Özlem bu kez sesi daha titrek. Yanındaki adam, bana şaşkınlıkla bakarken, her şey daha da bulanıklaşıyordu sanki.
"Yanlış bir zamanda geldim galiba," dedim sonunda, boğazını temizleyerek. Ama sesim eskisi gibi güçlü değildi. İçimde fırtınalar koparken bile sakin kalmayı öğrenmiştim yıllar içinde ama bu an... bu başka bir yaraydı.
Özlem bir adım atmak istedi ama yerinde çakılıp kalmış gibiydi. "Koray, ben..."
"Gerek yok, Özlem," diye araya girdim yutkunarak. Elimdeki çiçeklere son bir kez baktım, ardından bakışlarımı Özlem'e çevirdim. "Herkes mutlu olsun yeter."
Hızla yanındaki adama döndü ve bir elini omzuna koydu. "Furkan, sen biraz bekle. Ben hemen geleceğim." Diyerek hızla terliklerini giydi ve bana bakarak aşağıya indi.
Tek kelime etmeden onu takip ettim bende. Apartmanın dışına çıktığımızda yan taraftaki çocuk parkının banklarına oturduk. "Sen, nasıl buradasın? Şehit olmuştun..." Diyerek ilk konuşan o oldu.
"Gizli görevdi. Şehit olmamıştım." Dedim sert bir sesle. Bakışları bana döndü. Kahverengi gözleri farklı bakıyordu.
Özlem'in gözlerine baktığımda o tanıdık, sıcak bakışı aradım. Ama bulamadım. Önceden, ona her baktığımda gözlerinde gördüğüm aşk, özlem, o kıvılcım... şimdi yerini bir yabancıya bırakmıştı. Kalbimdeki sızıyı bastırmaya çalışarak derin bir nefes aldım.
"Gizli görev mi?" diye tekrarladı Özlem, şaşkınlıkla. "Yani... sen yaşıyordun ve bana hiçbir şey söylemedin mi?"
Bakışlarımı uzaklara çevirdim. Sakinleşmeye çalışıyordum. "Böyle olması gerekiyordu. Kimse bilmemeliydi. Senin için, herkes için..."
"Sana neler yaşadığımı biliyor musun Koray? Kaç gece uyuyamadığımı, kaç sabah uyanmak istemediğimi? Ölüm haberini aldığımda benim dünyam yıkıldı!" Özlem'in sesi titriyordu, gözlerinde yaşlar birikmişti.
"Şehit haberini alırken Suna abla ile birlikteydik, çok üzüldüm Koray." Diye devam etti sözlerine. Alayla bir kahkaha çıktı dudaklarımdan.
"O yüzden daha üç hafta geçmesine rağmen hemen sevgili yaptın, değil mi Özlem?" Dediğimde dudakları titredi. "Şehit olduğunu sanıyordum." Dedi sanki kabul edilebilirmiş bir açıklama gibi.
"Gerçekten şehitte olabilirdim! Bu yaptığının ne açıklaması olabilir Özlem? Ya, gerçekten şehit olsaydım daha kırkım çıkmamıştı lan! Kırkım ya kırkım! Ben o dağda her Allah'ın günü ablamı ve seni düşünürken sen burada yeni sevgililerin ile gülüyordun ya!"
Sesim giderek yükselmiş, kelimelerim keskin bir bıçak gibi havayı kesmişti. Özlem başını eğdi, gözyaşları artık tutamadığı şekilde yanaklarından süzülüyordu. Sanki bu sözler ciğerine birer taş gibi oturmuştu.
"Koray, ben... ben ne yapabilirdim? Öldüğünü sandım! Sana tutunacak bir şeyim kalmamıştı. Herkes... herkes devam etmem gerektiğini söyledi. Sen yoksun diye, seni unutmamı söylediler!" diye fısıldadı. Sesi çaresiz ve kırıktı.
Dişlerimi sıkarak bir adım geri çekildim. Gözlerimdeki öfke, kalbimdeki hayal kırıklığını gizleyemiyordu. "Beni unutman gerektiğini söylediler, ha? Peki sen? Sen kalbinin sesini dinledin mi, Özlem? Yoksa herkes ne diyorsa onu mu yaptın?"
Özlem cevap veremedi. Sessizce titreyen dudaklarını kapattı. Derin bir nefes aldım, gözlerimdeki ateşi söndürmeye çalışarak.
"Ben o dağda bir saniye bile seni unutmamışken, sen beni üç haftada unuttun," dedim sessiz ama vurgulu bir sesle. "Şehit olsam bile kalbimde sen vardın, Özlem. Ama sen... beni toprağa gömmekle kalmayıp, anılarımı da gömmüşsün."
Özlem, gözyaşları içinde fısıldadı: "Affet beni Koray... Lütfen affet."
Ona son kez baktım. Yorgun, kırgın ama hâlâ Özlem'in gözlerinde kaybolmuş bir adam gibi. Sonunda başımı iki yana sallayarak, sesim kısık ve yorgun bir şekilde konuştum:
"Artık affedip affetmemem önemli değil, Özlem. Çünkü senin için çoktan ölmüşüm. Bunu sen seçtin."
Dirseklerimi dizlerime yaslayarak saçlarımı ellerimin arasına aldım. Bir bacağımı sallayarak sakin olmaya çalışıyordum.
"Asel, senin şehit haberini verdiğinde ben çok kötü olmuştum Koray. Nikah tarihi alıp, gelinlik denememizden sadece üç gün sonra birkaç asker geliyor, Koray şehit oldu, diyorlar. Ne yapacağımı bilemedim." Dediğinde dudaklarımdan bu sefer bir 'hah' nidası döküldü.
"Çok kötü oldun? Ne yapacağını bilemedin? Asıl ben ne yapacağımı bilemedim Özlem! Geldiler bana gizli görev emrini verdiler , aklıma bir tek bizim düğünümüz geldi. O gün, denerken giydiğin gelinliği senin üzerinde göreceğim gün geldi sadece aklıma, ama kabul ettim! Özlem anlar, Özlem bekler dedim! Şehit düştüm diye hemen başkasına mı koşman lazımdı Özlem? Bu mu lazımdı illa?"
Dolan gözlerimi gizledim. "Herkes bir şekilde hayatıma devam etmemi söyledi." Dediğinde sinirim katlanarak arttı. "Amına koyayım herkes öyle dedi de herkes sana kalk başkasının elini tut mu dedi Özlem?! Ölenle ölünmüyor, evet ama en azından bari kırkım çıkana kadar bekleseydin! Madem çok istedin nikahımızı ya neden o zaman hemen başkasına koştun?! Sadece senin nişanlın şehit olmadı Özlem! Nice kadınları eşleri şehit oldu bu ülkede, nice kadınların! Hepsi hemen başkasına mı koştu? Ben sana kimseyi alma hayatına demiyorum ama bari biraz bekleseydin ya..."
Sözlerim, Özlem'in kalbine saplanan acı bir ok gibi etkili olmuştu. Onun gözlerinde geçen o anlık şaşkınlık, sonra derin bir pişmanlık ve acı vardı. Özlem, gözlerinden süzülen yaşları fark ettiğinde, yavaşça başını eğdi, sanki benim sözlerimle bir daha yerle bir olmuş gibiydi.
"Ben... ben seni kaybettim sanıyordum, Koray." Sözleri titrek ve içten geldi. "Sana, bize söz verdiğimiz gibi olabilmek, seninle bir hayat kurabilmek için yaşadım. Ama sen öldü dediklerinde, bir anda karanlık çöktü ve... başka birini tutmak, onunla yeni bir şeyler kurmak istemedim. Ama yapamadım, işte... kendimi kaybettim."
Yanıma koyduğum çiçeği yanına doğru atıp parçalanmasını umursamadan ayağımla ezdim. Tek kelime etmesine izin vermeden hızla geldiğim arabaya binerek bir kez daha Özlem'e bakmadan sokaktan çıktım.
Kalbim çok acıyordu.
☪☪☪
Asel Sönmez...
"DÜZGÜN ÇEKİN ŞU MEKİĞİ!" Yeni gelen er ve erbaşların eğitimindeydim. Klasik eğitimler veriliyordu ama ben sanki Çakır'a ve kendime olan bütün hırsımı onlardan çıkarıyordum.
"Ayağa kalk!" Hepsi emrimi ikiletmeden ayağa kalktı. "Atış sahasına, marş marş!" Dediğimde herkes atış sahasına doğru yürüdü.
Tekli sıra halinde atış çalışması yapmaya başladılar. "DÜZGÜN TUT O SİLAHI KESKİN! PAMUK ŞEKER DEĞİL O!"
Keskin soyadlı erbaş bana baktı korkuyla. Hemen silahı daha sıkı kavradı. "5 saniyen var Korkmaz! 5 SANİYE İÇİNDE O HEDEFİ VUR KORKMAZ!"
Asker, hızla hedefi vurdu. Uras yanıma geldi. "Komutanım, çok üzerlerine gitmiyor musunuz?" Dik dik bakan gözlerimi ona çevirdim. "Burası sende. Ben komutanın makamına gideceğim."
Tek kelime etmesine izin vermeden hızla karargâha daldım. Komutanın kapısını çalıp içeri girdim. "Komutanım."
İshak Albay, dosyalardan başını kaldırdı. "Söyle sönmez." Yanımda getirdiğim dosyayı masasına koydum.
"İstifa dilekçemi size arz etmek istiyorum."
-Bölüm Sonu-
-Bölüm nasıldı?
-En sevdiğiniz sahne?
-Bir sonraki bölümde sizde ne olacak?
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 30.68k Okunma |
2.02k Oy |
0 Takip |
55 Bölümlü Kitap |