23. Bölüm

BÖLÜM 22

Ceren Su Karadağ
karadagceren

Selaaaaammmm! Nasılsınız?

Umarım hepiniz iyisinizdir.

Bölüme başlamadan önce lütfen oy verip satır aralarına yorumlar yazarsanız çok mutlu olurum.

---

"Vatan için can veren şehitlerin anısına, saygı ve minnetle anıyoruz..."

---

Senem Yenilmez...

Hastanedeydik. Yaklaşık kırk saattir. Hiç kimse buradan bir saniye bile olsun ayrılmamıştı. Abim hariç.

Sessizliği beni korkutuyordu. Eğer abimi birazcık olsa tanıyorsam bu sessizliği hiç hayra alamet değildi. Onun sessizliği hayır değil, şerdi.

Kürşad ile hastane sandalyelerine yan yana oturuyorduk. O yanımda oturmuş, elindeki küçük Kur'an'ı ile saatlerdir dua okuyor, ayetleri tekrarlıyor ve Asel için Allah'tan yardım istiyordu. Uras yere çökmüş, bir dizini kırarak kendisine çekmiş, kafası duvara yaslı öylece bekliyordu.

Baran ayakta duvara yaslanmış sadece ameliyathane kapısına bakıyordu. Koray lavaboya gitmişti. Koray'ın ablası Suna abla kantine inerek bize bir şeyler almaya gitmişti.

Telefonumu çıkartıp bir kez daha Alpay'ı aradım. Sonuç aynıydı. "Aradığınız kişiye şuanda ulaşılamıyor, lütfen daha sonra tekrar deneyiniz." Diyen bir telesekreter sesi. Başka bir şey değil.

"Hâlâ açmıyor mu?" Diye sordu yanımdaki Kürşad, bakışlarını elindeki Kur'an'dan saniyelik olarak ayırırken. Başımı olumsuz anlamda salladım. "Kafayı yemek üzereyim. Kesin o adamın peşine düştü ya of!"

Gözlerim yeniden doldu.

Kürşad, yumuşak ama kararlı bir ses tonuyla, gözlerini yeniden Kur'an'a çevirerek mırıldandı: "Senem, sakin ol. Alpay ne yaptığını bilir. Senin abini tanımıyor muyuz?"

Elim titreyerek telefonu yeniden cebime koydum. Söylediklerinde haklıydı ama bu beni sakinleştirmiyordu. Alpay'ın sessizliği her zaman tehlikeli bir işin habercisiydi. Bir köşede o buz gibi bakışlarını sabitlemiş, kimseye haber vermeden bir başına hareket edebilen adamı düşünüyordum. Abimdi ama bazen onu tanımakta zorlanıyordum.

Yutkunarak derin bir nefes aldım ve kollarımı karnımda kavuşturdum. Kürşad dua okumaya devam ederken gözüm Uras'a kaydı. Öylece, kaskatı duruyordu. Derin bir sessizlik vardı koridorda, tek duyulan şey doktorların ayak sesleri ve cihazların uzaktan gelen mekanik uğultularıydı.

Baran hâlâ ameliyathane kapısını delip geçecekmiş gibi bakıyordu. Gözlerindeki öfke ve çaresizlik bana ayna tutmuştu sanki. Herkesin kendi savaşını verdiği bu bekleme anlarında, sessizlik bizi yavaş yavaş kemiriyordu.

"Abim..." diye fısıldadım kendi kendime, gözyaşlarımı daha fazla tutamadan. "Ne olur bir çılgınlık yapma. Beni bırakma."

Bu sözleri yalnızca kendim duydum ama Kürşad hafifçe başını bana çevirdi. Sanki her şeyi anlıyormuş gibi sakin ama içten bir sesle fısıldadı:
"Merak etme Senem. Alpay'a bir şey olmaz. O, Allah'ın izniyle Asel'i de kurtarır, kendisini de. Bize düşen beklemek ve dua etmek."

Kelimeleri boğazımda düğümlendi. Beklemek... Ne kadar da zor bir kelimeydi şu an. Zaman sanki durmuştu. Dakikalar saatlere, saatler ise bir ömre dönüşüyordu.

O sırada Uras aniden hareket etti. Başını duvardan kaldırıp, ağlamamak için kendisini sıktığından gözleri kızarmış bir şekilde bize baktı: "Bir şey yapmamız gerekmiyor mu? Böyle beklemek... Bu hiçbir işe yaramıyor."

Baran, bu sözler üzerine yerinden kıpırdamadan, donuk bir sesle konuştu: "Alpay Komutan ne yapacağını bilir Uras. Ona güven."

Bu sözler bana bir nebze olsun güç verdi ama kalbimdeki korku hâlâ dinmemişti. Alpay'ın telefonu hâlâ kapalıydı ve Asel içeride, hayata tutunmaya çalışıyordu.

Elimi istemsizce göğsüme götürdüm, kalbimi yatıştırmaya çalışarak. İçimden sadece tek bir şey geçirdim: "Allah'ım, ne olur bizi sevdiklerimizle sınama. Ne Alpay'a, ne Asel'e bir şey olsun."

Kürşad'ın fısıltıyla okuduğu ayetler, o soğuk hastane koridorunda yankılanmaya devam ederken, gözlerimi bir kez daha ameliyathane kapısına diktim.

Ve beklemeye devam ettim. Başka ne yapabilirdim ki?

☪☪☪

Alpay Yenilmez...

"Komutanım." Kaç saattir buradaydım hesaplamamıştım ama zaten bana bir ömür gibi gelmişti. "Eğer olumlu bir sonuç yoksa elinde, şu silahı senin kafanda patlamadan siktir git buradan." Diyerek oldukça açıklayıcı şekilde konuştum.

Yanıma gelen asker, teğmenlerden biri diye hatırlıyordum. Elindeki dosyayı bana uzattı. "Buyurun komutanım, istediğiniz adamın elimizdeki bütün mekanları." Diyerek selam verdi ve çıktı.

Dosyayı açtım. İki sayfalık bir mekan listesi vardı. Hepsinin konumu detaylıca yazıyordu. Gözlerimi dosyadaki yazılara sabitledim. Mekanların isimleri, adresler, operasyon sırasında işimize yarayacak küçük notlar... Her şey kâğıda dökülmüştü. Parmaklarım sayfayı sıkıca kavrarken çenem kilitlendi. Bir an, her bir satırda yıllardır tanıdığım o karanlığı, düşmanı yeniden gördüm.

Kendime hâkim olmaya çalışarak derin bir nefes aldım. Öfke, kontrol edilmediğinde insanı kör ederdi.

Bir an başımı kaldırıp önümdeki masaya vurdum. Yumruğumun altında metal masa gürültüyle titredi, ama bu bana biraz olsun iyi geldi. Hemen ardından dosyayı yeniden gözden geçirdim.

İlk sayfada üç mekân dikkatimi çekti. Bir tanesi terk edilmiş bir fabrika, diğeri şehir dışındaki bir depo ve sonuncusu göze batmayan, ama kayıt altında olmayan bir apartman dairesiydi. Bu adamın oyun tarzını bilirdim; göz önünde olmayan yerleri tercih ederdi.

Asel'in yüzü geldi gözümün önüne. O an, kendime sadece bir söz verdim: "Ne olursa sana yaptıklarının hepsinin hesabını alacağım, Asel. Sana dokunan elleri bu dünyadan sileceğim."

Dosyayı katlayıp cebime koydum. Kapıya yönelirken ayaklarımın sesi boş odada yankılandı. Bu geceye bir hesapla başlamıştım ve o hesap kapatılmadan hiçbir şey bitmeyecekti.

Beni bilen bilir: Alpay Yenilmez hesaplarını yarım bırakmaz.

Dosyayı elimde tutarak hastaneye gittim. Herkes bıraktığım gibiydi.

"Abi!" Diyerek bana koşan ilk kişi Senem olmuştu. Sadece baktım ona. Mavi gözleri şişmiş ve kızarmıştı. "Gelişme var mı?"

Başını olumsuz anlamda iki yana salladı. "Ameliyattan çıktı ama hayati tehlikesi devam ediyor. Önümüzdeki iki geceyi atlatmasını bekleyecekmişiz. Eğer atlatamazsa..." Devam etmesine izin vermeden bağırdım. "SUS! O CÜMLENİN DEVAMINI GETİRME!" Senem titreyen bakışları ile bana baktı. İçim acıdı ama şuan ne yaptığımı ben bile bilmiyordum.

Senem'in mavi gözlerinden bir damla yaş usulca akarak yanağından aşağıya doğru kaydı. Onu başka bir yaş takip etti.

Derin bir nefes aldım, nefesim göğsümde düğümlendi. Kendi öfkemi, çaresizliğimi susturmak istercesine yüzümü ellerimle sıvazladım. Sinirlerim gerilmişti; ne diyeceğimi, nasıl davranacağımı bilmiyordum.

Senem'in gözyaşlarına bakarken içimde bir şeyler kırılıyordu. Ama bu kırılma benim için yeni değildi. O mavi gözlerin her yaşardığında, içimde başka bir savaş başlıyordu. Öfkem ve acım birbirine karışıyor, beni ayakta tutan ne varsa sallıyordu.

Suçlulukla kasılarak onu tuttuğum gibi göğsüme çektim. "Özür dilerim." Saçlarına art arda öpücükler kondurdum.

Gözyaşları durmuştu ama gözleri hâlâ kızarıktı. "Elindeki ne komutanım?" Diye soran kişi Koray'dı.

"Bunu yapan adamın elimizdeki tüm mekanları." Diyerek bende net bir şekilde cevapladım. Bakışlarım yoğun bakım kapısına çevirdim. Uzun uzun baktım.

Koray, sözlerimi duyunca kaşlarını çattı, gözlerindeki öfke açıkça okunuyordu. Kafasını iki yana sallayarak derin bir nefes aldı. "O adam... o şerefsiz..." diye mırıldandı. Sesi öfkeyle titriyordu ama daha fazlasını söylemedi.

Elimdeki dosyayı hafifçe sallayarak dikkatleri toparladım. Bakışlarımı tekrar o yoğun bakım kapısına çevirdim. O kapının ardında Asel vardı; gözlerini bir kez daha açmasını beklediğimiz, nefesini saydığımız bir geceydi bu. Bir anlığına nefesim kesildi.

"Bu iş burada bitmeyecek," dedim, sesim kararlı ve soğuktu. "Asel'in başına gelenlerin hesabını soracağım. O adam nereye saklanmış olursa olsun, bulacağım."

Senem, başını omzumda yaslamış hâlâ sessizce bana bakıyordu. Yüzündeki yorgunluk ve o derin acı bana daha da güç verdi. Birini bu kadar seven biri, asla pes edemezdi. Pes etmek, ihanet etmekti.

"Abi..." diye fısıldadı Senem. "Dikkatli ol. Bize bir şey olmasın yeter. Asel'e bir şey olmasın."

O an göğsümde bir yumru oluştu. Öfkemle baş etmeyi öğrenmiş bir adamdım ama sevdiğim insanların böyle savunmasız hâllerini görmek... Bu başka bir savaştı. Elimi hafifçe Senem'in başına koyup usulca saçlarını okşadım.

"Kimseye bir şey olmayacak. Sen bana güven."

Kürşad, Koray, Baran ve Uras, aynı anda bakışlarını bana çevirdi. O an her birinin gözlerinde farklı bir duygu vardı: Öfke, korku, umut... Ama hepsi tek bir noktada birleşiyordu: Hesap sorulacak!

Dosyayı elimde biraz daha sıktım. Beni bilen bilirdi, Alpay Yenilmez başladığı işi yarım bırakmazdı. Bu savaş şimdi başlıyordu.

Usulca ayaklanıp pencerenin yanına ilerledim. Pencerenin ardından içeriye baktım sadece. Dakikalarca izledim. İçeriden çıkan doktora döndüm. "Yanına girebilir miyim?" Sesim ilk defa çaresizce çıkmıştı.

Ben bu değildim. Asel Sönmez, benim ayarlarımla feci derecede oynuyordu.

Doktor bir anlık duraksadı. Sonra bakışları bana döndü. "Sadece beş dakika lütfen." Dediğinde yanındaki hemşire beni alarak gerekli tedbirleri aldı. Üzerime önlük, ağzıma maske, ellerime eldiven ve başıma da bone geçirerek Asel'in yanına girdim.

İçeride Asel, burnuna ve her yerine kablolar bağlanmış ve mavi hastane kıyafetleri içerisinde gözleri kapalı yatıyordu. Yanına ilerledim. Usulca yanına çöktüm. Üzerlerine serumlar takılı olan sağ elini tuttum nazikçe.

Elini tutarken o ince parmakların ne kadar güçsüz göründüğüne takıldım bir an. Oysa bu eller, hayat dolu, inatçı bir kadının elleriydi. Asel Sönmez'in elleri... Onunla ilk tanıştığım an, o eli sıkıca uzatmış, gözlerimin içine bakarak konuşmuştu. Şimdi o eller, hareketsiz ve soğuktu.

Boğazıma koca bir yumru oturdu. İçimde bir şeyler kırılıyor, daha önce hiç tatmadığım bir korku beni ele geçiriyordu. Kafamı hafifçe eğdim, alnımı yatağın kenarına dayadım. Derin bir nefes alıp verdim, sonra kısık bir sesle konuşmaya başladım:

"Asel..." Sesim titredi. Konuşmayı beceremiyordum. Ben, Alpay Yenilmez, ne yaşarsam yaşayayım diz çökmeyen adam... Şimdi burada, onun yanında, çaresizce konuşmaya çalışıyordum.

"Ne olur... gözlerini aç. Burada herkes seni bekliyor. Senem... Kürşad... Koray... herkes." Yutkundum, devam ettim. "Ama en çok da... ben bekliyorum. Bunu bana yapma, tamam mı? Söz verdiğin gibi, güçlü ol. Ayağa kalk."

Elini nazikçe sıktım. Sanki biraz daha sıkarsam, hislerini bana geri getirecekmişim gibi. Onun o inatçı bakışlarını, kahkahalarını özledim.

Başımı kaldırıp yüzüne baktım. O kapalı göz kapakları, sanki bir şeyler anlatmak ister gibi titriyordu ama hiçbir hareket yoktu.

"Asel... beni böyle yapma. Hayatımda ilk kez, birini kaybetmekten bu kadar korkuyorum. Sen... bana bunu öğrettin. Benim dengemi sen bozdun. Şimdi o dengeyi geri getir."

Odayı dolduran o tekdüze makine seslerinin arasında, cevap alamayacağımı bile bile bekledim. Onun ufacık bir hareketi, ufacık bir nefesi, dünyayı yerinden oynatmaya yeterdi. Ama tek yapabildiğim, sessizce beklemek ve dua etmekti.

"Bu aralar çok tatil yapıyorsun Asel Sönmez. Sende bir tembellik sezdim, hayırdır? Kalkman ve hepimizin ağzına sıçman gereken eğitimler var yüzbaşım. Söz bu sefer tek kelime etmeyeceğim." Sesim sakindi ama içim yangın yeri gibiydi.

Bileğimdeki saate baktım saat beşe geliyordu. Şafak sökmek üzereydi. "Gök senin rengini aldı Asel. Kızıl. Şafak sökmek üzere. Uyan Asel, uyan ki benim de şafağım söksün."

☪☪☪

Kürşad Türkmen...

Hayatımda en küçük hücreme kadar nefret ettiğim üç şey vardı. Bir, teröristler. İki, hastaneler. Üç ise, esir düşmek.

Teröristleri sevmiyordum. Nedenini anlatmama gerek yok.

Esir düşmeyi sevmiyordum. Çünkü Türk kimseye boyun eğmezdi.

Hastaneleri sevmiyordum. Çünkü sevdiğim herkesi benden alıyorlardı...

İlk önce anne babamı aldı benden. O zamanlar küçüktüm. Kardeşim, Kübra iki ben sekiz yaşındaydım. Ne olduğunu sonradan fark etmiştim zaten.

Sonra kardeşimi aldı benden hastaneler. Tim ile tanışmıyorduk henüz. Gözümün önünde, teröristler ona işkence ettiğinde hiçbir şey yapamadım. Hastaneye getirdiğimde Kübra çoktan ölmüştü. Soğuk hastane koridorunda, kucağımda Kübra'nın cansız bedeni ile dakikalarca durmuştum gözyaşları içerisinde.

Doktorlar gelip onu benden almak istemişlerdi ama ben Kübra'nın cesedine sıkı sıkıya sarılmış, benim aksime oldukça koyu bir siyah olan saçlarını okşuyordum.

Esmer teni beyazlamıştı. Soğuktu. Çok soğuktu. Buz gibiydi teni. Hayatımda gördüğüm en dondurucu soğuktu. Öyle ki dondurucu bir odada aylarca kilitli kalmayı, o tenin soğukluğuna tercih ederdim.

Astsubaylık zamanlarımda izin için eve yeni dönmüştüm. Anahtarla evimin kapısını açarken içeriden kız kardeşim Kübra'nın sesi gelmiyordu. Muhtemelen uyuyordur diye düşünüyorum. Anahtarı yuvasında bir kaç kere döndürüp açıyorum kapıyı. İçeri giriyorum.

Daha ilk adımımı attığım anda başıma bir silah dayanıyor. Bir görevde öldürdüğümüz itin kardeşi. Muhsin.

"Kardeşin içeride asker, silahını ver ve içeri geç." Orada onun kafasına sıkabilirdim. Ama yapamadım. Kübra içerideydi. Yapamazdım. El mecbur belimdeki iki silahı çıkarıp verdim.

"Kardeşime dokunduysan, kefen rengini seçme vaktin gelir it herif." Diye dişlerimin arasından konuşuyorum. Beni umursamıyor. İçeri götürüyor.

İçeride Kübra, koltukta oturuyor. Elleri bağlı. Saçları dağılmış. Yanında yüzü görünmeyen sadece saçlarını görebildiğim bir kız başına silah dayamıştı. "ABİ!" diye haykırıyor beni görünce. İçimde bir şeyler kopuyor. Ona doğru bir adım atıyorum ama devamı gelmiyor. Muhsin beni tutarak oturtuyor diğer koltuğa.

Kübra'nın sesi, bana ne kadar tanıdık ve ne kadar acı vericiydi. O an, dünyadaki her şeyin aniden kararmış gibi hissettim. Gözlerim, içerideki her şeyi, her hareketi, her sözü bir tehdit olarak algılayarak taradı. O korku dolu bakışlar, beni deliye döndürüyor, içimdeki tüm kontrolü yavaşça kaybettiriyordu. Ama bu, onlara teslim olmak demekti ve ben buna asla izin veremezdim.

"Kardeşime dokunursan..." dedim, sesim titrek ama kararlıydı. Hızla gözlerimi Kübra'ya çevirdim. Onun korku dolu bakışları içimi paramparça ediyordu. "Bir kere bile ona zarar verirsen, seni doğduğuna pişman ederim, Muhsin!"

"Benim abime karşılık senin kardeşin asker." Diyor acımasızca. Oysaki fark vardı aralarında. Abisi azılı bir teröristti. Kübra ile lise son sınıfa giden, her şeyden habersiz, tek derdi dersleri olan masum bir kızdı. İkisi bir değildi.

"ONA DOKUNMA LAN!" diye bağırıyorum ama sadece bağırıyorum.

Kübra'yı bir sandalyeye oturtuyor. Ellerini ve bacaklarını bağlıyor. Siyah bir kumaşla gözlerini de bağlıyorlar. Kübra ise ağlıyor. "Abi korkuyorum." Diye sayıklıyor.

Muhsin bir bıçağı eline aldığı gibi Kübra'nın koluna saplıyor. Acı dolu bir haykırış yankılanıyor odada. Kübra'nın bağırışı. "DOKUNMA! BIRAK, DOKUNMA! SENİ GEBERTECEĞİM ŞEREFSİZ KÖPEK! DOKUNMA ONA ECDADINI SİKTİĞİM!" Diye bağırıyorum.

Sonra bir kerpetenle tek tek parmaklarını kırıyorlar kardeşimin. Ellerinin tamamı kan oluyor. Ağlıyor. Bağırıyor. Abi diye haykırıyor. Ben bir sik yapamıyorum.

O ağladıkça ben ağlıyorum. Bir silah veriyorlar elime. Muhsin geçiyor karşıma. "Vur." Diyor Kübra'yı işaret ederek. Vuramazdım. Vurmadım.

Silahı elimden alarak bütün şarjörü Kübra'ya sıkıyor. Siktir olup gidiyor. Bacaklarımda kuvvet yok. Dizlerimin bağı çözülmüş.

Anne babamın duvardaki resimlerine bakıyorum. "Özür dilerim, özür dilerim koruyamadım onu. Emanetinize sahip çıkamadım, özür dilerim." Diyorum ağlarken. Gücümü toplayarak kalkıyorum.

Kübra'nın yanına ilerliyorum. İplerini çözüyorum. İpler bile kandan görünmüyor. Aşağı doğru düşen bedenini düşmeden tutup kucağıma çekiyorum.

Yüzüne düşen kıvırcık saçlarını çekiyorum kenarı. Öpüyorum. Yüzünün her yanını öpüyorum. "Affet beni abiciğim, affet. Ben hiç bir konuda iyi olamadım ki zaten. İyi bir abi de olamadım sana. Ben abin olmasaydım yaşıyordun belki şuan. Çok özür dilerim güzelim. Tüm suç benim. Keşke daha iyi bir abi olabilseydim. Affet beni."

O anda bile biliyorum aslında Kübra'nın öldüğünü. Nabız yok çünkü. Ama umut ya işte, kucağımda hastaneye gidiyorum. Hastane benimle dalga geçiyor sanki. Kimse yok. Bütün koridorları geziyorum ama tek bir Allah'ın kulu yok.

En son çöküyorum yere öylece. Daha fazla duramıyorum ayakta. Dizlerim beni tutmuyor. Bağırıyorum. Belki bütün hastaneyi yıkacak şekilde bağırıyorum ama Kübra geri gelmiyor.

"Kürşad, iyi misin?" Olduğum yerde irkildim. Görüş alanımdaki beyaz spor ayakkabıların sahibi görmek için başımı kaldırdım. Senem.

Elinde bir tostla bana bakıyor. "Efendim?" Dedim anlamayarak. Elindeki tostu bana uzattı. "Tek lokma yemedin. Al ye şunu." Başımı olumsuz anlamda iki yana salladım.

"Sağ ol, aç değilim." Bıkkınlıkla nefesini verdi. "Benim sarışınlığımı attırmadan zıkkımlan şunu." Dedi kesin ve sert bir sesle. İstemeye istemeye elindeki tostu aldım. Bir ısırık alıp poşete geri koydum.

Senem anında poşetten çıkartıp bana uzattı tostu geri. "Hepsi bitecek." Dedi bu kez de. Yedim hepsini.

"Korkuyorum Senem." Dedim birden. Senem minik bir duraksadı. Bana baktı bir kaç dakika. Sonra yavaşça yanıma oturdu. "İlk önce ailemin bana emaneti olan kardeşim Kübra'yı kaybettim. Şimdi Asel için beklerken gözümün önünden o anılar gitmiyor Senem." Dedim yalvarırcasına. "Allah verir, Allah alır; bunu biliyorum ama yemin ederim çok korkuyorum. Bir kardeşimin tabutuna daha toprak atmak... bunu bir kere zor kaldırmışken, ikincisini kaldıramam."

"Kübra şehit olsa bile çok şanslı. Onu seven bir ailede dünyaya geldi." Bana baktı. Gözlerinde acıyı gördüm. Bu kendisine yönelik bir acıydı.

"Bu time ilk girdiğinden beri aklımı karıştırıyorsun." Diyerek diğer bir itirafı ben yaptım. "Kendinde sakladığın bir şeyler var. Ne olduğunu çözemediğim şeyler."

Tamamen ondan yana döndüm. "Gerçek seni tanımayı çok istiyorum halbuki." Diye mırıldandım.

Bakışları titredi bir kez daha. "İnan bana gerçek Senem'i tanısan nefret edersin."

"Ben senden nefret etmem."

Güldü. Lakin alaylı bir gülüştü bu. "Ben bile o Senem'den nefret ediyorum Kürşad." Ona döndüm. "Sen nefret edebilirsin ama ben bir kere sana değer verdim. Sana derdimi anlattım. Hiç bir güç beni senden nefret ettiremez artık. Zor severim ama sevdiğimi tam severim."

Burukça tebessüm belirdi dudaklarında. "Asel uyandığında anlatırım. Ama önce Asel uyansın..." Dediğinde tekrardan bakışlarımız o yöne çevrildi.

Alpay içeriden çıkmıştı. Yüzü solgundu. Hepimiz gibi uykusuzdu. Yorgundu. Bir şey demeden sandalyelere oturdu. Dizini dizlerine çekerek dirseklerini dizlerine yasladı.

Yanımıza asker üniformalı bir çocuk geldi. "Komutanım." Diyerek saygıyla selam verdi. Selamına sadece başımı sallayarak karşılık verdim.

"İshak Albay, acil bir şekilde sizi karargâha çağırıyor komutanım. Görev varmış." Dediğinde Alpay yerinden doğrulan ilk kişi oldu.

"Sönmez, hadi." Dedi bize doğru. "Ecel olmaya gidiyoruz."

-Bölüm Sonu-

Evettt bu bölümümüzde bitti aşklarım.

Bölüm nasıldı?

Şuana kadar en sevdiğiniz karakter kim?

Bu bölümde en sevdiğiniz sahne?

 

Bölüm : 26.12.2024 20:10 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...