25. Bölüm

BÖLÜM 24

Ceren Su Karadağ
karadagceren

 

Selamlar hepinize! Nasılsınız?

 

Umarım hepiniz çok iyisinizdir.

 

Bir önceki bölümde paylaşırken bir yanlışlık olmuş, bu hatam için lütfen kusuruma bakmayın.

 

------

 

"Vatan için can veren bütün şehitlerimizin anısına. Saygı ve minnetle anıyoruz..."

 

------

Asel Sönmez...

Yapılan bombalı saldırının üzerinden neredeyse bir ay geçmişti. Bu bir ay boyunca ben her ne kadar istemesem de İshak Albay'ın emri ile izinliydim. İki hafta evde bir şekilde durduktan sonra en sonunda canıma tak etmiş bir şekilde alaya giderek dosya işleri ile uğraşmıştım. İyi ki iznim artık bitmişti yoksa biraz daha dosya işleri ile uğraşsaydım delirecektim.

Alaya dönmek benim için yeniden nefes almak gibiydi. Bombalı saldırının yarattığı kaos, hem zihnimde hem de etrafımdaki insanlarda derin izler bırakmıştı. Ama askerlikte duygulara yer yoktu; izindeyken evde geçirdiğim her gün bu gerçekle yüzleşmek, beni daha da hırpalamıştı. Alay, benim düzenimdi. Burada kendimi buluyordum.

İznimin bitmesiyle birlikte yeniden sahaya dönmek için sabırsızlanıyordum. Dosya işleri... İki hafta boyunca alayda yaptığım şey buydu. Kâğıtların arasında kaybolmak, zihnimi meşgul etse de ruhumu tatmin etmiyordu. Ben bir masa başı askeri değildim, olmayacaktım da. Benim yerim sahaydı.

Bizimkiler bu bir ay içinde iki göreve çıkmışlardı. İkisinde de Kor'u bulamamışlardı. Lakin bulduğumuz vakit elimizden de kimse alamayacaktı.

Ve bu bir ayda değişen bir şey daha vardı.

Alpay ile resmi olarak sevgili olmuş bulunmaktaydık. Başlarda beni paylaşmak istemeyen Sönmez Timi huysuzluk yapsa da Alpay, onlara talim sahasını yüz tur koşturma cezası verince hepsi el mecbur şekilde susmak zorunda kalmıştı.

Canıma minnet diyerek bizim için sevinen Senem ise ceza almamış, diğerleri koşarken elindeki çekirdek torbasıyla onları izleyerek gülmüştü.

Şuanda ise gene odamda dosya ile uğraşıyordum.

Hadi Asos, son on beş dosya... yapabilirsin.

Bayan Çok Bilmiş, ellerim koptu vallahi. Parmaklarımı hissetmiyorum sanırım.

Kapım çalınmadan açılınca kafamı kaldırıp kapı tarafına, gelen kişiye baktım.

İki elinde tuttuğu kahve bardakları ile gelen kişi Alpay'dı. Gülümseyerek ona baktığımda onun da yüzünde gamzelerini gösterecek şekilde bir gülümseme oluştu.

Bu adamın gamzelerine göm beni Asos!

"Senin şu kapıdaki askerin çok mal birisi. Kapıyı aç dedim neden komutanım dedi bana. Sanki sevgilimizin odasına girmek için izin alacağız!"

Elindeki kahveleri bırakırken Metin'e söylenmesi beni güldürdü. "İyi çocuktur Metin, deme öyle. Kahve için teşekkür ederim." Diyerek bir yudum aldım kahve bardağımdan.

Alpay ise aynı şekilde güldü. Sonra ise öne eğilip dudaklarını dudaklarıma bastırdı. "Şimdi teşekkürümü aldım." Diye sırıtırken ben utandığım için başımı yana çevirmek durumunda kaldım.

"Birden bire yapma şunu pislik herif! Utanıyorum." Dedim hafifçe çıkışarak. Bir kere daha güldü.

Şerefsiz.

Şu meteora bu kadar hakaret etmekten bir gün çarpılacaksın Asos.

Bayan Çok Bilmiş, sen benim iç sesimsin, benim tarafımı tutman lazım?!

Kusura bakma bebeğim, şu boylu poslu adamımız varken sen pek ilgi çekici değilsin.

Sabır la ilahe illallah. Allah'ım sen bana sabır ver.

Çokça ver.

Çokça. Çokça.

Amin, amin, amin, amin.

Ve amin.

"Utanman hoşuma gidiyor." Diyerek daha çok sırıtan Alpay ise bana hiç yardımcı olmuyordu. "Bitmedi mi hâlâ dosya işlerin?" Oflayarak elimdeki kalemi fırlattım.

"Hayır! Bir bitmek bilmedi Allah'ın cezası dosyalar! Saatler burada kalem tutmaktan parmaklarımı hissetmiyorum! Kangren oldum artık!" Diye yükseldim sinirle.

Alpay gülerek kalem tuttuğum sağ elimi avcunun içine aldı. Önce elimi öptü, sonra da her bir parmağımın ucunu tek tek öptü. "Geçti mi?" Diye sordu eğlenerek.

Çocuksu bir sesle gülerek cevapladım onu; "Geçti."

 

☪☪☪

Senem Yenilmez...

Gözyaşlarımı durdurmaya çalışarak elimin tersi ile yüzümü yeniden sildim. Karargâhın arkasında bir ağacın altına oturmuş, elimdeki videoyu izliyordum dakikalardır.

Tekrar, tekrar, tekrar izliyordum.

İster istemez gözlerim doluyor, yaşlar bana ihanet edercesine yanaklarımdan akıyordu.

Bir kez daha açtım videoyu.

"Baba! bak annem bebeğime elbise yaptı!" Diyerek neşeyle babasının kucağına oturdu dört yaşlarındaki kız. Sarı saçları kalçasına kadar uzanıyor, mavi gözleri daha bir neşeyle parlıyordu.

Her şeyden habersiz bir çocuk.

Masum bir kız çocuğu.

Tek derdi elindeki tek oyuncak bebeğinin üzerindeki elbise olan bir kız çocuğu.

Bakmadı babam. Elindeki telefonla konuşmaya devam etti. Küçük kız ise olan bitenden habersiz gidip kucağına oturdu hemen. Bakışları saniyelik olarak küçük kıza döndü. Hiç bir sevgi parıltısı yoktu o gözlerde.

Sadece saçlarından öpmekle yetindi. Sonra konuşmasına devam etti. Alışıktı küçük kız babasının bu ilgisizliğine. Babasının kucağından kalkarak annesinin yanına gitti. Bir elinde abisinin aldığı kamera, diğer elinde tek oyuncağı olan pelüş bebeği evin içinde koşturuyordu.

"Anne, anne abim okuldan ne zaman gelecek?" Diye soruyor. Abisi okula gittiğinden beri onun gelmesini bekliyor. Çünkü onunla oyun oynayan tek kişi abisiydi. Anne babası onlarla ilgilenmiyorlar ama abisi sürekli onun yanında durarak onunla istediği her oyunu oynuyor.

"Birazdan." Diyerek soğuk bir sesle cevap verdi önündeki kağıtları inceleyen kadın.

Sonra bekliyor kız. Evin bahçesine çıkıyor, kapının önündeki tahta sandalyeye oturuyor. Abisini bekliyor. Sonra taşlı yolda abisini görüyor.

Sevinçle oturduğu taştan kalkarak abisine koşuyor. "ABİİİİ!" Diye bağırıyor neşeyle. Abisi gülerek ona bakıyor.

Sonra ayağı takılıyor, düşüyor. Canı acıdığı için ağlıyor. Abisi ise hemen yanına koşuyor.

"Keşke bizi birazcık sevseydiniz..." Diye mırıldanıyorum, kamerayı kenarı bırakıp elimdeki tek aile resmine.

Saklıyordum hâlâ. Abim ailemize dair ne kadar anı varsa hepsini atmıştı. Resimleri yakmıştı. Ben ise ondan saklayabildiğim tek resmi yıllardır saklıyordum. Ara ara açıyordum, bakıyordum.

Ailesi nasıl olursa olsun, ne yaparsa yapsın kız çocukları onlardan vazgeçemezler.

Doğruydu. Ailemden nefret etsem de onları düşünmeden duramıyordum.

Oysa bu yanlıştı. Doğru değildi...

"Senem?" Adımı zikreden sesi duyduğumda hemen resmi ve kamerayı saklayarak yaşlarımı sildim. Kürşad yanıma gelerek oturmuştu.

"İyi misin sen?" Bakışlarımı ondan uzak tutuyordum. Bakamazdım şuan ona. Ama o buna izin vermedi. Baş parmağı ve işaret parmağı ile nazikçe çenemden tutarak ondan tarafa çevirdi başımı.

"Ağlıyorsun sen..." Dedi kısık bir sesle. Başımı gene çevirdim. "Kürşad, beni biraz yalnız bıraksan?" Dedim çatallı bir sesle.

Başını hayır anlamında iki yana salladı. "Hayır, ne oldu?" Dedi telaşlı bir sesle.

Ona baktım. İlk defa ona baktım. Gerçekten baktım.

Yeşil gözleri vardı. Yüzü ile orantılı bir burnu. Dudakları ne çok dolgundu ne çok inceydi. Kaşları gür değildi. Her gün tıraş olduğu için sakal namına hiç bir şey yoktu. Yanağında, sağ kulağına doğru küçük bir beni vardı.

Yanıma koyduğum kamerayı aldım. Kamerayı açarak ona uzattım. "İzle." Dedim sadece. Aldı elimden kamerayı, videoyu izledi.

O videoyu izlerken ben sadece ona baktım. "Alpay ve sen misin bu videodakiler?" Başımı evet anlamında salladım.

"Ailemi sormuştun." Dedim kısık bir sesle. Evet anlamında başını salladı. "Yetimhanede büyüdük, ailemiz bizi oraya bıraktı demiştin sende bana." Dedi beni onaylayarak.

Güldüm. Acıklı bir gülüştü bu gülüş. "Aslında bırakmadılar. Biz evden kaçtık." Dedim sadece. Bakışları daha da derinleşti.

"Neden?" Diye sordu kısık bir sesle. "Bizi sevmiyorlardı." Dedim bende.

Kürşad kamerayı dizlerinin üzerinde tutarken, gözlerini benden ayırmadan dinliyordu. Gözlerindeki merak yerini hüzne ve anlayışa bırakıyordu. Sustum, birkaç saniye boyunca sessizliğin içinde kaybolduk.

Sonunda sesi yumuşak ama kararlı bir şekilde duyuldu.
"Senem, beni kandırmaya çalışma. Yetimhanede büyüdünüz çünkü aileniz sizi sevmedi, öyle mi? Bu kadar basit olamaz."

Gözlerimi ondan kaçırdım, ellerimi birbirine kenetleyerek başımı eğdim. "Basit bir şey değil zaten..." dedim neredeyse fısıldar gibi. Ama o susmuyordu. "Devam et, anlat. Anlatmazsan seni yalnız bırakmam."

Yutkundum. Boğazım düğümlenmiş gibiydi, ama onun o yeşil gözlerinde gördüğüm kararlılık beni konuşmaya zorladı. "Babam... bizi döverdi. Annem hep hakaret ederdi. Alpay beni korumak için kaç kere dayak yediğini bile bilmiyorum. Evde hiçbir zaman sevgi olmadı. Sadece bağırış, silahlar, tehdit ve... acı."

Sonra durduk. Bir kaç saniye sessiz kaldık ikimizde. "Ailemi, anne ve babamı ben kendi ellerimle öldürdüm Kürşad." Dedim birden. Bakışları anında bana döndü. Acıyla baktı. "Ne?" Diyebildi sadece.

"Asel Komutan, hastanede yatarken demiştim. Gerçek beni öğrenirsen nefret edersin diye. Sende bana ben senden asla nefret etmeme Senem, demiştin. Şimdi öğreneceksin gerçek Senem'i... Yada Arjin Kanzede'yi... izle, ne demek istediğimi anlayacaksın."

Cevap vermedi. Afallayan bakışlar ile bana bakmaya devam etti. "Elimdeki resmi uzattım bu sefer. Üç çocuk, bir adam ve bir kadın vardı resimde.

Annemle babam iki yandaydı. Ortada ben, sağ yanımda Alpay ve sol yanımda ikizim Kerim vardı.

"Anlatmak istemiyorsa..." Sözünü kesen ben oldum.

"Ailem teröristti benim." Tek seferde. Durdu. Bakışları büyüdü. Gözlerinde şaşkınlık vardı. Afallamıştı, sarsılmıştı. Bunu beklemiyordu.

"Terörist bir anne babanın kızıyım ben. Annemle babam, Rojda ve Azad... teröristti. Onların kızıyım ben Kürşad. Soyum teröristlere dayanıyor benim." Dedim acıyla.

Kürşad'ın yüzündeki ifadeyi asla unutamayacağımı o an anladım. Şaşkınlık, şok, inançsızlık... Hepsi bir aradaydı. Gözleri önce resimdeki yüzlere, sonra tekrar bana döndü. Sanki bir şey söylemek istiyor ama kelimeleri bulamıyordu.

"Senem..." dedi sonunda, sesi neredeyse bir fısıltıydı. "Bu... Bu gerçek mi? Ailen gerçekten..."

"Teröristti," diye tekrarladım, bu sefer daha sert bir sesle. "Evet, gerçek. Biz o evde büyürken, onların nasıl silah taşıdığını, nasıl insanlara zarar verdiğini gördük. Alpay'la birlikte bütün bunları yıllarca izledik. Kaç kere kulaklarımızı tıkayıp gözlerimizi kapattık bilmiyorum."

Kürşad nefesini tuttu, kelimeler boğazına düğümlenmiş gibiydi. "Senem..." dedi ama devam edemedi.

"Geriye sadece biz kaldık. Alpay, ben ve Kerim. Yetimhaneye sığındık. Geçmişimizi kimseye anlatmadık. Arjin Kanzede'yi Senem olarak gömdüm. Ama Kerim..." Sesim titredi. "O, bizim gibi olmadı. O hala onların yolundan gidiyor. Ve ben... ben kardeşime karşı savaşıyorum Kürşad. Kendi kanıma karşı."

Kürşad ne diyeceğini bilemiyor gibiydi. Haklıydı. Yeşil üniformamın yakasındaki düğmeleri açtım yakayı çekerek boynumdaki izi gösterdim. "Bu izi babam yaptı. Bıçakla. Ondan kalan son bir hatıra bana."

-

"Tim, hazırlanın!" Diyerek emri verdi Alpay. Bir terörist kampının önündeydik. Bu hafta içerisinde onuncu kamptı bu patlatacağımız kamp. "Turan, Ali ve İlyas arkadan dolanın. Kubilay, Ercan ve Kaan siz soldan giriş yapın. Abdullah ve Caner sizde sağdan. Ben, Senem ve Tolga ile öndeki girişten gireceğiz."

Herkes onayladı Alpay'ı. Yerlerine geçti hepsi. Beklemeye başladık.

"Tim, yavaşça ilerliyoruz." Hepimiz sessiz adımlarla ilerledik. Eğitimliydik. Bastığımız yapraklardan bile ses çıkmıyordu.

Borda bereli derlerdi bize. Biz bilinmeyenlerdik, ansızın gelir ansızın giderdik.

Önceliğimiz yoktu bizim. Tek önceliğimiz vatandı.

"KORKMA!" Diye başlayan marşımızı dinlerdik. İtten, köpekten korkmazdık. Tek korkumuz Allah'tı.

Bizi gören, bir daha göremezdi.

"Ne zaman dalıyoruz?" Dedim sessizce. Alpay başını bana çevirdi. Cevap vermedi ama ben anladım. Dikkat et, diyordu.

"ŞİMDİ!" Mağaraya hepimiz birden giriş yaptık. Mağaradaki teröristlerin dört bir yanı sarılmıştı.

"Doktor nerede?!" Diye gürledi Alpay. Doktor, aradığımız teröristin kod adıydı. Gerçek adı ve yüzü bilinmiyordu.

Bir adam öne çıktı. Yüzü maskeliydi. "Buldunuz bizi, asker." Dedi. Sesi o an tanıdık geldi ama bunu umursamadım.

"Maskeni çıkar, yere yat!" Diye emir verdi Alpay bu kez. Adam sol eli ile maskeyi çıkarttı yüzünden. O an yüzüme bir tokat yemiş gibi oldum.

Maskenin altındaki kişi... babamdı.

Kalabalığın içinden bir kadın çıktı, Doktor'un yanına geldi. Bu da annemdi.

Alpay'ın bakışlar anında bana döndü. O da benim gibi sarsılmıştı. Ama belli etmedi. Tabancasını kaldırıp Doktor'a doğrulttu.

"Yere yat!" Diye bağırdı. Adam güldü. Biz daha ne olduğunu anlayamadan benim koluma tekme atarak elimdeki silahı düşürmemi sağladı. Kolumdan tutup beni çekti, kolu arasına alarak boğazıma bir çakıyı tuttu.

"SENEM!" Diyerek bana doğru adım atmaya çalıştı abim. Çakı biraz daha yaklaştı boynuma. "Eğer tek adım atan olursa askerin boğazını keserim!" Ağlamak istedim o an.

Alpay bana baktı sadece. Korkuyla baktı. Onu bu kadar sakin gördüğüm ikinci görüşümdü. "BIRAK ONU!" Doktor güldü. Yanındaki kadın güldü. "Ne o, kız kardeşin ölür diye mi korktun... oğlum?" Dedi Doktor. Kaskatı kesildim olduğum yerde.

Tanımıştı, bizi tanımıştı. Çakıyı bana daha da yaklaştırdı. Boynumdaki baskısını hissediyordum. Kaçmaya çalıştım, kurtulmaya çalıştım.

İşe yaramadı.

Doktor, elindeki çakı ile boğazımın sağ kısmından köprücük kemiğime kadar bir kesik açtı. Acıyla bağırdım. Sesim mağaranın duvarında yankılandı.

Bir an yere düşecek gibi oldum. Doktor ve kadın bocalamıştı. Tolga ise bu fırsatı değerlendirerek bana tabancalarından birini attı.

Tabancayı tuttuğum gibi arkamı dönmeden ilk önce arkamdaki adamı vurdum. Sonra yanıma dönerek bana silah doğrultan kadına, anneme baktım.

Gözlerinde saf bir nefret vardı. "SİZİ DOĞURDUĞUM AN ÖLDÜRMEM LAZIMDI PİÇLER!" Diye bağırdı bize doğru. "Sizi hiç sevmedim. Sevilecek gibi değildiniz zaten. Kerim bizim izimizi takip ederken siz iki aptal Tece Tece diye dolaşıyordunuz!"

"ALTINDA YAŞADIĞIMIZ BAYRAĞA SİZİN GİBİ İHANET ETMEDİK BİZ, ETMEYİZ DE! SİZİN SİKİK ÇABANIZ İÇİN UĞRAŞACAĞIMIZA BU VATANDA, TÜRK OLARAK ÖLÜRÜZ BİZ ROJDA KANZEDE!" Diye bağırarak son tetiği çektim.

Namludan çıkan kurşun karşımdaki kadının omuzu ile göğsü arasındaki yeri buldu. Sonrası bir kıyamet.

Boynumdan oluk oluk akan kan bilincimle oynuyordu. Dengem sarsıldı. Olduğum yere düştüm. Bizimkiler beni korumaya alırken aynı zamanda teröristleri etkisiz hale getiriyorlardı.

"Temiz komutanım." Turan'ı umursamadı Alpay. Elindeki silahı Ali'nin eline vererek hemen yanıma koştu.

"Senem, Senem abiciğim."

Sonra beni ambulans helikopterle hastaneye kaldırdılar. Bir buçuk ay hastanede kaldım. Sonra iyileştim ama babamın bana bıraktığı boynumdaki yara izi sürekli benimle kaldı.

-

"Senem, bak bu... çok çok kötü. sindirmesi zor, evet." Buydu işte. Herkes gördüğü Senem'i sevecekti. Gerçek Senem'i gördüklerinde ise hemen kaçacaklardı.

"Kürşad, anlıyorum. Görüşmek istemezsen daha da sana kız..." Bu sefer o benim sözümü kesti. Ama ne kesmek...

Dudaklarını dudağıma yaslayarak susturdu beni. Şokun etkisi ile tepki veremedim. Geri çekildiğinde sadece ona baktım.

"Bir sözümü bitirmemi bekleseydin be Gün Işığı." Diye mırıldandı. Örgümden dışarı çıkan kısa saçlarımı işaret parmağı ile tutarak kulağımın arkasına sıkıştırdı.

"Ben sana, senden hiç bir zaman nefret etmem dedim. Kim olursan ol, ne olursan ol, ailen kim olursa olsun ben senden nefret etmem Senem. Beni ailen, geçmişin yada çevren ilgilendirmiyor. Beni sen ilgilendiriyorsun, sen ve şuan ki zaman. Ben senin şuan nasıl olduğuna bakarım."

"Nasılmışım ben şuan?" Diye sordum büyülenmiş bir sesle.

"Benim şuan karşımda gördüğüm Senem çok güçlü birisi. Ailesine rağmen doğru yolu seçmiş, geçmişini umursamadan yoluna devam eden bir kadın. Özel Kuvvetlerin en değerli askerlerinden. Kendi ayakları üzerinde durabilen bir kadın subay." Sonra devam etti.

"Ve... çok da güzel. Fazlasıyla güzel hem de. Haddinden fazla. O kadar güzel ki bazen benim bile aklıma giriyor. Günah her zaman güzeldir derler zaten. Mesela sarı saçları..." Elini saçlarıma attı. Örgümün ucunu parmağına dolayarak oynadı. "Sarı saçları çok güzel. Güneş gibi. Gün Işığı gibi... Yumuşacık. Sonra gözleri var... mas mavi gözleri. Gökyüzü kadar geniş, deniz kadar derin. Atatürk'e benziyor. Atamdan sonra gördüğüm en güzel mavi gözlere sahip."

Yutkundum. Nutkum tutulmuştu. "Utandığında şuan olduğu gibi gözlerini büyültüyor. Sonra hafifçe kısıyor. Sinirlendiğinde gözleri cam gibi keskin şekilde parlıyor. Öyle ki yaklaşsan seni kesecek gibi."

Sonra saçlarımdaki eli dudaklarımın üzerine kaydı. Baş parmağı alt dudağımın üzerinde durdu. "Sonra dudakları... alt dudağı üst dudağına göre daha dolgun. Pembe tonlarında. Dağların soğuk havasından kurumuş ama o bile güzel duruyor. O kadar güzel ki her gördüğümde zina olduğunu bildiğim halde aklıma çok yanlış fikirler sokuyor."

Hafifçe kıkırdadım. "Nasıl yanlış fikirlermiş onlar?" Dedim masum masum. Bakışları kısıldı. Sonra yüzünü yüzüme yaklaştırdı. "Nefesim kesilene kadar öpmek gibi. Kendimi dudaklarına zincirlemek gibi, öyle ki bu isteğim için kendime kızıyorum ama engel olamıyorum."

"Belki Senem'de öyle istiyordur?" Derin bir nefes verdi. "Beni günaha sokma Senem." Dedi keskin bir sesle.

Kürşad'ın sözleriyle kalbimin ritmi tamamen değişmişti. Her bir kelimesi, duvarlarımı tek tek yıkıyor, beni savunmasız bırakıyordu. Sözlerinin içindeki kararlılık ve dürüstlük, sanki geçmişimin ağırlığını bir süreliğine hafifletmişti. Ama o son cümlesi...

"Beni günaha sokma Senem."

O kadar keskin ve dokunaklıydı ki, içimde bir şeyler kıpırdanıyordu. Ama aynı zamanda başımı döndüren bir sıcaklık da yayıldı. Dudaklarımda beliren küçük bir gülümsemeyle gözlerimi ona diktim.

"Kürşad..." dedim usulca, onun yüzüne bakarak. Gözlerinde hala o kontrol etmeye çalıştığı tutkunun izleri vardı. Onun için bu durumun ne kadar zor olduğunu görebiliyordum. Ama aynı zamanda... onun her kelimesinin, her bakışının içimde bir şeyleri değiştirdiğini de biliyordum.

"Senem, cidden... daha fazla dayanamayacağım," dedi, sesi alçaldı ama bu sefer ciddiyeti yüzüne de yansımıştı. Sanki geri çekilmekle ileri adım atmak arasında gidip geliyordu.

"Neden dayanmak zorundasın?" dedim cesaretimi toplayarak.

Bakışları gözlerimde sabitlenmişti. Sözlerim ona meydan okuyordu, ama bir yandan da o duvarlarının arkasındaki duygularını harekete geçiriyordu. Elleri saçlarımın arasından çekildi ve yanağımı okşadı. Dokunuşu o kadar nazikti ki, tüm savunmalarımı bir kenara bırakmak istedim.

"Senem, böyle şeyler kolay değil," dedi kısık bir sesle. "Benim ailem on kuşaktır din adamı. Babam imamdı, ben hafızım. Bu... bu yanlış, biz bir birimizin helali değiliz."

"Ama... beni sevdiğini dile getirdin ve az önce kısa da olsa öptün.." Dedim çocuk gibi.

"Senem," dedi, sesi artık daha yumuşaktı. "Ben... nefsime söz geçiremedim. Evet, seni seviyorum ama eğer bir gün bu yolu seçersek, bundan asla geri dönüş olmaz. Her şeyimizi birbirimize adarız. Ama bu sadece bir anlık bir şey olmayacak. Hayat boyu sürecek."

Gözlerim doldu. Gözlerimi onun gözlerinden ayırmadan başımı salladım. "Belki de zaten bunu istiyorum," dedim fısıltıyla.

"Şuan olmaz," Dedi sakince gözlerinde parıltıyla.

Gözlerimi kırpıştırarak ona baktım. "Ama neden?" Diye sordum yeniden. Kürşad, derin bir iç çekti. "Bizim nikahımız yok, biz birlikte olursak bu harama girer. Biz bir birimizin helali değiliz, Senem."

"O zaman beni helalin yap, dini nikah kıyalım?" Dediğimde gözleri şaşkınlıkla açıldı.

"Af buyur?" Diye sordu şaşkınca.

Ellerimi kaldırarak ona açıklama yaptım. "Madem ne sen bana, ne ben sana helalim, nikahımız yok; sen şuan bizim nikahımızı kıyarsan artık birbirimize helal olmuş oluruz. Bu olmaz mı?" Diye sordum içimdeki hislere engel olamayarak.

Kürşad'ın şaşkın bakışları arasında, söylediklerimin ağırlığı ikimizi de susturdu. Onun yüzündeki ifadeyi okumaya çalışırken, kalbim deli gibi çarpıyordu. Düşüncelerimi fazla hızlı mı dile getirmiştim? Yoksa söylediklerim onu daha mı çok şaşırtmıştı?

"Senem..." dedi nihayet, sesi alçak ama kararlıydı. Gözleri bir an için benimkilerden ayrıldı, sonra tekrar yüzüme odaklandı. "Bu ciddi bir şey. Bu anlık bir duygu patlamasıyla verilecek bir karar değil. Nikah... sorumluluk demek. Sevdiğin kişiye, onun hayatına, geleceğine sahip çıkmak demek. Ve ben... seni böyle bir şeye zorlamak istemem."

Sözleri düşündüğümden daha ağırdı. Ama aynı zamanda dürüstlüğü ve ciddiyetiyle beni etkilemişti. Elleri usulca ellerimin üzerine kapandı. "Biliyorum, kalbinde ne olduğunu anlamaya çalışıyorsun. Benimkinde de aynı hisler var. Ama bu yolu birlikte yürüyeceksek, bu bir öfke ya da tutkunun değil, gerçek bir niyetin sonucu olmalı."

Onun bu kadar sabırlı ve düşünceli olması beni hem şaşırttı hem de derinden etkiledi. Ama içimdeki cesaret hala dimdik ayaktaydı. Gözlerimin dolduğunu hissederek, "Kürşad, ben seni anlık bir hevesle istemiyorum. Bu, bir ömür boyu senin yanında olmak isteğimden kaynaklanıyor. Eğer gerçekten böyle düşünüyorsan, benimle nikah kıy. Söz veriyorum, pişman olmayacaksın," dedim.

Kürşad'ın yüzünde bir süre bir çatışma yaşandı. Duyguları ve mantığı arasında gidip geldiğini hissedebiliyordum. Sonunda derin bir nefes aldı, bakışları yumuşadı.

"Eğer bu senin gerçek arzun ve niyetinse..." dedi yavaşça. "O zaman neden olmasın? Ama bir şartla."

Merakla ona baktım. "Ne şartı?"

Kürşad gülümsedi, ilk kez bu kadar huzurlu bir ifade gördüm yüzünde. "Bunu bir dua ile yapalım. Allah'tan doğru olanı göstermesini isteyelim. Eğer gerçekten birbirimiz için doğruysak, bunu daha büyük bir kararlılıkla yapalım."

Onun sözleri içime su serpti. Başımı sallayarak kabul ettim. "Tamam, Kürşad. Sen nasıl istersen, öyle yapalım."

O an, aramızda sözcüklerin ötesinde bir bağ oluştu. Bu, sadece bir duygu değildi artık. Bu, birlikte yürüyeceğimiz bir yolun ilk adımıydı.

O an, o bahçede -benim ısrarım sonucuyla- dini nikah kıydık. Belki resmi olarak değil ama dini olarak artık ona sarılabilir, onu öpebilirdim.

"Artık... sana haram olmadığıma göre..." Diye mırıldandım sakince. Sonra ise hızlı bir şekilde Kürşad'ın dudağından öptüm.

"LAN NE OLUYOR ORADA?" Aynı anda bakışlarımızı ayırdık. İlk önce yan tarafa baktık, sonra bir birimize.

Basılmıştık... sıçmıştık...

 

-Bölüm Sonu-

-Bölüm nasıldı?

-En sevdiğiniz sahne?

-Alpay ve Senem'in geçmişini artık öğrendiniz siz ne düşünüyorsunuz?

 

Bölüm : 02.01.2025 20:03 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...