27. Bölüm

Bölüm 26

Ceren Su Karadağ
karadagceren

Selamlar hepinize! Nasılsınız?

Umarım hepiniz çok iyisinizdir!

☪☪☪

"Vatan için can veren şehitlerimizin anısına. Saygı ve minnetle anıyoruz..."

☪☪☪

 

Asel Sönmez...

Kıyamet gibiydi. Kıyametin yakıcı ateşi içimde yanıyor gibiydi. Gözlerim taş yığınını izledi. Uras... o taş yığının içindeydi.

Kıyametin uğultusu kulaklarımı sağır ederken bir adım bile atamıyordum. Ellerim yanlarıma düşmüş, dizlerim titreye titreye ayakta durmaya çalışıyordum. Nefes almak ağır bir işkenceye dönüşmüştü; her nefeste göğsüm daralıyor, içimdeki alevler daha da körükleniyordu.

Bir çığlık yükseldi, kimden geldiğini bile bilmiyordum. Gözlerimi kırpıştırdım, toz bulutunun ardındaki siluetleri seçmeye çalıştım. Haykırışlar, yıkıntılar arasında yankılanıyordu. Ama benim dünyam sessizdi. O taş yığını... Uras oradaydı.

Ayaklarım ağır, kurşun gibiydi. Bir adım daha attım. Parmak uçlarım taşların üzerine değdiğinde sanki içimden bir şeyler kopuyordu. Ellerimle taşları kazımaya başladım, tırnaklarım kırılıyor, avuçlarım parçalanıyordu. Umurumda değildi.

"Uras!" Sesim boğuk, çatlak bir iniltiye dönüştü. Yine de bağırmaya devam ettim. "Uras! Cevap ver!"

Etrafımda insanlar vardı, birileri beni durdurmaya çalışıyordu ama hepsi birer gölge gibiydi.

Bir taş daha, bir taş daha... Ellerim kanıyor, gözlerim yanıyordu ama durmuyordum.

Boğazımdan güçlü bir çığlık koparken yeniden yukarıdaki taşlara doğru koştum. Elime aldığım her taşı kenarı attım. Uras'ı bulmalıydım. Onu bulmalıydım. Bulmalıydım. Naaş yada diri her neyse ama onu bulmalıydım.

Ellerim titrerken taşları tutuyor, güçsüzlüğüme inat birer birer kenara savuruyordum. Parmaklarım, diken gibi taşların köşelerine takılıp derimi yırtıyordu ama hissetmiyordum. Tek hissettiğim, içimde yankılanan tek bir kelimeydi: Bulmalıydım.

"Uras!" diye haykırdım bir kez daha. Sesim çatallaşıyor, boğazım yırtılırcasına bağırıyordum. "Cevap ver! Buradayım!" Ama hiçbir yanıt yoktu. O sessizlik, ruhuma işliyordu.

Yine de pes edemezdim. Her bir taşı kaldırıp atarken içimdeki umut, çaresizlikle savaş veriyordu. Diri ya da naaş, bir mucize ya da son bir veda... Ama Uras'ı bulmadan buradan gidemezdim.

Nefesim tükenmeye başlamıştı. Her nefeste ciğerlerim acıyor, boğazıma taş gibi oturmuş bir düğüm daha da büyüyordu. Ellerim kanla kaplanmıştı, tırnaklarım taşlara takıldıkça kopuyordu ama zihnim bir tek şeyi düşünüyordu: Uras.

Herkes benim gibi taşları kenarı atıyor, Uras'ı bulmaya çalışıyordu. Senem'in gözleri dolmuştu. Alpay büyük bir hızla taşları fırlatıyordu. Ben ise çoktan ağlamaya başlamıştım.

-

"Komutanım." Diyerek yanıma oturdu Uras. Bakışlarım ona döndü. "Sivildeyken rütbeyi boş ver diye kaç kere dedim sana Uras?" Güldü. Elini cebine attı. "Al bakalım Kızıl Elma." Diyerek elindeki çikolatayı bana uzattı.

Gözlerim çikolatanın dış paketini buldu. En sevdiğimdi. Karamelli. "Son bir tane kalmıştı bende aldım, sana getirdim." Gülerek ona sarıldım. "Teşekkür ederim." Kolunu anında bana doladı. Saçlarımdan öptü.

"Akşama Yıldız seni çağırıyor. Karnıyarık ve pilav yapmış. Asel çok sever o da gelsin evde yemekle uğraşmasın bir daha dedi bana, ona göre." Başım hâlâ onun göğsündeyken başımı salladım. "Yalnız Yıldız Yenge yüzünden kilo alacağım. Yaptığı her yemekten bana yolluyor vallahi şımarıyorum bak."

Oturduğu yerde gerindi. "Valla bu timde hepimizin söyleyemediği tek şey seni kızımız gibi görmemiz. Benden üst rütbe olsan bile kızım gibisin lan. Yıldız'da kendisini annen ilan edebilir her an. Kolay mı ya Kalkan'ın tek kızı olmak. Göz bebeğimizsin sen."

Bunu biliyordum zaten. Söylemeseler bile hepsinin ilk önce beni koruduklarını biliyordum. Kürşad abi dağda kendisi kısa kolla kalsa da bana ceketini verirdi. Uras son lokması bile olsa yarısını bana verirdi. Koray en çok benim arkamı kollardı. Baran sürekli beni arar bir şeye ihtiyacım olup olmadığını sorardı.

"Hiç sorma valla. Güya ben sizin komutanınızım ha." Bir kez daha güldü. "Valla komutanlığın içimizdeki tek kız olman gerçeğini değişmiyor Kızıl Elmacığım. İstersen mareşal ol yani."

Kalkan benim ailemdi. Kardeşimdi. Mutluluğum, huzurumdu. Canları için can vereceğim kişilerdi. Onlar güvenli alanımdı.

-

"Asel, gitmeliyiz." Alpay elindeki telsizi cebine soktu. "Onu bırakamam! Bulmalıyız onu! Bulmalıyız! Bulmam lazım! Bulmak zorundayım!" Tekrardan taşlara yöneldiğimde Alpay belimden tutup beni durdurdu.

"Asel, arama kurtarma onu bulacak. Bizim gitmemiz lazım. Burada durursak Uras'ın bulunmasına yarardan çok zararımız olur."

Ona sarıldım sıkıca. Göğsüne yasladım başımı. O da kollarını etrafıma sardı. "Alpay Yıldız'a, eşine ne diyeceğim ben? Hamile kadıncağız. Ne derim ben ona?"

Başımı göğsüne bastırdı. Saçlarımı okşadı. "Bulacaklar onu. Söz." Kolumdan çekiştirerek araca götürdü beni.

Gözlerim taş yığınına kilitlenmiş, her adımda ondan biraz daha uzaklaşmanın acısıyla sarsılıyordum. Kalbim yerinden çıkacakmış gibi çarparken, adımlarım Alpay'ın beni sürüklemesine karşı koymaya çalışıyordu.

"Alpay... Onu bırakmış gibi hissediyorum," diye fısıldadım, sesim titreyerek. "Sanki buradan gidersem, geri dönmeyeceğimizi biliyor gibi..."

Alpay, beni araçtan birkaç metre ötedeki bir noktada durdurdu. Omuzlarımdan tutup gözlerimin içine baktı. "Asel, bu senin hatan değil. Anlıyor musun? Uras'ı arayacaklar. Burada kalırsan sadece kendine zarar verirsin."

Başımı iki yana salladım. "Ama ya yetişemezlerse? Ya çok geç olursa? Ya Uras orada beni bekliyorsa, Alpay?" Sözlerim boğazımda düğümlendi, ağlamamak için dişlerimi sıktım.

Arabada herkes sessizdi. Kimse konuşmuyordu. Kürşad abi ezbere bildiği duaları tekrar ederek okuyordu. Senem başını onun omzuna yaslamış sessizce göz yaşı akıtıyordu. Alpay arkasına yaslanmış boş bakışlarla arabanın tavanını izliyordu. Doruk arabayı sürüyordu. Baran, Ozan, Murat ve Koray ise sadece camdan dışarıya bakıyordu.

Karargâha girdiğimizde albaya rapor vermek için odasına çıktım. Kapısını tıklatıp içeri girdim. "Albayım," Bana döndü. "Söyle Sönmez."

"Hedefler imha edildi. Terörün başı diye anılan Ruhi öldürüldü. Toplantı mağarası temizlendi. Ama..." Bakışları derinleşti albayın. "Ama?"

"Teğmen Uras Yıldırım, mağaraya atılan bir füze sonucu yıkıntının altında kaldı. Arama kurtarma ekipleri henüz bir ize rastlayamadı." Albay elini şakaklarına götürdü.

Albay derin bir nefes aldı, ardından başını yavaşça iki yana salladı. Gözlerini kısa bir süre kapattı, sanki acıyı içinde bastırmaya çalışıyordu. Elini masanın üzerine koyup bana doğru eğildi.

"Yıldırım'ın durumu için umut var mı?" diye sordu, sesi titremiyordu ama her kelimesinde ağırlık vardı.

"Arama kurtarma ekipleri hâlâ çalışıyor, Albayım," dedim. Sesim kısılmıştı. Her kelimeyi söylemek içimdeki yükü daha da artırıyordu. "Ancak yıkıntının büyüklüğü nedeniyle durum belirsiz. Maalesef... şu an kesin bir bilgi veremiyoruz."

Albay derin bir nefes alıp arkasına yaslandı. Bir süre sessiz kaldı, gözleri boşluğa dikilmiş, yüzünde düşünceli bir ifade vardı. Odanın sessizliği, dışarıdaki dünyanın kaosunu bile bastırıyordu.

"Yıldırım... iyi bir subaydı," diye mırıldandı, daha çok kendi kendine konuşur gibi. "Her zaman görevinin hakkını verirdi. Onun gibi birini kaybetmek... büyük bir darbe olur."

"Albayım," dedim, boğazım düğümlenmişti. "Ekipler ellerinden geleni yapıyor. Biz de... biz de umudumuzu kaybetmedik."

Gözlerini bana çevirdi. Bakışları delip geçen cinstendi, ama içinde bir kırılganlık vardı. "Umudu kaybetmek yok, Sönmez. Yıldırım'ı bulacağız. Diri ya da naaş, ama onu orada bırakamayız. Ailesine, sevdiklerine bunu borçluyuz."

Başımı eğdim, "Emredersiniz, Albayım."

Koridorda yankılanan adımlarımın sesi kulaklarımı dolduruyordu. İçimdeki umutla çaresizlik arasındaki savaş hâlâ devam ediyordu. Ama bir şeyden emindim: Uras'ı bulmadan bu hikâye bitmeyecekti.

Cebimde çalan telefonumu çıkardım. Arayan kişiye baktım. Yıldız Yenge...

"Ne diyeceğim ben şimdi kadına?" Sessizce telefonu açtım. "Alo, Yıldız Yenge?" Telefondan Yıldız'ın sesi geldi. "Hah, Asel. Ya şimdi Baran'ın kardeşi Yaren yanımda da Baran aradı onu. Dönmüşsünüz. Uras beni aramadı, biliyorsun normalde döndüğü an arardı. Şarjı falan mı bitti?" Dediğinde yutkundum.

Gerçeği söyle, dedi kalbim. Dinlemedim onu. Bunu söyleyemezdim. "Uras dönmedi." Dedim sessizce. Sessizlik oldu.

"Dönmedi mi? Asel... şehit mi?" Sesi anında titremişti. "Yok, yok şehit değil. Sadece... onun tekli görevi devam ediyor. Biliyorsun o bölgeyi ondan iyi bilen yok... sahada tek görev yapması gerekiyor sadece."

Derin bir soluk çekti Yıldız. "Ne zaman döner?" İnan bana en kısa sürede dönmesini bende istiyorum. "Yenge biliyorsun sana bunları söyleyemem işte, zorlama da." Sıkıntılı bir iç çekti.

"Of tamam tamam demedim bir şey! Ne diyeceğim bak sizin time yeni askerler gelmiş, ben yemek yaptım köfte ve patates. Bütün timi alın bize gelin hadi."

Dudaklarımı dişledim. "Yenge biliyorsun senin yemeklerini çok seviyoruz ama hepimiz yorgunuz ya... başka zaman olsa? Kusura bakma sana da ayıp oldu böyle ama." Dedim sadece. Başka bir şey gelmiyordu aklıma.

"Eh iyi madem, aldım bak bu sözü." İstemsizce güldüm. "Tamam, tamam söz. Hadi kapattım ben. Görüşürüz."

Telefonu kapatıp odama yöneldim. Üniformamı çıkartıp sivil kıyafetlerimi giydim. Bu gece eve gidemezdim. Her an, her şey için hazırda olmalıydım. Buradaki odamda kalacaktım.

Kantine indim. Bizimkiler kantinde oturuyordu. Yanlarına oturdum. "Yıldız Yenge aradı..." Dedim sessizce. Hepsi bana baktı.

"Uras'ı sordu... görevde dedim. İnandı bana kadın. Sonra yeni askerler için bizi yemeğe çağırdı. Başka zamana söz verdim." Dedim durumu onlara özet geçerken. Herkesin üzerinde derin bir sessizlik vardı.

"Kimse kusura bakmasın ama beni sikseniz ben bu gece buradan ayrılmam." Koray'a hak verdim. "Hiç birimiz ayrılamayız oğlum." Dedi yan taraftan Baran. "Ayrılanı siksinler." Onlara katıldı Ozan.

"Albay her an göreve hazır olmamızı emretti. Bu gece hepimiz buradaki odalarımızda kalsak daha iyi olur. Bir harekat emri gelirse en azından yol ile vakit kaybetmeyiz." Hepsi onayladı beni.

"Yıldız Yengeyi arasak mı, belki bir şeye ihtiyacı vardır." Koray'a Baran cevap verdi. "Yaren yanında. Bir şey lazım olursa ararlar bizi."

Hepimizin morali yoktu. Herkes sessizdi. "Ben odama çıkıyorum." Diyerek ayaklandım. "Asel." Kürşad abiye döndüm. Yanındaki operasyon çantasının küçük cebinden bir şey çıkardı.

"Uras... çantasına atmış bunu. Senin içindi. Al," Diyerek elindekini uzattı bana. Aldım. En sevdiğim karamelli çikolata, iki tane. Gözyaşlarım benden bağımsız akmaya başladı anında. "O geldiğinde yiyeceğim." Çikolataları cebime atarak odama çıktım.

Burada çok sık kalmadığım için çok eşyam yoktu. Bir yatak, bir masa, anne babamın bir resmi, anne babamın resminin yanında tim olarak çekildiğimiz bir resim, iki üç kitap ve üç beş parça kıyafet.

Dolaptan beyaz bir tişört ve siyah bir tayt çıkartıp giyindim. Saçlarımı toplamadan öyleye yatağa uzandım. İlk önce annemle babamın resmini aldım elime.

"Baba... anne... Uras'ı koruyun olur mu? Ona bir şey olmasın. Kızı olacak onun. Benim gibi babasız büyümesin o kız da. Lütfen. Lütfen."

Gözlerim yaşlarla dolarken parmaklarım resmin köşelerini sıkıca kavradı. Annemle babamın o gülümseyen yüzleri, sanki bana bir şey söylemek istiyor gibiydi. Ama sessizlik ağırdı, nefes almak bile zordu.

Resmi göğsüme bastırdım, kalbimin hızla atan ritmini hissettim. "Ne olur," diye mırıldandım. "Ne olur ona bir şey olmasın. Kızını kucağına alacak kadar yaşasın. O da sizin gibi erken gitmesin. Dualarım ona ulaşsın, olur mu?"

Tim olarak çekildiğimiz resmi de alacağım sırada kapım açıldı. İçeri Baran, Koray ve Kürşad abi girdi.

Zaten bekliyordum onları. Önceden ne zaman içimizden birine bir şey olsa bütün gece bir arada otururduk.

Sessizce yatakta toplandığımda Baran sandalyeye otururken Kürşad abi ve Koray yatakta açtığım yere oturdular.

Odaya dolan sessizlik, sözlerden daha fazlaydı. Hepimizin içinde aynı fırtına kopuyordu ama kimse bunu açıkça dile getiremiyordu. Baran sandalyesine otururken, Kürşad abi ve Koray yanımda yerlerini aldı. Yatağın yayları hafifçe gıcırdadı, ama kimse bu küçük sese bile aldırmadı.

Baran ellerini dizlerinin arasına koyup başını öne eğmişti, gözleri yerdeydi. Kürşad abi ise her zamanki sakin haliyle bana bakıyordu. Sanki tek bir bakışıyla beni teselli etmeye çalışıyordu. Koray ise derin bir nefes alıp arkasına yaslandı, yüzünde karışık bir ifade vardı.

"Ne zaman bu kadar sessiz olduk biz?" dedi sonunda Baran, sesi boğuktu. Odayı dolduran bu cümle, duvarların üzerimize çöken ağırlığını biraz olsun dağıttı.

"Her seferinde aynı şey, Baran," dedi Kürşad abi yumuşak bir sesle. "Ama buradayız, yine beraberiz. O yüzden bu sessizlik de geçecek."

Odada yeniden bir sessizlik oldu ama bu kez farklıydı. Bu sessizlik, umudun ve dayanışmanın sessizliğiydi. Hepimiz aynı acıyı paylaşıyor, aynı umut için dualar ediyorduk. Ve bu odada, o gece, Uras için bir kez daha birbirimize sarıldık.

Kürşad abinin eli masamdaki tim resmimize gitmişti. Benim yüzbaşı rütbesini, onların da üstün başarı plaketi aldığı günden kalma bir resimdi. Üstümüzü değiştikten sonra pikniğe gitmiştik. Yanımızda şehit olan arkadaşlarımızda vardı o zamanlar.

Resimde ben en önde yan bir şekilde yatmışım, diğerleri arkama dizilmiş. Baran Uras'ın başının arkasından nah çekiyor. Koray tişörtüm yattığım için yukarı kalktığından ceketini bel kısmıma atıyor. Şehit arkadaşlarımızdan Zafer ve İsmet yan yana duruyor. Gene şehit arkadaşlarımızdan Yavuz dururken Berke onun sırtına çıkmış...

Kürşad abi fotoğrafı eline alıp dikkatlice inceledi. Parmakları resmin köşesinde geziniyor, yüzünde hafif bir gülümseme belirmişti. Gözleri, geçmişin ağırlığını ve tatlı anılarını bir arada yansıtıyordu.

"Bu resim... hepimizin o gün ne kadar mutlu olduğunu gösteriyor," dedi yavaşça. "Zafer'in kahkahaları hâlâ kulaklarımda. Berke'nin her zamanki yaramazlığı... Yavuz'un sakin ama her şeyi idare eden hali..."

Baran hafifçe gülümsedi, sandalyesinde biraz doğrulup fotoğrafa doğru eğildi. "Ben o gün Uras'ın suratındaki ifadeyi hiç unutamam," dedi. "Arkasından nah çektiğimi anlamıştı ama hiçbir şey yapmamıştı. Sadece kafasını çevirip, 'Lan piç, yapacaksan daha yaratıcı bir şey yap,' dedi."

Hepimiz hafifçe gülümsedik, o anın komikliği bir an için odadaki gerginliği kırmıştı. Ama gülüşlerimiz kısa sürdü; o günden kaybettiklerimizin anısı, içimize tekrar bir ağırlık çöktürdü.

Koray başını eğdi, eli masanın kenarını sıvazlarken konuştu. "O pikniğin dönüş yolunda Berke'nin söylediği şarkılar hâlâ aklımda. Yavuz, Berke'ye susması için rüşvet bile teklif etmişti. Yine de Berke'nin sesi her zaman kazanırdı."

Kürşad abi iç çekti, fotoğrafı masaya geri koydu. "O günlerin kıymetini bilemedik belki de," dedi, sesi biraz hüzünlüydü. "Ama bir şeyden eminim... biz onların emanetiyiz. Ve şimdi Uras için de aynı şeyi yapacağız. Burada olup onları hatırladığımız gibi, Uras'ı da bir şekilde buraya geri getireceğiz."

Ben fotoğrafa tekrar baktım, elim masadaki çerçevenin üzerine uzandı. "Hepimiz gülümsüyoruz," dedim sessizce. "O gün her şey ne kadar basitti. Görev sonrası bir piknik... Ne zaferin ağırlığını ne de kayıpların yasını hissediyorduk."

"Çok eğlenmiştik o gün." Diye mırıldandı Koray. "Evet. Sen ve Baran yan masadaki ailenin kızlarına yanaştığınız için abilerinden laf işitmiştiniz." Dedim bende, hepsi güldü.

Kürşad abinin sözleriyle odadaki kasvet biraz daha dağılmıştı. Gülüşmelerimiz, anıların sıcaklığıyla içimizi ısıtıyordu. Koray hafifçe arkasına yaslandı, elini başının arkasına koyarak tebessüm etti.

"Ah, o gün..." dedi. "Baran'la yan masadaki kızların abilerine karşı nasıl durduğumuzu hatırlıyorum. Ama asıl komik olan, Uras'ın bizi kurtarmak için gelmesi ve 'Kardeşlerim misafirdir, kusura bakmayın,' diye olayı kapatmasıydı."

Baran kahkaha attı, elini masanın kenarına vurdu. "Evet, ama sonra dönüp bize bir güzel saydırmıştı.."

Hepimiz yeniden gülmeye başladık. Uras'ın her zamanki koruyucu ve azıcık sert mizacını hatırlamak, anıların komik yanını daha da canlandırıyordu.

"Yıldız'ın o anki telaşı da unutulmaz," dedi Kürşad abi, yüzünde hala hafif bir gülümseme. "Elini kestiğinde Uras'ın nasıl paniklediğini hatırlıyor musunuz? Bir eliyle Yıldız'ın elini tutup diğer eliyle sağlık çantasını arıyordu. 'Bir şey olmaz, geçer,' diyoruz ama adam yerinde duramıyordu."

Koray başını iki yana salladı, gözleri hâlâ gülüyordu. "O kadar komikti ki. Yıldız daha büyük bir yara almış olsaydı, Uras muhtemelen ambulansı falan peşinden sürüklerdi."

Ben de gülümseyerek ekledim, "Ama işin sonunda, Yıldız ona 'Ben iyiyim, asıl sen biraz sakinleş,' dediğinde nasıl utandığını unutamam. Suratında hem rahatlama hem de mahcubiyet vardı."

Sözlerimin ardından odanın içerisinde derin bir sessizlik oldu. Herkes sanki o güne yeniden gitmiş gibiydi.

"Bu gece bize uyku yok. Hadi hazırlanıp bahçeye inelim. En azından gece talimi yaparız." Hepsi dediğimi dinledi. Onlar kendi odalarına gitmek için çıktığında bene üzerime eşofman üniformalarımı giydim. Çekmecemden künyemi alarak boynuma taktım. Üzerime ceket almadan kısa kolluyla dışarı çıktık.

☪☪☪

Uras Yıldırım...

Başımda şiddetli bir ağrı ile gözlerimi araladım. Bir yığının altındaydım. Üzerime taşlar vardı ama kafam ve kollarım boşluktaydı.

Zihnimi zorlayarak en son yaşananları hatırlamaya çalıştım. En son dosya için mağaraya geri girmiştim. Sonra... sonra büyük bir patlama.

Mağaranın dip kısımlarında olmalıydım. Güneş ışığı vurmuyordu. Kollarımı hareket ettirerek üzerimdeki taş yığınlarını kaldırdım.

Kollarımı her hareket ettirdiğimde, her kasım sanki bıçakla kesiliyormuş gibi acıyordu. Ama duramazdım. Hayatta kalmak için hareket etmeliydim. Üzerimdeki taşları yavaşça kaldırırken, nefes almak her seferinde daha zorlaşıyordu. Toz ciğerlerime doluyor, her solukta öksürüklerle boğuluyordum.

Etrafıma bakındım. Karanlık. Sadece birkaç yerden sızan zayıf ışık. Gözlerim karanlığa alışmaya başlarken, mağaranın yıkılmış duvarlarını ve devrilmiş sütunlarını fark ettim. Burası tamamen çökmüş olmalıydı.

Zihnim bir yandan hatırlamaya çalışıyordu: Dosyayı almak için geri döndüğümde, bir füze sesini duyup refleksle yere yatmıştım. Ama patlamanın şiddeti beni buraya sürüklemişti. "Ne kadar zamandır buradayım?" diye düşündüm. Zaman kavramını kaybetmiştim.

Kendi kendime mırıldandım, sesim mağarada yankılanarak bana geri döndü: "Asel... Tim..." Adlarını söylemek bile bana güç veriyordu. Beni bulacaklarına inanıyordum. Ama önce benim hayatta kalmam gerekiyordu.

Kollarımı son bir güçle yukarı kaldırıp üzerimdeki büyük bir kayayı kenara ittirdim. Vücudumun büyük kısmı artık serbestti. Oturur pozisyona geçtim, nefesimi toparlamaya çalışarak etrafı daha dikkatlice inceledim.

Güneş ışığını bulursam, beni bulmaları için bir işaret bırakabilirdim. "Dayan, Uras," dedim, sesim çatallıydı ama kararlıydım. "Dayan. Daha kızını görmedin."

Telsizimi çıkardım. "Ay yıldız bir, Sönmez dört. Ay yıldız, Ay yıldız bir duyan var mı?" Ses yoktu. Arama kurtarma ekipleri bile gitmiş olmalıydı.

İş başa düştü Yıldırım. Hadi bakalım.

"Allah bize yâr olsun." Taşların üzerinde yürüyerek çıkışa gitmeye çalıştım. Önüme çıkan taşları açarak saatler sonra çıkışa ulaşabildim.

Silahımı kaldırıp etrafı gözetledim. Tehlike yoktu. Dağın taşlık yollarında ilerlemeye başladım. Bu bölgeye en yakın askeri üste ulaşma süremi hesapladım. Eğer kuzey batı yönünde ilerlersem yarın sabah üs bölgesindeydim.

Yürümeye başladım. Mataramdan azar azar su içiyordum arada. Kollarımda ve vücudumda oluşan yaralar beni zorlasa da başka bir seçeneğim yoktu.

"Kardeş, kardeş ne bu halin?" Yan tarafıma baktığımda bir çobanı gördüm. Koyunlarını otlatıyordu. "Askersindir sen?" Başımı salladım. "Yaran vardır?"

"Ufak tefek sadece. Burada iletişim kurabileceğim bir alan var mı?" Başını hayır anlamında salladı. "Dur hele bakam yaralarına." Azığından çıkardığı bir şişe suyu bana uzattı. "Al, al içiversin. Temizdir." Teşekkür ederek suyu aldım ve yarısına kadar içtim.

"Teşekkür ederim yardımın için. Ama benim en acil şekilde üs bölgesine ulaşmam lazım." Diyerek yanından ayrıldım.

Üç saat kadar daha yürüdüğüm sırada benden tarafa edilen ateş sesleri ile en yakın taşın arkasına saklandım.

"Hay şansımı sikeyim." Telsizimi çıkartıp tekrar iletişimi denedim. "Ay yıldız, ay yıldız duyan var mı?" Edilen silah ateşlerine karşılık verdim.

"Şırnak, Silopi üs bölgesi." Telsizden gelen sesi duyduğum an şükürler ettim. "Teğmen Uras Yıldırım. Tek başımayım ve etrafım kalabalık bir terörist grubu ile sarılı. Acil destek lazım." Bir el daha ateş ettim. "Neredesin teğmenim?" Etrafıma bakındım.

"Üs bölgesinin on saat kadar kuzey batı aşağısında." Diyerek konumumu bildirdim. "Tamam teğmenim, destek helikopteri hemen yola çıkıyor. Dayanmaya çalış." Telsiz bağlantısı koptu.

"Bu gün bu itlere kaybedersen gök girsin kızıl çıksın Uras. Hadi. Sabret. Yıldız için, kızın için, kardeşlerin için. Hadi."

Üst üste ateş ettim. Adamları görememem benim için dezavantajdı. Giderek yaklaştıklarını fark ettim. "Gelin bakalım it sürüsü. Siz çok, ben Türk. Yanlış ırkın sabrını zorluyorsunuz. Tarih vazgeçeni değil, savaşanı yazar."

Şarjörümü değişmek için tekrardan taşın arkasına sığındım. Ateş ederken içimden marş mırıldanıyordum.

Bütün şarjörlerim bitmişti. Silah sesleri daha çok yaklaşıyordu. Cebimden bıçağımı çıkardım. Bunların elinde ölmekse kendimi öldürmeyi yeğlerdim.

"Allah bize yâr olsun, Türk Milleti var olsun, Bu vatan sağ olsun. Doğusundan Batısına kadar bu büyük vatan sağ olsun." Bıçağı yavaşça karın kısmıma soktum. Hafifçe inlesem de durmadım. Tam o sırada gökte yükselen helikopter seslerini duydum.

Türk helikopteriydi bu. "Ulan... ulan beş dakika önce gelemediniz mi?" Helikopter havadan teröristleri etkisiz hale getirdiğinde hızla iniş yaptı. Sağlık çalışanları bana doğru koşmaya başladı.

"Komutanım, komutanım iyi misin?" Başımı salladım. Sağlık çalışanları beni kumaş sedyeye dikkatlice yatırırken yarama dikkat ediyorlardı.

☪☪☪

Asel Sönmez...

Talim sahasından ayrılıp kantine su içmeye gelmiştik. Bu sırada kantine hızla giriş yapan İshak Albayın postası Tarık bize doğru koştu. "Komutanlarım, acilen hazırlanmanız lazım." Dediğinde elimdeki pet bardağı kenarı attım. "Harekat emri mi?" Dedi Kürşad abi.

Tarık başını salladı. "Teğmen Yıldırım komutanım Şırnak üssü ile iletişime geçmiş." Devamını hiç birimiz dinlemedik. Koşarak kantinden çıkarak hangara koştuk.

Hangarda Alpay, Senem, Murat, Poyraz ve Doruk hazır bir şekilde bekliyordu. Hemen operasyon çantalarımız ile onların yanındaki yerimizi aldık.

Albay hangara giriş yaptığında bir adım atarak öne çıktım. "Sönmez Timi, tam teçhizat göreve hazırdır komutanım!" Albay hepimize baktı.

"Teğmen Yıldırım'ın sağlık durumu hakkında bilgi alamadık ama üs bölgesinde olduğu bilgisi mevut. Güvenli bir yerde fakat siz de oraya gidin. Yanında olun."

Hep bir ağızdan "EMREDERSİNİZ KOMUTANIM!" Diye bağırıp hızla helikoptere bindik. Helikoptere bindiğimiz andan beri Kürşad abi her zaman olduğu gibi dualarını okuyordu.

"Ne okuyorsun?" Diye sordu Senem, yanında oturan Kürşad'a.

"Muavvizeteyn Sureleri'ni," Dedi Kürşad abi, ellerini havadan indirmeden.

Senem kaşlarını çattı. "Neyi okuyorsun neyi?"

Kürşad abi, son kere dualarını okuduğunda ellerini yüzüne sürerek indirdi. "Koruyucu sureler yani; Felak ve Nas."

Senem, utanarak bakışlarını kaçırdı. "Onlar hangileriydi?"

Kürşad abi, hafifçe gülerek camın ardından gökyüzüne doğru baktı. "Baba, sen beni affet."

Kürşad abinin gülümsemesi, hepimizin içinde bir sıcaklık bıraktı. Senem'in utanarak bakışlarını kaçırması, o anın verdiği gerginlikten bir an olsun hafifledi. Helikopterin motorunun uğultusu, odada yankılanan bu sessiz anı daha da derinleştiriyordu.

Senem, biraz utanarak, "O duaların anlamını soruyordum. Yani, onları nasıl daha iyi anlayabileceğimi... senin kadar içten okuyamıyorum." dedi.

Kürşad abi başını sallayarak, "Felak ve Nas, korunma dualarıdır. İnsanlara musallat olabilecek kötü niyetli şeylerden, sıkıntılardan korunmak için okunur," dedi. Sesinde sakin bir ton vardı, adeta anlatır gibi. "İçinde yaşadıklarımızdan, dışarıdan gelen tehlikelerden korunmamız için Rabb'imize sığındığımız dualardır. Her şeyden önce, kendimizi, ruhumuzu, sevdiklerimizi koruyabilmek için okuruz."

Senem derin bir nefes aldı, gözlerini ufka çevirdi. "Bunu hiç düşünmemiştim," dedi, sesi yavaşça sakinleşiyordu. "Yani sadece bu kadar basit mi? Korktuğumuzda ya da ne zaman kaybolduğumuzu düşündüğümüzde, tek yapmamız gereken bunları okumak mı?"

Kürşad abi, Senem'e dönerek hafifçe gülümsedi. "Basit olduğunu söylemedim. Ama güçlüdürler. İmanla okunan her dua, bir güç, bir ışık olur. Korku, endişe bizi sararsa, işte o zaman bu dualara tutunuruz."

Helikopterin içindeki hava bir an değişti. Herkesin ruhu, gözlerinde bir parıltı, kalplerinde bir umut vardı. Kürşad abinin sözleri, hepimize bir şeyleri hatırlatıyordu; zorluklar ne kadar büyürse büyüsün, birbirimize ve kendimize tutunmak gerekiyordu.

O an, helikopterin camından dışarı baktım. Gökyüzü her zamankinden daha berraktı. Uzaklarda bir yerlerde, kaybolmuş olan dostumuz vardı. Ama bu dua, bu birlikte olma gücü, hepimizi bir arada tutuyordu.

Bir kaç saat sonra üs bölgesine gelmiştik. Kapıda bizi karşılayan mavi bereli komandolara selam verdik.

"Teğmen Yıldırım nerede?" Şuan tek derdim oydu. Kimse ile selamlaşacak vaktim de sabrım da yoktu. Bir an önce kardeşimin iyi olduğunu kendi gözlerimle görmem lazımdı. "Teğmen Yıldırım karnından yaralı, şuan revirde." Demesi bizim için yeterliydi. Hepimiz aynı anda ilerleyerek revire giriş yaptık.

"Yıldırım!" Diye içeri giren ilk ben oldum. Sedyede, karnında sargılarla yatan Uras anında bize döndü. "Sönmez!" Çantamı kenarı bırakıp yanına ilerledim. "İyi misin kardeşim? Yaran nasıl?" Güldü. "İyiyim, iyiyim. Kendime bıçağı sapladım sadece." Dediğinde hepimiz tip bakışlarımızı attık.

"Oğlum sen manyak mısın? Ruh hastası mısın? Ne diye kendini bıçaklıyorsun?" Kürşad abi haklıydı. "Amına koyduğum teröristlerin elinde ölmektense kendimi öldürmeyi tercih ederim Kürşad abi."

Yaralı olmasına aldırmadan kafasına bir tane geçirdim. Sonuçta yarası karnındaydı, kafasında değil. "Ulan mal, ya helikopter yetişmeseydi sana? Ya şehit düşseydin? Tabii Yıldız'a hesabı sen değil ben vereceğim. Şerefsiz ibne. Senin yüzünden yalan söyledim zaten Yıldız Yengeye. Ayrıca ve en önemlisi Yıldız Yengenin köfte patates yemeğini kaçırdım!"

Hepimiz gülerken saatlerdir olan gerginliğimiz üzerimizde yoktu.

Demiştim, onlar güvenli alandı.

-Bölüm Sonu-

---

SELAMLAAAARRR!

Bu bölümü yazarken nedense içim bir hoş oldu yani!

Hepimiz Yıldız'a söz verdik, unutmayın. Yemeğe davetliyiz.

---

Bölüm nasıldı?

En sevdiğiniz sahne neydi?

 

Bölüm : 09.01.2025 20:03 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...