30. Bölüm

Bölüm 29

Ceren Su Karadağ
karadagceren

Selamlar hepinize! Nasılsınız?

Umarım hepiniz çook iyisinizdir.

---

Alpay Yenilmez...

Dokuz yaşındaydım. Okuldan eve dönüyordum. Arjin evde tek olduğu için adımlarım son hızdaydı. O ev, Arjin için tehlikeliydi. Benim yanında olmadığım her ortam onun için tehlikeliydi. Ben yoksam o güvende değildi. Özellikle anne ve babanın yanında.

Yanımda benimle yürüyen arkadaşlarımın geride kalmasını umursamadım. Bir an önce Arjin'in yanına gitmeliydim.

Eve yaklaştığımda onu gördüm. Arjin'i. Evin önündeki tahta sandalyelere oturmuş, elindeki tek oyuncak bebeğini izliyordu. Saçları dağılmıştı. Uzaktan seçemiyordum ama buradan bile kötü olduğu belliydi.

"ARJİN!" Diye bağırarak çantamı fırlatıp ona doğru koştum. Bakışları yavaşça elindeki bebekten bana döndü.

Normalde hemen oturduğu yerden kalkar, çığlıklar ve kahkahalar atarak boynuma sarılır benimle oynamak isterdi. Bu sefer olmadı. Yerinden kalkmadı. Bakışları bendeydi ama yüzü yara ve kurumuş kan izleri içindeydi, bunu uzaktan bile görebiliyordum. Saçları dağılmıştı. Siyah beyaz hayatıma tek renk veren mavi gözleri ise ağladığının habercisi olarak kızarmış ve şişmişti.

Sandalyede yanına oturarak elindeki bebeğe baktım. Kolu kopmuştu. Yavaşça ellerimi uzatıp minik ellerinin arasından bebeği aldım.

"Ne oldu Arjin?" Dedim endişeli bir sesle. Cevap vermedi. "Abiciğim konuşsana, ne oldu sana?" Bu sefer gözlerime baktı. Elimdeki bebeği geri alıp masanın en uç köşesine attı.

Sonrasında minik parmaklarını kıvırarak işaret parmağını dudağının üstüne kapattı.

Sessiz ol, diyordu. "Abicim ben yanındayım ki, ben yanındayken kimse sana bir şey yapamaz." Bir elim şefkatle sarı saçlarına uzandı. Dağılan saçlarını elimle düzeltip okşadım. Arjin'in haberi yoktu ama ben bir söz vermiştim; Saçlarını her zaman okşayacaktım. Kimse bu zamana kadar benim saçımı okşamamış, bana destek olmamıştı ama bu duyguyu Arjin yaşamayacaktı.

Kollarını bir birine bağlayarak kafasını gömdü.

Saklambaç...

Annem ve babamdan onu korumak için ona ilk öğrettiğim oyun buydu. "Annemle babam gelirse bizi görmeyecekleri bir yere giriyoruz, tamam mı? Bu bir oyun." Demiştim ona.

Saçlarını okşayıp rastgele bir şekilde toparladım nazikçe. Sonra yere eğilip çimlerden kopardığım bir çiçeği saçlarının arasına taktım.

"Neden konuşmuyorsun?" Bu sefer minik parmakları kapının ardından içeriyi gösterdi. Başımı eğip baktığımda baba her zamanki gibi silahları ile ilgileniyordu.

"Baba konuşma dedi, sus dedi. Konuşursan seni gebertirim dedi. Bana cevap verme dedi. Sus dedi." Dediğinde ona sarıldım.

"Ama burada bizi duyamaz ki. Hadi, ne yaptı sana? Anlat bana abim." Dedim şefkatle. Bir tek ona nazik ve sevgi doluydum zaten bu evde.

"Senin kitaplarında bir resim gördüm. Yeşil kıyafetleri olan bir sürü adam. Ellerinde babadaki gibi silahlar var ama onlar baba gibi kötü bakmıyor. Babaya gösterdim, baba bunlar kim? dedim. Elindeki silahın altıyla vurdu bana. Sonra saçımı çekti. Dövdü beni. Acıyor dedim, ağladım. Ama sus dedi sürekli. Konuşursam beni gebertirmiş." Sonra durdu. Dolan gözleri ile bana baktı. "Gebertmek ne demek abi?"

İçimdeki öfke artarken bunu Arjin'e belli etmedim. Çantamdan kitaplarımdan birini çıkardım. İlk sayfasını açıp Atatürk olan resmi ona gösterdim.

"Bu kim hatırlıyor musun abiciğim?"

"Babam!" Diyerek sevinçle kitaptaki resme sarıldı. Güldüm bu haline. Arjin'e anlatmıştım Atatürk'ü. Ne kadar iyi biri olduğundan bahsetmiştim. Bir yazısını okumuştum hatta ona. Çocuklarımız diyordu. Bana dönüp "Bu bizim babamız mı?" Demişti. Evet demiştim.

Arjin, bütün üzüntüsünü unutup resmi incelerken kitabı elinden aldım. Arka sayfayı çevirerek Türk Bayrağı'nın olduğu İstiklâl Marşı sayfasını açtım.

"Bayrak!" Dedi bu sefer işaret parmağını bayrağa uzatarak. "Evet, bayrak. Bizim bayrağımız." Dedim ona.

"Abicim," Dediğinde ses tınısından soru soracağını anladım. "Miniğim," Dedim bende. "O kitaptaki abiler gibi mi olacaksın sende?" Askerlerden bahsediyordu. Başımı onu onaylayarak salladım. "Ayrılacak mıyız yani? Gidecek misin? Bırakacak mısın beni?" Dedi bu sefer dudağını büzerek.

"Ben seni hiç bırakır mıyım miniğim? Sende benimle geleceksin." Dediğimde güldü. "O yeşilleri kızlar giyebilir mi ki?" Bu sefer ben güldüm. "Giyer tabii ki." Dediğimde gözleri ışıldadı.

"Bende giyeceğim o zaman! Bende seninle olacağım! Hem burası ev değil ki," Eli ile kitaptaki bayrağı gösterdi. "Burası ev."

---

"Komutanım, siz ne diyorsunuz?" Diyen Senem kendime gelmemi sağladı. "Komutanım, bunun sebebi ne?" Diye sordu Kürşad.

Komutan elimize bir kaç resim bıraktı. Senem, Ben, Kerim ve annemle babamın olduğu bir resim.

Hayır değil. O resimdekiler biz değildik.

O resimdekiler Arjin, Aştî, Kerim ve anne ile babaydı.

"Resimdekiler Doktor ve Hura kod adlı teröristler. Sizin anne babanız yani." Dediğinde orada bulunan herkes şaşkınlıktan küçük dilini yutacaktı neredeyse.

"Küçük yaşlarda ilişkimizi kestik." Dedim buz gibi bir sesle. Senem'in yanına geçtim ve omzundan tutarak kendime çektim. Bu konu her açıldığında olduğu gibi gözleri dolmuştu.

"Hiç sanmıyorum." Dedi komutan bana karşılık. "Onları ben kendi ellerimle öldürdüm. Neden şimdi bu konu açılıyor? Neden? Neden biz bu konu yüzünden açığa alınıyoruz? Abim ve ben, yıllardır bu bayrak için, bu vatan için savaşıyoruz." Dedi Senem.

Komutanın yüzünde tiksinir gibi bir ifade oluştu. "Doktor ve Hura, gerçek isimleri ile Azad ve Rojda Kanzede yaşıyor."

Cümlesi üzerimizde deprem etkisi yarattı. Biz olayın şokunu atlatamadan bize bir kamera kaydı gösterdi.

İki gün önce Senem ile dolaşırken bir videomuzdu. Videoda orta yaşlarının sonlarında bir kadın bize sarılıyordu.

Bu görüntü doğruydu, evet. O gün bir çatışma çıkmıştı ve asker olduğumuzu söylemek zorunda kalmıştık. Bu kadın ise asker olduğumuz için sarılmıştı bize.

"Videodaki kişi Rojda Kanzede. Terörist ile iş birlikçisi olma suçundan dolayı açığa alındınız. Üniformalarınızı teslim edin."

Senem başını kaldırıp bana baktı. Ben ise hiç bir tepki vermedim. Kalabalıkta konuşulanları duyuyordum.

"O kadar iyi askerler demiştik, hainlermiş meğer."

"Komutan olacak birde."

"Özel kuvvetlere nasıl alındı bunlar. Yazık."

Hiç birini umursamadım. Benim aksime Senem umursuyordu ama. Gözlerinden yaşlar yavaş yavaş akmaya başlamıştı. Omzumda Asel'in elini hissedince sadece ona bakmakla yetindim.

Kalabalıktaki sesleri susturan sesler Sönmez Timi'nden geldi.

"Alpay ve Senem komutana inancım tam benim. Onlar üzerlerindeki üniforma için o kadar kan akıtan başarılı komutanlardan." Diyen ilk kişi Koray olmuştu.

"Asel Komutan kayıpken en çok uğraşan kişi Alpay Komutan'ımdı." Diye ona destek çıkan kişide Uras olmuştu.

"Senem Komutan, çoğu görevde en ön safta yürüdü." Dedi Baran.

"Bir video onları suçlu çıkaramaz. Bu çok saçma." Diye bağıran kişi Ozan'dı.

Hepsi çabalıyordu ama boşa çabalıyorlardı. Tümgeneral fikrini değiştirmeyecekti. Tek kelime etmeden üzerimdeki üniforma ceketimi çıkarıp verdim. Senem de el mecbur aynısını yaptığında hiç kimseye bir şey demeden karargâha giriş yaptık. Üzerimizi değiştirip sivil kıyafetlerimizi giydik.

"Bir daha bu üniformayı giyemeyecek miyiz?" Sesi titremişti Senem'in. Çocukluğumuzdan beri bu üniforma için çabalarken on saniyelik bir video yüzünden tüm hayatımızdan olmuştuk.

Karargâhtan çıkmak için çıkışa yöneldik ikimizde. "Alpay!" Arkamdan bağıran sesi duymamla adımlarım durdu. Omzumun üzerinden arkaya baktım. Asel, koşarak bizim yanımıza geliyordu.

Yanımıza varır varmaz hemen boynuma sarıldı. Boğazım düğümlenirken bende ona sarıldım. Senem'in bakışları ise etraftaydı, Kürşad'ı arıyordu.

Asel ayrılıp endişeli ve üzgün gözlerle bana baktı. "Yapmadınız, yapmadınız biliyorum. Söz veriyorum gerçeği öğreneceğim, söz veriyorum."

"Gerçeği öğrensen bile açığa alındık Asel. Bundan sonra gerçek ne işe yarar?" Asel yutkundu. "Hayır, hayır geri giyeceksiniz o üniformayı. Giyeceksiniz! Duydun mu beni? Hemen umudunu kaybetme. Karanlık ne kadar derin olursa olsun, umut bir yıldız gibi parlamaya devam eder. Her gecenin bir sabahı vardır. Söz veriyorum sana."

Bana sarılıp yanağımdan öptü. Ardından Sönmez Timi de bize katıldı.

☪☪☪

Senem Yenilmez...

Timin kalanı ile birlikte Kürşad da geldiğinde ona sarılmak için bir adım attım. Benim attığım adımı fark edince gözleri saniyelik bana döndü. Sonra arkasına bile bakmadan çekip gitti. Gözlerinde gördüğüm duygu olduğum yerde çakılı kalmama sebep oldu.

Gözlerinde nefret vardı.

Baran yanıma geldi, elini omzuma attı. Konuşmadı ama destek olduğunu hissettiriyordu. Hiç kimseyi umursamadan Kürşad'ın peşinden koştum.

"Kürşad! Bak bir!" Bakmadı.

"Kürşad!" Duymadı.

"Kürşad dur!" Durmadı.

En son yanına vardığımda kolundan tuttum. "Dinle bir, ne olur." Dedim yalvaran bir tonla. Ona şuan çok ihtiyacım vardı.

"Neyi dinleyeyim Senem? Yada Arjin mi demeliyim? Hangisi gerçek sensin Arjin Kanzede?" Sözleri cam gibi kalbime batmıştı. Acıtmıştı.

"Biliyor musun, sen hâlâ anne babasının gözüne girmeye çalışan küçük bir kız çocuğusun Senem. Onlar seni sevsin diye bir Türk Askeri olarak omzunda bayrağını taşıdığın vatana bile ihanet ettin sen."

Sözleri kalbimi paramparça ederken ağlamam şiddetlenmişti. "Yemin ederim yapmadım, yemin ederim Kürşad." Sarılmak için bir kez daha yaklaştığımda omuzlarımdan tutup beni itti. Ani hareketi ile dengemi kaybedip yere düştüğümde şaşkınlık ve büyük bir hayal kırıklığı ile ona baktım.

"Yaklaşma bana! Sen hainsin Senem. Pardon, Arjin'di değil mi?" Yaralıyordu. Sözleri çok derin bir şekilde yaralıyordu. "Kürş-"

"Ya ben sizin yüzünüzden kardeşimi kaybettim!" Diye bağırdı öfkeyle.

Kardeşi... Kübra...

Nefret dolu gözleri bana döndü. "Senin ailen yapmadı belki ama onlarla aynı amaçta! Sen onlara yardım ve yataklık yapıyorsun! Ben ailen gibi teröristler ve senin gibi onlara yardım edenler yüzünden on sekiz yaşındaki kardeşimi toprağa gömdüm! Canımı, kanımı küçücük bir mezarın içine sığdırdım ben!"

Kürşad'ın nefretle yanan gözlerine bakarken içimdeki ağırlık daha da büyüyordu. Ağlamaktan gözlerim bulanıklaşmıştı ama onu görüyordum. Acısını, öfkesini, kaybının içinde kaybolmuş hâlini...

"Kürşad, yapmadım! Yemin ederim, ben öyle biri değilim! Ne olur inan bana!" diye hıçkırıklarla yalvardım. Ama sözlerim duvara çarpıp geri döner gibiydi.

Oysa ben ihanet etmemiştim. Ben kimseyi öldürmemiştim. Ben masum kimseyi öldürmemiştim. Ama o beni dinlemedi...

Kürşad bir adım geri çekildi, nefesi düzensizdi. "Bir daha sakın karşıma çıkma. Gözümden de gönlümden de ırak ol. Bundan sonra ne ölün ölüme, ne dirin dirime."

Arkasında yere oturarak ağlayan beni umursamadan gittiğinde daha fazla peşinden gidemedim. Dizlerimde güç kalmamıştı. Kalbime binlerce iğne batıyordu. Nefes alamıyordum.

"Gitme, gitme..." Diye mırıldanarak söylenmeye başladım ağlarken. Belki uzun zaman sonra ilk defa böylesine hıçkırarak ağlıyordum.

Elimi kazağımın yakalarına götürüp çekiştirdim. İçimde kısa kollu tişört vardı sadece. Havanın soğukluğunu umursamadan üzerimden çıkardım. Elimi boğazıma götürüp nefes almaya çalıştım, işe yaramadı.

"Senem!" Abimin sesini duydum ama yerden kalkamadım. Hıçkırıklarım beni esiri altına alırken abim ve diğer herkes yanıma geldi. Abim, bana sıkıca sarıldı.

Dayanamayarak her ağladığımda olduğu gibi abimin göğsüne sığındım. Bir eli sırtımda, bir eli saçlarımdayken beni kendisine daha çok çekip daha sıkı sarıldı.

"Abi, gitti. Gitti. Gitti abi, inanmadı bana." Abim saçlarıma derin bir öpücük kondurdu.

Abimin derin öpücüğü ve güven dolu sıcaklığı beni bir nebze olsun rahatlatırken, hıçkırıklarım giderek zayıfladı. Gözyaşlarım artık sessizce akıyordu, ama kalbimdeki acı hala yerindeydi.

"Senem," dedi abim, sesi yumuşak ama kararlıydı. "Beni dinle. Bazen insanlar yanılır. Bazen de hayat bize en acı dersleri vererek bizi zorlu bir sınava tâbi tutar."

Sözleri kulaklarımda yankılandı ama kalbimde hissettiğim boşluk dolmuyordu. İçimdeki yangını dindirecek hiçbir şey yokmuş gibi hissediyordum. Sadece onun gitmiş olması yetmiyormuş gibi, bana inanmadığını bilmek daha da ağır geliyordu.

"Abi, onu kaybettim. Beni bir daha hiç sevmeyecek, inanmayacak bana," diye mırıldandım. Sesim titriyordu.

Olduğum yerde hareketsizce durdum bir kaç dakika.

"Abi, neden böyle oldu? Neden ona her şeyi anlatmaya çalıştım ama dinlemedi?" diye fısıldadım, sesim yorgun ve kırık dökük bir haldeydi.

Abim, elleriyle yüzümü nazikçe tuttu ve gözlerime bakarak, "Bazen insanlar, kendi korkuları ve yanlış anlamaları yüzünden gerçekleri göremezler." Dedi sadece.

En sonunda abim beni omuzlarımdan tutarak ayağa kaldırdı. "Hadi bakalım. Gidiyoruz." Birlikte arabaya doğru ilerlerken adımlarım sabit, bakışlarım eşyasız bir oda kadar boştu.

Arabayı süren Asel'di. Gözlerim akıp giden yolu takip ederken ara ara yeniden doluyor, söylediği cümleler zihnimde dönüp duruyordu. Kafamın içinde bana o söylediği güzel sözler dönüyor, sonra o güzel sözlerin içimde açtığı çiçekleri son sözleri ile acımadan solduruyordu.

"Ben sana, senden hiç bir zaman nefret etmem dedim. Kim olursan ol, ne olursan ol, ailen kim olursa olsun ben senden nefret etmem Senem. Beni ailen, geçmişin yada çevren ilgilendirmiyor. Beni sen ilgilendiriyorsun, sen ve şuan ki zaman."

Diyordu ilk.

Sonra "Sen hainsin." Diyordu.

"Sonra gözleri var... mas mavi gözleri. Gökyüzü kadar geniş, deniz kadar derin. Atatürk'e benziyor. Atadan sonra gördüğüm en güzel mavi gözlere sahip."

Diyordu bana.

"Sen ailen için omzunda bayrağını taşıdığın vatanına ihanet ettin Senem." Diyerek söylediği bütün güzel sözleri unutturuyordu.

"Asel, radyoyu açar mısın?" Kafamdaki düşünceleri susturmak için başka bir şeylerle oyalanmam lazımdı. Asel radyoyu açtı. Duygusal bir fon müziği duyuldu önce, sonra şarkı sözleri geldi.

Aman aman, yandım aman

Kurşun gibi izler

Son bakıştaki o gözler

Kaldı aklımızda

Aman aman, acı yüzler

Son bakıştaki o gözler

Kaldı aklımızda

"Değişir misin?" İçimdeki acı bana yetmezmiş gibi bir de şimdi bu sözlere ne gerek vardı Sezen abla?

Asel usulca radyonun düğmesine uzandı ve kapattı. Arabanın içindeki sessizlik tekrardan yayıldı.

Abimin bakışları da dalgın bir şekilde yoldaydı. Arabayı kullanan Asel bir anlığına ona baktı. Direksiyon hakimiyetini tek eline alırken diğer eli ile abimin elini tuttu.

"Her şey düzelecek. O alaya tekrardan Yüzbaşı Alpay Yenilmez olarak gireceksin. Ben buradayım, yanında." Dedi sakin bir sesle. Abim ise gülümseyerek ona doğru eğildi ve yanağına derin bir öpücük bıraktı.

Onları izlerken bencilce bir şekilde kalbim bir kere daha acıdı. Asel bize inanıyordu. Hain olmadığımızı biliyor, abime destek oluyor, elini tutuyordu.

Asel inanırken neden sen bana inanmadın Kürşad?

Ağlamaktan ve düşünmekten başıma keskin bir ağrı girmişti. Başımı yavaşça yanımda oturan Koray'ın omzuna yasladım. Geçirdiğimiz o uzun zamanla bu timdeki herkesle derin bir dostluk bağı kurmuştum.

Koray, saniyelik olarak bana baktıktan sonra yavaşça kolunu omzuma doladı.

Yanındayım kardeşim, demek ister gibi nazik bir şekilde omzumu sıvazladı. Ağırlaşan göz kapaklarıma daha fazla direnemedim. Araba hareketlerini devam ettirirken Koray'ın omzunda uyuyakaldım.

☪☪☪

Kürşad Türkmen...

Havanın serinliğine aldanmadan sahile inerek kumların üzerine oturdum. Gecenin karanlığı ile deniz siyah renkli görünüyordu. Dolunay şeklindeki ay tepede parlayarak denize vuruyordu.

Dalgaların sesi sahilde yankılanırken ilk defa aldığım sigara paketinden bir sigara daha çıkardım. Çakmağımla beklemeden yakarak dudaklarıma yasladım.

Bu akşam içtiğim dördüncü sigaraydı. Bu zamana kadar ağzıma bile sürmemiştim ve bu kadar fazla içmem sağlıklı değildi, biliyordum. Ama umursamadım. Kalbimdeki sızı yerli yerinde dururken hiçbir şeyin bir önemi yoktu şuan.

En değerlin olan birinden gelen ihanet, kalbinde sonu gelmeyen bir delik açmak gibiydi. Geçmiyordu. Kapanmıyordu. Sızlıyordu.

Sahilde otururken denizin karanlığında kaybolmuş gibi hissediyordum. Ayın solgun ışığı, denizin üstündeki dalgaları bir gümüş örtü gibi kaplamıştı. Dalgaların kıyıya vuruşları, düşüncelerimi bastıran bir melodi gibi kulaklarımda yankılanıyordu.

Sigaramın dumanı havada süzülürken, içimden geçirdiğim düşüncelerle boğuluyordum. İçtiğim her sigara, sanki kalbimdeki boşluğa daha fazla yakıt ekliyormuş gibiydi. Duman, hem huzuru hem de kayıp olmuşluğu temsil eder gibi yükseliyordu.

Gözlerim, denizin karanlığında kaybolan ufuk çizgisine odaklanmıştı. Belki de orada, uzaklarda, tüm bu acıların bir şekilde son bulacağı bir yer vardı. Ama şu an için her şey sadece karanlık ve belirsizlikten ibaretti. İhanetin yarattığı bu boşluk, kalbimde bir boşluk bırakmıştı ve bunu dolduracak hiçbir şey bulamıyordum.

Bir sigara daha yakarak derin bir nefes aldım. Sigaradan gelen zehirli duman, içimi bir nebze olsun boşaltmaya yetmiyordu. Kalbimdeki sızıyı hafifletmek yerine, acıyı daha da derinleştiriyordu.

Dalgaların sessizliği ve geceyi saran karanlık, içimdeki boşluğu daha da belirginleştiriyordu. Gökyüzündeki ay, bu karanlık gecede tek ışık kaynağım gibi görünüyordu ama o bile, içimdeki karanlığı aydınlatmaktan acizdi.

Karanlık geceyle birlikte, ihanetin acısıyla baş başa kaldım. Her şeyin anlamsızlaştığı bu anlarda, yalnızlık ve umutsuzluk içimi kaplamıştı. Kalbimdeki bu sızı, belki de asla geçmeyecek bir yara olarak kalacaktı.

Öyle ki denizi izlemek bile bana onu hatırlatıyordu. Gözleri deniz gibi masmaviydi. Saçları ise gün ışığı gibi sarı. bu siktir boktan acı her gördüğüm yerde daha da büyüyordu.

Neye baksam o beliriyordu zihnimde.

Kız kardeşimin ölümünden sonra ilk defa canım böylesine yanıyordu. Sıkışan kalbim göğüs kafesimi daraltıyor, huzursuzluk veriyordu.

Bana son bakışında o gözleri zihnimden gitmiyordu. Kırgınlık ve derin bir üzüntüyle bakıyordu bana. Öyle ki bakışları titriyordu. Mavi gözleri, acı ile doluyordu.

Neden öyle bakıyordu? Halbuki ihanet eden oydu. Öyle bakmamalıydı.

"Allah'ım, sen bana yardımcı ol."

Denizin karanlığına odaklanmışken, aniden içimi kaplayan bu sızı, acının her detayını daha da keskin hale getiriyordu. Gözlerim dolmaya başladı. Denizin karanlığıyla birleşerek, bir süreliğine gerçekliği bulanıklaştırıyordu. Hangi yöne dönsem, gözlerimde onun yüzü belirmişti; masmavi gözleri ve sarı saçları, her şeyin üzerine karabasan gibi çöküyordu.

Her bir dalga sesi, sanki onun adını fısıldıyordu. Her bir rüzgar esintisi, hafif bir üzüntüyle dolu melodiyi taşıyordu. Zihnimde onun son bakışları, titreyen gözleri, kırgınlığı ve üzüntüsü sürekli bir döngü gibi dönüp duruyordu. O bakışlar, sanki içimdeki yara üzerine tuz serpmek gibiydi; her defasında acıyı biraz daha artırıyordu.

Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım, denizin sessizliğinde kaybolmaya çalıştım. Ama her şey onun hatırası ve ihanetinin yankılarıyla doluydu. Kalbimdeki bu sızı, her şeyin üzerindeydi. Hüzün ve kederin karanlığı, denizin derinliklerine kadar uzanıyordu.

Denize vuran ay ışığı, sanki içimdeki karanlığı daha da aydınlatmaya çalışıyor gibiydi. Ama bu ışık, sadece acıyı daha görünür hale getiriyordu.

Telefonum bir kez daha çaldı ama gene açmadım. Kimse ile konuşmak istemiyordum. Arayan Asel'di.

Telefon sustuktan saniyeler sonra bir kez daha çaldı. Gene açmadım, açamadım. Açarsam eğer onu sorardım. Onun yüzünden bu haldeyken bile deli gibi onu merak ediyordum.

"Allah'ım," Diye fısıldadım gecenin karanlığına. Diyeceklerim için kendimden belki nefret edecektim ama hâlâ içimde ona karşı olan uçsuz bucaksız sevgimin önüne geçemiyordum.

"Eğer o üzgünse yardım et ona, o üzülmesin. Üzülüyorsa al ondan o üzüntüyü, acıyı. Gerekirse ben üzüleyim onun yerine. O üzülmesin..."

Geceyi ve denizi izlerken, gözlerimden süzülen yaşlar, sanki denizin karanlığına karışıyordu. Ay ışığının soluk yansıması, her şeyin üzerinde bir hüzün dokusu bırakıyordu. Yalnızlık ve kederin karanlığı, sanki tüm evreni sarhoş etmiş gibiydi.

Sözlerim, gecenin sessizliğinde kaybolmuş gibi hissediyordum. Kendimle baş başa kaldığım bu anlarda, onun üzüntüsüne karşı duyduğum derin bağlılık, içimdeki acıyı daha da derinleştiriyordu. Her şey onun etrafında dönüyor gibiydi. Bir yandan, onun acısını dindirmeye çalışırken, diğer yandan kendi kalbimde açılan yarayı da daha belirgin hale getiriyordum.

Bir sigara daha yakarak, dumanının havada dans etmesini izledim. Sigaradan yayılan duman, gökyüzündeki yıldızlar gibi havada süzülüyor, belki de kalbimdeki derin boşluğu bir nebze olsun hafifletmeye çalışıyordu.

Karanlık gecede, yalnızlığımın ve acımın içinde, onun mutluluğunu düşündüm. Onun üzüntüsüyle başa çıkmanın, kendi içsel acımın ağırlığını hafifleteceğini umuyordum. Ama şu anda, her şeyin üzerinde, sadece içimdeki derin boşluk ve kalbimdeki sızı vardı. Ve geceyi geçirirken, sadece kendimle ve ona olan sevgimle yüzleşiyordum.

Nasıl yapacaktım şimdi? Bu kadar kısa sürede varlığına o kadar alışmışken yokluğu ile nasıl baş edecektim?

Bunca olasılığa rağmen içimden bir ses zihnime sızarak fısıldıyordu.

Ya ihanet etmediyse?

☪☪☪

Asel Sönmez...

Eve gelmiştik. Senem arabada, Koray'ın omzunda uyuya kaldığı, belki de ağlamaktan halsizleştiği, için Alpay onu kucağına alarak odasına çıkarmıştı. Bende kapıları açmak için onunla çıkmıştım.

Senem'i nazikçe yatağa bıraktıktan sonra önce saçlarını okşadı onu uyandırmadan. Sonra eğilip saçlarından öptü. En sonda da örtüyü üzerine örterek sıkıca örttü onu. Havalanması için açık bırakılan camlara ilerledi. Kapattı.

Dudaklarımda bir tebessüm oluşmasına engel olamadım. Odadan çıkıp benim odama geldiğimizde üzerlerimizi değiştirdik. Üzerinde çilek desenleri olan bir pijama takımı giymiştim ben. Alpay ise eşofman.

Yan yana yatağa uzandık. Alpay'ın ayakları dışarıda kaldığı için kullanmadığım pufumu onun tarafına eklemiştim.

Alpay bana sarıldığında belki de onu ilk defa bu kadar üzgün görüyordum. Senem iyi değil diye belli etmemeye çalışıyordu ama ben anlıyordum.

Göğsüme doğru sokuldu. "Biraz dinleneyim mi burada?" Diye sorduğunda o farkında değildi ama sesi sevgiye muhtaç bir çocuk gibi çıkmıştı.

Kollarımı daha sıkı dolarken o başını daha çok göğsüme gömdü. Başı göğsümde yaslıyken bir elimi kaldırıp dağılmış olan kumral saçlarını nazikçe okşadım.

Birden başını kaldırıp şaşkın bakışlarla bana baktı. "Ne oldu? Bir şey mi yaptım?" Diye sormadan duramadım.

Bakışları saçlarındaki elime kaydı. "Saçımı niye okşadın?" Diye sorduğunda sesi her zamankinden farklıydı.

"İyi hissedersin diye düşündüm. Sevmediğini düşünemedim, özür dilerim." Tam elimi çekecektim ki elimi tuttu. Başını tekrardan göğsüme yaslarken elimi tekrardan saçlarını okşamam için saçlarının üzerine koydu.

"Bu yaşıma kadar kimse doğru düzgün saçlarımı okşamadı benim. Sen okşar mısın Asel?" Diye sorduğunda içim parçalandı. Dışarıdan görülen sert duruşu aksine çocukluğu yaralarla doluydu.

"Kimsenin sevmediği kadar severim saçlarını, okşarım." Dedim hiç tereddüt etmeden.

Sonrasında aklıma gelen bir fikirle ona doğru baktım.

"Alpay, bir şey soracağım."

"Hı?" Diye mırıldandı mayışmış bir sesle.

"Bir hafta zaten izin haftamız. Ben bir hafta daha izin alayım." Dediğimde başını kaldırdı. Merakla bakan gözleri gözlerimi buldu. "Neden?"

"Ben diyorum ki bizim oraya, Rize'ye mi gitsek beraber?"

-Bölüm Sonu-

 

 

 

Bölüm : 20.01.2025 20:04 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...