31. Bölüm

Bölüm 30

Ceren Su Karadağ
karadagceren

Hepinize merhaba! Nasılsınız?

Umarım hepiniz çook iyisinizdir.

---

Asel Sönmez...

Ertesi akşam...

Saatler süren yolcuğun sonunda Rize tabelasını gördüğümde sırıttım. Camları sonuna kadar açarak temiz havanın içeri dolmasına izin verdim. Girişi bile yeşillik kaplıydı.

"Bana bakın, ben bizim akrabalar ile bir saat geçirdiğimde benim şive kayıyor. Dalga geçerseniz ikinizi de vururum."

Senem ve Alpay güldüğünde bende onlara katıldım.

En sonunda dedemlerin evine geldiğimizde arabayı kapıda durdurdum. Birlikte arabadan indiğimizde karşı kahvede çay içen köylüler bize bakıyordu.

"Ula, Asel?" İçlerinden biri bağırdığında o yana baktım. Hakkı Amca'ydı bu. Kahvehanenin sahibiydi. "Hakkı amca," Diyerek yanıma gelen hakkı amcaya sarıldım.

"Ula senun eçun esur dedilar, essah doğru midur?" Bir elimle omzuna vurdum. "Öyle bir muhabbet oldu maalesef ama geçti çok şükür, turp gibiyim şuan!" Diyerek güldüğümde o da güldü.

Bakışları Alpay ve Senem'i buldu. "Ha bu uşaklar çimdur?"

"Alpay ve Senem. Alpay, benim erkek arkadaşım. Senem de kardeşi." Alpay ve Senem ellerini uzatarak sıktılar.

"Ha bu koçari senun yavuklindur?" Başımı salladım. Hakkı amca tekrardan çay ocağına döndüğünde Alpay ve Senem'e yol göstererek evin merdivenlerini çıktım.

Sönmez Ailesi buradaki sayılan bir aileydi. Maddi durumu köyün geneline göre daha yüksekti. Bu sebeplen dört katlı bir ahşap evde kalırdı babaannem ve dedem. Halamlar ve en küçük amcamlar burada kalırdı onlarla.

Anahtarı her zamanki yerinden alıp içeri girdim. "Ayıp ayıp! İnsan torununu ve yeğenini kapıda karşılar!" Diyerek içeri daldığımda bütün bakışlar bana döndü.

Sedirde oturan babaannem ve amcam hemen ayaklanırken yan taraftan elinde çay demliği ile halam çıktı.

"Asel!" Diyerek bana sarılan ilk kişi babaannem oldu. Bende sıkıca ona sarıldım. Yaşlandığı için belime anca geliyordu ama kamburu yoktu.

"Ula ana, bi bırahta bizde sarulalum." Babaannemden ayrıldığımda hemen yanındaki büyük amcama sarıldım. Dedemden sonra amcam bakmıştı bu eve.

Halamla da sarıldıktan sonra herkes Senem ve Alpay'ın varlığını yeni fark etmişti. Bütün inceleyici bakışlar ikisine döndüğünde ikisinin de gerilip bir birlerine bakması ile gülme hissimi yutmak zorunda kaldım.

"Bu koçari ve yanundaki kız çimun nesudur?"

"Size bahsettim ya. Alpay," Elimle ilk önce Alpay'ı işaret ettim. "Bu da kardeşi Senem." Senem'i de işaret ettim.

Evet, onlara Alpay'ı anlatmıştım. İlk onlar öğrenmeliydi çünkü.

"Senun efulin mi?" Amcama başımı salladım. Amcam bir adım önce çıkıp Alpay'ın önüne geldiğinde Alpay ne yapacağını bilemeden durdu öylece.

Alpay, amcamın elini öpmek için uzandığımda amcam onu engelleyerek Alpay'ın elini o öptü. Alpay'ın şaşkın bakışları üzerindeyken ona baktı.

"Sen Türk Askerusin koçari. Benum değul, senun elun öpülmeye layık. Bizu korimak içun bu eller silah tutayi." Dediğinde dudaklarımda derin bir tebessümle onları izliyordum.

Alpay, dinlemeden uzanıp amcamın elini öptü. "Önceden öyleydim ama artık asker değilim." Dediğinde kalbim inceden inceden sızladı.

Amcam kaşlarını çatsa da sorgulamadı. Alpay'ın yanındaki Senem'de elini öptüğünde halama döndüm.

"Biz üzerimizi değişip şu kostümleri giyelim bir." Dediğimde halam kafama şaplağını geçirdi. "Zilliye bak hele, eyice şehirli oldi da bizim giysileri beğenmiyi." Diye söylenmelerini duymazdan geldim.

"Hala, askeriyedeki herkes beni görünce hazır ola geçip selam veriyor, herkes bana komutanım çekiyor, sen bana tokat çekiyorsun. Vicdana sığar mı bu?" Diye sızlandığımda kafama bir şaplak daha yedim. "Sus, zilli seni."

Amcama döndüm. "Amca, benim koçariyi sana bırakıyorum. Çocuğun götüne tüfek sokma sakın." Diye uyarımı da yapıp Senem'in elinden tuttuğum gibi onu buradaki odama getirdim.

Lisede askeri liseye gittiğim zamandan beri bu odaya asla dokunmamıştı amcamlar. Ara ara izin günlerinde gelip kalırdım burada.

İçeri girdiğimizde bizi ilk yatağım karşıladı. Kırmızı örtülerle özenle düzenlenmiş yatağımın üzerinde iki tane puf yastık, bir de çocukluk oyuncağım olan pelüş tavşanım vardı.

Odanın köşesindeki şömine uzun süredir yakılmadığı için oda soğuktu. Yatağımın yanında ahşap, orta boy bir giysi dolabı vardı. Yerdeki halılar kalın ve yünlüydü. Etnik desenleri vardı. Sol duvarda Keşan desenli bir örtü üçgen şekilde duracak şekilde asılmıştı.

Duvarları çocukluğuma ve gençliğime ait resimler süslüyordu.

Bir süre odayı inceleyerek hasret giderdim odamla. Sonra giysi dolabına yöneldim. "Ailen çok misafirperver." Senem'e güldüm.

"Buradakiler genelde öyledir. Her evin kapısı herkese açıktır. Bir turist geldiğinde köylü halk her ihtiyacına koşar."

Serttik belki, belki çabuk sinirleniyorduk, sinirlendiğimizde ortalığı yakıp yıkıyorduk ama yufka yürekli insanlardık biz. Sinirimiz Karadeniz'in hırçın dalgalarındandı.

İmkansız sevdaların memleketiydi Karadeniz. Sevdalısına kavuşamayan her âşık sevdasını denize anlatırdı. Onca derdi dinlerdi deniz. Bu yüzdendi hırçınlığı, dalgalarının arasında çok yarım kalmış veya hiç kavuşulamamış sevda saklardı.

Senem, hayranlıkla camın ardındaki yeşillik manzarasını izlerken odamın kapısı aniden açıldı. İçeri Nihal ve kardeşi Mahi girdi. Nihal, en son gördüğümün üzerinden baya bir toparlamıştı. Buğday teni parlaklığına kavuşmuş, gözleri yeniden ışıldıyordu.

"Asi aba!" Diyerek ilk kucağıma atlayan Mahi oldu. Beş yaşlarında bir bıcırdı kendileri. Kollarını boynuma dolarken sıkıca sarıldım ona.

"Mahi'm," Diyerek bal yanaklarından kocaman öptüm. Mahi kucağımdayken kıpırdandı. "Sen yokken Roka ile hiç oynamadım ki." Dediğinde güldüm.

Senem anlamayan gözlerle bize baktı. "Roka kim?" Dediğinde elimle yatağımın üzerindeki pelüş tavşanı gösterdim. Gülmek istedi ama dudaklarını bastırarak kendine hakim oldu.

"Hoş geldin Asi abla." Buradakiler bana genelde Asi derdi. Her yerde farklı bir lakabım vardı.

En sevdiğin lakap Şafak ama.

Bayan Çok Bilmiş, cinmiş gibi ara ara gelip yoklamayı ne zaman keseceksin?

Hiçbir zaman.

Gelip yokladığı için gönül rahatlığı ile geri gitti Bayan Çok Bilmiş. Mahi ve Nihal'i odadan yolladığımda dolaptan çıkardığım kıyafetlerden birini Senem'e verdim.

Siyah, yarım kollu, diz hizasına gelen sade bir elbiseyi ona verdim.

Yeşil renkli, uzun kollu ve topuklarımın bir parmak yukarısında biten bir elbise giydim bende.

Senem tam kapıdan çıkacaktı ki durdurdum. "Nereye?" Bakışları ile üzerini gösterdi. "E giyindik işte, gitmiyor muyuz?"

Sırıtarak başımı hayır anlamında salladım. "Arkanı dön." Dediğimde sorgulamadan döndü. Sarı saçlarını bol bir örgü altında toplayarak masamın üzerindeki toka kutusundan siyah bir lastik toka ile ucunu tutturdum.

Önüne çevirdiğimde yatağın üzerine bıraktığım Keşan desenli yeleği kollarından geçirdikten sonra beyaz, üzerlerinde pembe çiçekleri ve uçlarında pulları olan bir tülbendi saçlarına attım. Saçlarının ucu ve perçemleri tülbendin dışında kalırken tülbendi arkadan bağlayarak düğümledim.

Aynı şekilde bende üzerime yeleğimi ve tülbendimi bağladım. Senem aynada yeni görünüşünü incelerken onu izleyerek güldüm. "Ha, şimdi tam bizim burali oldin." Diyerek bende yöresel kanala geçiş yaptım.

Yöresel kanala geçmemle Senem'in dehşetli bakışları bana döndü. Gülerek koluna girdim ve dışarı çıktım.

Salonda olabilecek her görüntüyü tahmin edebiliyordum ama amcamla tavla oynayan bir Alpay görmeyi tahmin etmiyordum.

"Bu el kesin bende damat." Diyen amcama karşılık Alpay sadece başını salladı. "Öyledir tabii Rafet amca." Cebimdeki telefonumu çıkarıp resimlerini çektim. Alpay'ın bakışları bize döndüğü anda gözlerini şaşkınlıkla bir kaç kez kırpıştırdı. Sonra gülmeye başladı.

Gülmesi bitince bize döndü. "Çok güzel olmuşsunuz." Dedi kahkahalarının arasından.

Şerefsiz göt. Bu yakışıklıya küfür ediyoruz Allah'ım ama sen günah yazma. Amin.

"Kes sesini de kalk hadi. Amca, elinize sonra devam edersiniz." Şivemi düz tuttuğum için şükür duası okudum ama dışarı çıktığımda kesin yöresele geçiş yapacaktım.

Şehirde ne kadar durursam durayım, köye geldiğim anda benim şive gidiyordu.

"Nereye?" Diye soran Alpay'ı umursamadım. "Akşam yemeğine kadar geliriz!" Diye içeriye doğru bağırdım.

"Nereye gittiğimizi söyleyecek misin?" Diye soran Alpay'a döndüm. "Size köyü gezdireceğim."

Kapıdan çıktığımız an karşı komşunun oğlu Ferit çıktı. "Hoş gelmişsun," Uzattığı elini sıktım. "Hoş buldum Ferit, ne haber? Nasıl gidiyor senin çay firması?" Ferit'in Rize'de adı duyulur bir çay firması vardı.

"Ey gidiyor valla Trabzon'a doğri açılacağuz işda." Tam o anda Alpay, belimden tuttuğunda anında ona dönüp uzaklaştırdım.

Köy meydanında yapılacak iş mi bu şimdi?!

"Alpay, köyün ortasındayız. Ne yapıyorsun?" Ters bakışları bana döndü. "Sıkıldım güzelim, gezsek mi artık köyü?"

Uyuz bakışları Ferit'e döndüğünde dudaklarımı birbirine bastırdım. "Tamam, hadi gezelim." Olayı tatlıya bağlayarak Alpay ve Senem'i dolaştırdım köyde.

"Asel, şurası neresi?" Gösterdiği yer bir yemek ocağıydı. "Yemek yeri işte, acıktıysanız girelim." İkisi de onayladığında içeri girdik. Burası karşı komşumuz Naciye Teyze'nin yeriydi.

"Asel gizum?" Elindeki hamuru bırakıp bana döndü. "Ne zaman geldun sen?" Dedi, sesinden belli olan bir şaşkınlıkla.

"Birkaç saat oluyor, Naciye Teyze." Dedim, boş masalardan birine otururken. Mutfak kısmından Naciye Teyze'nin kızı Ferda çıktığında bakışları beni buldu.

Ferda, benimle yaşıt bir kızdı. Ortaokulu aynı sınıfta okumuştuk ama yıllardır birbirimizden hiç haz etmezdik. Elimde olsa kızı bir kaşık suda boğardım ama malum, sivil dövemiyoruz.

Bizim masaya doğru yaklaşırken gözleri ne benim, ne de Senem'in üstündeydi. Baktığı kişi Alpay'dı. Rahatsızca yerimde kıpırdandığımda sert bakışlarım Ferda'nın üzerindeydi.

"Hoş geldin," Dedi, ondan ilk defa duyduğum kibarlıkta bir sesle. Sonra bize baktı. "Yani, geldiniz." Senem, samimi olmaktan çok uzak bir gülümsemeyle karşılık verirken ben gözlerimi devirdim. Alpay ise cevap vermedi.

"Ne getireyim?" Sırf Alpay burada diye böyle kibar davranıyordu sümüklü böcek. Senem, dudaklarını büzerek yemeklere baktı.

"Bu ne?" Diye bana eliyle bir yemeği gösterdi. "Hamsi Köftesi." Diye cevapladım. Senem, Hamsi Köftesi söylerken Alpay bana doğru eğildi.

"Sen ne yiyeceksin? Bende ondan alacağım." Dediğinde üstün körü bir yemeklere baktım. Aslında vereceğim cevap belliydi ama gene de baktım.

"Karalahana Sarması." Diye fısıldadım. Alpay tam ne istediğini söyleyecekken ben elini tutarak susturdum. Ferda'nın bakışları ellerimize kaydığında yüzündeki gülümsemede bir değişim bile olmadı.

"Bizde Karalahana Sarması." Dediğimde Ferda, Alpay'a gülümseyerek mutfağa geri girdi. O mutfağa girdiğinde Alpay'ın sırıtan yüzünü gördüm.

"Gülme yemin ederim seni vururum." Dedim en ters sesimle. Ferda, mutfaktan elinde bir tepsiyle çıktığında Senem'in söylediği Hamsi Köftesini ve bizim Karalahana Sarmalarımızı koydu masaya.

"Afiyet olsun," Alpay'a döndü yeniden. "Sarmaları ben kendim sardım." Alpay, en umursamaz bakışlarını attı.

"Ferda," Dedim sinirli bir tonda. Ferda'nın bakışları bana döndü. "Bu sarmaları üçer beşer senin ağzına sokup başka yerlerinden çıkarmamı istemiyorsan ikile buradan. Benimde sabrımın sınırını zorlama." Ferda, umursamadan omuz silkti.

"Muhatabımın sen olduğunu kim söyledi?" Ben bu kızı döverdim. Bana bütün, sivil dövemiyoruz prensiplerimi baştan yazdırıyordu.

İşaret parmağımın ucu ile Alpay'ı işaret ettim. "Eğer onunla konuşuyorsan, benimle de konuşuyorsun demek oluyor. Şimdi ikile."

Alayla sırıttığında yüzüne yumruğumu geçirmemek için kendimi zor tuttum.

"Hayırdır Sönmez? Sen bir İzmir'e gittin senin bir yerlerin kalkmış." Dediğinde bu sefer konuşan Senem'di.

"En azından o çalışıp Harp Akademisi mezunu olan ve doğuda görev yapan bir Yüzbaşı oldu, Ferda. Sen ne oldun? buradan göründüğü kadarıyla sadece sevgilisi olan erkeklere yanaşan, zavallı bir kız olabilmişsin anca. Tercih meselesi ama tabii, karakterin öyleyse bir şey diyemem."

Bir tanesin Senem kuşum.

Ferda, bozulmuş bir ifade ile mutfağa geri döndüğünde bizde yemeklerimizi yemeye devam ettik.

☪☪☪

Koray Kırbaç...

"Koray, sen geliyor musun?" Baran, Ozan ve Murat birlikte futbol maçına gideceklerdi. Görevden yeni dönmüştük. Görev esnasında koluma kurşun yemiştim ama önemsemediğim için hastaneye gitmemiştim.

"Yok kardeşim, ben lojmana gidip dinleneceğim." Asel gelene kadar hiç birimiz onun evine girmeme kararı almıştık. Nedenini bende bilmiyordum. Muhtemelen Baran'ın kırk yılda bir olan özel hayata saygısı tutmuştu.

"Kolun için hastaneye git bir." Murat'ı umursamadan arabaya atladım. Kolumdaki yara acıyordu ve terliyordum ama bunu da umursamadım.

Lojmana geldiğimde hızlıca kendi katıma çıktım. Kapıyı açmak için kilidi zorluyordum ama anahtarı yuvasına yerleştirememiştim.

Daha dikkatli bakmak için kilide doğru eğildiğimde kafama yediğim bir darba ile dudaklarımdan bir inleme çıktı.

"Sikerim." Arkamı döndüğümde darbenin nereden geldiğine baktım. Arkamda, elinde yumurta tavası olan, bir kadın duruyordu.

Bu kadını ilk defa gördüğüme emindim. Gözlerim bir kadında, birde elindeki tavada gidip geliyordu.

"Hanımefendi, siz hasta mısınız? Kafama neden yumurta tavası ile vurduğunuzun umarım mantıklı bir açıklaması vardır."

Kadın şaşkınlıkla bana baktı. "Ben özür dilerim, şey kilidi zorladığınız için sizi hırsız sandım." Diye mırıldandığında güldüm.

Normalde söylenir, terslenirdim ama karşımda duran kadının masum görünüşüne karşılık bir şey yapamadım. Cebimden asker kimliğimi çıkardım.

"Gördüğünüz gibi bir askerim. Anahtarı yerine takamadığım için zorlamıştım." Diyerek açıklama yaptığımda karşımdaki kadının yanakları kızardı.

Sonra birden kolumdaki yarayı fark etti. "Yaralanmışsınız." Dediğinde sadece başımı salladım. Terliyordum.

"Hastaneye neden gitmediniz?"

"Gerek görmedim." Bana inanamıyormuş gibi baktı.

"O zaman ben bakayım yaranıza. Doktorum ben. Hem hatamı telafi etmiş olurum."

O an bir cevap vermem lazımdı, bunu biliyordum. Ama kendimde engel olamadığım bir hisle tek yaptığım karşımdaki kadını incelemekti.

"Cevap vermeyecek misiniz? Yaranız ciddi görünüyor." O an garip bir telaşla kelimeleri toparlamakta zorlandım. Normalde böyle olmazdı. "Şey... aslında, çok da önemli değil. Kendim halledebilirim."

Gözlerini benden ayırmadan konuştu. "Kendin halledebilir misin?" Dedi, sesinde hafif bir alay vardı. "Umarım kendim halledebilirim dediğinde kastettiğin şey sadece ağrı kesici içip yatmak değildir. Çünkü şuan onu yapacak gibisin." Dediğinde yapacağım şeyi söylemesi ile gözlerimi kaçırdım.

Yaralarıma dikkat eden biri olmamıştım hiç. Normalde görevden döndüğümde bir yaram varsa sadece temizler, sarmadan yatar uyurdum.

"Aslında, kastettiğim tam olarak oydu." Dediğimde dudaklarında oluşan minik bir tebessümle gözlerindeki tatlı alaycılık kendisini belli ediyordu.

Gözlerindeki yardım etme duygusuna daha fazla dayanamayarak bir nefes aldım. "Tamam, siz kazandınız doktor hanım." Dediğimde hafifçe gülümsedi.

Anahtarı biraz daha zorlayarak en sonunda kapıyı açtığımda önden ben, arkamdan o içeri girdi. Ablam sayesinde düzenli ve temiz olmak küçüklüğümden gelen bir alışkanlığımdı. Bu yüzden lojmandaki evim bile temizdi.

"Ecza dolabın nerede?" Dediğinde elimle salonun bir köşesindeki küçük dolabı gösterdim. Mutfağa geçip kendime soğuk bir su doldurdum. Yaramdan dolayı ateşimin çıktığını hissediyordum ve terliyordum.

Salona geçtiğimde kadın elindeki malzemelerle yanıma geldi ve koltukta yanıma oturdu. Eline tentürdiyot alıp yavaşça yarayı temizlemeye başladı. Hareketleri nazik ve yumuşaktı, sanki canımı acıtmaktan korkar gibiydi.

"Acıyor mu?" Diye sordu ilgi odağı hâlâ yaramken. "Hayır, daha acı yaralarım olmuştu. Bıraksaydın eğer bakmayacaktım bile bu yaraya." Dediğimde başını iki yana salladı.

"Bıraksaydım mikrop da kapabilirdi. Bu daha büyük sorunlara yol açardı. Hem benim görevim bu, hastane içi veya dışı fark etmez, insanları iyileştirmek benim görevim." Dediğinde tentürdiyot şişesini bırakıp yarayı sardı yavaşça.

"Seni burada ilk defa görüyorum, yeni mi taşındın?" Dediğimde başını salladı.

"Babam, şehit bir binbaşıydı. Şehit kontenjanı kullanarak girdim lojmana. Atamam buradaki hastaneye çıktı." Dedi nazik bir sesle.

"Şehit yakını olmak... zor olmalı." Diye mırıldandım sessizce. Eli saniyelik duraksasa da devam etti. "Öyle, zor zamanlardı benim için." Dedi sadece.

"Senin ailen?" Diye sordu bu sefer. "Bir ablam var sadece. Evli. Burada yaşıyor o da." Dediğimde yeşil gözleri bana döndü.

"Annenle baban?" Diye çekinerek sordu. "Ben küçükken ablamla beni terk edip gittiler. Şuan ne yapıyorlar bilmiyorum."

Derin bir nefes aldığını duydum. "Özür dilerim, fazla özele girdim sanırım."

"Özür dilenecek bir durum yok, rahat olun. Çekindiğim bir şey değil, aksine kabullendiğim bir gerçek bu." Dediğimde başını salladı.

Yarayla işi bittiğinde tekrardan ecza dolabına yöneldi. İki kutu ilaçla geri döndü. "Yara ateş yapmış. Bu ilaç ateşini düşürür, bu da ağrı kesici..." Sonra bana döndü. "Hani sadece bunu içip yarana bakmadan yatacağın ağrı kesici." Dediğinde kısık sesle güldüm.

Bir bardak suyla verdiği iki ilacı da içtim. Kapıya doğru ilerlediğinde bende onunla ilerledim. "Koray ben." Diyerek elimi uzattım.

Nazikçe elimi tuttu. "İdil bende, memnun oldum." Dedi.

"Teşekkür ederim, yaraya baktığın için." Dedim. Gülümsedi. "Rica ederim, eğer yaranla ilgili bir şeye ihtiyacın olursa karşı dairedeyim. Kapıyı çalman yeter." Dediğinde bu sefer ben gülümsedim.

"Aklımda, iyi geceler Doktor İdil." Dediğimde hafifçe kıkırdadı.

"İyi geceler, Asteğmen Koray."

İdil, kendi dairesine geçtiğinde kapısını kapattı. Ben ise kapıyı kapatıp salona ilerledim. Salondaki yumuşak koltuğa bıraktım kendimi.

Bir süre koltukta oturup az önce olanları düşündüm. Uzun zamandır kimse bana karşı bu kadar ilgili davranmamıştı.

Normalde eve girer, sadece bir ilaç içip yatar uyur ve yaranın kendi kendine iyileşmesini beklerdim. Ama bu akşam bu rutin değişmişti.

Daha fazla beklemeden koltuktan kalktım ve yatak odama ilerledim. Işıkları söndürerek odayı karanlığa mahkum ettikten sonra yatağıma uzanıp yorganımı üzerime çektim. Bedenimdeki halsizliğin sebebi yara ve İdil'in verdiği ilaçlar olmalıydı.

Ağırlaşan gözkapaklarım daha fazla direnemedi ve ben yıllardan sonra ilk defa huzurlu bir şekilde uykuya daldım.

-Bölüm Sonu-

-Bölüm nasıldı?

-En sevdiğiniz sahne?

-Bir sonraki bölümde sizce neler olacak?

 

Bölüm : 23.01.2025 20:06 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...