32. Bölüm

Bölüm 31

Ceren Su Karadağ
karadagceren

Selamlar hepinize! Nasılsınız?

Umarım hepiniz çok iyisinizdir.

---

Kürşad Türkmen...

Parmaklarımın arasındaki sigarayı bir kez daha küllüğe batırıp söndürdüm. Sonra yeni bir sigara yaktım. Bu sabah göreve gitmek dışında evden çıkmamıştım. Asel izinde olduğu için emir komuta bendeydi.

Masanın üzerindeki telefonumu alıp Asel'in en son attığı hikayeye baktım. İlk önce yeşil bir yayla manzarası paylaşmıştı. Sonra Alpay ile bir resim.

En son attığı resimde ise o vardı. Senem.

Sarı saçlarını örmüş, sol omzundan aşağı sarkıtmıştı. Üzerinde düz, siyah bir elbise vardı. Alpay'ın attığı hikayede başında bir tülbent varken bu resimde yoktu. Muhtemelen çıkartmıştı.

Elbisenin bisiklet yakasından dolayı boynundaki yara izi daha fazla görünüyordu. Her şeyi ile o gibiydi ama tek bir fark vardı.

Önceden neşeyle parlayan masmavi gözleri artık çevresi kızarık, ve hüzünlü bakıyordu. Dudaklarındaki gülümseme gözlerine ulaşmamıştı.

Bir an gözlerimi kapattım, içimdeki sıkışmış öfkeyi dizginlemeye çalışarak. Derin bir nefes aldım, ama sigaranın dumanı ciğerimi yakıyordu.

Hayır, ciğerimi yakan şey sigara dumanı değildi. Onun yokluğuydu.

En son görmek isteyeceğim şey onun hüzünlü gözleriyken o gözlere hüznü bizzat ben yerleştirmiştim.

Zihnimde sayısız kere onunla geçen son konuşmamız dönüp duruyordu. Sert ve acımasızdım. O zamanki öfkem, yerini üzüntü ve acıya bırakmıştı.

Telefonumu sertçe masaya bırakıp, alnımı avcumun içine yasladım. Asel izinde olduğu için görev yükü zaten ağırdı ama asıl ağır olan şey kalbimdeki acıydı.

"Ne halt ediyorum ben?" Diye mırıldandım kendi kendime. Sigara tükenmeye yüz tutmuştu, küllüğü karanlık bir hatıra gibi dolduruyordu.

Gözlerim, evimin duvarında asılı olan üç resimden en sondakine döndü. Kübra'ya..

Kıvırcık saçlarının bir tutamı yüzüne düşüyordu ve dudaklarında kocaman bir gülümseme vardı. Neşeyle bakan gözleri parlıyordu.

"Abiciğim..." Dedim buruk sesimle. Onun resmine bile bakamıyordum oysa. "Kızgınsın bana, değil mi? Senin kanını akıtanlar gibi birini sevdiğim için, kızgınsın bana..."

Gözlerim benden bağımsızca dolarken zorlukla yutkundum. "Bende kendime çok kızgınım. Ama... yapamıyorum abim, yapamıyorum." Elim ile şakaklarıma doğru sertçe vurdum. "O kadın... Senem... şuradan bir saniye bile çıkmıyor."

Zihnimde onunla olan güzel anlarım dönüyordu. Her şeyin daha basit ve güzel olduğu anlar. Şimdi ise aramızda aşılması zor duvarlar vardı.

Kapının önündeki minik adım sesleriyle bakışlarım Kübra'ya döndü. Elinde tuttuğu oyuncak bebeği kucağındayken bana doğru geldi.

Hemen sigaramı söndürüp zarar görmemesi için küllüğü ondan uzak bir yere koydum.

Kübra'nın minik adımları önümde durduğunda bir elini koltuğa koydu ve zıplayarak koltuğa çıktı. Koltuğa çıktıktan sonra kucağıma oturdu. Kollarımı minik bedenine sardım anında. Şuan bana tek iyi gelen buydu. Kızım.

"Niye ağlıyorsun babam?" Dedi sessizce. Daha beş yaşındaydı ama çok zeki bir kızdı. Baba yerine sürekli babam derdi bana. Onu, saldırı yapılan Türkmen köyünde bulduğumuzda daha bir yaşlarındaydı. Beni gerçek babası sanıyordu.

Dışarıdaki kızlar bana baktığında içindeki çocuk kıskançlığı ortaya çıkarıp "O benim babam!" Diyordu sürekli. Ona ait olduğumu belli etmek için.

Bir elimi kaldırıp nazikçe saçlarını okşadım. Yanaklarından kocaman öptüm. Ölen kardeşim Kübra ile birebir aynıydılar resmen. Çok benziyorlardı. Tek farkları, Kübra'nın gözleri benimki gibi yeşilken bu miniğin gözleri kahverengiydi.

"Ağlamıyorum, babacım." Dediğimde parmaklarını gözlerime koydu. "Ama gözlerin dolmuş, kim üzdü ki seni?" Dedi masum masum.

Gözlerim istemsizce dolmuştu gerçekten, onun minicik elleriyle gözlerime dokunuşu beni hem gülümsetti hem de derin bir hüzünle sarstı. İçimde bir şeyler kırılıyordu, ama bunu ona belli edemezdim. Küçük kızım bana bakarken, tüm acımı unutturan bir güven doluyordu yüreğime. Onun saf masumiyeti, her şeyin ötesindeydi.

"Kimse üzmedi beni, prensesim. Bazen insan sadece... üzülür," dedim usulca, kucağımda rahatça oturmuş olan küçük bedeni iyice sararken. "Ama senin burada olman bana çok iyi geliyor. Seninle olduğumda her şey daha güzel."

Kübra, başını göğsüme yaslayıp küçük elleriyle beni daha sıkı sardı. Küçük kalbinin atışını hissediyordum, sanki onun sakinliği bana da geçiyordu. Bir süre böyle, sessizce kaldık.

"Sen de bana iyi geliyorsun babam," dedi, ince sesiyle. Ardından başını hafifçe kaldırıp gözlerime baktı. "Eğer üzülürsen, ben de üzülürüm."

Kalbim sıkıştı bu sözlerle. Onu koruyup kollamak için her şeyi yapardım. Ama hayatın zorlukları bazen öyle ağır ki... Yine de, bu anın sıcaklığı beni bir nebze olsun rahatlatmıştı.

"Söz veriyorum, prensesim," dedim hafifçe gülümseyerek. "Seni üzmeyeceğim. Hep yanında olacağım."

Kübra, yüzünde sevinç dolu bir ifadeyle bana sarıldı, ve o an dünyanın en huzurlu anı gibi hissettirdi. Onun minik elleriyle sımsıkı sarılışı, içimdeki fırtınaları bir süreliğine dindirmişti.

Onu göğsüme çekerek sıkıca sarıldım. "Saat geç oldu bir tanem, hadi bakalım yatağa." Onu kucağımdan indirmeden odasına götürdüm. Yatmadan önce üzerine giydirdiğim pamuklu pijamasını çıkarmıştı.

"Ben, bu pijama çıkmayacak demedim sana babacım?" Dedim sakin bir sesle. Kübra, dudaklarını büzerken pijamayı tekrardan üzerine geçirdim. "Hava soğuk, hasta olursun giymezsen." Başını yastığa koyduğunda üzerini örttüm.

"Babam," Dedi ben ayaklandığımda. "Söyle, bir tanem." Dediğimde ellerini bana uzattı. "Benimle yatar mısın bugün?" Dediğinde aldığım nefesimi dışarı verdim.

Kalktığım yatağa tekrardan oturarak yanına uzandım. Yorganın büyük kısmını ona örttüm. Saçlarını okşadım.

"Ninnim?" Dedi beklenti dolu bir sesle. Evde olduğum her gece ona ninni söyleyerek uyuturdum. Bu halime rağmen gülerek ona daha sıkı sarıldım. En sevdiği ninniyi mırıldandım.

"Eledim eledim, höllük eledim

Aynalı beşikte canan bebek beledim

Aynalı beşikte canan bebek beledim

Büyüttüm besledim, asker eyledim.

Gitti de gelmedi canan, bu ne çare?

Yandı ciğerim canan, buna ne çare?

Gitti de gelmedi canan, bu ne çare?

Yandı ciğerim canan, buna ne çare?

Bir güzel simadır aklımı alan

Aşkın ateşini canan serime saran

Aşkın ateşini canan serime saran

Bizi kınamasın ehli dil olan"

Kübra, ninniyi duyar duymaz gözlerini kapadı. Ben, onun küçük bedenine sarılırken içime huzur doldu. O kadar masum, o kadar huzurlu görünüyordu ki... Nefes alışverişi yavaşlamış, derin bir uykuya dalmıştı. Kollarımın arasında yatarken, onu korumak ve kollamak içgüdüsü her şeyin önüne geçiyordu.

Bir süre daha ninniyi mırıldanmaya devam ettim, sanki sesimle onu daha derin bir uykuya çekmek istiyormuşum gibi. Saçlarını nazikçe okşadım, yumuşacık teller parmaklarımın arasında kayıyordu. Zaman sanki durmuştu. Her şey bir an için tüm dertlerden, kaygılardan arınmış gibiydi.

Onu incitmeden hafifçe hareket ettim, yavaşça kalktım yanından. Kübra'nın derin uykuda olduğunu gördüğümde, içim biraz daha rahatladı. Sessizce yatağın kenarına oturup, bir süre daha onu izledim. Onun bu kadar huzurlu olduğunu görmek, içimdeki ağırlıkları hafifletmişti.

Gitti de gelmedi canan, bu ne çare...

Yandı ciğerim canan, buna ne çare?...

Ayağa kalktım ve odadan çıkarken, kapıyı hafifçe aralık bıraktım ki bir ses duyarsa rahatça gelebileyim. Salonun loş ışığına geri döndüğümde içimde bir boşluk hissettim. Kübra'nın varlığı bile bazen içimdeki karanlığı tam anlamıyla silemiyordu.

Yine de bu an... Onun sıcaklığı, masumiyeti... Bir nebze olsun içimdeki acıyı hafifletmişti. Derin bir nefes aldım, gözlerimi kapattım ve bu anı zihnime kazımaya çalıştım. Kızımın güveni, onun bana olan sevgisi, her şeyden daha önemliydi.

O uyuduğunda salona geçtim yeniden. Koltuğa oturup başka bir sigara daha yaktım. Bir süre daha koltukta öylece oturdum. Dışarıdan gelen hafif bir rüzgarın uğultusu ve Kübra'nın odasından gelen derin uyku nefesleri arasında, zihnimdeki karmaşayı susturmaya çalışıyordum.

"Allah'ım, onun tek canı sağ olsun da, yel essin kokusu gelsin." Diye mırıldandım kısık bir şekilde, ister istemez.

Masaya koyduğum telefon çaldığı için sessizce telefona uzanıp kimin aradığına baktım. Arayan kişi Baran'dı.

Telefonu açtım. "Önemli değilse sonra konuşalım Baran." Tam kapatacakken söylediği şey ile donup kaldım.

"Abi, Senem Teğmen ve Alpay Yüzbaşının masumluğu ortaya çıktı. İkisi de göreve geri döndü. Her şey oyunmuş abi."

O an, dediğim her şeyin, her bir kelimenin pişmanlığı suratıma bir tokat gibi çarptı.

Telefon elimde ağırlaştı. Baran'ın sözleri kulaklarımda yankılanıyordu, ama zihnim bunu işlemekte zorlanıyordu. Tüm vücudum tam anlamıyla taş kesmiş gibiydi. Kalbim sıkışıyor, nefes almakta bile zorlanıyordum.

Her şeyin bir oyun olduğunu öğrenmek, ona haksızlık ettiğim gerçeğini yüzüme acımasızca çarpıyordu. Senem'in gözlerindeki hayal kırıklığı bütün zihnimi işgal ediyordu.

"Abi, orada mısın? İyi misin?" Baran'ın sesini duyduğumda kendime geldim.

"Baran... nasıl öğrendin bunu?" Diye konuştum en son.

"İshak Komutan aradı şimdi, içerideki adamlarımızdan biri sızdırmış bilgiyi. Detayları bende bilmiyorum ama Senem Teğmen ve Alpay Yüzbaşı'nın temiz olduğu kesin."

Telefonu elimde sıkarak tek elimle yüzümü ovuşturdum. Bir şey demem gerekiyordu, ama kelimeler boğazımda düğümlenmişti.

"Abi, hâlâ orada mısın?" Diye tekrar sordu Baran, ben cevap vermeyince.

"Buradayım..." Dedim.

Baran kısa bir an duraksadı. "Abi, bir şey daha var ama sakin ol, tamam mı?" Dediğinde kaşlarım çatıldı. "Ne oldu?"

"Senem..." Dediği anda oturduğum koltuktan ayaklandım. "Senem kaçırılmış."

Bir an için dünya durmuş gibiydi Baran'ın söyledikleri, kafamda yankılanırken mideme inen bir yumruk gibi ağırdı. Ayaklarımın altındaki zemin kayıyormuş gibi hissettim.

Senem kaçırılmış... Bu iki kelime, gerçeği kavramam engel olan sisin içinde patlayan bir bomba gibi zihnime düştü.

"Ne dedin sen, Baran?" Sesim, bana bile yabancı gelmişti. Öfke doluydu. Bu öfke kendime yönelik bir öfkeydi.

"Abi, bende yeni öğrendim." Diyen Baran'ın sesi de telaşlı geliyordu. "Senem Teğmen, Alpay ve Asel Yüzbaşı ile en son Rize'nin bir yaylasındaymış. Su almak için aşağıdaki çeşmeye inmiş, sonra gören yok. Köylü çocuklar siyah bir arabada gördüklerini söylüyorlar en son. Bildiklerim bu kadar." Arkasından gelen seslerle karargâhta olduğunu anladım.

Başım dönmeye başlamıştı. Bir elimle masaya tutunup dengemi sağlamaya çalışırken gözlerimi kapattım. Senem'e sarf ettiğim laflar, haksızlık ettiğim anlar ve söylediğim acımasız sözleri düşündüm. İçimdeki pişmanlık ve suçluluk hissi giderek büyümüştü.

Şimdi ise... her şey daha da karışık bir hâl almıştı.

"Kim yapmış, bir bilgi var mı?" Dedim, sesimin titremesine engel olamayarak.

"Abi, çok az bilgi var. Şuan İshak Komutan ile araştırma sürecindeyiz. Bir iz bulmaya çalışıyoruz. Ama bu iş... basit bir kaçırma işi gibi gözükmüyor. Daha derin bir meseleye benziyor."

Başımın dönme şiddeti arterken bunu bile umursamadım. Telefon elimdeyken kapıya doğru ilerleyip üzerime montumu bile giymeden dışarı çıktım.

Zihnimdeki puslu sis, yerini yeniden öfkeye bıraktı. Senem'in bana bakarken bakışlarındaki sevgi ve güveni hatırladım. Ben ise ona inanmamış, yalnız bırakmış, terk etmiştim. Yeterince cehennemi yaşamışken birde ben onu cehenneme mahkum etmiştim.

"Ben on dakika içinde oradayım." Dediğimde sesimdeki öfkeyi dizginleyemiyordum. Baran'ın cevap vermesini beklemeden telefonu kapatıp önüme çıkan ilk taksiye bindim. Taksideyken Suna Ablayı arayarak Kübra'yı alabilir mi diye sordum. Suna abla, ben bakarım, dediğinde telefonu kapattım.

Karargâha girdiğimde üzerimdeki sivil kıyafetlerimi değiştirip yeşil askeri üniformamı giydim. Toplanma odasına girdiğimde bütün tim, ve bu görevde katılacak olan diğer askerler buradaydı. "Komutanım," Diyerek selam verdim ve Koray'ın yanına oturdum.

"Ne işin var burada, Türkmen?" Diyen İshak Komutana baktım. "Senem Teğmen kaçırılmış. Onun için geldim, komutanım." Dediğimde sesimi kontrol altında tutmakta güçlük çekmiştim.

"Sen bu operasyona katılmayacaksın, Üsteğmen Türkmen."

Komutanın sözleri ile kalbim tekrardan sıkıştı. Bu sik gibi bir duyguydu. Bir an için odadaki her şey bulanıklaştı. İçimdeki öfke daha da kabardı, ama dışarıya bir damlası bile çıkmadı. Kendi içimde, kendi kendimi yaktı. Gözlerim, İshak Komutanın sert bakışlarına kitlenmişti.

"Neden komutanım?" Diyebildim en sonunda.

"Benim Teğmenim o adamların elindeyken, timimde duygularının esiri olan bir asker yarardan çok zarar verir." Dediğinde içimde bir şeyler koptu.

"Komutanım," Derken sesimdeki titremeye engel olamadım. "Senem, benim yüzümden kaçırıldı. Benim bu operasyonda olmam lazım."

İshak Komutan bir anlık duraksadı, bakışlarındaki kararlılık hiç değişmedi. O sert, otoriter duruşuyla beni süzdü. Odaya ağır bir sessizlik çöktü. Herkes nefesini tutmuş gibiydi.

"Üsteğmen Türkmen," dedi İshak Komutan, sesi sakin ama keskin, "Senin bu duruma ne kadar duygusal yaklaştığının farkındayım. Ancak bu operasyon kişisel bir mesele değil. Burada soğukkanlılık ve disiplin şart. Senin Senem Teğmen'e karşı hissettiklerin bu operasyona katılmanı engeller. Duygusal kararlar hatalara yol açar ve bu hatalar burada can alır. Bu yüzden katılamazsın."

Nefesim kesilmişti. Gözlerimi kısarak komutana baktım, içimdeki öfke dalgası yükseliyordu. Ama onun sözlerinin doğruluğunu da biliyordum. Duygusal olduğum kesindi, ancak Senem'in kaçırılmış olduğu gerçeği bütün mantığımı yakıyordu.

"Komutanım, siz de biliyorsunuz ki onu en iyi tanıyanlardan biri benim. Ben operasyonda olmazsam, burada kalırsam kafayı yerim. Kendimin hiç yapmayacağı şeyleri yaparım. O, benim hayatımdaki kadındı, ona inanmadım ben, onu yalnız bıraktım. Bu hatayı düzeltmek için şans verin. Soğukkanlı olacağım, disiplinimi koruyacağım, ama bu görevin bir parçası olmalıyım."

İshak Komutan'ın yüzündeki ifadede en ufak bir değişiklik olmadı. Birkaç saniye daha sessizce bana baktı, sonra ağır adımlarla odanın ortasına ilerledi. Bütün tim ona odaklanmıştı.

"Türkmen," dedi sonunda, "bu operasyona katılmak demek, sadece intikam ya da pişmanlık için burada olduğun anlamına gelmez. Eğer katılacaksan, her adımı planlayarak, soğukkanlı ve stratejik bir şekilde yapacaksın. Duygularını bir kenara bırakabilecek misin?"

Boğazım düğümlenmişti ama gözlerimi kararlılıkla ona diktim. "Evet, komutanım."

Bir süre daha sessizlik oldu. Sonra İshak Komutan başını salladı. "Peki," dedi, "katılacaksın. Ama unutma, bir hata yaparsan bedelini ağır ödersin, Türkmen. Timin canı senin ellerinde."

Başımı onaylarcasına salladım. İçimdeki öfke ve pişmanlık, yerini Senem'i kurtarma kararlılığına bırakmıştı. Ne pahasına olursa olsun, onu geri getirecektim.

"Senem Teğmen'in telefondan aldığımız en son sinyal, Kuzey Irak sınırına giden yol güzergahı üzerinden. Fakat bu, bizi kandırmak için bir şaşırtmacada olabilir. Kuzey Irak sınırındaki ekiplerimizle devamlı iletişim halindeyiz, olası bir durumda bize haber verecekler."

Gerekli konuşmalardan sonra hazırlık için toplantı odasından çıktık.

Odadan çıktığımızda koridorda bize doğru hızlı adımlarla gelen Asel ve Alpay'ı hepimiz gördük. Alpay'ın öfkesi buradan bile hissedilebiliyordu.

Senem ile çok bir benzerlikleri yoktu. Senem, sarı saçlı ve mavi gözlüydü. Alpay ise kumral ve ela gözlü. Fakat yüz hatları ile birbirlerine benziyorlardı. İkisinin de sert yüz hatları vardı.

Yanımıza geldikleri an Alpay, öfkeyle yakama yapıştı. Gözlerindeki acıyı ve öfkeyi görebiliyordum. Senem'in kaçırılmasından beni sorumlu tutuyordu. Ona bir şey diyemezdim. Ben bile kendimi sorumlu tutarken, ona nasıl kızardım?

Alpay yakamı sıkıca tuttuğu anda herkesin soluğu kesildi. Koridordaki diğer askerler bile dönüp bize bakmaya başladılar. Gözleri kızarmış, nefesi düzensizdi. "Senin yüzünden böyle oldu! Ona inansaydın böyle olmayacaktı! Eğer kardeşime bir şey olursa her şeyi siktir eder, atar, seni gebertirim Kürşad Türkmen, duydun mu beni?" Sesindeki öfke, her kelimesinde bir yangın gibiydi.

Asel araya girmeye çalıştı. Alpay'ın, yakamı tutan ellerini tutup çekmeye çalıştı ama bir faydası olmadı. "Alpay, yapma! Bu şekilde bir yere varamayız! Kendine gel, herkes bize bakıyor!"

Kendimi zorla toparlayıp konuşmaya başladım. "Alpay... haklısın, benim yüzümden oldu. Ama bunu düzelteceğim. Senem'i alacağız."

Alpay biraz olsun yumuşadı ama gözlerindeki öfke ve çaresizlik hâlâ yerli yerindeydi. Yakamı bıraktı ve bir adım geriledi.

Alpay'ın yakamı bıraktığı an, derin bir nefes aldım. Koridorda bir anlık sessizlik hâkim oldu; herkes bir sonraki adımın ne olacağını bekliyordu. Alpay hâlâ öfkeyle bana bakıyordu ama bir yandan da kendini toparlamaya çalışıyordu. Asel, gözlerindeki endişeyi gizlemeye çalışarak Alpay'ın omzuna dokundu, onu sakinleştirmek için küçük bir jest yapıyordu.

Hızlıca toparlanmamız gerekiyordu. Asel sert ses tonuyla konuştu. "Sönmez Timi, hazırlan!"

Herkes hızla harekete geçti. Koridorda yankılanan adımlar, görev ciddiyetini gözler önüne seriyordu. Kafamda binlerce düşünce dönüyordu. Senem'in son sinyali, Kuzey Irak sınırına giden yol güzergahındaydı; ama bu sadece bir yanıltmaca olabilirdi. Ona ulaşmak için en ufak bir ipucuna bile ihtiyacımız vardı.

Hazırlık odasına vardığımızda herkes bir hışımla çantalarını kontrol ediyor, silahlarını gözden geçiriyordu. Alpay ise odanın köşesine çekilmiş, gözleri kısık bir halde bana bakıyordu. Hiçbir şey söylemiyordu, ama o bakışları her şeyi anlatıyordu: Senem'in başına bir şey gelirse, benden hesap soracağı kesindi.

Asel yanıma yaklaşıp, alçak bir sesle, "Kuzey ekibinden henüz bir haber yok mu?" diye sordu. Gözleri, soğukkanlı görünmeye çalışsa da içten içe endişeliydi.

Kafamı iki yana salladım. "Henüz yok. Ama yakındalar, bir şey çıkarsa haberimiz olur."

Hızlıca endişesini kenarı atarak yeniden kararlı ve kendinden emin Yüzbaşı Sönmez oldu. "Herkes hazır mı?" diye sordu, sesi tok ve emindi.

"Hepimiz hazırız komutanım," diye cevap verdim, gözlerimi ona dikerek. Bu operasyonda kimse geri çekilmeyecekti.

Asel Yüzbaşı başını sallayıp ileriye doğru yürüdü, "Bu işin şakası yok, biliyorsunuz. Senem'i geri getireceğiz ve düşman ne olursa olsun peşlerinde olacağız."

Alpay bir anda sertçe yerinden kalktı, "Bunun için ne gerekiyorsa hepimiz yapacağız, buna emin olabilirsiniz, komutanım." Sesindeki kararlılık koridorda yankılandı.

Her şey hazırdı. Senem'i kurtarma vakti gelmişti.

☪☪☪

Senem Yenilmez...

-Kaçırılma anından saatler önce-

Çocukken sürekli hayal kurardım. Küçük, derme çatma evimizin önündeki ahşap sandalyeye oturur, saatlerce hayal kurardım.

Beni seven bir ailenin hayalini kurardım. Bir soru sorduğumda beni dövmeyen bir baba, hastalandığımda "Bir de seninle mi uğraşacağım bu işlerimin arasında?" Diye bağırıp ateşimin olmasını umursamadan beni dereye yollamayan bir anne hayalini kurardım.

O ahşap sandalye benim kaçış noktamdı. Dünyanın acımasız gerçeklerinden kaçıp kendi hayal dünyama sığındığım o eski, çatlamış sandalyede otururken, gözlerim kapalı bir şekilde bambaşka hayatlar yaşardım. Kafamda kurduğum o hayatlarda beni seven bir aile vardı; başımı okşayan bir baba, sabah kahvaltısında sıcak bir gülümsemeyle beni karşılayan bir anne.

Her gün aynı şeyi hayal ederdim. Babam işten yorgun argın dönse bile bana bir şeyler anlatan, gözlerinin içi gülen bir adam olurdu. "Bugün neler öğrendin bakalım?" diye sorar, cevabımı merakla beklerdi. Annem ise kollarını açar, bana sıkı sıkı sarılırdı. Ne yaparsam yapayım, gözlerinde hep o şefkatli bakış olurdu. İkisi de beni olduğum gibi kabul ederdi, hatalarımla, eksikliklerimle.

Ama gerçekler hayallerim kadar yumuşak değildi. Babam çoğu zaman odasından çıkmaz, adamları ile ilgilenirdi. Annem ise bitmek bilmeyen dertlerinin içinde kaybolmuş, beni bir yük gibi görürdü.

O ailede beni seven bir tek abim vardı. O severdi beni. Düşersem, ilk o yanıma koşardı. Ağlasam, gözyaşlarımı kendi silerdi. Korktuğumda bana sıkıca sarılırdı. Uyumadan önce yanıma gelir, okul ders kitaplarındaki hikayeleri bana masalmış gibi okuturdu.

Hastalandığımda kendi yemeğinin yarısını da bana verirdi. Sorduğum her soruyu ilgiyle dinler, aynı ilgiyle cevaplardı.

Abim benim için her şeydi. O varken dünya biraz daha katlanılabilir hale gelirdi. Evdeki karanlık ve soğuk ortamda, o bana ışık gibi gelirdi. Ne zaman dışarıda sert bir rüzgar esse, ne zaman annemin ilgisizliği ya da babamın yokluğu içimi kavursa, abim hep yanımdaydı. Beni hiçbir zaman yalnız bırakmazdı.

Şuanda ise Asel ile onu izlerken aklımdan bu düşünceler dönüyordu. Abim, yıllarca bana bakmış, kendi hayatını umursamamıştı. Şimdi mutlu olduğunu görmek içimdeki huzuru arttırıyordu.

Ordu'nun bir yaylasındaydık. Abimle Asel, tavuklara yem atarken ben çimlerin üzerine oturmuş onları izliyor, düşünüyordum.

Acaba o da burada olsa, bizde böyle olabilir miydik?

Yanıma yaklaşan bir kız çocuğunu görünce gülümsedim. Kara kaş, kara gözlü bir kız çocuğuydu. "Merhaba," Dedim tatlı tatlı. Yanıma oturarak elindeki iki çikolatadan birini bana verdi. "Yer misin abla?" Dediğinde gözlerindeki hevesi kırmamak için çikolatayı alıp cebime koydum.

"Şuan canım istemiyor ama sonra yerim, teşekkür ederim." Kız gülümseyerek beni inceledi. Parmakları boynumdaki yaraya dokundu. "Buraya ne oldu?"

Gülümsemeye çalıştım. "Kötü adamlardan birisi yaptı." Dedim sadece. "Annem benim yaralarımı öptüğünde geçiyor, seninki de geçer mi?"

Bilmeden sorduğu soru ile kalbim daha da kırıldı. O da bana böyle demişti.

"Olan ve olacak olan bütün yaralarını tek tek öpeceğim."

"Ya bir gün artık öpmezsen?"

"O zaman şehit düşmüşüm demektir."

Bu sözler zihnimin içinde dönüp duruyordu. Şehit düşmemişti ama artık öpmüyordu. Oysa benim yaralarım en çok o öpünce iyileşirdi.

Kıza cevap vermedim ama o kaşlarını hafifçe çattı. Parmakları yarada biraz daha gezindi, sonra nazikçe elini geri çekti. "Senin canın çok yanmış," dedi. Gözlerinde bir gölge belirdi, o masumiyetten anlık bir kayıp, sanki bir şeyleri daha derinle anlamaya çalışıyordu. "Ama iyileşeceksin, değil mi?"

İçimde derin bir boşluk hissi kabardı. Kendi yaralarımdan bahsetmek istemiyordum; onları unutmak, unutmaya zorlamak, belki de hatırlamamam gerekiyordu. Ama onun masum sorusu, her şeyi yeniden gün yüzüne çıkarmıştı.

"İyileşeceğim," dedim usulca. "Ama... her yara geçmez. Bazıları sadece alışılır."

Kız başını hafifçe yana eğip yüzüme baktı, gözlerinde şaşkınlık vardı. Sonra gülümsedi, bu sefer daha içten. "Ama bazıları öpülünce iyileşir, değil mi?"

Yüreğimde bir sızı daha hissettim, eski anıların izleri sanki o gülümsemeyle yeniden canlandı. Birkaç saniye boyunca kelimeleri toparlayamadım. Gözlerini benden ayırmadan elini tekrar boynuma götürdü, bu sefer yaramı öpmek için eğildi.

Fakat ben hızla geri çekildim. İçgüdüsel, ani bir hareketti. Kız şaşkınlıkla bana baktı, sanki neyi yanlış yaptığını anlamaya çalışıyordu.

"Özür dilerim," dedim aceleyle, gözlerimden kaçınarak. "Bu yara... başka birine ait."

Kendimi toparlayarak oturduğum çimlerden ayaklandım ve Asel'le abimin yanına gittim. "Senem bak, şu turuncu olan tavuğun adı oburmuş. Çok fazla yiyor! Attığımız bütün yemleri o yedi resmen!" Abimin neşeli sesi yüzümde bir gülümseme oluşturdu.

"Asel, burada çeşme nerede var?" Dediğimde Asel eli ile ilerideki yamacı gösterdi. "Aşağısında var, senle gelelim mi?" Diye sorduğunda başımı salladım.

"Hayır, gerek yok. Sadece su içip geleceğim." Düşmemek için dikkatle ilerleyerek çeşmeye varmıştım.

Avuçlarımı su ile doldurup önce su içtim. Sonra yüzümü yıkadım. Tam o sırada ağzımı ve burnumu kapatan, yakıcı bir koku hissettim.

Arkamdaki bedene tekmelerimi atmaya başlasam da bir etki etmedi. Bedenim giderek kendisini bıraktığında en son hatırladığım şey bir arabaya koyulup götürülmemdi.

☪☪☪

Etrafımdaki seslere gözlerimi araladım.

Gözlerimi araladığımda gördüğüm ilk şeyle sarsıldım.

Karşımda baba, tekerlikle sandalyede, serumlara bağlı bir şekilde duruyordu. Bakışları bende değildi, beni görmemişti.

"Uyandın demek." Bu sesi tanıyordum. Annem.

Kulaklarımı kapatmak istedim. Gözlerimi kapatmak, tamamen yok olup gitmek istiyordum. Kulaklarımı kapatmak için hareketlendim ama ellerim ve bacaklarım bağlıydı. Bir şey yapamadım. O ikisinin yanındayken bütün savunmam, gücüm elimden gidiyor; beş yaşındaki Senem, Arjin oluyordum.

İplerden kurtulmak için kıpırdamaya çalıştıkça bileklerimi kesen ipin soğukluğu içime işliyordu. Annemin sesi yeniden duyuldu. "Rahat dur. Bizden önce kendine zarar vermene izin vereceğimi mi sanıyorsun?"

Sesi buz gibiydi. Ürkütücüydü. Kulaklarım uğuldadı. Etraf buğulanıyordu.

Annem bana doğru ilerledi. Üzerinde siyah bir tişört ve siyah bir pantolon vardı. Tam yanımda durduğunda bana doğru eğildi. Bir eli ile sertçe çenemi kavradığında bakışlarımı ondan kaçırıyordum.

"Ona bak!" Diyerek babamı işaret etti. Sesi yüksek ve sertti. "Senin yüzünden benim kocam o hale geldi! Sen onu vurduğun için bu hale geldi!"

Annemin sözleri sanki içimde yankılandı. "Senin yüzünden..." Bu kelimeler, içime bir bıçak gibi saplandı. Gözlerim istemsizce babama kaydı, ama o hâlâ aynı, cansız haliyle duruyordu. Bana bakmıyordu. Beni görmüyordu. İçimde bir çığlık yükseldi ama dışarı çıkamadı. Nefes alamıyordum. Her şey üzerime çöküyordu.

"Anlamıyorsun!" diye fısıldadım, sesim neredeyse kaybolmuştu. Boynumdaki izi işaret ettim. "O da bana bunu yaptı. Ben bir şey yapmadım, ben görevimi yaptım..."

Ama annem beni dinlemiyordu. Çenemi daha da sert kavradı, gözlerimden yaşlar süzüldü ama o umursamıyordu. Sanki tüm öfkesini, içindeki nefreti bana yöneltmişti. "Keşke o bıçak şah damarına gelseydi de geberip gitseydin. Yada keşke seni ve abin olacak o iti doğduğunuz gün öldürseydim!" Sesi öyle yükseldi ki odadaki duvarlar bile yankılandı. İçimdeki beş yaşındaki Senem titriyordu, küçülüyor, savunmasız bir hale geliyordu.

Kollarım ve bacaklarım bağlı, kaçacak hiçbir yerim yoktu. Abimi yanımda istiyordum. O'nu, Kürşad'ı yanımda istiyordum. Ama yoklardı.

Annem gözlerime baktı, yüzünde bir kararlılık vardı. "Hani, nerede o çok sevdiğin abin? Nerede sevgilim diye elini tuttuğun adam? Yok!" Bir anlığına etrafımda her şey buğulandı, sesler uzaklaştı. İçimde bir soğukluk yayıldı. Kaçmak istedim. Kürşad'a sığınmak istedim. Ona sarılmak istedim. Ama artık ne Kürşad vardı, nede abim.

Her şey bulanıklaşırken annemin sesi zihnimi delip geçiyordu. Sözleri, boğazımda düğümlenen o acı gerçekliği hatırlatıyordu. "Nerede o çok sevdiğin abin?" diye bağırdığında, içimde bir parçanın koptuğunu hissettim. Her şey benden alınmıştı, o da gitmişti.

Annem çenemi bırakıp geri çekildi, soğuk bakışları üzerimdeydi. "Sevdiğin adam bile seni terk etti. Kimse seni olduğun gibi sevmeyecek, Arjin." dedi, sesi bu kez daha alçak ama bir o kadar da tehlikeliydi. Ellerimi hareket ettirmeye çalıştım, ama ipler hâlâ sıkı sıkıya bağlıydı. Her kıpırdandığımda, iplerin bileklerimi daha da kestiğini hissediyordum. Acı, zihnimi boşaltıyordu ama içimdeki o duygu fırtınasını durdurmaya yetmiyordu.

Birden, zihnimin derinliklerinde Kürşad'ın sesi yankılandı. Sanki onun gülüşünü, bana olan o koruyucu bakışlarını duyuyordum. Ama o gülüş artık gerçek değildi, sadece bir anıdan ibaretti. Kürşad yanımda değilken, hiçbir şeyin anlamı yok gibiydi. Ona sarılmayı, sığınmayı ne kadar istesem de, o artık yoktu.

Annem, bakışlarıyla bir süre beni inceledikten sonra geri adım attı. O an, odadaki ağır hava daha da yoğunlaştı. İçimde, tüm bu yaşananların sonu olmadığını biliyordum. Annemin nefretiyle baş başa kalmıştım. Abim yanımda yoktu. Her şey ile baş edebilir, herkese karşı gelebilirdim ama bir tek annemle babama elim kolum bağlıydı. Geçmişin ağırlığı yüzünden hiç bir şey yapamıyordum.

"Abini istiyorsun, öyle mi?" dedi annem alaycı bir tonda. "Seni ne kadar ararsa arasın, bulamayacak. Burada teksin, sadece sen varsın. Seni koruyacak abin yok."

Sözleri içimi delip geçti, tüm dünyam paramparça olmuştu. Gözlerim yeniden buğulandı. Haykırmak, kendimi savunmak, gerçeği bulmak istiyordum. Ama kelimeler içimde sıkışıp kaldı.

"Senden... senden nefret ediyorum." Diye mırıldandım sessizce. Yüzüme inen sert bir tokatla başım sağa savruldu.

Tokadın şiddetiyle başım yana savrulurken, yüzümde acı yanıyordu. Ama bedenimde hissettiğim bu acı, içimdeki boşluğu doldurmak bir yana, daha da derinleştiriyordu. Gözlerim yaşlarla doldu, ama onlara bile izin vermek istemedim. Annem, nefesi hızlanmış halde üzerimde dikiliyordu, yüzündeki öfke yerini soğuk bir memnuniyete bırakmıştı.

"Senden nefret ediyorum ha?" dedi alaycı bir tonda. "Senin gibi bir evlat kimsenin başına gelmesin. Babanı mahvettin, aileni mahvettin. Şimdi de abini kurtuluşun sanıyorsun. Sevgilini de öyle sanıyordun, değil mi?" Gözleri tekrar babama kaydı, sonra bana döndü. "Ama o da seni terk etti, değil mi? Artık yalnızsın, bu dünyada kimse seni istemiyor."

Yalnızdım, evet. İçimdeki karanlık, annemin sözleriyle daha da büyüyordu. Abimin beni aradığını biliyordum. Peki... Kürşad? O arıyor muydu beni? Yoksa bana ne diyerek umursamamış mıydı hiç?

Belki de annem haklıydı, belki de gerçekten beni hiç sevmemişti. Ama bir yandan içimde bir umut kırıntısı, bir yerlerde Kürşad'ın beni aradığını fısıldıyordu.

"Sana hiçbir şey borçlu değilim," diye fısıldadım, sesim kırılgandı ama bir o kadar da kararlı. "Ben... ben sadece kendimdim, askerim ben. Sizse terörist." Gözlerimi kısarak hatırlamaya çalıştım. "Görevimdi. Beni öldürecekti!"

Annem sertçe güldü, tüylerimi diken diken eden bir kahkaha attı. "Görev ha? O adam senin babandı. Senin kanın, canın. Sen kendi anne babanı katletmeye kalktın!"

Nefes almakta zorlanıyordum. "Abimi ve beni hiç sevmediniz... asla aile olmadınız bize. Sırf soru sorduğum için beş yaşında silahın kabzasıyla beni dövdü o adam! Küçücük yaşımda kaç kere dayak yedim! Bizim evde neden diğerleri gibi bayrak yok diye sorduğum soruya karşılık koluma kurşun yediğimde dört yaşındaydım!"

Gözlerimi anneme diktim, acıyla dolu bakışlarımda son bir direniş vardı. "Gerçekler saklanamaz... Abim, en sonunda beni bulacak," dedim.

Annem bir an için duraksadı, ardından arkasını dönüp odadan çıktı.

Odada yalnız kaldığımda, içimdeki ağırlık daha da büyüdü. Ellerim hâlâ bağlıydı, bileklerimdeki acı sürekliydi. Yalnızdım. Sadece kendimle ve geçmişimle baş başaydım.

-Bölüm Sonu-

-Bölüm nasıldı?

-En sevdiğiniz sahne?

-Bir sonraki bölümde sizce ne olacak?

 

 

Bölüm : 27.01.2025 20:20 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...