
Selamlar hepinize! Nasılsınız?
Umarım hepiniz çook iyisinizdir.
---
Asel Sönmez...
"Ben bu Ferda'yı boğacağım! Bizim işimiz başımızdan aşkın hâlâ Alpay'a sarkıntılık yapma derdinde!" Senem, en son bizimle birlikte bir yaylada görüldüğü için helikopterle Rize'ye gelmiştik.
Araştırma süreci devam ederken Ferda yanımızdan, daha doğrusu Alpay'ın yanından ayrılmamıştı.
Elimdeki miğferi başıma takıp kilitlerini takmadan Ferda'nın yanına ilerledim ve sertçe saçını kavradım.
"Bana bak! Benim sabrımı daha fazla zorlama! Burada canımız burnumuzda, silah arkadaşımız ortalarda yok, birde seninle uğraşamam! Siktir olup git, benim cinlerimi daha fazla tepeme çıkartma!"
Ferda'nın yüzü, sert tutuşumdan dolayı buruşmuştu. Gözleri, benim öfkeli bakışlarımla karşı karşıya kalırken, bir an için korku ifadesi belirdi. Diğerleri, benim öfkemin büyüklüğünü ve sinirlerinin gerildiğinde nasıl biri olduğumu bildiği için sessizce duruyordu. Murat, yavaşça yanıma yaklaşarak durumu yatıştırmaya çalıştı.
"Komutanım, sakin olun. Şu anda Ferda'yı suçlamak bize bir şey kazandırmaz," dedi, sesi yumuşak ama kararlıydı.
Sakin, derin bir nefes aldım ve Ferda'nın saçını bırakıp adımlarımı geri çekti. Yüzündeki öfke yerini yorgun bir bezginliğe bıraktı. Elindeki miğferi başından çıkarıp yere fırlattı. Hızla dönüp, arama ekibine döndü.
"Tamam, sakinim." Dedim, hiç de sakin olmayan bir ses tonuyla.
Ferda'nın gözleri hala titriyordu, ama bir şekilde benim öfkemden etkilenmişti. Biraz daha soğukkanlı görünmeye çalışarak, "Beni anlamıyorsunuz. Ben sadece yardım etmeye çalışıyorum," dedi, sesi titrek.
Ters bakışlarım anında ona döndü. "Askerlere sarkıntılık yaparak mı?" Diye çıkıştığımda ürkerek geri sindi.
Baran, Ferda'yı sakinleştirmek amacıyla bir adım öne çıktı. "Tamam, Ferda. Şu an buradaki herkes oldukça gergin. Eğer gördüğün bir şey varsa, bunu bizimle paylaşmalısın."
Ferda, iç çekerek başını salladı. "En son yaylada birkaç şey fark ettim. Ancak bunun ne anlama geldiğini bilmiyorum. Oldukça normal ama bir o kadar da değişik bir durumdu."
Sert bakışlarım hâlâ ondayken, Ferda'nın söylediklerini dikkatle dinledim. "Bize ne gördüğünü anlat," dedim, sesim daha sakin ama hala kararlıydı.
Ferda, "Bir grup adam gördüm. Buraların yabancısı gibiydiler. Üzerlerinde takım elbiseleri vardı, büyük bir siyah arabaları. Buradan geçip gittiler."
Bilgileri not alırken ters bakışlarım ona döndü. "Tamam. Şimdi def ol git buradan. Yoksa bu sefer sadece yolunan saçınla kalmazsın."
Ferda, öfkemden korkmuş olacak ki sessizce başını sallayarak geldiği yönden geri gitti. Bakışlarım sessizce her yeri inceleyen Kürşad abiye takıldı. Elindeki dürbünle çevreyi gözetliyordu.
Sakin adımlarla yanına ilerledim. "Abi," Dediğimde başını salladı sadece. Söyle, diyordu.
"İyi misin?" Dedim, elimi koluna koyarken.
"Sizce komutanım? Senem'in kaçırılması benim suçumken ve onu hâlâ bulamamışken nasıl iyi olayım?" Dedi sakin ama duygulu bir sesle.
Kürşad abi, gözlerini dürbününden ayırmadan, uzaklara odaklanmış halde duruyordu. Cevabını verirken yüzündeki ifade, bir yükün altındaymış gibi görünüyordu. Bu sessizlik içinde, kendini suçlu hissetmesinin ağırlığı açıkça hissediliyordu.
Bir an için sessizlik hakim oldu. Derin bir nefes aldı ve gözlerini bana çevirdi. "Senem'in kaçırılmasının sorumluluğunu üzerime alıyorum," dedi. "Çünkü ona inansaydım, yanında dursaydım buraya hiç gelmeyecekti. Benim yüzümden buraya geldi. Belki bir iz, ufacık da olsa bir umut bulurum diye her yeri gözlerimle takip ediyorum. Yine de, bazen fazla uzun bakışlar gözleri boğabilir."
"Elinden geleni yaptığından şüphem yok," dedim. "Ama kendini bu kadar yüklenmenin sana iyi gelmediğini düşünüyorum. Senem, dediklerinden sonra çok kötü oldu ve evet, hatalısın. Bu konuda yalan konuşamam. Hatan çok. Ama şuan, burada Senem'i bulmak için kendini yitirmen bile bir çaba. Belki sana kırgınlığı geçmeyecek ama seni affedecek."
Kürşad abi, derin bir düşünceye daldı. Sözlerimi sindirmeye çalışıyordu. "Belki de haklısın," dedi yavaşça. "Ama onunla çok ağır konuştum Asel." Dedi rütbeyi bırakarak. Son günlerde kaç kere sesinin titrediğini duyuyordum ve bu alışık olduğum bir durum değildi. "Ben bile dediklerimin ağırlığını taşıyamazken Senem'in hissedeceklerini umursamadan acısını yüzüne vurdum."
Elimle sırtını sıvazladım destek olmak için.
"Komutanım, çevrede bulduğumuz tek şey bu." Diyerek küçük, kilitli bir poşet içerisindeki şeyi bana uzattı.
Kürşad abi, poşeti anında elimden alarak inceledi. "Senem'in bilekliği. Bileğinden çıkarmaz bunu." Dedi anında.
Daha fazla burada durmamızın bir anlamı yoktu. "Tim, hazırlanın. Geri dönüyoruz!"
☪☪☪
Senem Yenilmez...
Titriyordum. Soğuktan değil, korkudan. Ve bu yüzden de kendimden nefret ediyordum.
Bu zamana kadar kaç kişi ile savaştın Senem. Hiçbirinde korkmadın ama ailenden mi korkuyorsun? Sen bu değilsin Senem. Çocukluk geride kaldı, orada yaşananlar geride, çok eskide kaldı. Kendi gücünü hatırla. Kendi benliğini hatırla. Sen bunlara boyun eğecek kadar güçsüz bir kadın değilsin Senem. Sen Türk Askerisin. Diyordu bir yanım.
Korkağın tekisin, yıllarca abinin arkasına saklandın. Şimdi o olmayınca korkudan ölmek üzeresin, sen sadece bir korkaksın. Diyordu diğer yanım.
Titremeye devam ederken, kendime verdiğim bu acımasız eleştiriler arasında kaybolmuş gibiydim. Kalbim hızla atıyor, nefesim kesiliyordu. İçimdeki sesler birbirini takip ederek beni daha da derin bir boşluğa çekiyordu.
Sakinleşmek için derin nefesler aldım. Bileklerim uzun süredir arkamda bağlı olduğu için kollarım uyuşmuştu ve sürekli hareket ettiğim için bileklerim tamamen yara olmuştu.
Bileklerimdeki acı, zihnimdeki karmaşadan daha çok çekilebilirdi. Derin nefesler alarak sakinleşmeye çalışırken, zihnimdeki seslerin yankıları artmaya başlamıştı. Gözlerimi kapatıp, kendimi bir anlığına huzura bırakmaya çalıştım.
Etrafımda karanlık ve sessizlik hâkimdi. Sanki tüm dünyadan izole olmam, sadece kendi acılarımla baş başa kalmam için bilerek yapıyorlardı. Delirmem için.
Gözyaşlarım yanaklarımdan süzülürken, derin bir karanlığın içinde kaybolmuş gibi hissettim. İçimdeki yalnızlık ve korku, derinlere işleyen bir soğukluk yaratıyordu. "Abi," diye fısıldadım, sesim titrek ve kırılgandı. "Gel artık, ne olur. Çok korkuyorum. Çok fazla."
Sanki bu fısıldadığım kelimeler, karanlıkta yankılanarak daha da büyüyordu. Cevapsız kalan her çağrı, içimdeki yalnızlığı ve çaresizliği artırıyordu. Kollarımdaki acı, kendimi daha da savunmasız hissetmeme neden oluyordu.
Derin bir nefes aldım.
"Abi, lütfen," diye tekrar ettim. "Lütfen, bana yardım et. Her şey çok zor."
Odanın kapısı açıldı ve içeri o kadın girdi. Küçümseyen bakışları beni bir kez daha inceledi. "Şu halinden memnun musun? Çocukluğunda en çok senin üzerine gittim, büyüdüğünde seninle ikimiz, iki kadın olarak bu çetenin başına geçip birlikte yönetelim diye. Ama sen, Türklere gidip işe yaramaz bir asker parçası olmayı seçtin. Oysa benim izimden gelseydin daha iyi yerlerde olurdun. Dışarıdaki adamların ve onlardan daha fazlasının başına geçebilirdin."
Onun sert bakışları, ruhumun derinliklerine işleyen bir soğukluk yayarken, Odanın karanlık köşelerinden gelen gölgeler, onun her kelimesiyle daha da derinleşiyordu.
"Yıllarca yaptığın her şeyi zorla bana yaptırarak senin gibi olmamı istedin," diye mırıldandım, sesim titrek ama gürdü. "Ama ben, hiçbir zaman senin yolundan gitmedim. Seçim yapmakta özgürdüm ve ben vatanımı, bayrağımı, milletimi seçtim. Sizin gibi vatan haini olmayı seçmedim."
Annem, gözlerinde alaycı bir parıltı ile bana yaklaştı. "Özgürlük mü? Bu, seni sadece yalnızlığa ve başarısızlığa sürükledi. Bu çetenin bir parçası olarak, senin potansiyelini ve yeteneklerini yönlendirebilir, gerçek bir güç sahibi olabilirdin. Ama sen, bir kumaş parçası için hayatını tamamen kararttın."
Karanlık, onun sözleriyle daha da yoğunlaşıyordu. İçimdeki korku ve çaresizlik, biraz daha yer bulmuştu. Annem, sözlerinin etkisini artırmak için yaklaştıkça, kendimi daha da savunmasız hissettim. "Sana, kızım olduğun için son bir şans veriyorum. Ya benimle, bu yola devam edersin. Yada şuan olduğun gibi bir esir olarak burada geberene kadar kalırsın."
Bunu bana sorması bile hataydı. "Sizin gibi terörist olmaktansa burada ölmeyi tercih ederim." Dediğimde sesimde bu sefer sesimde korku namına bir şey yoktu.
Güçlü eli, saçlarıma dolandı. Saçlarımdan tutarken yüzüme bir kere daha kafa attı. Hareketleri sert ve acımasızdı.
Saçlarımdan tuttuğunda, acının ve umutsuzluğun birleşimi içimi sarstı. Yüzüme uyguladığı sert darbe, gözlerimde karanlık noktalar oluşturdu. Çığlık atmadım, sadece acının derinliğini hissettim ve kendimi savunmasız, yalnız bir şekilde bıraktım.
Annem, yanındaki adamlara talimat verirken sesindeki sertlik, karanlığı daha da yoğunlaştırdı. "Burada geberip git o zaman!" dedi, sesi soğuk ve acımasızdı. "Buna ne bir lokma yemek, ne de bir yudum su vermeyin."
Adamlar, annemin talimatlarına itaatle hareket ettiler. Odanın köşesinde, suskun bir şekilde izleyen gölgeler gibi hareket ediyorlardı. İçimdeki umudu ve direncimi kaybetmeden, gözlerimle onlara meydan okudum. Belki de bu direniş, annemin sözlerinin ötesine geçebilmek için bir fırsat yaratabilirdi.
Adamlar, bir süre sessiz kaldıktan sonra odadan çıktı. Kapı kapanırken, dışarıdaki sesler ve hareketler, odayı tamamen sessiz ve karanlık bir yer haline getirdi. İçeride yalnız kalmanın ağırlığı, yavaşça her tarafımı sarmaya başladı. Kollarımın ve bacaklarımın ağrısı, acı verici bir şekilde kendini hissettiriyordu.
☪☪☪
Asel Sönmez...
Şırnak'a geri gelmiştik. Hepimiz alayda, arama işlerine devam ediyorduk.
Alayın geniş, klimalı odasında ekip olarak toplandık. Karanlık odada sadece bilgisayar ekranlarının mavi ışığı ve üzerindeki haritaların belirgin detayları vardı. Herkes görev başındaydı, ekranlara odaklanmış, arazi bilgilerini güncellemeye ve bulguları analiz etmeye çalışıyordu.
Sessizce bir bilgisayarın başında otururken gözlerim hâlâ hafifçe kısıktı. Başımın ağrısını hafif bir ağrı kesiciyle bastırmıştı ama yine de gözleri yorgunluk belli oluyordu. Kürşad abi, kimse ile konuşmadan saatlerdir bilgisayar başında bölgeyi inceliyordu. Saatlerdir yemek bile yememişti.
"Asel Komutanım," dedi Ozan, bilgisayar ekranını işaret ederek, "Bu yeni verilerle sanırım biraz daha net bilgi elde edebiliriz. Belki de aradığımız izleri bulabiliriz."
Gülümsedi ama yorgunluğumu saklamaya çalıştım. "Umarım öyledir. Bu işi başarmak zorundayız."
Alpay, ekranın üzerine doğru eğilerek, "Ne de olsa bu işi bitirene kadar rahatlamaya niyetimiz yok," dedi ve ekrana bakmaktan uyuşup yorulan gözlerini kısa bir süre ovuşturarak tekrardan incelemeye döndü.
Geri planda, diğer ekip üyeleri sessizce işlerine devam ediyorlardı. Haritalar ve verilerle dolu büyük bir ekranın karşısında, bir analiz uzmanı, tespit ettikleri bölgeleri işaretleyerek önemli noktaları belirlemeye çalışıyordu. Bir yandan, ofisin kapısından gelen ayak sesleri, dışarıdaki ortamın ne kadar yoğun ve hareketli olduğunu anlatıyordu.
Arama çalışmalarının devam ettiği bu yoğun atmosferde, herkesin gözü bir yanda başarıya ulaşmanın ve kazanan bir bilgi bulmanın umuduyla ekranlarda dolaşıyordu.
"Komutanım," bakışlarım Poyraz'a döndü. "Sanırım bir şey buldum." Alpay, karşımdaki sandalyeden hızla kalkarak Poyraz'ın yanına koştu. Hepimiz onun bu hareketini taklit ederek bilgisayar başına koştuk.
"Çevredeki ekiplerimizden bu bölgede bir grup yürüyüşü gerçekleştiği bilgilerini aldık. Sorun şu ki," Eli ile işaret ettiği yerin ilerisini gösterdi. "Buradan sonrasında izler kayboluyor."
Alpay, Poyraz'ın gösterdiği yere dikkatle baktı. Haritada işaretli olan bölge, Kuzey Irak bölgesine giden yolu işaret ediyordu. Gözleri düşünceli bir şekilde daraldı.
"Bu alanda ne tür bir yürüyüş yapıldığını biliyor muyuz?" diye sordu Kürşad, Poyraz'a.
Poyraz, derin bir nefes aldı ve bilgisini paylaştı. "Ekiplerimizden aldığımız bilgilere göre, bu bölgede bir grup yürüyüşü yapıldı. Ancak, olayın hemen ardından buradaki izler kaybolmuş. Ayrıca, yürüyüş rotasına dair bazı deliller bulduk ama tam olarak ne olduğunu belirleyemedik."
Ekibin kararlı bakışlarını gördüğümde hemen harekete geçtim. İshak Albay, bir süre buralarda olamayacağı için bütün yetkiyi bana vermişti.
"Tamam, o zaman planımız şu olacak. Bu bölgeyi detaylı bir şekilde incelememiz gerekiyor. Alpay, sen ve birkaç kişi hemen bu alana gidin ve izleri takip edin. Diğer ekiplerle birlikte biz de bu bilgileri daha derinlemesine incelemeye devam edeceğiz."
Alpay başını sallayarak onayladı. "Anlaşıldı komutanım. Hemen hazırlıklara başlıyoruz."
Dedikten sonra hızlıca harekat merkezinden çıktılar. Harekat merkezinde ben, Ozan, Poyraz ve diğer askerler kalmıştık.
Ozan'a döndüm. "Ozan, on beş kişilik bir tim daha hazırla. Bizimkilerle birlikte arama çalışmalarına katılsınlar."
Ozan, oturduğu bilgisayarın başından ayaklandı hemen. "Emredersiniz komutanım."
☪☪☪
Senem Yenilmez...
"Sakin ol Senem, sakin ol Senem, Sakin ol senem..."
Saatlerdir kendi kendime konuşarak içimdeki korkuyu sakinleştirmeye çalışıyordum.
Karanlık ve rutubet kokan bir odanın köşesinde tek başına duruyordu. Gözlerim doluyor, ara ara yaşlar yanaklarımdan akıyordu. Arkamdan kalın iplerle bağlı olan bileklerimi artık hissetmiyordum neredeyse.
"Sakin ol Senem, sakin ol Senem, sakin ol Senem..." diye mırıldanarak, kendi kendimi telkin etmeye çalışıyordum.
Derin nefesler alarak kalbimi sakinleştirmeye çabalıyordum. Kapının ardından nadiren sesler duyuyordum. Beni delirmem için bilerek burada tek bırakıp sessizliğe mahkum ediyorlardı.
Karanlık ve rutubet kokan odanın köşesinde tek başına duruyordum. Gözlerim dolmuş, yaşlar yanaklarından sessizce süzülüyordu. Derin nefesler alarak kendimi sakinleştirmeye çalışıyordum. Her nefeste, içimdeki korkunun biraz daha azaldığını hissetmeye çalışıyordum, ama bu çabalar giderek daha da zorlaşıyordu.
Kapının ardından gelen nadir sesler, içinde bulunduğum yalnızlığın ve umutsuzluğun ağırlığını artırıyordu. Sessizlik, her geçen dakikada daha da derinleşiyor ve ruhumda karanlık bir boşluk yaratıyordu.
Saatlerdir yaptığım tek şeyi yaparak çocukken abimin her korktuğumda bana mırıldandığı şarkıyı söylemeye devam ettim.
Şarkıyı söylemeye devam ederken, sesim yorgun ama kararlı bir şekilde titriyordu. Melodi, beni çocukluğuma götüren ve güven dolu anıları hatırlatan bir liman gibiydi. Her notada, abimin sıcak ve huzur verici sesi kulağımda yankılanıyordu. İçimdeki karanlık, bu şarkının melodisiyle biraz olsun aydınlanıyormuş gibi hissediyordum.
Gözyaşlarım yanaklarımdan süzülürken, şarkıyı mırıldanmaya devam ettim. Melodi, bana biraz olsun huzur veriyordu, ama kapının yeniden açılmasıyla içeri giren kadın, bu huzuru bir anda bozguna uğrattı. Annem olacak o kadın, sert ve soğuk bir ifadeyle odanın içine girdi.
Nefretle dolu bakışları, içimi kemiren bir acı yarattı. Onun varlığı, aniden duvarların arasındaki karanlık boşluğu daha da derinleştiriyordu. Şarkının sözleri, bu boğucu atmosferin içinde kaybolmuş gibi hissettiriyordu.
Kadın, kapının önünde durarak, gözlerimi süzdü ve yüzündeki ifadeyi daha da keskinleştirdi. "Hâlâ ezik gibi ağlıyor musun?" diye sordu, sesi alaycı ve küçümseyiciydi. Her kelimesi, içindeki soğukluğu ve karanlığı yansıtıyordu.
Sözcükleri, yüreğimin derinliklerinde bir yara açtı. Şarkının melodisi bir anda arka planda kalmıştı. Sözlerinin etkisiyle, yüzümdeki acı ve öfke daha da belirginleşti. Nefretim, şarkının rahatlatıcı etkisini gölgede bırakıyordu.
"Öldüreceksen öldür artık, bitsin bu işkence," diye mırıldandım, sesimdeki titreme ona karşı koyma çabamı yansıtıyordu. İçimdeki öfke ve çaresizlik, kelimelerime yansıdı. Kadın, gözlerinde sahte bir şaşkınlık ifadesi belirdi, ardından yoğun bir öfke dalgası yükseldi. O an, odanın içindeki gerilim daha da arttı.
Sert ve tok adımlarla bana doğru ilerledi. Cebinden çıkardığı küçük bıçağı, bacağıma acımasızca sapladı. Keskin metalin bacağımın derinliklerine girmesiyle, acının ani patlamasıyla sessizce inledim. Her bir sızı, ruhumun derinliklerinden gelen bir çığlık gibi yankılanıyordu.
Annemin gözlerinde, bıçağın acısına karşı tek bir duygu bile göremedim. Yüzündeki ifade, benden aldığı keyfi yansıtıyordu. Çığlıklarımın her bir tonu, ona mutluluk veriyordu. Acım, onun için bir ödüldü, sanki eziyet etmenin kendisine bir anlam kattığı bir oyun gibiydi.
Bıçağın saplandığı yerdeki yanma, bacaklarımın üzerinde yayılan bir ateş gibi hissediliyordu. Yüzümdeki acı ve gözyaşları, onu etkilememiş gibi görünüyordu. Gözlerimdeki yaşlar, sadece içimdeki bu karanlık ve umutsuzluğu daha da belirginleştiriyordu.
Kadının gözleri, benden aldığı tatminle parlıyordu. Her çığlığım, ona daha fazla güç veriyor gibiydi. Eziyet etmeyi sevindirici bir zevk olarak görüyordu. İçimdeki acıyı ve öfkeyi, bıçağın yarasıyla daha da derinleştirerek, beni tamamen karanlığa ve yalnızlığa itiyordu.
Her nefes alışım, acının derinliğini daha da hissettirirken, bir yandan da bu eziyetin son bulması için içten bir umut arıyordum. Ama bana bu umudu sağlayacak tek bir şey bile yoktu.
Kadının sesi, soğuk ve acımasız bir şekilde odanın içinde yankılandı. "Yaşadıklarımızı yaşatmadan seni öldürmeyeceğim, çektiğimiz her acının bin mislini çekeceksin," dedi. Kelimeleri, acımın üzerine tuz eker gibi hissettirdi.
Bıçağın bacağımda yarattığı yanma, artık bütün bedenimi sarhoş eden bir ateşe dönüşmüştü. Her nefes alışımda, derin bir acı duygusuyla boğuluyordum. Kadının sözleri, bu acıyı daha da dayanılmaz kılmak için bir tehdit gibi vuruyordu. İçimdeki umut kırıntıları, bu acının içinde boğuluyordu.
Kadın, bıçağı yavaşça çekti ve yüzündeki soğuk ifade, benden aldığı tatminle daha da belirginleşti. Sıkıca kapalı gözlerimi araladım ve acının gözlerimdeki yanmasını gördüm. Ama kadın, bu acının içinde ne bir merhamet ne de bir şefkat arıyordu. Onun için her şey bir oyun ve ben bu oyunun bir parçasıydım.
Sırtımı kaplayan soğuk terler ve ağlamamın içindeki sessizlik, odanın karanlığında yankılanıyordu. Kadının gözlerinde sadece bir boşluk vardı. Eziyet etmek, onun için varoluşsal bir zevk haline gelmişti. Her acı, onun için bir başarıyı ve tatmini ifade ediyordu.
Yüzümdeki acıyı hissettiren her sızı, içimdeki umudu yok ediyordu. Bıçağın yarası, içimdeki karanlığı daha da derinleştiriyordu. Artık her an acı ve umutsuzluk içinde kaybolmuş gibi hissediyordum. Bedenim, bu işkencenin içinde savrulurken, ruhumun karanlık köşelerinde, sadece bu acının bir an önce bitmesini diliyordum.
Kadın, odadan çıkmadan önce son bir kez baktı. Yüzündeki acımasızlık, içimdeki karanlıkla birleşerek, sadece umutsuzluk ve yalnızlık bırakıyordu. O an, tüm dünyam bu acının derinliğine gömülmüş gibi hissettim. Ve her nefes alışımda, bu cehennem benliğimi daha da sarhoş ediyordu.
Delirmenin eşiğine gelmiş gibi hissediyordum.
"Neyi dinleyeyim Senem? Yada Arjin mi demeliyim? Hangisi sensin Arjin Kanzede?"
"Senin ailen yapmadı belki ama onlarla aynı amaçta! Sen onlara yardım ve yataklık yapıyorsun! Ben ailen gibi teröristler ve senin gibi onlara yardım edenler yüzünden on sekiz yaşındaki kardeşimi toprağa gömdüm! Canımı, kanımı küçücük bir mezarın içine sığdırdım ben!"
"Biliyor musun, sen hâlâ anne babasının gözüne girmeye çalışan küçük bir kız çocuğusun Senem. Onlar seni sevsin diye omzunda bayrağını taşıdığın vatana bile ihanet ettin sen."
"Yaklaşma bana! Sen hainsin Senem. Pardon, Arjin'di değil mi?"
"Bir daha sakın karşıma çıkma. Gözümden de gönlümden de ırak ol. Bundan sonra ne ölün ölüme, ne dirin dirime."
Kürşad'ın sözleri acımasızca zihnimde tekrarlanıyor, o anlar gözümün önünden gitmiyordu. Oysaki şuan en çok ona ihtiyacım vardı.
Kürşad'ın sözleri zihnime kazınmış gibiydi. Onun sesi yankılanıyor, yüzündeki öfke gözlerimin önünden gitmiyordu. Göğsümde keskin bir acı hissediyordum, sanki her nefesimde derinleşiyordu. Göğsümdeki duygusal acıya ek bacağımdaki yaranın somut acısı, işi iyice olumsuz kılıyordu.
Yalnızdım. Kürşad'ın yokluğu, varlığından daha ağırdı şimdi. Onunla aramda bir uçurum oluşmuş gibiydi, ve ben her adımda o uçuruma daha da yaklaşıyordum.
İçimdeki korku ve çaresizlik büyüyordu. Ona en çok ihtiyacım olan anlarda bile yanımda olamayacaktı. Bu gerçek beni en az sözleri kadar yaralıyordu.
-Bölüm Sonu-
-Bölüm nasıldı?
-En sevdiğiniz sahne?
-Bir sonraki bölümde sizce neler olacak?
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 30.68k Okunma |
2.02k Oy |
0 Takip |
55 Bölümlü Kitap |