36. Bölüm

Bölüm 35

Ceren Su Karadağ
karadagceren

Selamlar hepinize! Nasılsınız?

Umarım hepiniz çok iyisinizdir.

---

Kürşad Türkmen...

Sevginin bıçağı, en derin yarayı açar ve eski huzuru yok eder.

O bıçağı sözlerimle Senem'e ilk önce ben doğrultmuştum, şimdi ise karşımda kan ve yara içinde duran Senem, elindeki kanlı bıçağı bana, tam kalbimin hizasına tutuyordu.

Bana doğrulttuğu bıçak umurumda bile değildi. Karşımda duran Senem, benim tanıdığım Senem değildi. Canımı yakan buydu.

Dolan mavi gözleri, artık kıpkırmızıydı. Yüzünün her yeri yara içindeydi. Bir bacağının üzerine basamıyordu ve sol kolu kırık gibi gözüküyordu.

Tüm bunların sorumlusu bendim...

"Senem..." Dedim. Sesim kısık ve acı dolu çıkmıştı. Senem'e yaklaşmak için bir adım attığımda elindeki bıçağı daha yukarı kaldırdı. "YAKLAŞMA! UZAK DUR BENDEN!" Diye bağırmasıyla olduğum yerde kalakaldım. Gözlerim yavaşça dolarken ve kalbim, bir cam gibi paramparça olurken boğazımdaki yumru ile tek kelime etmeden.

Senem'in sesi, acı ve öfke dolu bir yankı gibi çınlıyordu. Bıçağı hala titreyen elinde, bana karşı tutuyordu, ama gözlerinde çaresizlik ve yorgunluk vardı. Her hareketi, içindeki derin yaraların bir yansıması gibiydi.

Bir adım geriledim, omuzlarım düşmüş ve kalbim ağır bir yük altında eziliyordu. Senem'in acısını, kendi içimdeki suçluluk ve çaresizlikle birleştirerek hissediyordum.

Senem'in bakışları, bana karşı hem öfke hem de bir tür yorgunluk taşıyordu. Bıçağı yavaşça indirdi, ama hala elinde tuttuğu bıçak, eski güveni ve huzuru sarmalamaktan çok, derin bir yara açan bir sembol gibiydi. Yüzündeki kırışıklıklar ve gözyaşları, yaşadığı acının büyüklüğünü anlatıyordu.

Birden, Alpay hızlıca arkamdan çıkarak Senem'in yanına vardı. "Boncuğum," diye acıyla fısıldayarak, olduğu yerde titreyen Senem'i düşmemesi için tuttu. Senem'in zayıf ve yorgun bedeni, Alpay'ın kollarında sanki bir yükten kurtulmuş gibi gevşedi.

Alpay'ın gözleri, Senem'in yaraları ve acıları karşısında derin bir üzüntüyle doluydu. "Abi..." Diye fısıldadı Senem, Alpay'ın göğsüne sığınırken. Alpay, kırık kolunu ve yaralı bacağını fark ettiğinde yavaşça Senem'i oturttu.

Boynuna bağladığı yeşil, askeri desenli fularını tek hamlede çıkartıp Senem'in kanayan bacağına sardı. Kollarını onun bedeninin altından geçirerek son derece dikkatli bir şekilde Senem'i kucağına aldı.

Senem, başını abisinin göğsüne yaslarken gözlerinden yaşlar sicim gibi akıyor ve vücudu titriyordu. Yutkunarak üzerimdeki kalın askeri montu çıkartıp tek adımda Alpay ve Senem'in yanına geldim.

Hiç konuşmadan montumu Alpay'ın kucağındaki Senem'in üzerine örttüm, sıcak ve koruyucu bir kaplama sağlayarak onun biraz olsun rahatlamasına yardımcı olmayı umdum. Geri çekilirken gözümden bir damla yaş aktı.

Alpay, kucağındaki Senem ile birlikte hastane helikopterine doğru yürürken, Alpay'ın silahını Asel, çantasını ise Koray almıştı. Murat ve Ozan, Alpay'ın önünde ilerlerken, biz de ellerimizi tetikte tutarak onları korumaya devam ediyorduk. Her adımımız, bir kurtuluş ve umut arayışıyla doluydu.

Hastane helikopterinin yanına geldiğimizde, Alpay, kucağındaki Senem'i dikkatlice sedyeye uzandırdı. Sağlıkçı askerler, hemen harekete geçerek Senem'in durumunu kontrol etmeye başladılar. Alpay, Senem'i bırakırken gözlerinde hem yorgunluk hem de umutsuzluk vardı, ama aynı zamanda derin bir sevgi ve bağlılık da vardı.

Sağlıkçı askerler, Senem'i sedyeye yerleştirirken, ekip üyeleri arasında sessizlik hakimdi. Herkes, yaşanan acının ve zorluğun etkisi altındaydı.

Helikopterin motorları çalışırken, Alpay'da Senem'in yanına bindi. İkisi hastane helikopteri ile giderken bizde diğer helikoptere bindik.

"Abi," Diyen Asel'e bakmadım. Yanımda oturan Asel, elini koluma attı. "İyi misin?" Başımı hayır anlamında salladım.

Asel'in endişeli bakışları altında, sesim titriyor ve gözlerimden yaşlar usulca akıyordu. "Asel, ben nasıl böyle biri oldum? Nasıl ona inanmadım? Nasıl Asel, nasıl? Nasıl onu göremeyecek kadar nefret doldu içime?"

Asel, elini kolumdan çekmeden, derin bir nefes aldı. Sesindeki endişe ve anlayış, benim içsel çatışmalarımı hissettiğini gösteriyordu. "Abi, kendine gel lütfen, şuan için Senem'in hayatı bizim için önemli. Hatalısın ama bir şekilde hatanı telafi edebilirsin belki..." dedi, sesi yumuşak ve teselli edici.

Gözlerimden yaşlar akarken, Asel'in söyledikleri, içimdeki suçluluk ve acıyı hafifletmeye yardımcı olmuyordu. "Ama nasıl? Nasıl yapabilirim? Senem'e yaşattığım acının telafisi mümkün mü?" diye sordum, sesimdeki umutsuzluk açıkça duyuluyordu.

Asel, başını hafifçe eğerek, gözlerimi dikkatle inceledi. "Sana gerçekleri söyleyeceğim abi," dedi. "Senem, seni hemen affetmez. Belki de hiç affetmez. Yaşadıkları kolay değildi, ilk önce canından öte gördüğü mesleğinden oldu, sonra sevdiği adam ona inanmayıp onu zayıf noktasından vurdu, üstüne birde annesi tarafından kaçırılıp öldüresiye işkence gördü... bunlar çok ağır şeyler, affedilmesi ve hazmedilmesi zor. Senem belki senden nefret edecek, belki bir daha konuşmak istemeyecek ama sen çabalarsan kendini affettirebilirsin, her şey senin elinde. Yeter ki onu daha fazla üzme."

Asel'in sözleri, içimde bir nebze de olsa rahatlatmıştı. İçsel çatışmalarım ve pişmanlıklarım, yavaş yavaş şekil almaya başlıyordu. "Teşekkür ederim, Asel," dedim, sesimde biraz olsun sakinleşme ve rahatlama hissettiğim bir şekilde.

Asel, başını omzuma yaslarken bana güç vermek ister gibiydi. Sessizce helikopterin boşluğunu izledim.

Helikopter iniş yapar yapmaz hepimiz birlikte hastaneye, Senem'in yanına gittik. Yoğun bakımın koridorunda tek başına oturan Alpay'ı görünce Asel koridorun kalanını koşarak ilerledi ve Alpay'ın yanına kuruldu.

"Alpay'ım," Alpay, hiç hali kalmamış bir şekilde başını Asel'in dizine yasladı. "Asel, doktorlar durumu riskli diyor,"

Asel, dizinde yatan Alpay'ın saçlarını okşadı yavaşça. "Bunu da atlatacak, o neleri atlattı, hepsini atlattığı gibi bunu da atlatacak Senem."

Hepsi bir işle uğraşırken ben sadece yoğun bakımın penceresinden Senem'i izliyordum. "Böyle olmaz, intikamını bu şekilde alma benden, Gün Işığı, yapma bunu. Kendi canınla benden intikam alma. Uyan, ne olur uyan. Uyandığında nasıl istersen al benden intikamını ama uyanıkken al, hayattayken al. Hayattayken gel canımı oku, beni canınla imtihan etme be kızım..." Diye sessizce camdan ona fısıldadım.

Mavi hastane kıyafeti yakışmamıştı ona. Mavi, bir tek gözlerine yakışıyordu; derin ve anlamlı bir renk olarak, onu tam anlamıyla ifade eden tek şeydi. Hastane kıyafetleri onun gerçek gücünü ve kişiliğini yansıtmıyordu; sadece yaşadığı acıyı ve zayıflığı simgeliyordu.

İçimdeki duygular, kelimelerle ifade edilemeyecek kadar karmaşıktı. Senem'in gözlerindeki mavi, bir umut ve yaşam umudu taşıyordu, ama aynı zamanda derin bir üzüntü ve suçluluk da barındırıyordu.

Mavi rengi, güveni simgelerdi. Onun gözleri bana hep güven verirdi.

Yeşil rengi de güveni simgelerdi. Ama ben ona güven sağlayamamıştım.

Onun mavi gözleri bana güveni en içten hissettirirken benim yeşil gözlerim onun bana duyduğu bütün güveni alıp götürmüştü.

Onu bir yoğun bakım odasında, her yerine kablolar bağlı bir şekilde görmek canımdan can çıkartıyordu.

Senem uyandığında aramızdaki hiçbir şeyin artık eskisi gibi olamayacağını biliyordum.

O uyansın, ben her şeye razıydım.

"Koray?" Koray'ın adını duyan bakışlarım hemen o tarafa döndü. Sandalyelerde oturan Koray'ın da dikkatini çekmişti sesin sahibi. Karşımızda, hastane üniforması ve beyaz önlüğüyle bir kadın duruyordu. Şaşkın bakışları, bizlerin üzerine dolaşıyordu.

Koray, oturduğu yerden ayaklandı, sesinde yorgunluk açıkça hissediliyordu. "İdil, ne yapıyorsun burada?" dedi.

İdil, kaşlarını çatıp Koray'a baktı. "Burası hastane, benim çöplüğüm yani. Doktorum sonuçta, bir doktorun hastanede olması garip değil. Sen, yani siz niye buradasınız? Bir sorun mu var?" diye sordu, sesindeki soru işareti ve hafif alaycılık, yorgunluğun yanı sıra onun da bir merak ve endişe taşıdığını gösteriyordu.

Koray, "Bir arkadaşımız burada," diye yanıtladı. "Durumu hakkında kritik diyorlar."

İdil'in ifadesi, önce bir anlığına yumuşadı, sonra profesyonel bir ciddiyetle yerine döndü. "Anlıyorum. Ben de yoğun bakımdaki hastanın durumunu öğrenmeye geldim. Size yardımcı olurum. Hastanın durumu hakkında bilgileri veririm size."

Koray, "Henüz güncel bir bilgi almadık," dedi, "Ama her şeyden haberdar olmamız gerekiyor. Bu bizim için önemli."

İdil, "Ben bir hastaya bakayım, durumu hakkında size gerekli bilgileri veririm," dedi. Ardından, hepimizi sandalyelere yönlendirmek için adım atarak, hastane koridorundan geçip yoğun bakımın kapısına doğru ilerledi.

Alpay, içeri girmek için bir adım attığında İdil'in bakışları onda durdu. "Maalesef, içeriye kimseyi alamam."

Alpay, sertçe kaşlarını çattı. "İçerideki kız benim kardeşim!" Diye bağırdığında Asel hızlıca kolunu tuttu. İdil, sakince karşılık verdi Alpay'a.

"Bakın, sizi anlıyorum. Kardeşiniz için endişenizi de anlıyorum ama sizi içeri alamam, hastanın yaraları çok fazla ve hepsi açık yara. Yaraların iltihap ve enfeksiyon kapması durumunda hastanın durumu daha da ciddileşir, lütfen."

Alpay, derin bir nefes alarak sakinleşmeye çalıştı. "Ama biz... sadece birkaç dakika... Lütfen," dedi, sesindeki acı ve umutsuzluk belirgin bir şekilde hissediliyordu.

İdil, "Kardeşinizin iyiliği için bu kurallara uymak zorundayız. Ancak hasta odasının dışında kalabilir ve gelişmeleri buradan takip edebilirsiniz. Size en kısa zamanda bilgi vereceğim," dedi. "Size yardımcı olmak için buradayım, ama lütfen bu kurallara uymamız gerektiğini anlayın."

Alpay, İdil'in açıklamalarıyla yavaşça yatışa geçti, Asel'in desteğiyle bir adım geri çekildi. Hepimiz, endişeyle içeriye bakarken, İdil'in vereceği en ufak bir haberi bekliyorduk.

Bize saatler gibi gelen dakikaların ardından elindeki rapor ile dışarı çıktı İdil. Alpay hemen ayaklandı. "Durumu nasıl?"

İdil, sıkıntılı bir iç çekti. "Üzgünüm, hastanın durumu çok kritik. Üç günden fazla yaralı bir şekilde aç ve susuz kalmış. Vücudu hem fiziksel hem de zihinsel olarak büyük bir yorgunluk içinde. Şu an tüm müdahalelere rağmen, hayati tehlikesi son derecede devam ediyor. Dehidrasyon ve açlık, iyileşme sürecini iyice zorlaştırıyor."

Alpay'ın yüzü solmuştu. "Yani, umut var mı? Ne yapabiliriz?"

İdil, gözlerini yere indirip, derin bir nefes aldı. "Şu an için en iyi ihtimalle, vücudu desteklemek ve iyileşme sürecini en azından bir adım ileriye taşıyabilmek. Sıvı tedavisi ve beslenme desteğiyle başlayacağız. Ayrıca yaralarının enfeksiyon kapmaması için sürekli izlemekte olacağız. Ama ne yazık ki, bu kadar uzun süre aç ve susuz kalan bir vücut, her zaman beklenmedik komplikasyonlarla karşılaşabilir."

Alpay'ın gözleri dolmuştu. "Sizin elinden gelen her şeyi yaptığınızı biliyorum doktor hanım, ama bu durumda ne yapabileceğimize dair bir şey söyleyin lütfen. Yapabileceğimiz başka bir şey var mı?"

İdil, başını salladı. "Sadece umut edebiliriz ve elimizden gelenin en iyisini yaparız. Hemşireler ve doktorlar sürekli olarak durumunu izleyecekler. Şu an bizim için önemli olan önümüzdeki kırk sekiz saat. Bu önümüzdeki saatlerde olabilecek en ufak bir olumsuzlukta maalesef ki hastayı kaybedebiliriz."

Alpay, ellerini kafasına götürdü, saç diplerini çekiştirirken yaşlarını tutamıyordu artık. "Kardeşim o benim! Onu kaybedemem, olmaz, kaybedemem.... o daha küçük... onu kaybedemem..."

Asel, dolu gözlerini saklamaya çalışarak Alpay'a sarıldı. Bir çeşit şok içindeydim. Olduğum yere çöküp sadece gözümden akan yaşlarla beklemeye devam ettim.

Sırtımı soğuk duvara yaslarken gözümden yaşlar benden bağımsız şekilde akıp gidiyordu. "Abi," Bu sefer yanıma oturan kişi Baran'dı. Onunda gözleri hüzünlüydü.

"İyiyim." Dedim ama sesim bile yalan olduğunu belli ediyordu.

Baran, sessizce yanıma oturdu, omuzlarını hafifçe yana eğip beni destekledi. Sessiz bir anın ardından, derin bir nefes aldı ve hüzünlü gözleriyle bana baktı. "İçimizden birinin bir derdi olduğunda ilk sen beliriyorsun yanında. Ama konu kendi derdin olduğunda kapatıyorsun kendini..."

Gözyaşlarım, gözlerimden süzülürken, kalbim içimde ağırlaştı. Başımı ellerimin arasına alarak, derin bir iç çekişle konuşmaya devam ettim. "Sadece... tüm bunların sorumlusu benken neden orada yatanın Senem olduğunu anlayamıyorum... O suçsuzdu Baran... onun yerine o yoğun bakımda benim yatmam lazım..."

Baran anında bana döndü. "Abi saçmalama! Tamam evet o dediklerin konusunda biraz hatalıydın ama Senem'e bu olanlar senin suçun değildi. Sen böyle olacağını bilemezdin."

Bir süre sessiz kaldık, sadece sessizliğin ağır yükü içimizi kaplamıştı. Baran'ın varlığı, hem bir destek hem de acıyı paylaşmanın bir yolu gibiydi. Gözyaşlarım azalmıştı ama acının derinliği henüz tam anlamıyla dinmemişti.

"Ne yapacağımı bilmiyorum," dedim, sesimdeki üzüntü hala belirgindi. "Sadece, her şeyin yoluna girmesini ve her şeyin eski haline dönmesini istiyorum."

Baran, başını salladı ve hafifçe gülümsedi. "Elbet bu günlerde geçer be abi. Her gecenin bir sabahı, her karanlığın bir aydınlığı vardı. Şuan karanlıkta olmamız en sonunda o aydınlığa ulaşamayacağımız anlamına gelmiyor."

Söylediğim sözlerin ve yaptığım seçimlerin bedelini öderken, pişmanlığın koynunda kaybolmuş gibiyim.

Zamanı geri alma şansım olsaydı eğer o ana gider, dediklerimin hiçbirini demezdim.

Baran'ın sözleri, içimde bir nebze rahatlama sağladı. Yine de pişmanlık ve acı, kalbimde derin izler bırakıyordu. "Keşke her şey farklı olsaydı," dedim, başımı ellerimden çekip gözyaşlarını silerek. "Keşke o an, doğru olanı yapsaydım. Senem'in başına gelenlerin yükünü taşımak, içimi bir kuyu gibi boşaltıyor."

Baran, yavaşça omuzuma dokundu ve gözlerindeki kararlılığı koruyarak, "Biliyorum, bu çok zor. Ama kendini suçlamayı bırakmalısın. Senin de hatalarını, eksiklerini kabul etmen gerekiyor, ama bunlar Senem'in başına gelenlerden seni sorumlu kılmaz," dedi. "Sana ve Senem'e olanlar, karmaşık ve acımasız bir tesadüfün sonucu. Kendi kendini suçlamak, seni sadece daha fazla yıpratır."

Başımı salladım, Baran'ın söylediklerine katıldığımı göstererek. "Evet, belki haklısın. Ama işte bu pişmanlık, beni derin bir çaresizliğe sürüklüyor. Zamanı geri alıp, her şeyi düzeltme şansım olsaydı, her şey çok farklı olurdu."

Baran, derin bir nefes alarak, "Zamanı geri alamayız, evet. Ama geleceği şekillendirebiliriz. Şimdi Senem için, onun iyileşmesi için yapabileceğimiz her şeyi yapmalıyız. Kendi içsel acılarımızı bir kenara bırakıp, ona destek olmalıyız," dedi.

Gözlerimi kapatarak, Baran'ın sözlerini sindirmeye çalıştım. Bir an, acının ve pişmanlığın göğsümdeki ağırlığını hissederken, Baran'ın desteği biraz olsun hafifletici bir etki yaratıyordu. "Belki de dediğin gibi," dedim, içten bir şekilde. "Belki de her şeyin eski haline dönmesini istemektense, mevcut durumu en iyi şekilde ele almamız gerekiyor."

Baran, hafifçe gülümsedi ve başımı destekleyici bir şekilde sıvazladı. "Kesinlikle. Şimdi, Senem'in iyileşmesi için ne gerekiyorsa yapalım. Belki de bu süreç, hem Senem'in hem de bizim için bir yeniden doğuşun başlangıcı olur."

Bir süre sessizce oturduk, içimizdeki karanlık duygularla yüzleşirken, Baran'ın varlığı ve desteği, bu zor anlarda bana biraz olsun güç veriyordu. "Teşekkür ederim, Baran," dedim, duygularımı samimi bir şekilde ifade ederek.

Baran, başını sallayarak, "Her zaman yanındayım abi, kendini bize kapatmak yerine derdini bize açabilirsin." dedi.

Bir süre sessizce bekledik. Kaç saat geçti bilmiyordum. Alpay, bir ara kendine hakim olamadığı için sakinleştiricilerle uyutulmuş ve bir odaya yatırılmıştı.

Asel, Koray'ın dizinde uyuyakalmıştı. Uras ise sırtını duvara yaslayarak uyuyordu. Murat ve Ozan kantindeydi. Poyraz ise sandalyelerde uzanarak uyuyordu.

Tek uyanık bendim. Bakışlarım bir an bile Senem'in camından ayrılmamıştı.

Senem'in odasından makine sesleri gelince bakışlarım oraya daha da kitlendi. Senem'e bağlı olan makinalar yüksek sesle ötüyordu.

Nefesim hızlandı, kalbim deli gibi çarpıyordu. Senem'in odasından yükselen makine sesleri her saniye daha da dayanılmaz hale geliyordu. Telaşla ayağa fırladım, bacaklarım titrerken camın önüne koştum. Koridordaki doktorlar hızla içeri girmiş telaşla hareket ediyorlardı, ancak Senem'in bedenine bağlı olan makineler durmaksızın yüksek sesle ötüyordu. Zihnim bulanıklaştı, sanki odadaki herkes ve her şey silinip gitmiş, sadece o makine sesleri ve Senem kalmıştı.

"Senem, Senem, Senem..." dedim, sesim boğuk ve titrek. Korku damarlarında dolaşıyordu. "Hayır, hayır Senem... Bu olamaz. Doktor! Doktor nerede? Doktor!" Bağırıyordum, çaresizlik içinde sadece doktorlara bağırıyordum.

Kapı aniden açıldı ve içeri koşan doktorlarla hemşireler telaşla Senem'in başına üşüştü. Cama yapışmış halde izliyordum, gözlerim dolmuş, nefes almakta zorlanıyordum. Ellerimle camı yumrukladım. "Ne olur! Ne olur bir şey yapın!" diye fısıldadım, sesim artık tamamen kırılmıştı.

Uyuyan herkes çıkan seslerden dolayı uyanmıştı. Hepsini bir telaş sarmıştı. Poyraz, yanıma gelerek omzuma sıkıca dokundu. "Kürşad abi, sakin ol," dedi, ama onunda sesi titriyordu. "Onlar elinden geleni yapıyor. Senem'e odaklanmaları gerekiyor."

Başımı çevirip Poyraz'a baktım, gözlerinden süzülen yaşlarla boğulmuştu. "Sen anlamıyorsun Poyraz," dedim, kelimeler düğümlenerek boğazında sıkışıyordu. "Anlamıyorsun, onu kaybedemem, benim sınavım bu olamaz, onun canı benim imtihanım olamaz, Poyraz..."

Poyraz, yavaşça kolumu tuttu. "Biliyorum, abi. Ama onlar şu an her şeyi yapıyorlar. Senem için sakin ol. O burada, bizimle. Henüz vazgeçme."

Doktorlar içeride yoğun bir şekilde çalışırken, makineler bir süre daha yüksek sesle alarm vermeye devam etti. Her saniyeyi ömrümden eksilten bir çaresizlikle izliyordum camın arkasını. O anda, İdil, odanın kapısını açarak dışarı çıktı.

Hepimiz ona yöneldik. "Durumu nasıl?" Diye soran Asel'in sesi titriyordu.

İdil gözlerini kaçırdı. "Hastanın kalbi durdu, doktorlarımız uğraşıyor. Her türlü şeye hazırlıklı olun..."

-Bölüm Sonu-

-Bölüm nasıldı?

-En sevdiğiniz sahne?

-Bir sonraki bölümde sizce neler olacak?

 

Bölüm : 13.02.2025 20:18 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...