39. Bölüm

Bölüm 38

Ceren Su Karadağ
karadagceren

Selamlar hepinize! Nasılsınız?

Umarım hepiniz çok iyisinizdir.

---

Asel Sönmez...

Senem'in uyanmasının üzerinden neredeyse üç hafta geçmişti.

Senem, doku kasları fazlası ile hasar aldığı iki iki ay boyunca izinliydi. Hastaneden ise bu gün çıkacaktı.

Senem'in uyanmasının üzerinden geçen üç haftanın ardından, hastane odası garip bir sessizliğe bürünmüştü. Dışarıda hayat akıp gidiyordu, ama Senem için zaman sanki çok yavaş ilerliyordu. üç hafta boyunca tedavi gördüğü hastane duvarları, ona hem bir güven hissi vermiş hem de içinde bir hapishane gibi hissettirmişti. Vücudundaki doku kasları ciddi hasar görmüştü, fakat doktorlar onun iyileşme sürecini "olağanüstü" diye tanımlıyordu. Yine de, fiziksel iyileşme ne kadar hızlı olsa da, içinde bir yerde iyileşmemiş yaralar vardı.

Hastaneden çıkacağı için Uras'ı Senem'i alması için yollamıştım. Onlar benim evime geçmişti bir saat öncesinde. Şimdi bizde yanlarına gidiyorduk.

Ancak Senem'in hâlâ tam anlamıyla iyileşmediğini biliyordum; fiziksel yaraları iyileşmiş olsa da, zihnindeki ve kalbindeki yaralar uzun süre kapanmayacaktı. Bir saat önce evime vardıklarından beri içim içime sığmıyordu. Şimdi yanlarına gidiyorduk.

Yolda, arabada sessizlik hâkimdi. Gözlerimi dışarıdaki manzaraya dikmiş, düşüncelerimle boğuşuyordum. Senem'in nasıl hissettiğini merak ediyordum. İçimde ona ne söylemem gerektiğine dair belirsizlik vardı. Onu cesaretlendirmek mi, yoksa sadece yanında sessizce durup varlığımın yeterli olmasına izin vermek mi?

Uras'ın arabası kapının önünde duruyordu. Geldiğimizde, arabadan sessizce indik. Elim kapının koluna uzandı ve bir an duraksadım. İçeride Senem'i görmek, onu yeniden bu dünyada, güvende görmek güzel olacaktı. Ama onun iyileşme sürecine dair belirsizlik, içimdeki huzursuzluğu artırıyordu. Derin bir nefes alarak kapıyı açtım.

İçeri adım attığımızda, oturma odasında koltuklarda yarı yatar pozisyonda uzanan Senem'i gördüm. Uras mutfakta yemek yiyordu. Senem'in yüzü her zamanki kararlılığından bir şeyler kaybetmiş gibiydi, ama gözlerinde hâlâ tanıdık bir güç vardı.

"Hoş geldiniz," dedi Senem, sesi hafif yorgun ama samimiydi. Yüzünde zoraki bir gülümseme belirdi. Uzandığı yerde hafifçe doğruldu ve oturur pozisyona geldi.

"Hoş bulduk," dedim, yavaşça yanına yaklaşarak. "Nasıl hissediyorsun?"

Senem bir an duraksadı, gözlerini kaçırdı ve sonra derin bir nefes aldı. "İyiyim. Sadece... biraz yorgunum."

Senem'in bakışları, odanın köşesinde duran Kürşad abiyi bulduğunda, aniden etraftaki hava ağırlaştı. Kürşad, kapının yanında sessizce duruyordu; omuzları her zamanki gibi dikti, ama gözleri geçmişin ağırlığını taşır gibiydi.

Üç haftadır hastanede olmasına rağmen, bir kez olsun Senem'in odasına girmemişti. Bugün ise bizim ısrarımızla buradaydı. Fakat yüzündeki kararsızlık, orada olmak istediğinden emin olmadığını gösteriyordu.

Senem'in gözlerinde beliren kırgınlık herkesin dikkatini çekmişti. Kürşad, gözlerini Senem'den kaçırdı. Bir adım ileri çıkmakla yerinde kalmak arasında bocalayan bir adam gibi duruyordu. Sonunda derin bir nefes aldı, ama hala konuşacak cesareti bulamamıştı.

Senem bir süre ona baktı, gözlerinde hafif bir titreme vardı.

Senem'in ağzından çıkan kelimeler odada yankılandığında, hepimiz donakaldık. "Sizde hoş geldiniz, komutanım," demesi, beklenmedik bir darbe gibiydi. Kürşad abinin bakışları boşluğa düştü, sanki o kelimenin ağırlığını kavramaya çalışıyordu. Alpay bile ona şaşkınlıkla baktı; herkes bu anı tam anlamıyla kavrayamıyordu.

Senem'in sesi, sadece fiziksel bir selamdan ibaret değildi. İçinde saklı olan derin bir mesaj vardı, belki de Kürşad abiye olan hayal kırıklığının ve mesafesinin bir yansımasıydı.

Kürşad abi, bu beklenmedik sözler karşısında bir an duraksadı. Senem'in ona böyle hitap etmesi hiç beklemediği bir şeydi. Normalde ne yapacağını bilen, her durumda kontrolü elinde tutan Kürşad abi bile bu defa kendini savunmasız hissetmiş gibiydi. Gözlerini yere indirdi, kaşları çatıldı ve sesi bir an için boğuklaştı. "Komutanım mı?" dedi, alçak ve kısık bir sesle. Bu kelime, aralarındaki ilişkiyi tanımlamayan, yabancı bir mesafeyi simgeliyordu.

Senem ise bakışlarını ondan ayırmadı. Gözlerindeki derin kırgınlık, Kürşad abiye olan uzaklığını daha da belirgin hale getiriyordu. Bir zamanlar ona en yakın olan insanın, şu anda ona en uzak kişi olması Kürşad'ı derinden etkiliyordu.

"Evet, komutanım. Sonuçta benden üst rütbesiniz. Aramızda artık herhangi bir kişisel meselede kalmadığına göre bundan sonra siz benim sadece üstüm, ben sizin sadece astınız olabilirim."

Bir sevgili gibi değil, bir görev adamı, duygularını geri plana atmış bir asker gibi görüyordu artık onu.

Kürşad abinin elleri hafifçe titredi. O an, belki de hayatında hiç olmadığı kadar pişman ve çaresizdi. "Senem..." diye fısıldadı, ama cümlesi havada asılı kaldı. Ne diyeceğini bilmiyordu, çünkü bu mesafenin neden oluştuğunu anlamak için çok geç kalmıştı.

Odada derin bir sessizlik hüküm sürdü. Kimse ne söyleyeceğini bilemedi, çünkü herkes Kürşad abinin ne kadar sarsıldığını görüyordu. Alpay bile o an bir adım geri çekildi, çünkü bu an, sadece Senem ve Kürşad'a ait bir çatışmanın içindeydi.

Kürşad abi, ağır adımlarla yerinden kalktı ve kimseye bakmadan kapıya yöneldi. Sessizliği bozan tek şey, adımlarının yankısıydı. Hepimiz nefeslerimizi tutmuş, neler olacağını izliyorduk. O an, Kürşad abinin içinde kopan fırtınaları görebiliyorduk ama hiçbirimiz bu fırtınayı dindirecek kelimelere sahip değildik. Senem, onun ardından tek kelime etmedi. Kürşad abi, kapıyı yavaşça açıp dışarı çıktı, ve kapının kapanmasıyla beraber, arkasında boğucu bir sessizlik bıraktı.

Senem'in gözleri, Kürşad abinin ardından kapıya sabitlenmişti. Bakışlarında donuk bir ifade vardı; sanki hem gitmesini istememiş hem de onu durduracak gücü bulamamış gibiydi. O kapının kapanışı, aralarındaki duygusal kopuşu daha da belirgin hale getirmişti. İçinde fırtınalar kopsa da, Senem'in yüzünde sadece derin bir yorgunluk okunuyordu.

Bir süre odada kimse hareket etmedi. Alpay, dikkatlice Senem'e bakıyordu, ama hiçbir şey söylemedi. Sessizce gözlemledi; Kürşad abinin gidişi, Senem'in içinde daha derin bir boşluk bırakmış gibiydi.

Senem bir an için derin bir nefes aldı ve gözlerini kapıdan ayırmadan hafifçe başını salladı. Sessizce ama kırılgan bir şekilde fısıldadı: "Gitmesine izin verdim... yine."

Kimse bu sözlere karşılık veremedi. Hepimiz onun acısını hissetmiştik. Senem, sanki Kürşad abinin gidişiyle birlikte içindeki bir parçayı daha kaybetmiş gibi görünüyordu.

Elimi Senem'in eline uzattım ve nazikçe tuttum. "Bunları da aşacaksınız, inanıyorum ben," dedim, sesimde ona destek olma arzusuyla. Onun içinde olduğu duygusal yükü hafifletmek istiyordum, ama bunun kolay olmayacağını biliyordum.

Senem başını iki yana sallayarak, buruk bir gülümsemeyle yüzüme baktı. "Eğer bir gün onu affedersem," dedi, sesi hem yorgun hem de çaresizdi, "içimde bir ses sürekli bu zamanları hatırlatacak bana. 'O sana öyle demeseydi, sen bunları yaşamayacaktın,' diyecek sürekli..."

Onun sözleri kalbime işledi. Senem'in bu kadar derin yaralandığını görmek, her şeyin üzerindeki ağırlığı daha da belirgin kılıyordu. İçindeki kırgınlık, sadece Kürşad abiye olan değil, yaşadığı bütün zorluklara ve ihanet duygusuna karşıydı. Affetmek, belki de bu yükü hafifletmek için gerekliydi ama onun için ne kadar zor olduğunu biliyordum.

"Bazen affetmek, başkası için değil, kendi içinde huzur bulmak için yapılır," dedim usulca. "Belki zamanla, o sesi susturmayı öğrenirsin. Ama ne olursa olsun, içinde daha büyük bir güç var. O güç, seni buraya kadar getirdi."

Senem, bakışlarını bir an yere indirdi, sonra bana döndü. Gözlerindeki derinlik, yaşadığı iç savaşın ne kadar büyük olduğunu anlatıyordu. Ama onun içinde hâlâ bir umut ışığı olduğunu görmek, bana da umut veriyordu.

Baran, eline kumandayı alıp hepimizin milli filmi haline gelen Leyla ile Mecnun'u açtığında odadaki kasvetli hava bir anda değişti.

İsmail Abi'nin o meşhur repliği geldi: "Adamlar bana çay verdi çay! Çay veren adam hiç kötü olur mu?" O an hepimiz kahkahalarla gülmeye başladık. Senem bile, dudaklarındaki o donuk ifade kırıldı ve kahkahasını tutamadı. Kahkahasının yankısı, içindeki o derin acıyı bir anlığına bile olsa unutturmuş gibiydi.

Ben de gülerek, "Doğru diyor adam valla, çay veren adamdan zarar gelmez," diye İsmail Abi'yi onayladım. Tutmuştu bir kere Karadeniz damarım, içimden bu mizahın sıcaklığıyla dalga geçmek gelmişti. Hepimizin yüzündeki gülümsemeler, bu anın gücünü daha da pekiştiriyordu.

Koray, kumandayı yere bıraktı ve rahat bir nefes aldı. "Şu İsmail Abi her şeye ilaç yahu," dedi gülerek. İçimizdeki gerginliği bir nebze de olsa dağıtmak için yapılabilecek en iyi şey buydu belki de; ortak bir kahkaha, herkesin aynı şeyde buluşması.

Senem bir süre daha gülümsemeye devam etti, gözlerinde hâlâ biraz hüzün olsa da, bu anın tadını çıkarmaya çalıştığını görebiliyordum.

Aradan saatler geçmişti ve biz saatlerce Leyla ile Mecnun izlemiştik. Benim telefonum çaldığında yanımdaki sehpaya koyduğum telefonu alarak aramayı açtım.

Telefonu kulağıma götürdüğümde Rüstem Abi'nin endişeli sesiyle karşılaştım. "Asel, kızım gözünü seveyim buraya gel," dediğinde kaşlarımı otomatik olarak çattım. Her zamanki sakin tonunun yerini endişe almıştı.

"Hayırdır Rüstem abi, sorun mu var?" diye sordum, içimde kötü bir hisle.

"Benim yok da sizin bu Kürşad'ın var gibi kızım," dedi, sesi biraz daha ciddileşmişti. "Buraya saatler önce geldi, geldiğinden beri içiyor. Sarhoş gibi bir şey herhalde, gelin de bir alın şu deliyi. Derdi ne onu da anlamadım ki..."

Bir an için telefonun diğer ucundan gelen sessizlikte Kürşad abiyi gözümde canlandırdım. Son haftalardaki hali, içine kapanmışlığı, duygusal çöküşü... Senem'le yaşadığı son konuşma belli ki onu derinden sarsmıştı. Ama bunu böyle bir şekilde bastırmaya çalışması beklenmedikti, ya da belki de çok beklenmedikti.

Hemen toparlanıp, "Tamam, Rüstem Abi, hemen geliyoruz biz," dedim ve telefonu kapattım. Gözlerim hâlâ ekrandayken, içimde bir düğüm oluştu.

"Ne olmuş Rüstem Abiye?" Dediğinde Baran'a baktım. "Kürşad abi oraya gitmiş, biraz kötü gibiymiş durumu, gel al diyor." Dediğimde Senem'in dolan gözlerini gördüm.

Senem'in gözleri dolmuş, yüzünde kararlı bir ifade vardı. "Bende gelmek istiyorum," dediğinde, hepimiz bir an durakladık. O kadar şey yaşamıştı ki, bu duruma şahit olması onu daha fazla yaralayabilirdi.

Alpay, Senem'e bakıp tereddütle bana döndü. Gözleriyle ne yapmam gerektiğini soruyordu. Senem'in bu kadar kırılgan olduğu bir dönemde, onun bu kadar ağır bir sahneye tanık olması doğru muydu?

Derin bir nefes aldım ve Senem'e döndüm. "Senem, emin misin? Kürşad abiyi böyle görmek seni daha fazla üzebilir," dedim, sesimde hem koruyucu bir ton hem de ona olan anlayışım vardı.

Senem, başını hafifçe salladı. "Üzse de, gitmeliyim. Onun ne durumda olduğunu bilmeme rağmen burada kalamam. Eğer ben gitmezsem, bu işin içinden çıkamayacağız," dedi, sesi titrerken gözlerinde inatçı bir kararlılık vardı.

Murat, hafifçe içini çekti ve "Tamam, o zaman hep beraber gidelim," dedi. O an bir karar verilmişti. Hepimiz Senem'i daha fazla zorlamak istemedik, çünkü onun bu yolculukta yanında olmak istiyorduk.

Senem, güçsüz gibi görünse de, ayağa kalkıp içindeki cesareti toparladı. Hep birlikte kapıya doğru yöneldik, Rüstem Abi'nin mekânına doğru yola çıkmaya hazırdık.

Arabaya binerek her zaman geldiğimiz bu mekanın önünde durduğumuzda içeri girdik. "Nerede bizim deli abi?" Diye Rüstem Abiye sorduğumda başı ile bir masayı işaret etti.

Kürşad abi, bir masada oturmuş ve önünde sayamadığım kadar çok şişe duruyordu. Telaşlı gözlerim ondan Rüstem abiye döndü. "Lütfen bana hepsini onun içmediğini söyle..."

Rüstem Abi, yüzünde bir mahcubiyetle başını salladı ama gözlerinde endişe vardı. "Vermek istemedim ama eşek oğlu koyduğum yerleri biliyor, ne zaman arkamı dönsem gidip aldı, elinden almaya çalıştığımda izin vermedi. Geldiğinden beri susmak bilmiyor, içiyor."

Kürşad abinin bu halde olması içimi sıkıştırıyordu. Onu böyle görmek istemezdim, hele Senem'in önünde... Gözlerim yeniden masaya kaydı. Kürşad abi, sanki başka bir dünyadaymış gibi gözlerini boş bir noktaya dikmişti. Saçları darmadağınık, yüzü solgundu. Şişelerin sayısı, onun ne kadar derin bir batağın içine sürüklendiğini gösteriyordu.

Kürşad abi bu zamana kadar ağzına hiç alkol sürmemişti. Tim olarak ne zaman buraya gelsek o her seferinde şalgam veya ayran içerdi ama şimdi, Senem için sarhoş olacak, hatta hiç içmeyen birini etkisiz hale getirecek kadar çok içmişti.

Koray, Kürşad abiye doğru bir adım attı, ama ben kolunu hafifçe tuttum. "Yavaş ol, biraz dikkatli davranalım," dedim fısıldayarak. Onu zorla kaldırmaya çalışmanın işe yaramayacağını biliyordum. Kürşad abi, bu hâlde daha da direnebilirdi. Hem Senem de buradaydı; onların yüzleşmesi kolay olmayacaktı.

Senem ise olduğu yerde kalakalmıştı. Gözleri dolmuş, ama bu sefer gözyaşlarını tutuyordu. Kürşad'a bakarken gözlerinde bir karışıklık, bir kırgınlık vardı. Baran'a dönüp sessizce, "Önce bir konuşalım," dedim ve Kürşad abinin oturduğu masaya doğru adım attım.

Yaklaştıkça Kürşad abinin yüzündeki yorgunluk ve acı daha da belirginleşiyordu. Kısık bir sesle, "Kürşad abi, seni almaya geldik," dedim, masaya oturup onu göz hapsine aldım.

Kürşad abi başını zar zor bana çevirdi, gözleri kan çanağına dönmüştü. Beni bir an tanımaya çalışır gibi baktı, sonra kısık bir sesle, "Beni almaya mı geldiniz?" dedi, sanki bunu anlamakta zorlanıyormuş gibi.

"Evet abi, hadi kalk da gidelim." Dediğimde kaşlarını çattı. "Nasıl geldiyseniz siktirin gidin o zaman." Dediğinde sarhoş hali ile ne dediğini bilmiyordu.

Kolundan tuttum. "Abi, hadi." Kürşad abi, elindeki şişeden bir yudum daha içtiğinde bu sefer elindeki şişeye yöneldim. Tutup çekmek istesem de izin vermedi.

"Bıraksana." Dediğinde sıkıntılı bir nefes aldım. Bakışları yeniden beni buldu. "Senin adın neydi?" Dediğinde yüzümdeki dehşetli ifadeyi saklayamadım.

Arkadaki diğer ekip üyeleri güldüğünde tekrardan Kürşad abiye yöneldim. "Asel abi, Asel. Hadi kalk şimdi gidelim."

"Asaf mı? Sen erkek misin?" Dediğinde bu iki isim arasındaki bağdaştırmayı nasıl yaptığını ben bile anlayamamıştım.

Senem, bir adım öne çıktığında Kürşad abinin görüş alanına girdi. Bir elini kaldırıp omzuna koydu. "Kürşad..." Dediğinde Kürşad abinin bakışları ona döndü.

"Asaf, bana Senem'in maskotunu mu getirdin? Nasıl bir piçsin sen oğlum?" Dediğinde neredeyse ağlamak üzereydim.

"Abi Asel ya Asel! Asaf ne? Otuz üç yıllık ismimi iki saniyede mahvettin ya!" Dediğimde kimse ciddiye bile almamıştı.

Senem, derin bir iç çekti. "Kürşad, maskot falan değilim, hadi kalk şuradan, ne yaptığını sanıyorsun aptal herif?" Dediğinde Kürşad abi ona döndü.

"Sen niye geldin?" Dediğinde bu sefer şaşırma sırası Senem'deydi. Ama devamı hepimiz için beklenmedikti. "Yaralısın, yat, dinlen evde. Benim yüzümden oldu zaten her şey. Niye peşime geldin? Sana daha fazla zarar gelse ben kendimi hiç affedemem ki..."

Senem'in gözleri dolar gibi oldu ama son anda toparladı. Kolundan tutup kaldırmak istedi Kürşad abiyi ama Kürşad abi kalkmadı.

"Adam, herkül müsün nesin? kalksana!" Diye çıkıştı Senem.

Kürşad abi, birden Senem'in elini tuttu ve kırık olan elinden öptü. Bu hareketi beklemeyen Senem aniden durdu. "Çok acıdı mı?" Diye sordu Kürşad abi bu sefer.

Senem, Kürşad abinin elini öpüşüyle derin bir şok yaşadı. İlk başta sadece sessizlik hüküm sürdü, ardından yavaşça gözleri doldu. Kürşad abinin bu ani ve duygusal hareketi, Senem'in duygularını harekete geçirdi. İçindeki acıyı ve kederi, bu anın karmaşasıyla birleştirdi.

"Kalk artık, sarhoşsun, ne yaptığını bilmiyorsun..." Diye daha sakin bir sesle konuştu Senem. Kürşad abi ise hiç oralı değil gibiydi. "Çok üzdüm seni, benim yüzümden oldu hepsi. Ben sik sik konuştum sırf öfkem yüzünden seni çok üzdüm, benim yüzümden gittin... Şimdi ise bana komutanım diyorsun... Siktiğim hayatında bir sen iyi gelmiştin bana ama ben sana hep zarar verdim, özür dilerim..."

Senem, derin bir nefes aldığında sanki nefes almakta zorlanıyor gibiydi. Yavaşça Kürşad abinin yanındaki sandalyeyi çekip oturdu.

"Bunları sen ayıkken konuşuruz, kalk hadi." Dediğinde Kürşad abi başını masaya koydu. "Affettin mi beni?" Diye sorduğunda sesi sanki affettiğini duymaya muhtaç gibiydi.

"Kürşad, kalk artık, saçmalıyorsun." Diyerek daha sert bir sesle konuştu Senem.

"Affetme beni, daha çok üzülme sen." Dedi bu sefer. Senem, masanın üzerindeki elini yavaşça kaldırdı. Kürşad abinin saçlarına dokunmak istedi ama eli bir süre havada asılı kaldı. Sonra çok yavaş bir şekilde elini Kürşad abinin saçlarına koyarak saçlarını okşadı.

"Kal artık ayarsız herif!" Bu sefer kolundan tutup kaldırmaya çalıştığında Kürşad abi direnmedi. Oturduğu yerden kalktı. Baran ve Uras iki taraftan onu tutarken arabaya gittik.

Senem, bilerek Alpay'ın arabasına bindi. Sanki Kürşad abiyi bu halde daha fazla görmek istemiyor gibiydi.

"Asaf, senden niye üç tane var?" diye mırıldandı Kürşad abi, gözleri bulanık bakışlarla etrafa dalmış halde. O an gözlerim kısıldı, ona en ters bakışımı attım. "Abi," diye sesimi biraz yükselttim, "adım Asel, Asaf değil, Asel. Sen bir daha sarhoş olma lütfen." İsyan ederken sesimdeki hüsranı herkes duydu, ama durumun komik tarafını da gözden kaçırmadılar. Diğerleri gülmeye başladı.

Baran, direksiyona hafifçe yaslanıp göz ucuyla bana baktı. "Bu kadar da alınma Asel, senin de ona takıldığın çok oldu," dedi alaycı bir tonla. Gözlerimi devirdim ama dudaklarımda hafif bir gülümseme belirdi.

Kürşad abi, başını ağır ağır geriye yaslayarak, hala sarhoş olmanın etkisiyle sanki söylediklerimi zor anlıyormuş gibi bir tavırla cevap verdi: "Tamam, tamam... bir dahakine, adını doğru söylerim... herhalde... yani umarım...." Cümlesi havada kaldı, göz kapakları yavaşça kapanıyordu.

Ozan, aynadan ona bakarak sırıttı. "Belki o zaman çok sıkıcı olurdu, ha?" dedi ve diğerleri bir kez daha güldü. İçimde hafif bir rahatlama hissettim. Kürşad abinin bu halini görmek beni incitse de, şu an onun yanında olmak bana bir şekilde iyi geliyordu.

Kürşad abinin sesi yine geldi, bu kez daha uykulu ve sakin. "Asel... kusura bakma... senden üç tane görmek bazen... daha az yalnız hissettiriyor." dediğinde, içimde bir şeyler kırıldı. Sarhoş haliyle bile acısını dile getiriyordu.

O an, tüm gülüşmeler durdu ve arabada bir sessizlik oldu. Hepimiz Kürşad'ın sözlerinin ağırlığını hissetmiştik. Koray gözlerini yoldan ayırmadan sürmeye devam etti, ama direksiyonu daha sıkı kavradığını fark ettim.

"Abi," dedim, sesim bu kez daha yumuşak ve şefkatliydi. "Sen hiç yalnız değilsin, biliyorsun değil mi?"

Kürşad abi gözlerini hafifçe açtı, dudaklarında belirsiz bir gülümseme vardı. "Bilmem... belki..." Dediğinde sesi çok kısık çıkmıştı ama anlıyordum ne dediğini.

"Senem, beni hiç affetmeyecek değil mi?" Diye sordu bir kez daha.

O an Kürşad abinin bu sorusu arabada asılı kaldı, ağır bir yük gibi. Gözlerimi ona diktim, içimdeki her şeyi söylemek isterdim ama o kadar kolay değildi. Kürşad abi, alkolün etkisinde olsa da içindeki pişmanlık ve kırıklık o kadar gerçekti ki, nefes almayı bile zorlaştırıyordu.

"Abi..." diye başladım, sesim hâlâ yumuşaktı. "Senem'in seni affedip affetmemesi... zamanla belli olur. Ama bil ki, o da çok yaralı. Hepimiz bu savaşın içinde kaybolduk, kimse kolayca toparlanamıyor."

Kürşad abinin gözleri hâlâ dışarıdaydı, fakat bir anlığına, sanki o yeşil gözlerinin altında biraz umut belirdi. Dudaklarını aralayarak derin bir nefes aldı.

"Ben ona çok şey söyledim," dedi, sesi hüzünle boğulmuştu. "Sanki içimdeki bütün öfkeyi ona kusmuşum gibi... Ne yaparsam yapayım geri alabilecekmişim gibi davrandım."

Arabanın içinde ağır bir sessizlik çöktü. Kürşad abi pişmanlığını gözler önüne sererken, kimse onu yargılamıyordu, ama acısı hepimizi etkilemişti. Koray dikiz aynasından Kürşad'a baktı, onun bu halini görmek belli ki ona da ağır geliyordu.

"Asıl önemli olan," dedim derin bir nefes alarak, "Senin bundan gerçekten pişman olman. Üzülmek veya özür dilemek kolay, ama bir pişmanlık beraberinde bin acı getirir abi."

Kürşad abi bir süre sessiz kaldı, sonra kafasını hafifçe bana çevirdi. Gözlerinde hafif bir yaş birikmişti. "O pişmanlığın acısını o değil ben yaşayım Asel. Razıyım buna. O yeterince acı yaşadı, daha fazla yaşamasın..."

İçim sızladı, Kürşad abinin o kırılgan halini görmek zordu. "Ona bir şans vermek istiyorsan önce kendine şans ver, abi. Sen Senem'i iyileştirebilecek tek kişisin. O, her ne olursa olsun seni kaybetmek istemez. Hepimiz birbirimize bağlıyız, ne kadar zor olsa da."

Kürşad başını tekrar cama yasladı, derin bir nefes alarak gözlerini kapattı. "Biliyorum... ama her şey o kadar karışık ki, neresinden tutacağımı bilmiyorum."

"Bir yerden başlamak zorundayız," dedim sakin bir sesle. "Hiçbir şey tek gecede düzelmez. Ama yalnız değilsin, bunu unutma."

Kürşad abi o an bir şey demedi, ama içten içe söylediklerimi anladığını biliyordum. Bu yolda ne kadar zorluk yaşasa da yanında biz vardık, ve biz onu bırakmazdık.

 

Bölüm : 03.03.2025 20:01 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...