
Selamlar hepinize! Nasılsınız?
Umarım hepiniz iyisinizdir.
---
Koray Kırbaç...
Bu günlerde lojmandaki evime çok daha sık uğruyordum. Normalde bir gittiğim evime şimdi yedi gidiyordum.
Nedeni ise karşı dairemde oturan doktordu. İdil.
O kadını görmek iyi geliyordu, değişik bir enerjisi vardı. Nasıl anlatsam... sanki bütün yorgunluğum onun yanındayken azalıyor, kafamı kurcalayan sorunlar bir süreliğine geri plana itiliyordu. Onunla konuşmak bir terapi gibiydi, fakat kelimelere dökülmeyen, sessizlikle yapılan bir terapi gibi.
Hiçbir zaman ayran gönüllü biri olmamıştım. Ergenlik çağlarımdaki hareketliliğim kalıcı değildi. Ergenlik yıllarımda birçok flörtüm ve kız arkadaşım olmuştu, ama bunları tamamen ergenliğin getirdiği bir günah olarak görüyordum.
Olgunluğa erdiğimde hayatımda ciddi olduğum tek kadın Özlem olmuştu. Yalanı sevmezdim, Özlem'i gerçekten çok sevmiştim. O benim evlenmek istediğim kadındı ama görünüşe göre o beni, benim onu sevdiğim kadar sevmemişti.
Görev gereği tüm yakınlarımın beni şehit sanması gerekmişti. Özlem'e bu haberin gittiğini biliyordum. Bizimkiler, şehadet haberimi verirken ablam ile yan yana olduklarını söylemişlerdi.
Özlem, daha şehadetimin üzerinden kırkı çıkmadan başka birini bulmuştu. O zaman anladım ki, ona verdiğim değeri hiç hak etmemiş. Kalbimin en kırılgan yerinde taşıdığım Özlem, aslında sadece bir iz bırakıp geçmişti.
İdil ile olan normal denilemeyecek tanışmamdan sonra sohbetimiz devam etmişti. Senem'i ilk bulduğumuzda hastaneye getirdiğimizde bir doktor olarak Senem ile en çok o ilgilenmişti.
Sadece Senem ile değil, hepimiz ile ilgilenmişti. Sürekli bizim yanımıza gelerek bir şeye ihtiyacımız olup olmadığını soruyor, bize destek oluyordu. Senem için gerçekten üzülmüştü.
Sonrasında ise lojmandaki karşılaşmalarımızda ve telefondaki mesajlaşmalarımızda görüşmemiz devam etmişti. İçimdeki hislerden emin olmadan bir şey yapmak istemiyordum, onu üzemezdim. Üzmeye hakkım yoktu.
Oturduğum koltuktan kalkarak mutfağa yöneldim. Buzdolabımı açtım ve içerisindekilere baktım. Karnım acıkmıştı.
Dolaptan dört yumurta ve sucuğu çıkardığımda şuan için en makul olan seçenek olan sucuklu yumurta yapmak istedim.
Tavaya yağ koyup ocağa koyduğumda bir yandan sucukları doğruyordum. Sucuklar, dolapta fazla kaldığı için sertleşmişlerdi ve zor kesiliyorlardı.
Kapının çalması dikkatimi dağıtırken elimdeki bıçağı yanlış hareket ettirmem sonucu parmağımda bir kesik oluştu.
Ağzımın içinde bir küfür mırıldanıp peçete almaya eğildim. Bir kere sakarlık yaptığında devamı gelirdi, elim tezgahın üzerindeki yumurtalara çarptığında tüm yumurtalar yere düşüp kırıldı. "Ben böyle işi sikeyim ama!" diye kendi kendime mırıldandığımda tek tesellim yerdeki yumurtanın kaygan sıvısına basarak düşmememdi.
Ya ben fazla sakardım, ya da çok etkili bir şom ağzım vardı.
Çünkü yumurta sıvısına basıp yere devrilmem tam o saniye gerçekleşmişti. Kapı bir kez daha çaldığında yumurta olan tişörtümü umursamadan, bu sefer dikkatli davranarak kapıya yöneldim.
"Baran, eğer sensen senin yedi ceddini en dibinden siktim amın oğlu!" diyerek kapıyı açtığımda karşımda gördüğüm kişi Baran değildi.
Karşımda, elinde üzerinde bir peçete serili bir tabak tutan İdil vardı. Az önce dediklerime karşılık gözlerini şaşkınlıkla kırpıştırdı.
O an kan basıncım yerle bir oldu. Ne diyeceğimi bilemeyip hızlıca toparlandım, ama üzerimde yumurta ve un lekeli tişörtümle daha da beter bir haldeydim. Gözlerimi yere çevirdim, kelimeler ağzımdan zorla döküldü.
"İdil... sen miydin? Ben, şey sana demek istememiştim. Bizim Baran çok gelirdi de buraya... ben seni o sandım," diyerek hızlıca açıklama yapmaya çalıştım, ama İdil'in bakışlarından onun daha da şaşkın olduğunu gördüm.
İdil, şaşkınlığını bir kenara bırakıp ince bir tebessümle başını salladı. "Sanırım kötü bir zamanda geldim," dedi. Ama sesi o kadar nazikti ki, kendimi daha da aptal gibi hissettim.
"Yo, hayır, kötü bir zaman değil," diye hemen atıldım, elimle tişörtümdeki yumurtaları göstermeye çalışarak. "Sadece küçük bir dikkat dağınıklığı."
İdil, elindeki tabağı hafifçe kaldırıp bana doğru uzattı. "Börek yapmıştım da, biraz getirip sana da vermek istedim. Görevden döndüğünü duyunca, şey, aç durmanı istemedim. Gerçi şu an senin işini biraz zorlaştırdım galiba," diyerek gülümsedi.
Ne kadar rezil bir durumda olsam da, o gülümsemeyi görünce içimdeki tüm sıkıntı biraz olsun dağıldı.
Elindeki börek tabağını aldım yavaşça. "İçeri gelmek ister misin?" Diyerek onu içeri buyur ettiğimde gülümseyerek terliklerini çıkardı ve içeri girdi.
İçeri girince gözleri ilk önce mutfağa odaklandı. Bakışları mutfak ile benim aramda gidip gelirken gülmemek için yanaklarını ısırdığını gördüğümde utancım daha da arttı.
İdil, hiç konuşmadan dikkatli bir şekilde mutfağa girdiğinde ilk önce açık kalan ocağı kapattı. "Bütün lojmanı yangına vermek istemiyorsan bir dahakine ocağı kapatmayı unutma." Dedi ve ardından yere saçılmış yumurta kabuklarına ve kaygan sıvıya bakarak derin bir nefes aldı, ama hala o sakin ifadesini koruyordu. Gözleriyle bir an bana döndü, sonra gülümsedi.
"Gerçekten yardıma ihtiyacın varmış," dedi hafif bir şakayla. Ben utanç içinde elimi saçlarıma götürdüm, ne diyeceğimi bilemedim.
"Evet, galiba biraz kontrolden çıktı," dedim, gülmeye çalışarak. İçten içe kendimi bu kadar acemice bir durumda bulduğum için suçluyordum.
İdil, mutfak tezgahındaki havluyu alıp yere doğru eğildi ve yumurtaları silmeye başladı. "Hiç dert etme, benimde çok sık başıma gelen bir durum." dedi. Onun bu kadar sakin kalabilmesine şaşırmıştım. Normalde birinin bu kadar rezil bir duruma düşmesine gülmesi gerekirdi ama İdil tam tersine, bana yardım ediyordu. Yüzünde küçümsemeden eser yoktu, sadece yardımseverlik.
"Dur, yapma, ben hallederim," diyerek harekete geçmeye çalıştım ama elimdeki kesikten dolayı biraz beceriksiz kaldım.
İdil göz ucuyla parmağıma baktı, yüzü anında ciddileşti. "Elin kesilmiş, farkında mısın? Dur, önce onu halletmemiz lazım," dedi. Hemen lavaboya koşup ellerini yıkadı ve mutfak dolaplarını açarak bir ilk yardım kutusu buldu.
"Gerçekten, bu kadarını yapmana gerek yoktu," diye itiraz ettim. "Küçük bir kesik zaten, geçer hemen." Ama İdil, parmağımdaki kesikle ilgilenirken hiç oralı olmadı.
"Kendine zarar vermeden duramıyorsun değil mi?" Dediğinde güldüm. "Ne o, sıkıldın mı? Hani bu senin mesleğindi?" Diyerek bende onun gibi şakaya vurduğumda bu sefer o güldü.
"Tabii ki işimin parçası ama karşı komşumun zarar görmesini istemeyecek kadar iyi bir komşuyum," dedi İdil, gülümseyerek.
Sırıttım. "Yada alttan alttan laf sokan bir doktor."
"Alttan alttan değil, direkt yüzüne karşı sokuyorum ama sen bilirsin," dediğinde kahkahama engel olamadım.
"Belki seni görmek için yaralanıyorum?"
Bunu demeyi bende beklemiyordum ama bir kere ağzımdan kaçmıştı. İdil'in şaşkın ve utangaç bakışları bana döndüğünde, her seferinde olduğu gibi gözlerini kırpıştırdı ve beyaz yanakları kızardı. Bu an, aramızda bir an için sessizliğe neden oldu, ama yüzündeki renk değişikliği ve gözlerindeki şaşkınlık, içimdeki tüm utancı bir nebze olsun hafifletti.
"Yani," dedi İdil, sesi biraz titreyerek, "Ama beni görmek için kendine zarar vermene gerek yok, istediğin zaman seninle görüşürüm... seninle konuşmak eğlenceli." Dediğinde hafifçe gülümsedim.
Saçları dikkatimi çektiğinde gözlerimi kısarak saçlarına odaklandırdım. Önceden kumral olan saçlarının aralarını gece mavisine boyatmıştı. Açık kumral saçlarının arasında mavi tutamlar belli oluyordu.
"Saçların," dedim kısık bir sesle. İdil hemen bana döndü ve elini saçlarına attı, "Ne oldu saçlarıma?" diye sordu, bir şey var mı diye saçlarını yokladı.
Gözlerimi kısarak mavi tutamları dikkatle inceledim. "Gece mavisi çok güzel görünüyor," dedim, samimi bir şekilde. "Önceden kumraldı, ama bu mavi dokunuşlar çok hoş."
İdil'in gözleri bir an parladı ve hafifçe gülümsedi. Utanınca yaptığı gibi alt dudağını hafifçe dişledi. "Teşekkür ederim," dedi, saçlarını daha da nazikçe okşayarak. "Son zamanlarda canımı sıkan birkaç olay yaşadım da, biz kadınlar ne zaman üzülsek değişiklik yaparız kendimizde. Gerçekten beğendin mi?"
"Kesinlikle," dedim, kafamı sallayarak. Ardından kaşlarımı çattım. "Canını ne sıkıyor? Hastanede bir sorun mu yaşadın?" Diye sorduğunda İdil bakışlarını kaçırdı. Sanki bunu söylediğini bile fark etmemişti.
Nazikçe çenesinden tutarak onu ürkütmeden yüzünü kendime doğru çevirdim. "Bir şeyler konuşmak istiyorsan, buradayım," dedim, gözlerimle destek vermeye çalışarak.
İdil, gözlerini bana döndü ve derin bir nefes aldı. "Şey," dedi utanarak, "Bana anlatabilirsin, yardımcı olabileceğim bir şeyse sana yardımcı olurum." Dediğimde bakışları gözlerimi buldu, sonra yeniden kaçırdı.
"Hastanede bir doktor var, Taner diye. Son günlerde beni rahatsız etmeye başladı..." dediğinde sinirle kaşlarım çatıldı. "Nasıl rahatsız ediyor?"
İdil, derin bir nefes aldı, "Önceleri sadece iş konularında sık sık müdahale etmeye başladı. İşleriyle ilgili önerilerde bulunuyordu ama sonrasında bu daha kişisel bir hal aldı. Bana karşı sürekli yorumlar yapıyor, biraz rahatsız edici bir şekilde yaklaşımda bulunuyor. Özellikle yalnız olduğum zamanlarda, birkaç kez kapalı alanlarda beni yalnız yakalayıp konuşmaya çalıştı. Numaramı falan istedi, çok fazla ısrar edince bende verdim ama bu sefer de sürekli yazmaya başladı. İş çıkışları ısrarla reddetmeme rağmen çok fazla beni bırakmak istedi ama kabul etmedim."
Büyük bir öfkeyle dişlerimi sıktım. "Bu hiç hoş bir durum değil," dedim, sesimdeki öfkeyi kontrol etmeye çalışarak. Ama başarısız oluyordum. "Yönetimle görüştün mü?"
İdil, başını iki yana salladı. "Yönetimle konuşmayı düşündüm ama işin içinden nasıl çıkacağımı bilmiyorum. Taner'in etkisi altında kalmak istemiyorum ama aynı zamanda da bu durumun büyümesini istemiyorum." Dedi dolu gözleri ile.
"İdil, bunu yönetimle görüşmelisin. O adam daha fazlasını da yapmaya kalkışabilir." İdil, başını iki yana salladı. Gözünden bir damla yaş düştüğünde öfkem daha da arttı.
"Anlamıyorsun, olayın büyümesini istemiyorum. Taner, Başhekimin oğlu. Eğer bu durumu yönetime bildirirsem Taner'i değil beni işten çıkarırlar. İşimi seviyorum, kaybetmek istemiyorum..."
İdil'in gözyaşları dökülmeye başladığında öfkem içimde patlamak üzereydi. Başhekim'in oğlu... Bu durumun onu daha da çaresiz hissettirdiğini anlamıştım. Ama bu böyle devam edemezdi.
"İdil, bu tamamen yanlış," dedim, gözlerimi onun gözlerinden ayırmadan. "Birinin ailesi, bu tür şeylerin üzerinin örtülmesine neden olamaz. Senin suçlu gibi hissetmene, bu adamın yaptıklarını sineye çekmene neden olamaz. Bu kadar iyi bir doktorun, sırf Taner'in ailesi güçlü diye işini kaybetmesi akıl almaz bir şey."
İdil, gözlerini yere indirip sessizce başını salladı. "Ama bunu nasıl çözebilirim bilmiyorum," dedi kısık bir sesle. "Ben sadece işimi yapmak istiyorum, huzur içinde çalışmak, insanlara yardımcı olmak istiyorum."
Bu dünya gerçekten de masumlar için bir cehennem gibiydi. İdil gibi bir doktor, sadece hastalarına yardım etmek, işini düzgün yapmak isterken, başka bir doktorun aile bağları ve gücü yüzünden baskı altında kalıyordu. Adaletin, doğru olanın sesi kısılıyordu. Haklı olsan bile, güçlü olanlar karşısında sessiz kalmaya zorlanıyordun.
İdil'in çaresizliği, bu düzenin ne kadar adaletsiz olduğunu bir kez daha yüzüme çarpıyordu. Gerçekten iyi bir insan olmanın bedeli bazen sadece sabretmek ve her türlü adaletsizliğe boyun eğmek miydi? Üstelik kimseye zararı olmayan, işini seven bir doktor, sırf karşısındaki adamın ailesi güçlü diye, kendi haklarını savunamaz duruma gelmişti.
Bu adaletsizlik, sadece İdil'in değil, her gün benzer baskılarla karşı karşıya kalan masumların hikayesiydi. Bu dünya gerçekten masumlar için bir cehennemdi, çünkü iyilikle, dürüstlükle ayakta durmaya çalışan insanlar her zaman güç ve iktidarın gölgesinde ezilmek zorunda bırakılıyordu.
Ama bunun böyle devam etmesine izin veremezdim. İdil ve onun gibi insanlar için bir şeyler yapılmalıydı.
İçimdeki öfkeyi bastırmaya çalışarak ona baktım. Bir elim destek olmak ister gibi sırtını okşadığında İdil aniden bana yaklaştı ve sıkıca boynuma sarıldı.
İdil'in aniden boynuma sarılmasıyla içimdeki öfkenin yerini şaşkınlık ve şefkat aldı. Bir an ne yapacağımı bilemedim, ama sonra ellerim yavaşça sırtına doğru gitti, onu rahatlatmak ister gibi hafifçe okşadım. Sanki bütün o çaresizlik, korku ve baskının bir anda omuzlarından düştüğünü hissedebiliyordum.
Bir süre öylece durduk, nefes alış verişleri birbirine karışmış, sessizliğin içinde sadece o anın huzuru vardı. İçimdeki öfkeyi tamamen bastırmıştım. Onun bu kadar zor bir durumda kendini yalnız hissetmemesi gerektiğini biliyordum, bu yüzden yanında olduğumu hissettirmek için daha da sıkı tuttum.
"Yanında olacağım," diye fısıldadım usulca. "Ne gerekiyorsa yapacağım."
İdil, boynuma yaslanmış halde derin bir nefes aldı, sanki o an biraz daha rahatlamış gibiydi. Bir süre sonra geri çekildiğinde kendisini toparlamaya çalıştı. "Ben, şey birden şey oldu öyle yani şey," Dediğinde hafif bir tebessümle ona cevap verdim.
"Sorun yok İdil, sakin ol." Dediğimde İdil ayaklandı. "Ben gideyim artık, saat geç oldu. Yarın nöbetim var," Kapıya doğru yürüdüğünde bende ona eşlik ettim.
Kapıyı açıp çıktığında bana döndü.
"İyi geceler Doktor İdil." Dediğimde aramızdaki bir vedalaşmayı başlattım. İlk karşılaştığımız günden beri bizim vedamız gibi bir şeydi bu.
"İyi geceler, Asteğmen Koray." dediğinde sesinde tanıdık bir samimiyet vardı.
Kapı kapandı, ve o an koridorun soğukluğu geri döndü. Birkaç saniye boyunca kapının önünde durdum, düşündüğümden daha fazlasını hissettiğimi fark ettim. O gece, İdil'in yaşadığı zorluklar ve içimdeki koruma hissi kafamı kurcalamaya devam edecekti.
☪☪☪
Sabah olduğunda, izin günüm olmasına rağmen her zamanki alışkanlıkla erkenden uyandım. Yataktan kalkarken günün sessizliği odada asılı kalmıştı. Herkes için bir tatil günüydü ama benim için bu sadece bir zaman dilimiydi; bedenim hala görevdeymiş gibi tepki veriyordu.
Biraz gerinip odanın etrafına baktım. Dün gece İdil'le olan konuşma zihnimde taze bir iz bırakmıştı. O an, onun yaşadığı sıkıntılar ve içimde beliren koruma isteği beni hala etkiliyordu. Bir yandan onun durumuna nasıl yardımcı olabileceğimi düşünürken, diğer yandan sıradan bir gün gibi davranmaya çalışmak, düşündüğümden daha zor olacaktı.
Gözlerim saate kayarken, ne yapacağımı bilemeden mutfağa yöneldim. Dolaptan yumurta çıkartarak bu sefer haşlama şeklinde yemeye karar verdim.
Yumurtaları sıcak suya koyduktan sonra haşlanmalarını bekledim. Haşlandıklarında ocaktan alarak kahvaltımı tamamladım.
Dün gece İdil ile yaptığımız konuşma zihnimde sürekli dönüp duruyordu. Bu haksızlığı içime sindiremezdim. Yemek tepsisini mutfağa bırakıp hızlıca üzerimi değiştirdim. Kararım netti; bu duruma sessiz kalamazdım.
Arabaya atladım ve hastaneye doğru sürdüm. Saat on olmak üzereydi. İdil'in nöbeti vardı, o yüzden hastanede olmalıydı muhtemelen.
Hastaneye gidip bu sorunu İdil yerine ben çözmeye karar verdim.
Kimse, özellikle de böyle bir kadın, kendini çaresiz hissetmemeliydi. Başhekim'in oğlu bile olsa, kimse bir başkasını rahatsız etme hakkına sahip değildi.
İdil'in bu durumu yönetimle paylaşması riskli olabilirdi; onu işinden edebilirlerdi. Ama benim için farklıydı. Özel Kuvvetler Mensubu olarak, onlara karşı durabilecek güce ve cesarete sahiptim.
Hastaneye vardığımda kararım daha da netleşmişti. Gözümde hiçbir şüphe kalmamıştı bu işi çözmeye kararlıydım.
Hızlı adımlarla hastaneden içeri girdiğimde koridorda dolaşan bir doktor bana yanaştı. Etrafa bakındığımı görmüş olacak ki yardım için yanaşmıştı. "Buyurun, size yardımcı olayım?" Gözlerim isimliğine kaydı.
Taner Aksu.
"Bu hastanede Taner adında başka bir doktor var mı?" Diye sorduğumda karşımdaki adam kaşlarını çattı. "Hayır, tek Taner isimli doktor benim."
İçimdeki öfkeyi bastırmaya çalışarak derin bir nefes aldım. Gözlerim tekrar ismine kaydı: Taner Aksu.
Evet, bu İdil'i rahatsız eden ibneydi. Karşımda duruyordu, sanki hiçbir şey olmamış gibi rahat bir şekilde bana bakıyordu. İçimdeki öfkenin yükseldiğini hissettim, ama yüzümdeki ifadeyi kontrol altında tutmam gerekiyordu.
"Tanıştığımıza hiç memnun olmadım," dedim soğukkanlılıkla. Elimi uzatırken gözlerimi onunkilere diktim, dikkatlice bakarak devam ettim. "Asteğmen Koray. Buraya seni uyarmak için geldim. Bazı sınırlar vardır, Taner. Ve sen o sınırları aşıyorsun. Ve ben sınırlarımın aşılmasından nefret eden bir adamım."
Taner'in yüzündeki şaşkınlık, konuşmalarımın ciddiyetini fark ettiğinde daha belirgin bir şekilde yerini rahatsızlığa bırakmıştı. Bu, benim ne kadar kararlı olduğumu anlaması için yeterli bir işaretti.
"Ne demek istediğinizi anlamadım, Koray Bey?" dediğinde, alaycı bir gülümsemeyle karşılık verdim. Sözlerimi daha da netleştirmek istiyordum.
"Ben sana daha açık anlatayım o halde," dedim, sesim sakin ama içindeki öfke belirgin bir şekilde hissediliyordu. "İdil'den uzak duracaksın Taner. Ona bir daha, bir metre bile yaklaştığını duyarsam bu konuşmayı normal şartlarda yapıyor olmayız. O kadın, işini yapmak isteyen başarılı bir doktor ve senin rahatsızlıkların yüzünden işinden olması kabul edilemez bir şey."
Taner'in gözleri bir an irkilse de, yüzündeki ifadesi kendini savunmaya geçmeye hazırlanıyordu. "Ben ne yaptığımı gayet iyi biliyorum. Eğer bir sorununuz varsa, resmi yollarla çözebilirsiniz, burası bir devlet kurumu ve aklınız estiği gibi buraya gelip buradaki bir doktora ahkam kesemezsiniz," dediğinde, ona daha da yaklaştım, sesimdeki tehdit tonunu hafifçe artırarak devam ettim.
"Resmi yollar, belki senin işini zorlaştırabilir. Ama birileri İdil'in yaşadığı sıkıntıyı bilirse, senin bu hastanedeki yerin tehlikeye girebilir. Karar senin," dedim ve Taner'e son bir bakış attım. "Ama sana tavsiyem, bu meseleyi fazla büyütme. Çünkü ben bu işin peşini bırakmam. Ve inan bana, Başhekim'in oğlu olman bile beni durduramaz, senin tüm itibarını ve meslek hayatını yerle yeksan etmem tek bir emrime bakar."
Taner'in kaşları çatılmıştı, ama söylediklerimden dolayı kendini nasıl savunacağını düşünüyordu. Sözlerimi sonlandırıp geri çekildim, ama hâlâ karşısında duruyor, tehditkar gözlerle ona bakıyordum.
"Koray?" İkimizde sesin geldiği yöne baktığımızda İdil, elinde bir kaç hasta dosyası ile buraya yaklaşıyordu.
İdil'in sesini duyduğumda, Taner'in yüzündeki gerginlik artmıştı. Gözlerim tekrar ona döndü, ses tonum sakin ama kesin bir şekilde devam ettim. "Sana son bir tavsiye: İdil'in karşısına çıktığında, onunla doğru ve saygılı bir şekilde konuş. Aksi takdirde, kendini daha zor bir durumda bulabilirsin."
Taner, ne diyeceğini bilmez bir halde sessiz kaldı. O sırada İdil'in yaklaşmasıyla, Taner'in dikkatini başka yöne çekme fırsatını yakaladım. İdil dosyaları dikkatlice tutuyordu, ama yüzündeki endişe ifadesi hemen fark ediliyordu.
"Koray?" dedi İdil, gözlerini benden Taner'e kaydırırken. Sesinde bir miktar şaşkınlık ve endişe vardı. "Her şey yolunda mı?"
"Her şey yolunda, İdil," dedim, sakin bir şekilde. "Taner ile konuşuyorduk. Burada bir sorun olup olmadığını öğrenmek için buradayım."
İdil, Taner'in yanında dururken endişeli gözlerle bana baktı. "Taner Hocam, Koray'a her şeyi anlattınız mı?"
Taner, kaşlarını çatarak "Evet, her şeyi anlattım. Koray Bey burada bana karşı tehditte bulunuyor. Biraz fazla ileri gittiğini düşünüyorum," dedi, sesinde rahatsızlık belirgin bir şekilde yer alıyordu.
İdil'in bakışları bana döndü. "Koray, ne tehdidi?" Dediğinde sesindeki korkuyu anında hissetmiştim.
"Tehdit etmedim, sadece yaptığına devam ederse benim yapacaklarımı bahsettim." İdil, koluma girerek beni Taner'in yanından uzaklaştırmaya çalıştı.
İdil'in ince parmakları koluma hafifçe dokunduğunda duraksadım, içimde bir şeyler kıpırdandı. "Koray, lütfen," dedi fısıltıyla. Sesinde sadece korku değil, bana duyduğu endişeyi de hissedebiliyordum. Birkaç adım uzaklaştığımızda derin bir nefes aldı ve gözlerini bana dikti.
"Ne yapmayı düşünüyorsun? Neden bu kadar öfkelisin?" dedi, sesi titrek bir şekilde.
Bir an için gözlerimi ondan kaçırdım, ama ne kadar uğraşsam da içimdeki öfkeyi gizleyemiyordum. "İdil, Taner'in yaptıkları hoşuna gidiyor mu? Ailesinin arkasına saklanıp seni istediği gibi rahatsız etmesi?"
"Koray," dedi yumuşak bir tonda, "onunla bu şekilde baş edemeyiz. Sen bu işin nereye varacağını bilmiyorsun. Şiddetle çözüm aramak sadece bizi daha büyük bir çıkmaza sokar. Lütfen..."
Gözlerine baktığımda orada sadece korku değil, bana olan güvenini de görüyordum. Ama bu güven, Taner'in karşısında beni savunmak için yeterli olur muydu, emin değildim. Derin bir nefes alıp sesimi biraz yumuşattım.
"İdil, seni korumak için yapıyorum. O adamı biri durdurmalı. Eğer bir şey yapmazsam, daha kötüsü olacak."
İdil, başını hafifçe salladı ve kolumdaki tutuşunu gevşetti. "Koray, lütfen..." Diye mırıldandı çaresizce. Onu daha fazla üzmek istemediğim için sakinleşmeye çalıştım.
"Tamam, tamam." Dedim daha sakin bir sesle. Bu sefer yüzünde bir gülümseme belirdi. O sırada çalan telefonumla ikimizin de bakışları benim telefonuma döndü. Arayan Asel'di. Askeriyede kullandığım telefonumu aradığına göre önemli bir durum vardı.
"Efendim komutanım?" Dedim sakin bir şekilde. "Koray, bir saat içinde karargahta ol, hemen. Görev var." Dediğinde o görmese bile başımı salladım.
"Emredersiniz komutanım." Telefonumu kapatıp cebime koyduğumda İdil'e döndüm. "Göreve mi?" Diye sordu sessizce. Başımı salladım. Bakışlarına bir hüzün bulutu yerleşse de gülümsedi. "Gitmem gerek," Dedim bende ama gözlerimi İdil'in gözlerinden çekemiyordum.
"Dikkatli ol," Dediğinde sesi bile sanki bunun için yalvarır gibiydi. "Sende dikkatli ol." Dedim ona karşılık. Gülümsedik.
Arkamı dönerek bir kaç adım attığımda İdil'in sesi beni durdurdu. "Koray,"
Arkamı dönerek ona baktım. Aramızdaki bir kaç adımlık mesafeyi hızlıca aşıp yanıma geldi ve parmak uçlarında yükselerek yanağıma küçük bir öpücük kondurdu.
İdil'in yanağıma kondurduğu öpücüğün ardından şaşkınlıkla ona baktım, kalbim bir an için hızla atmaya başladı. İdil, hafifçe utanmış bir şekilde geri çekildi ama gözlerini ondan ayırmadı. "Sağ salim dönmen için," diye fısıldadı, dudaklarında ince bir tebessümle.
Bir anlığına sadece İdil'e baktım, sözlerimi toparlamaya çalışırken kalbimdeki karışıklığı kontrol etmeye uğraşıyordum. Bir yandan görevin sorumluluğu omuzlarıma ağır bir yük gibi çökerken, diğer yandan İdil'in bu küçük hareketi, içimde sıcak bir his uyandırmıştı.
"Sağ salim döneceğim," dedim yumuşak bir sesle. İdil'e tekrar baktığımda, sanki onunla vedalaşmanın zor hale geldiğini fark ettim.
"Ne zaman döneceksin?" diye sordu İdil, sesi bu sefer daha kırılgandı. Ona güven vermek ister gibi bir adım daha yaklaştım ve İdil'in omuzlarına hafifçe dokundum. "Söz veremem," dedim dürüstçe, "ama geçen gün yaptığın böreklerden benim için bir daha yapacaksan en erken şekilde dönerim."
İdil hafifçe kıkırdadı, gözlerinde hala endişe vardı ama güldü. "İstediğin kadar yaparım," dedi sessizce.
Bu sefer arkamı dönüp arabaya bindiğimde İdil beni durdurmadı. Sessizce arabama binerek anahtarı çevirdim ve yola koyuldum ama dudaklarımda bir gülümseme, kalbimde bir sıcaklık vardı.
☪☪☪
Asel Sönmez...
Suriye Sınırı...
"Ozan, ileri!" Diye gür sesimle bağırdığımda Ozan, hızlıca yanımdan ayrılıp ilerideki mevziye doğru konuşlandı. Bir çatışmanın ortasındaydık.
Karşımızdaki adamların sayısı hakkında bir tahminim yoktu ama kalabalıklardı.
Ozan mevziye doğru koşarken çevremdeki kurşun sesleri yankılanıyordu. Etrafımızı saran toz bulutu ve çatışmanın gürültüsü görüşümü daraltıyordu, ama odaklanmalıydım. Yüzümde hissettiğim ter ve adrenalin karışımı, her zamanki gibi soğukkanlılığımı korumamı sağlıyordu.
Yanımdaki askerlere hızlıca işaret verdim, pozisyonlarını korumalarını emrettim. Mermilerin vızıltısı kulaklarımda yankılanırken, karşı mevzidekilerin konumlarını kestirmeye çalışıyordum. Düşman kalabalıktı, ama stratejik avantaj bizdeydi.
"Ozan, durumu bildir!" diye bağırdım, bir el ateş ederek siperin üzerine hafifçe çıktım. Ozan'ın sesi telsizde duyuldu, "Komutanım, iki makineli tüfek mevzilenmiş, sağ tarafta açık bir nokta var!"
Ozan'ın raporu üzerine hemen harekete geçtim. "Kürşad, sağdan sızın! Makineli tüfeklere odaklanın, dikkatli olun!" dedim.
Kürşad harekete geçtiğinde kalbimdeki gerilim bir anlığına hafifledi, ama tehlike hâlâ yakındı.
"İleri!" diye bağırdım yeniden, takımımı daha güvenli bir pozisyona doğru yönlendirdim. Kurşun sesleri arasında her şey bulanıklaşıyordu, ama içimdeki o bildik görev bilinciyle hareket etmeye devam ettim.
"Bu analarının amlarına soktuğum putperestleri neden gebermedi amına koyayım?!" Diye bağıran Koray'ın sesini duydum telsizden. Konuşlandığım evin çatısından aşağı atlayarak Uras'ı hedef alan adamın tam alnından vurdum.
"Elbet geberecekler Koray, Tomris Hatun misali hepsini kana doyuracağız." Bir kez daha ateş ettiğimde hızlıca duvarın arkasına saklandım ve el çabukluğu ile M4'ün şarjörünü değiştirdim.
Telsizden gelen Koray'ın öfkeli sesi, çatışmanın ortasında bile yüzüme hafif bir gülümseme yerleştirdi. İnatçıydık, pes etmeyecektik.
Baran'ın nefes alışverişini telsizden duyabiliyordum. "Kahretsin, nereden çıktılar bunlar?" diye mırıldandı, sanki kendi kendine konuşur gibi.
"Dayan, Baran," dedim, şarjörü değiştirip siperden başımı çıkardım. "Biz buradayız, nefes aldıkları son saniye bitene kadar savaşacağız."
Gözüm ilerideki mevzilere odaklandı. Karşımızdaki düşmanların sayısı çok fazlaydı ama strateji ile onları alt edebilirdik.
"Murat, arkamı kolla. Sol kanattan saldırıya geçiyorum," diye emrettim, takıma işaret verdim. Birkaç adım öne çıkarken mermilerin etrafımda vızıldadığını duyabiliyordum. Her adım bir riskti, ama durmaya niyetim yoktu.
Savaşın ortasında dostların güvenini hissetmek başka bir şeydi. "Haydi beyler, sonuna kadar!"
Telsizden bu sefer albayın sesi duyuldu. "Durum bildir Sönmez," Dediğinde hızlıca telsize döndüm. "Baskı altındayız komutanım. Sayılarını henüz tespit edemedik." Dedim aceleyle.
"Alpay, üç çeyrek yönünde roket atar var, indir!" Dediğimde Alpay elindeki silahla dediğim yere döndü.
"Destek ekibi yollamaya çalışıyorum, dayanın Sönmez." Dedi İshak Albay.
"Kurt, ite kaybetmez komutanım. Kalabalık olmaları bir şey değiştirmez, elbet azalacaklar. Tarihte Türk'e baş kaldıranın sonu ne olduysa bunların sonu da öyle olacak komutanım."
Telsizden İshak Albay'ın sesini duymak güven vericiydi, ama durumu hafife almak da imkânsızdı. Düşman kalabalıktı ve bizi sıkıştırmaya çalışıyordu. Alpay, roketatarın bulunduğu noktaya çevik bir hareketle dönüp hedefi hızla indirdi. Patlamanın ardından birkaç düşman mevzisinden çıkan duman, geçici de olsa bir nefes alma fırsatı tanıdı.
"İyi iş Alpay," dedim, gözüm düşman hattında, her an yeni bir hareket bekliyordum.
İshak Albay'ın kararlı sesi tekrar duyuldu. "Dayanın, Sönmez, destek yolda. Tüm ekiplere haber verildi."
Telsizi kapatmadan önce bir an duraksadım, içimdeki o savaşçı ruhun kabardığını hissettim. "Kurt, ite kaybetmez komutanım," diye tekrarladım daha sert bir tonda. "Biz biteriz diye düşünenler, tarih boyunca yanıldılar. Türk'e baş kaldıranın sonu da hep aynı oldu, bugün de farklı olmayacak."
Telsizi kapatıp gözlerimi ekibime çevirdim. Hepsi kararlıydı, tek bir tereddüt yoktu.
"Poyraz, bu sesler yetmiyor bize. Şu itlere sesimizi duyuralım, ne dersin?" Dediğimde Poyraz'ın gülme sesi geldi kulağıma. "Emredersiniz komutanım," Diyerek demek istediğimi anladı ve megafonu alarak gür bir sesle bağırdı.
"Gündoğdu, hep uyandık siperlere dayandık! Gündoğdu, hep uyandık siperlere dayandık!"
Ona katılan kişi Murat oldu. "İstiklâlin uğruna da al kanlara boyandık! İstiklâlin uğruna da al kanlara boyandık!"
Uras güldü. "Sandılar Türk uyudu, ata cenge buyurdu! Sandılar Türk uyudu, ata cenge buyurdu!"
Keyifli bir kahkaha atarak ben eşlik ettim. "Türk'ün asker olduğunu dünyalara duyurdu! Türk'ün asker olduğunu dünyalara duyurdu!"
Koray katıldı. "Ülkemiz, Türk ülkesi âşık eder herkesi! Ülkemiz, Türk ülkesi âşık eder herkesi!"
Hep bir ağızdan bağırdık "Üstümüzden eksilmesin al bayrağın gölgesi! Üstümüzden eksilmesin al bayrağın gölgesi!"
Bağırışlarımızın yankıları dağların etrafında dolaşırken, bir an için savaşın tüm gürültüsü silinmiş gibiydi. Hepimizin sesleri bir arada yükseldi, coşkumuzla düşmanın bile şaşkına döneceğini biliyordum. Bu, sadece bir çatışma değildi; bu, tarihe geçen savaşçı ruhumuzun bir yansımasıydı.
Megafondan yükselen marş, savaş alanında yankılanırken ekibimdeki herkesin gözlerinde aynı kararlılığı gördüm.
Hepsi, aynı ruhla birbirimize güç veriyorduk. Her bir kelime, içimizdeki savaşçı ateşini daha da harlıyordu.
Düşmanın sessiz kaldığı o birkaç saniyede gözlerimi ekibimden ayırmadan, alaycı bir gülümsemeyle konuşmaya başladım: "Bu sesler sizi korkutmaya yetti mi, ha? Hadi beyler, Türk'ün sesini daha yüksek duyuralım!"
Koray silahını sımsıkı tutarak "Ne yapalım komutanım? Türk'ü uyandırmak kolay mı sandılar?" diye güldü. Hepimiz bir kahkaha daha attık. İçimizdeki korku değil, umut vardı. Biz Türk'tük, bu savaştan galip çıkacağımızı biliyorduk.
"İleri!" diye bir kez daha bağırdım. Şimdi vakit, düşmana dersini verme vaktiydi.
Düşman sayısı azalmaya başlıyordu. Telsizin düğmesine basarak time konuştum. "Yaralı var mı?"
"Murat kolundan vuruldu komutanım." Dedi Ozan'ın sesi. "Murat, biraz daha dayan, az kaldı. Çakal sürüsü dağılıyor." Dedim ama bir yandan gözlerim onu arıyordu.
Çaprazımdaki evin çatısında mevzi alan Murat'ı gördüm. "Sorun yok komutanım, bu köpeklerin kurşunu bana sinek ısırığı!"
Murat'ın sesi telsizde yankılanırken bir anlık rahatlama hissettim. Yaralıydı ama morali yerindeydi, bu da savaşın en kritik unsurlarından biriydi. Telsizden gelen onun o cesur ve alaycı tonu, tüm timin üzerinde bir motivasyon dalgası yarattı.
"Murat, senin sinek ısırığı dediğin şey başka birini yere serer Murat, asabımı bozma benim!" diye karşılık verdim, gözlerim hâlâ onu izliyordu. Çatının köşesinde sağlam duruyordu, kolundaki kanama gözümden kaçmadı, ama yerinden kıpırdamıyordu. Bu adamların hepsi birer kahramandı, tıpkı tarihimizdeki nice cengâver gibi.
"Komutanım, düşmanın hareketliliği azalıyor," dedi Alpay, yanında mevzilenmişti.
"Tamam Koray, dikkatli olun. Dağılmaları onların çaresizliğini gösteriyor, ama tuzağa da düşmeyelim," dedim.
Hemen ardından telsizi tekrar elime alıp tüm takıma seslendim: "Herkes dikkatli olsun, son hamleleri yapacaklardır. Bu köpeklerin en tehlikeli oldukları an, köşeye sıkıştıkları andır."
Biraz daha zaman geçtikten sonra, düşman ateşi iyice azalmıştı. "Uras, ileridekileri gözlemle, temiz olduğundan emin olalım. Ozan, Murat'ı yerinden al ve tedaviye başla. Herkes, son kontrolleri yapıp pozisyonlarını sağlamlaştırın. Bu işin sonuna geldik!"
Düşman tarafından silah sesleri kesilince bende silahımı indirdim ve etrafı inceledim. "Etraf temiz komutanım." Diyen Baran'ı duyunca başımı salladım.
Silah seslerinin kesilmesiyle birlikte çevredeki sessizlik neredeyse kulakları çınlatıyordu. Baran'ın sesi telsizden gelir gelmez derin bir nefes aldım, gözlerim hâlâ tetikteydi ama içim biraz rahatlamıştı. Silahımı indirip etrafı dikkatlice gözden geçirdim. Baran'ın söylediği gibi görünürde bir tehdit kalmamıştı.
"İyi iş çıkardınız," dedim sakin bir tonla, ama içimdeki gurur bastırılamayacak kadar büyüktü. "Herkes pozisyonunu kontrol etsin ve yaralıları toparlayın. Buradan sağlam çıkıyoruz."
Gözlerim Murat'ı aradı, Ozan çoktan onun yanına varmıştı. Kolundaki yaraya müdahale ediyordu. Murat hala gülümseyerek bir şeyler söylüyordu, sanki biraz önce vurulmamış gibi.
Telsizi tekrar elime aldım. "Kürşad, Alpay, bölgenin etrafını son bir kez daha kontrol edin. Düşman tamamen çekilmiş mi emin olalım."
Silahımı omzuma asıp bir adım attım. Zafere ulaşmanın verdiği o hafiflik vardı içimde, ama savaş henüz bitmemişti. "Baran, ilerideki mevzileri de kontrol et, dönüş yolunu temizleyelim. Hazırlanın, az sonra buradan ayrılıyoruz."
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 30.69k Okunma |
2.02k Oy |
0 Takip |
55 Bölümlü Kitap |