43. Bölüm

Bölüm 41

Ceren Su Karadağ
karadagceren

Selamlar hepinize!

Nasılsınız? Umarım hepiniz iyisinizdir.

---

Bu yaşıma kadar aşkın varlığına her zaman inanmıştım. Aşka inanırdım ama bir gün gelip beni bulacağına dair inancım yoktu.

Fakat aşk beni ani bir şekilde bulmuştu... hem de en güzel hâli ile.

Zaman sanki durdu. Gözlerim onun gözlerine takıldığında etrafımdaki her şey bulanıklaştı, sesler silindi. Sadece o vardı. Yüzünde beliren hafif tebessüm, kalbimde bir fırtına kopardı. Hiç bilmediğim bir sıcaklık, içimi sarmaladı. Daha önce hiç bu kadar huzurlu hissetmemiştim.

Bu kadar basit bir karşılaşmanın, ruhumu bu kadar derinden etkileyebileceğine inanmak zordu. Fakat gerçek buydu; o bana baktığında sanki hayatımda eksik olan her şey yerine oturmuştu. Sözler boğazımda düğümlendi, ne söyleyeceğimi bilemedim. Sanki onu yıllardır tanıyordum, ama aynı zamanda yepyeni bir keşif gibi her bakışında başka bir güzellik buluyordum.

Ve o da bana baktı... gözlerinde, benim hissettiğim şeyi hissettiğini görebiliyordum.

Kelimelere gerek yoktu, çünkü aramızdaki sessizlik her şeyi anlatıyordu. Sesler geri dönmüş, dünya yeniden dönmeye başlamıştı ama artık farklıydı.

Dünyamın merkezi değişmişti; o, benim dünyam olmuştu.

Hava helikopterleri iniş yapmıştı. Helikopterden inen sağlık çalışanları koşar adım benim yanıma gelirken ne kolumdaki yara umurumdaydı, ne de bilincimin kapanması.

Sağlık çalışanları beni sedyeye yatırıp hastane helikopterine binerken bilincim yavaş yavaş kaybolmaya başladı. Gözlerim ağırlaşıyor, etrafımdaki sesler giderek uzaklaşıyordu. Motorun uğultusu ve rüzgârın soğuk dokunuşu, gerçekliğimin son parçaları gibi tutunduğum tek şeylerdi.

Bir ara, helikopterin içindeki askeri üniformalı bir yüzü seçtim. Yanımda dikiliyordu, bana bakıyordu. Onun sert ama endişeli ifadesi bulanıklaştı, göz kapaklarım kapanıyordu. Her nefes alışımda göğsümdeki ağrı daha da derinleşti. İçimde bir savaş vardı; bir yanım uyanık kalmak, mücadele etmek istiyordu, diğer yanım ise bu ağırlığın altında teslim olmayı kabulleniyordu.

Bir elin hafifçe bileğimi kavradığını hissettim. Soğuk, sert bir eldi ama tuhaf bir biçimde güven veriyordu. O dokunuş beni biraz daha gerçeklikte tutuyordu. Pes etme, der gibi. Başımı çevirmeye çalıştım ama kaslarım itaatsizlik ediyordu. O sırada bir ses duydum, uzak bir yankı gibi.

"Asel," diye fısıldadı, "Pes etme."

Bu ses tanıdıktı. İçimdeki bulanıklığa rağmen onu tanıyordum. Bu ses Alpay'dı. O an savaşmayı bırakamazdım. O sesi bir daha duyabilmek için gözlerimi açık tutmalıydım. Ancak bedenim ağırlaştıkça ağırlaştı, karanlık yavaşça üzerime çöküyordu.

Son gördüğüm şey, helikopterin küçük penceresinden süzülen güneş ışığının hüzmeleri oldu. İçimde bir yerlerde hala mücadele eden bir kıvılcım vardı, ama o kıvılcım giderek soluyordu. "Dayan," dedim kendime sessizce.

Ve sonra, her şey karardı.

☪☪☪

Kürşad Türkmen...

Hastaneye gelmiştik. Asel'e müdahale ediyorlardı. Hepimiz bekliyorduk kapıda. Saatler gibi geçen dakikalar, içimizdeki sessiz çığlıkları büyütüyordu. Herkesin yüzünde aynı endişe ve belirsizlik okunuyordu.

Yanımda dikilen Ozan, sessizliği bozdu. "Asel Komutan'ım iki kurşuna öyle etkisiz düşmez, bu işte bir bokluk var," dedi. Sesi sert ama bir o kadar da kaygılıydı. Gözleri kapıya odaklanmıştı, içeride neler olduğunu anlamaya çalışıyordu. Ona bakarken, ben de aynı şeyi düşünüyordum. Asel'in böyle kolayca pes etmeyeceğini hepimiz biliyorduk.

Asel'in gücünü ve dayanıklılığını düşünmeden edemedim. Bir keresinde, tam kalbinin hizasına bir milim kala kurşun yediğinde, doksan dakika boyunca çatışmaya devam ettiğini hatırlıyordum. Hiçbirimiz unutmamıştık o günü. Kan kaybetmesine, vücudu titremesine rağmen gözlerinde korku ya da tereddüt yoktu. Sanki sadece görevine odaklanmıştı, savaşmak için doğmuş gibi.

Şimdi ise burada, ameliyathane kapısında, o güçlü kadının bir kez daha aynı kararlılıkla hayata tutunmasını bekliyorduk. İçimde ona dair inancım tamdı, ama yine de huzursuzluk mideme oturmuştu.

"Bu sefer farklı," dedim kendi kendime, Ozan'a bakmadan. "Bir şeyler ters gidiyor."

Ozan, kafasını bana çevirip gözlerime baktı. "Sence de öyle değil mi? Asel Komutan öyle iki kurşunla düşmez. Bize bunu yaşatan her kimse, ne yaptığını biliyor."

Kapıya tekrar döndüm. İçeriden gelecek haberi beklerken, içimdeki sessiz dua büyüdü. Asel, bu savaşı da kazanmak zorundaydı.

Birden Asel'in odasından hızlı adımlarla çıkan İdil'i fark ettim. Hepimiz o anda ona odaklandık. İdil, Senem'in başındayken gösterdiği özeni ve dikkati Asel için de aynı şekilde sergiliyordu. Gözlerinde yorgunluk ama aynı zamanda kararlılık vardı. Onun yüzünden gelecek haberi anlamaya çalıştık, kalplerimiz hızla çarpıyordu.

"Durumu ne?" diye soran Alpay'dı. Sesi her zamanki güvenini koruyordu ama hepimiz onun da derin bir endişe taşıdığını biliyorduk.

İdil, etrafımıza bakıp hepimizi tek tek inceledi. Sessizlik birkaç saniyeliğine uzadı, sanki kelimeleri dikkatle seçiyordu. Sonunda derin bir nefes aldı ve soğukkanlı bir tonla konuşmaya başladı: "Omzuna isabet eden kurşun normal bir kurşun değil. Özel yapım. Kurşundan çıkan raporlara göre içerisinde çok etkili bir zehir var, bu zehir insanı beş dakika içerisinde öldürebilecek kadar güçlü."

Sözleri odaya bir bomba gibi düştü. Herkes donup kaldı. Baran, yumruklarını sıkarken nefesini tuttuğunu fark ettim. Alpay ise çenesini sıktı, gözleri İdil'e kilitlenmişti. Sessizliğin ağırlığı, İdil'in söylediklerinin dehşetini daha da artırıyordu.

"Beş dakika mı?" diye fısıldadı Uras, sesi titrek ve boğuktu. "Ama Asel Komutan hâlâ hayatta?"

İdil başını salladı. "Evet, bu da şanslı olduğumuz anlamına geliyor. Asel Komutan'ın vücudu güçlüymüş ki zehir onu öldürmeden müdahale edebildik. Henüz kritik eşiğe geçmedi, durumu hakkında bir bilgi maalesef ki veremeyeceğim. Antidotun işe yarayıp yaramayacağı önümüzdeki birkaç saat içinde belli olacak. Önümüzdeki birkaç saat içerisinde durumunu anlayabileceğiz."

Odanın içinde sessizlik bir kez daha çöktü. O an herkes aynı şeyi düşünüyordu: Asel, bir kez daha ölümle dans ediyordu ve bizim elimizden gelen tek şey beklemekti.

"Kim yaptı bunu?" diye mırıldandı Alpay, dişlerinin arasından. Sesi soğuk ve öfkeli bir fısıltı gibiydi. Gözlerindeki karanlık, hepimizin hissettiği çaresizliği öfkeye çevirmişti.

Bu saldırı sadece bir çatışma değildi. Bu kişiseldi.

Gözlerim Senem'i göremeyince sadece onu aradım. Senem ile aramızı düzeltememiştim. Beni affetmemekte haklıydı ama bencil bir istekle onu yanımda istiyordum.

Oturduğum yerden ayaklanarak hastanenin bahçesine çıktım. Senem, bir bankta oturmuş sigara içiyordu.

Kaşlarımı çattım. Normalde sigara içmezdi, hatta Koray ve Baran içtiği zaman onlara kızardı.

İlerleyerek bankta yanına oturdum. "Komutanım?" Dedi sorgulayan bir sesle. "Başlayacağım artık komutanına Senem! Deme şunu! Komutanım deme bana!" Dedim hızlı bir öfkeyle.

Komutanım kelimesini kim bulduysa onu bulup mezarında ters döndürmek istiyordum şuan.

"Siz benim üst-" Diyecekti ki sözünü hızla kestim. "Anladık ben senin üstünüm sende benim astımsın! O üst ve asta da başlayacağım!" Dediğimde mavi gözlerindeki şaşkınlık parıltıları ile bana bakıyordu.

Keşke küfredebilseydim... ama edemiyordum.

"Senem..." Dedim acı çekermiş gibiydi sesim. "Yapamıyorum ben, özür dilerim Senem. Sensiz yapamıyorum. Baktığım her yerde seni arıyorum, şurası..." Dediğimde yumruk yaptığım elimi kalbimin üzerine koydum. "Şurası senin hasretinden artık atarken bile acı çekiyor Senem."

Senem, mavi gözlerini benden ayırmadan bir süre sessiz kaldı. Sigara dumanı, hafif rüzgarla savrulurken, içimdeki karışıklık daha da derinleşiyordu. Onun huzur dolu, ama aynı zamanda kaygılı bakışları, içimdeki çatışmayı su yüzüne çıkarıyordu.

"Ne yapmayı bekliyorsun?" diye sordu, sesi biraz titrek ama kararlıydı. "Orada ne kadar acı çektim ben sen biliyor musun? Ben herkesle savaşabilirim ama karşımdaki kişi annem yada babamsa ben bir sik yapamam! Onları her gördüğümde gözümün önünde geçmişim canlanırken ben onlara karşı koyamam! Orada çektiğim her acıda ben seni aradım ama sen aptal bir sahte video yüzünden beni vatan haini olmakla suçladın!"

Kendime geldiğimi hissetmek istiyordum ama bunu başaramıyordum. Onun yüzü, gülümsemesi ve cesareti aklımda sürekli dönüp duruyordu.

O anda, Sigara izmaritini bankın kenarına bıraktı. Birkaç kez derin bir nefes aldı, sonra gözlerini benden ayırmadan yavaşça konuştu. "Hayat, savaşla dolu olabilir, ama mücadele etmekten başka bir seçeneğimiz yok. Benim mücadelem aileme işlemiyor. Ben seçemediğim ailemin lanetini yıllardır üzerimde taşıyorum. Çocuklar ailesini, anne babasını seçemez ama kimse bunu düşünmeden her fırsatta beni ailemden vuruyorlar. Abim umursamıyor olabilir ama ben bunları umursuyorum Kürşad!"

Gözleri doldu. Birkaç kez yutkunduktan sonra devam etti. "Ben ilk defa birini sevmiştim. İlk defa sana delicesine hızlanmıştı kalbim ama sen o kalbi tek elinle söküp attın."

Senem'in gözleri dolarken, içimde bir şeyler paramparça oldu. Onun her kelimesi, birer mermi gibi ruhuma saplanıyordu. Başımı eğdim, suçluluk ve pişmanlık bedenimi ele geçiriyordu. O, benim en derin yarama dokunuyordu; onu kırdığım anın izlerini yüzüme çarpıyordu.

"Sana bunları yapmayı asla istemedim," dedim, sesim kısık ve suçluluk doluydu. "Benim de savaşlarım var, Senem. O savaşın içinde seni kaybetmek istemedim ama farkında olmadan seni daha fazla uzaklaştırdım. Olanları geri almak isterdim."

Senem, gözyaşlarını sildi ama dudakları titriyordu. "Geri alamazsın, Kürşad. O an, o kırılma anı, sonsuza kadar içimde kaldı. Ailemin gölgesinde yaşarken, senin varlığın benim tek ışığımdı. Ama o ışığı söndürdün. Sadece beni değil, bizi de yaraladın."

Sözleri, içimde yankılandı. Ellerim istemsizce yumruk oldu. Her şeyin bu noktaya gelmesinden ne kadar nefret ettiğimi anlamıştım ama bunu düzeltmenin bir yolunu bulamıyordum.

Senem, hayatımın en büyük kaybıydı ve bu kayıp, geri dönüşü olmayan bir yola girmişti.

"Senem, ben de seni sevdim. Hâlâ seviyorum," diye itiraf ettim, gözlerim yere kilitlenmişti. "Ama ben sevmenin nasıl olacağını bilmiyordum. Kendime bu olanları hazmetmek için zaman vermek isterken, seni kırdım. Korkak herifin tekiyim ben Senem. Seninle savaşmaya hazır değildim, senin o cesur kalbine ayak uyduramadım."

Bir an sessizlik oldu, sadece rüzgarın hafif uğultusu duyuluyordu. Senem, bakışlarını uzaklara çevirdi, derin bir nefes aldı, ardından tekrar konuşmaya başladı. "Sana kızgınım, Kürşad. Ama senden nefret edemiyorum, bu da en kötüsü belki. Sana olan hislerimden, kalbimde taşıdığım sevgiden kopmak istiyorum, ama yapamıyorum. Sen, içimdeki en derin yarayı açtın, ama o yara senin isminle dolu. Bir zamanlar o yaraya çiçekler ekmiştin."

O an içimde büyük bir çaresizlik hissettim. Ne yaparsam yapayım, onu geri kazanamayacağımı fark ettim. Ama yine de mücadele etmek istiyordum. "Seni kaybetmek istemiyorum," dedim, gözlerim dolarken. "Eğer bir şansım olsaydı... eğer seni tekrar kazanabilseydim, her şeyi düzeltebilirdim."

Senem başını yavaşça salladı. "Bazı şeyler geri gelmez, Kürşad. Kırılan bir kalbi tekrar bir araya getirmek kolay değildir. Yırtılan bir kitabın sayfalarını istediğin kadar bir araya getir ama o yırtık sayfalar bir daha ilk hali gibi olmaz. Ama ben, seni affetmek istiyorum. Belki tam anlamıyla değil, ama en azından nefes alabilmem için bunu yapmam gerek."

Gözlerim ona kitlenmişti. Kalbim yerinden çıkacakmış gibi atıyordu. "Ne yapabilirim? Senin acını hafifletmek için ne yapmam gerekiyor?"

Senem, derin bir nefes aldı, sonra bana döndü. "Bana savaşlarımı hatırlatma, Kürşad. Ailemin yükünü omuzlarımdan almana gerek yok. Ama bana kendi hayatımda güçlü olma şansı ver. Eğer gerçekten beni seviyorsan, bana zaman tanı. Kendimi toparlamam gerek. Yaşadıklarımı sindirmem gerek."

Bu sözlerle, bir adım geri atmam gerektiğini anladım. Onun içindeki karmaşayı düzeltecek olan tek kişi ben değildim. Ama belki de onu sevmenin yolu, bu karmaşayı aşması için ona alan tanımaktı.

"Zaman tanıyacağım, Senem," dedim, sesimdeki kararlılıkla. "Eğer bu benim seni tekrar kazanma şansım olacaksa, beklemeye değer."

Senem, son bir kez bana baktı, gözlerinde hâlâ bir kırgınlık vardı ama aynı bakışları eskisine nazaran daha yumuşaktı.

Sessizlik içinde kalakaldık. Onunla birlikte geçirdiğimiz anların ağırlığı, her ikimizin de omuzlarına çökmüştü. Ama o an, gelecekte yeniden buluşabileceğimiz bir ışık gibi görünüyordu.

"Abim ve Asel'in nikahını kıymışsın çatışmada?" Dediğinde o anı hatırlar hatırlamaz kısık sesle güldüm.

"Yaşandı o tür garip şeyler, ben bile ne yaşadığımı çözemedim hâlâ. Asel'in vurulduğunu fark ettiğimde telaşla yanına koştum ama o manyak, o Allah'ın manyağı bana, abi bizim Alpay ile nikahımızı kıysana? Dedi." Dediğimde bu sefer Senem kısık sesle güldü.

Gözlerimdeki hüzün, onun gülüşüyle hafifçe dağıldı. Senem'in o anki tepkisini düşününce, kahkahalarımızı bastıramadığımızı fark ettim. "O anda ne yapacağımı bilemedim," dedim, gülümsememin ardında hala yaşadığım duygular vardı. "Tam olarak neyi kastediyor, diye düşündüm. Manyak, orada yaralanmış çatışmanın ortasındayız bana nikah kıydırdı ya. Hele bir iyileşsin nasıl sopayla döveceğim onu."

Senem, gülümsemesine devam ederken gözlerinde bir parıltı belirdi. "Hâlâ düşünemiyorum. Her şeyin ortasında, Asel'in durumu o kadar kritikken, nikah gibi bir şey düşünmek... Gerçekten, biraz tuhaf ama aynı zamanda komik."

Kahkahamız, bahçedeki boşluğu doldurdu. O anı paylaşmak, ikimizi de hafifletiyordu. "Sonra işte," dedim, "ben, Tamam, başlıyoruz, dedim. Tamamen dalga geçerek yaptım. Ama o kadar samimiydi ki, aniden, o anı ciddiye almak zorunda kaldım. Onlar bu kadar tehlikede olmasına rağmen, birbirlerine olan aşklarını yaşamak istiyorlardı."

Gülüşüm, onun gözlerindeki parıltının kaybolmaması için biraz daha yükseldi. "Belki de, o anki tüm karmaşanın içinde sevgiye dair bir şeyler bulmuşlardı," dedi sakince.

"Ama abdest yoktu, bu da ayrı bir mesele! İnşallah kabul olmuştur." Dediğimde bir kez daha güldü.

Senem'in yüzündeki gülümseme biraz daha derinleşti. "Bence, sevdiklerinin yanında olmak her türlü abdestten daha önemli. O anda yalnızca kalp ile kalp arasında bir bağ vardı. O sevgi, her türlü ritüeli geçersiz kılabiliyordu."

Düşüncelerimi toparlamaya çalışırken, "Haklısın," dedim. "O anı paylaştıklarında, Asel ve Alpay belki de hayatlarının en büyük sınavını vermekle meşguldüler.

"Ben orada yokken böyle bir şey gerçekleştirdikleri için abimlere büyük trip atacağım." Dedi kesin bir sesle.

"Hadi artık, diğerlerinin yanına gidelim," diyerek yerimden kalktım ve sessizce hastane binasına doğru yürüdüm. Senem, hiçbir şey demeden, ağır adımlarla peşimden geldi. Her adımda içimdeki gerginlik artıyordu, Asel'in durumu ne olursa olsun, bir belirsizlik çökmüştü üzerimize.

Asel'in bulunduğu odanın kapısına vardığımızda koridorda bir tuhaflık vardı. Herkesin yüzünde bir mutluluk parıltısı, ama sebebini anlamakta zorlanıyordum. Kaşlarımı çatıp hemen yakındaki Uras'a döndüm. "Ne oluyor?" diye sorduğumda, Uras bir adım öne çıkarak bana doğru eğildi, sesini kısarak konuştu.

"Asel Komutan'ım uyandı, komutanım." Bu sözleri duyar duymaz kalbimde büyük bir rahatlama hissettim. Boğazıma düğümlenen tüm korkular bir anda çözülüyordu. Senem'e bir bakış attım; gözlerinde hâlâ bir tedirginlik vardı, ama o da bu iyi haberi duyunca fark edilir bir şekilde rahatladı.

Asel'in gözlerini yeniden açmış olması, sanki tüm ekibe yeni bir umut getirmişti.

İdil, Asel'in odasından çıktıktan sonra hepimiz sabırsızlıkla odaya doluştuk. İçeri adım attığımda gözlerim hemen Asel'e takıldı. Yeni uyanmıştı, ilaçların etkisi hâlâ yüzünde belli oluyordu; göz kapakları hafif ağırlaşmış, hareketleri biraz yavaşlamıştı. Ama her şeye rağmen o tanıdık ışıltı, gözlerinden eksik olmuyordu.

Asel, yatağında oturmuş, etrafına toplanan bizlere tek tek bakıyordu. Gözlerinde mutluluk vardı, o kadar uzun zamandır onu böyle görmemiştik ki, içimizdeki endişe bir nebze olsun hafifledi. Ona bir şey söylemek için ağzımı açtım ama sanki kelimeler yetmeyecekti. Sadece orada durup onun iyileşme sürecine tanık olmak bile tarifsiz bir rahatlama getirmişti.

Odayı saran bu sessizlik anında, Asel'in gülümsediğini gördüm. Zayıf ama huzurlu bir gülümsemeydi, "Beni bu kadar özlediğinizi bilmiyordum," diyerek hafif bir şaka yaptı. Hepimizden derin bir nefes yükseldi, artık işler düzeliyordu.

Alpay, hiçbir tereddüt etmeden Asel'in yanına yaklaşıp yatağın kenarına oturdu. Yavaşça elini uzatarak Asel'in saçlarını okşadı, o anın ağırlığını ve anlamını içinde hissederek alnına derin, sevgi dolu bir öpücük kondurdu. Bu hareketiyle tüm duygularını, endişelerini ve özlemini tek bir dokunuşla ifade ediyordu.

Asel, Alpay'ın yanında kendini tamamen güvende hissetmiş gibi başını hafifçe ona doğru yasladı. Gözlerindeki yorgunluk yerini huzura bırakırken dudaklarına dingin bir gülümseme yayıldı. Her şey yoluna girmiş gibi gözlerini kapattı, sanki sonunda kaybettiği huzuru bulmuştu.

Odada o an, kimsenin kelimelere ihtiyacı yoktu. Sessizlik, aralarındaki bağın derinliğini ifade ediyordu.

"Bensiz evlendiğiniz için ikinizle iki dakika boyunca konuşmayacağım," diye homurdanan Senem'in sesi odaya yayıldı. Alpay ve Asel, bu sözlerle birlikte içten bir kahkaha patlattılar.

"İki dakika mı?" diye sordu Baran, gülmemek için kendini zorlayarak. Oda bir anda hafifledi, Senem'in enerjisi hepimizi etkisi altına almıştı.

"En fazla o kadar dayanabiliyorum," dedi Senem, gözlerini devirmeden edemedi. "Şu karşımızda yatan yüzbaşı bozuntusu kadının üzerine atlamamak için kendimi zor tutuyorum, çaktırma" diye sanki hiç birimiz duymamışız gibi eklediğinde odayı kahkahalar kapladı. Senem'in bu lafıyla ortamın tüm gerginliği dağılıvermişti.

"Senem," dedi Alpay, başını iki yana sallayarak, hâlâ gülümsemekteydi. Oysa Senem hiç ciddiyetinden taviz vermiyordu.

Bir elini dur işareti yaparak havaya kaldırdı. "Daha iki dakika dolmadı," diyerek ortalığı iyice neşeye boğdu.

Hastane odasının kapısı nazikçe çalındı. Asel, hafifçe doğrularak yattığı yerden kapıya doğru bakıp, "Gel," dedi. Sesi hâlâ yorgundu, ama bu yorgunluğun altında dimdik duran o kararlılığı hissetmemek imkânsızdı.

Kapı açıldığında, içeriye asker üniforması içinde genç bir kadın girdi. Kumral saçlarını tepesinden sıkı bir at kuyruğu yapmış, duruşuyla disiplinli ama bir o kadar da gergin bir hali vardı. Gözlerinde ise kararlılık ve görev bilinci parlıyordu. Hepimiz, bu beklenmedik ziyaretçinin kim olduğunu anlamaya çalışarak ona döndük.

Kadın birkaç adım attıktan sonra resmi bir tavırla durdu ve kendini tanıttı. "Beni İshak Albay görevlendirdi," dedi net bir ses tonuyla. Odaya bir sessizlik çöktü. Albay'ın adı geçince hepimiz duraksadık; bu ziyaretin sıradan olmadığını anlamıştık.

Asel, kadına doğru hafifçe kaşlarını çattı, merakla sorar gibi baktı. "Ne için görevlendirdi seni?" diye sordu, yüzündeki yorgunluk hâlâ geçmemişti ama sesindeki otorite yerindeydi.

Genç kadın derin bir nefes aldı, gözlerini bir an olsun kaçırmadan, "Size önemli bir mesaj iletmem istendi, komutanım," diye ekledi. Odadaki hava daha da ciddileşmişti.

Kadının bakışları sık sık Alpay'ın üzerindeydi. Alpay ise sanki daha önceden bu kadını tanıyormuş gibi gözlerindeki nefret ve çatık kaşları ile ona bakıyordu.

Alpay, sesini yükselterek sert bir şekilde, "Uzatma Astsubay Nehir. Ne diyeceksen de ve çık odadan," dedi. O an odadaki gerginlik iyice arttı. Gözüm kadının üniformasındaki isim etiketine takıldı.

Altınel.

Nehir Altınel.

Astsubay Nehir Altınel.

Asel'in bakışları Alpay'a kayarken, yüzündeki rahatsızlık açıkça belliydi. Kaşlarını çatıp Alpay'a doğru döndü. "Sen nereden tanıyorsun bu askeri?" diye sordu, sesindeki huzursuzluğu gizleyememişti.

Tam o sırada Nehir, sanki hiçbir şey olmamış gibi hafif alaycı bir tonda, "Sana da merhaba, Alpay," diye konuştu. Bu sözler Asel'in yüzündeki sertliği iyice derinleştirdi, gözleri hızla Nehir'e döndü.

"Komutanım!" dedi Nehir'e, sesi artık sabırsız ve sertti.

Nehir şaşkınca, "Anlamadım?" diye karşılık verdi, durumu kavramaya çalışıyor gibiydi.

Asel, gözlerini Nehir'e dikerek, "Alpay Komutan'ım," diye düzeltti ve ardından sesini daha da soğuk bir tona çevirerek ekledi, "Sen bir astsubaysın, o ise subay. Üste itaatsizlik yapılmaz astsubay." Sözleri sakin olmaktan uzaktı, disiplin ve otoriteyle doluydu.

Odadaki atmosfer, artık tamamen sertleşmişti. Nehir, Asel'in sözlerinin ağırlığını hissediyor olmalıydı, çünkü duraksadı. Asel'in duruşu, otoritesini ve ekibi koruma içgüdüsünü fazlasıyla yansıtıyordu.

Asel'in bakışları bir kez daha Alpay'a döndü, bu sefer gözlerinde saf bir kıskançlık vardı. "Sana da bu kadını nereden tanıdığını sordum?" dediğinde sesi artık titriyordu. Kıskançlığın verdiği öfke, konuşmalarına yansımıştı.

Alpay gergin bir şekilde dudaklarını kıvırdı, ne diyeceğini tam bilemiyordu. "Önemsiz bir şey," dedi ama bu cevap Asel'i daha da kızdırdı. Aniden omzuna vurdu, gözleri öfkeyle parlıyordu. "Soruma cevap ver!" diye bağırdı, sesi odanın dört bir yanında yankılandı.

"Asel-" diye başlayacak oldu Alpay, ama Asel'in sabrı artık tükenmişti.

"Başlatma şimdu Asel'una! Soruma cevap veresun derhal! Bekleyurum! Nereden tanursun bu paçiyi (kızı)!" dediğinde o kadar sinirlenmişti ki, normalde pek kullanmadığı şivesi bile ortaya çıkmıştı. İçinde biriken kıskançlık ve merak artık kontrol edilemez bir hâl almıştı.

Alpay derin bir nefes alarak sessizce etrafına baktı. Herkesin gözü onların üzerindeydi, ama Asel'in bu anı ciddiye alması onu ne kadar önemsediğini gösteriyordu.

"Nehir, eski kız arkadaşımdı."

Bölüm : 13.03.2025 20:05 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...