44. Bölüm

Bölüm 42

Ceren Su Karadağ
karadagceren

Selamlar hepinize! Nasılsınız?

Umarım hepiniz çok iyisinizdir.

---

Odadaki hava anında ağırlaştı. Kalbime bir bıçak saplanmış gibi acıdı. Duyduklarıma inanamamış gibi bir an durdum, gözlerim Alpay'ın gözlerinde kilitli kaldı. Beklediğim bu cevap değildi. Kıskançlık ve merakla sormuştum, ama işittiği kelimeler kalbime adeta bir bıçak gibi saplanmıştı.

"Eski kız arkadaşın mı?" diye tekrarladım alaycı bir tonla, dudaklarım titrerken. "Bunu bana daha önce söylemeye mi tenezzül etmedin, yoksa unuttun mu?"

Alpay, bana yaklaşmak, sakinleştirmek için sarılmak istedi ama benim öfkeli bakışlarım onu yerinde çivilemişti. "Asel, lütfen sakin ol. Olay düşündüğün gibi değil," dedi, sesindeki hafif titremeyle.

Sinirden ellerimi yumruk yapmıştım. "Sakin olmamı mı istiyorsun? Hayatımda ilk defa kendimi bu kadar aptal gibi hissediyorum! Her şeyini bilirim sanıyordum, ama eski sevgilini bile benden saklıyorsun. Şimdi bana nasıl sakin olmamı söylersin, Alpay?"

"Onu saklamadım, sadece... konuşmamıza gerek kalmadı. O geçmişte kaldı," dedi Alpay, ellerini saçlarının arasından geçirip derin bir nefes alarak. "Seni seviyorum, bunu biliyorsun."

"Seni seviyorum," diye onun cümlesini taklit ettim, alaycı bir şekilde. "Bu iki kelime, bu kadar kolay mı her şeyi telafi ediyor? Ya da telafi etmesi gerektiğini bile mi anlamıyorsun?"

Alpay, sessizliğe gömülmüş olan odadaki herkesin bakışlarının altında ezildiğini hissetti. Benim bu kadar kırılgan ve öfkeli olmamın altında yatan derin hisleri biliyordu ama şimdi bu hislerin altında eziliyordu. "Asel, her şeyi açıklayabilirim," dedi yavaşça, sesindeki sakinlik için çabalayarak.

Sakinleşmek ister gibi gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım, içimdeki öfkeyi bastırmaya çalışıyordum. "Neyu açıklayabilirsun Alpay? Bunca zaman baa Nehir'den hiç bahsetmemişsun. Ne söyleyebilirsun ki?"

Alpay bir adım daha atarak mesafeyi kapatmaya çalıştı, ama yeniden dolu gözlerimi görünce geri çekildiğini görünce durdu. "O zamanlar, gençtim. Çok eski bir şeydi. Ben daha Teğmendim Nehir ile sevgili olduğumda. Nehir'le ayrıldıktan sonra kimseye anlatmadım, çünkü anlatacak bir şey yoktu. Sen hayatıma girmeden çok önce olmuş bitmiş bir şeydi. Sana onu anlatarak seni üzmek istemedim."

Gözyaşlarımın yanaklarımdan süzülmesine izin verdim, bu kadar çabuk zayıflığımı göstermek benim en sevmediğim şeydi ama şimdi duygularıma engel olamıyordum. "Alpay, ben senin her şeyini bilmek istedim. Seni her halinle kabul etmek istedim. Ama sen bana bu fırsatı bile vermemişsin."

Alpay, benim bu halimi görmekten nefret ediyordu. Bana yaklaşmak, Bana dokunmak, sarılmak istiyordu ama adım atsa bile aramızdaki bu duvarı aşamayacağını biliyordu. "Asel, lütfen. Sana olan sevgim tamamen gerçek, oyun yok, yalan yok." Ardından duraksadı.

"Ya kızım, çatışmada şehit olma ihtimalimiz yüksek olduğu için o hengamenin ortasında ben senle evlenmek istedim ya!" Dediğinde sesi titriyor, beni kaybetme korkusu onu tamamen bir kara bulut gibi sarıyor ve boğuyordu.

Alpay, yanıma yeniden oturup bana sarılırken bu sefer onu engellemedim. O bana kollarını dolarken sessiz gözyaşlarımın sayılı bir şekilde akmasına izin verdim.

Bu duygusallığımın sebebi tamamen bir ailemi daha kaybetme korkusuydu. Alpay, benim ailem, benim yuvam olmuştu.

Alpay'ın güçlü kollarının etrafımı sardığını hissettiğimde içimde bir parça huzur buldum. Bir süre sessizce, sadece birbirimizin nefesini dinleyerek kaldık. Gözyaşlarım yavaşça yanağımdan süzülürken, Alpay'ın elleri sırtımda nazikçe dolaştı. Onun her dokunuşu, kırık dökük kalbimin parçalarını birleştirir gibiydi. O anlarda dünyada başka hiçbir şeyin önemi yoktu. Sadece o vardı, o ve bizim paylaşmak zorunda kaldığımız acılar.

"Biliyorum..." diye fısıldadı, sesi hem yorgun hem de kararlıydı. "Seni böyle görmek istemiyorum. Ama bazen... bazen her şeyi kontrol edemeyiz, biliyorsun değil mi?"

Başımı usulca salladım, boğazıma düğümlenen kelimeler bir türlü çıkmıyordu. Kendi içimde kopan fırtınayı anlatacak söz bulamıyordum. Alpay, kelimelerime ihtiyacı yokmuş gibi beni biraz daha kendine çekti.

"Seni kaybetmekten korkuyorum," dedim, sonunda. Sesim titriyordu ama devam ettim. "Bir şey olacak ve sen beni bırakacaksın diye ödüm kopuyor. Tekrar... Tekrar ailemi kaybetmek istemiyorum. Tekrar böyle bir acıyı kaldıramam."

Alpay, elini nazikçe saçlarımda gezdirerek başımı omzuna yasladı. "Seninle hep buradayım," dedi yumuşak bir sesle. "Yanında. Her zaman."

Gözlerimi kapattım ve onun kalbinin ritmine odaklandım. Bu ritim, kaybolmuş ruhum için bir pusula gibiydi. Sanki o kalp atışları bana evin yolunu gösteriyordu. "Sen benim evimsin, Alpay," diye fısıldadım. "Nereye gidersem gideyim, sen varsın ya, ben hep evdeyim."

Alpay'ın yüzünde hafif bir gülümseme belirdi. "Benim de yuvam sensin," dedi. "Seninle her şey tamamlanıyor. Ama biliyorum ki senin kalbin hep yük altında. Sen de biraz kendine izin ver. Kendini rahat bırak."

İçimdeki tüm korkular, endişeler, o an biraz olsun hafifledi. Belki her şey düzelmeyecekti, belki her şey hep bir mücadele olacaktı ama Alpay'la birlikte bu yükü taşıyabileceğimi biliyordum. Sessizce başımı onun göğsüne yasladım, kalbinin atışlarını dinlerken yavaşça gözlerimi kapadım. O benim korunağımdı.

Ve işte o anda, ne geçmişin yükü ne de geleceğin korkusu vardı. Sadece, kollarında bulduğum o anlık huzur, o yuvanın sıcaklığı...

Odadaki herkes sessizlik içindeyken bakışlarım bu sefer yeniden astsubay kadını buldu. "Ne diyeceksin?" Dediğimde sesim sert bir şekilde çıkıyordu.

Astsubay Nehir, elindeki dosyayı bana uzattı. Bakışları yanımda bana sarılan Alpay'daydı ve bakışlarında pişmanlık vardı.

Dosyayı sertçe çekip aldım elinden. Kocamın -sonuçta orada dini nikahımız kıyılmıştı, yani dinen kocamdı.- eski sevgilisi aynı odanın içerisinde ve bakışları ondayken sinir katsayılarım artıyor, zirveyi zorluyorlardı.

Dosyayı elinden çekerken içimde bir öfke dalgası kabarıyordu. Bu öfkenin kaynağını tam anlamıyla çözmek zordu ama Nehir'in Alpay'a yönelttiği o bakışlar...

Gözlerindeki pişmanlık ve çaresizlik, tırnaklarımın avucuma batacak kadar elimi sıkmama neden oluyordu. Bu, yalnızca geçmişte kalmış bir ilişkinin yankıları değildi; bu, bana ve Alpay'a olan saygısızlığın ta kendisiydi.

Oda sessizdi, adeta bu gerilimi izliyordu. Herkesin bakışları üzerimizdeydi ama ben Nehir'in gözlerine bakıyordum. Sanki gözlerimle ona tüm bu olan bitenin, bu kırılmanın sorumlusu olduğunu anlatmak istiyordum.

"Konuşmayacak mısın?" dedim, sesimdeki soğuklukla birlikte biraz da meydan okuma vardı. "Buraya kadar gelip bu dosyayı vermekle mi yetineceksin astsubay?"

Nehir, başını eğdi ve derin bir nefes aldı. Bakışları hala Alpay'a takılı kalıyor, sonra bana dönüyordu. "Komutanım..." dedi, sesi titriyordu. "Bu durumu bu kadar büyütmek istememiştim. Sadece, Alpay'ın durumu hakkında sizi bilgilendirmek istedim. Daha fazla mesleğinde zarar görmesini istemiyorum."

O an içimde yükselen öfke ve kırgınlık dalgası beni boğacak gibiydi. Onunla ilgili bu endişe dolu cümleleri duymak istemiyordum. Alpay benim her şeyimdi ve bir başkasının onun için bu kadar endişelenmesi... Bu duruma müdahale etmesi... Bu, affedebileceğim bir şey değildi.

"Daha fazla kocamın mesleğinin zarar görmesini istemiyorsun," dedim, yavaşça ve her kelimenin üzerine basa basa. Ama en çok kocamın kelimesini vurgulamıştım. "Ama burada olan biten her şey, senin bu gereksiz müdahalenle daha da karmaşık hale geldi, farkında mısın?"

Nehir'in gözleri aniden büyüdü, şaşkınlık ve suçluluk aynı anda yüzüne yansımıştı. "Ben... Sadece..." diye başladı, kelimeler ağzında düğümlenmiş gibiydi.

"Sadece ne, Nehir?" diye çıkıştım, sesim iyice yükselmişti. Alpay'ın kollarındaki varlığı bile beni sakinleştirmeye yetmiyordu. "Sadece onun için endişelendin, öyle mi? Eski sevgilin olduğu için mi, yoksa hala bir şeyler hissettiğin için mi? Belki bir pişmanlık yada bir sevgi kırıntısı? Ne dersin?"

Nehir'in yüzü bembeyaz kesildi. Bir an gözlerinde yaşlar birikti ama hemen toparlandı. Gözlerini bana dikti, bu sefer bakışlarında kararlı bir ifade vardı. "Geçmiş için pişmanlık duyuyorum, evet," dedi, sesi çatlamıştı ama kelimeleri netti. "Ama ben sadece onun iyi olmasını istiyorum. Onun mutlu olmasını..."

Alpay'ın kollarındaki sıkışıklık, bu itirafın ardından aniden azaldı. Bakışlarını önce bana, sonra Nehir'e çevirdi. Onun bu durum karşısında ne hissettiğini anlamaya çalışıyordum ama gözlerinde sadece derin bir üzüntü vardı.

"Bak Nehir," dedim, biraz daha sakin bir sesle ama hala öfkemi kontrol edemiyordum. "O, benim kocam. Dini nikahımız kıyıldı ve bu, bir evlilik demek. Senin, onunla ilgili hiçbir müdahale hakkın yok. Bunu anlaman gerekiyor. O yüzden bir daha yanımda eşim hakkımda ne dediğine dikkat et. Ve o bakışların sadece bende olsun. Anladın mı beni Nehir?"

Nehir, derin bir nefes aldı ve başını salladı. "Anladım, komutanım," dedi sessizce. "Sadece... Onunla ilgili endişelenmemem gerektiğini, onu sizin sorumluluğunuza bırakmam gerektiğini biliyorum. Ama bu o kadar kolay değil..."

Sözleri, içimdeki öfkeyi biraz daha alevlendirdi. Gözlerimi ona diktim ve kararlı bir şekilde "Bu iş burada bitiyor, Nehir. Alpay'ı unut ve hayatına devam et," dedim. "Bu, hem senin hem de onun iyiliği için. Benim deliliğimin sınırı yoktur. Karadenizliyim ben. Bizler kadınlı erkekli kafadan sıyrık oluruz."

Nehir, gözlerini kapatıp başını salladı. Sonra yavaşça odadan çıktı, ardından kapının kapanma sesi odada yankılandı. Alpay, bana daha sıkı sarıldı ve başını omzuma yasladı. Kalbinin atışını hissedebiliyordum. İkimiz de bu anın yükünü omuzlarımızda taşıyorduk.

"Seninle olmak istiyorum, hep senin yanında," dedi fısıldayarak. "Kimse bunun önüne geçemeyecek, kimse aramıza giremeyecek."

Sözleri içimdeki huzursuzluğu biraz olsun yatıştırmıştı ama yine de bu anın gerginliği tamamen silinmemişti. Alpay'ın yanında olduğum sürece hiçbir şeyden korkmuyordum ama yine de Nehir'in bu açıklaması...

Onu biraz daha sıkı sardım ve gözlerimi kapattım. "Biliyorum," dedim fısıldayarak. "Hep birlikte olacağız. Kimse buna engel olamayacak."

Bu sözler, odadaki sessizliği bir nebze yumuşatırken, içimdeki fırtınayı da biraz olsun dindirmişti.

"Artık sizinle konuşabilirim." Diyen Senem'e yeniden güldük. "İki dakikadan fazla oldu ama trip atma süren." Diyen Poyraz'a vurdu Senem.

Odaya İdil'in girmesiyle Koray'ın bakışları anında ona kitlendi. Koray, yüzünde beliren o belli belirsiz ama sıcacık gülümseme ile sanki kendi dünyasında, sadece ikisinin olduğu bir anı yaşıyor gibiydi. Onun bu halini fark etmek zor değildi. Kendi kendime bir tebessüm ettim.

Asooosss! Yeni bir aşk doğuyor Asos!

Koray'ı böyle görmek beni hem şaşırtıyor hem de mutlu ediyordu. Onun gibi, sert görünümlü, dış dünyaya mesafeli ve geçmişinden yaralı bir adamın, böyle minnoş bir doktora karşı bu kadar yumuşadığını görmek... Eh, dünya böyle sürprizlerle doluydu işte.

Evet, Bayan Çok Bilmiş. Bizim deli bu minnoş doktora aşık olmuş, hatta abayı yakmış.

İdil'in bakışları da Koray'a kaçıyordu, bunu fark etmemek mümkün değildi. Yüzünde hafif bir kızarıklık belirmişti, sanki söylemek istediği çok şey varmış ama nereden başlayacağını bilemiyormuş gibi.

"Nasılsınız Asel Komutan'ım? Ağrınız veya başka bir şikayetiniz var mı?" diye sordu İdil, profesyonel bir tavırla ama gözlerindeki o şefkatli ifade saklanamıyordu. Beni incelerken bakışları istemsizce tekrar Koray'a kaydı.

Gözlerimi kısarak ikisine bakarken, İdil'in göz göze gelmemek için kendini zor tuttuğunu görmek oldukça eğlenceliydi. Koray ise hâlâ o yumuşak bakışlarla İdil'i izliyordu. İçimden bu duruma şahit olan biri olarak onları biraz sıkıştırmak geldi ama şimdilik sabırla izlemeye karar verdim.

"Merak etme, İdil," dedim, gülümseyerek. "İyiyim, çok iyiyim hatta. Ama biraz ağrım var. Yeni bir aşk ağrısı." Sözlerimle birlikte Koray'a anlamlı bir bakış attım.

İdil, biraz şaşırarak baktı önce, sonra söylediklerimin altında yatan anlamı fark etti. Yanaklarındaki kızarıklık iyice belirginleşmişti. Koray ise kendine hakim olmaya çalışarak derin bir nefes aldı. Onu böyle zor durumda bırakmak pek de sık elime geçen bir fırsat değildi.

"Gerçekten mi?" dedi İdil, bana yaklaşarak. Gözlerinde endişeyle karışık bir ifade vardı. "İsterseniz size bir ağrı kesici verebilirim, ya da..."

Gözlerimle ona bir anlığına bakış attım, sonra tekrar Koray'a döndüm. "Yok, İdil. Teşekkür ederim. Sanırım bu ağrının tek çözümü biraz temiz hava almak ve belki de..." Gözlerimi anlamlı bir şekilde Koray'a çevirdim, "bana çok bilmiş tavsiyelerde bulunan birinden uzak kalmak."

Koray kaşlarını kaldırarak hafifçe gülümsedi, ardından başını eğerek bir adım geriledi. "Ben... tavsiyelerimi kendime saklarım o zaman, komutanım," dedi alaycı bir sesle. "Eğer İdil Hanım sizinle ilgilenecekse tabii ki."

İdil'in gözlerindeki telaşlı parıltıyı gördüm. "Yok, yok," diye hızla ekledi. "Ben sadece... yani... şeye... Komutanımın sağlığını kontrol etmek istedim. Koray Bey Komutan'ım da burada olursa daha iyi olur tabii."

Bu sefer kahkaha atmamak için kendimi zor tuttum. Ne zaman bu kadar utangaç ve telaşlı bir İdil görsem, Koray'ın etkisini daha da iyi anlıyordum. Yanıma biraz daha sokulup gözlerimi kırptım. "Bence bu konuda kendinizi rahat bırakmalısınız, İdil. Koray sana yardım edebilir. Hem anlaşılan o ki, sadece benim değil, burada birilerinin daha biraz ilgiye ihtiyacı var gibi görünüyor."

Koray bu sefer kendini tutamayıp hafifçe güldü ama bakışlarını kaçırdı bizden.

İdil, bir an için ne yapacağını bilemez bir halde baktı, sonra başını salladı. "Evet, şey... Evet, haklısınız," dedi ve yüzündeki kızarıklık bir kat daha arttı.

Asos! İşte şimdi yeni bir aşkın doğuşuna tanıklık ediyoruz. Bakalım bu hikayenin sonu nasıl olacak...

Bayan Çok Bilmiş, bir dakika durur musun? Şurada iki çöpçatanlık yapıyoruz, senden daha önemli işlerimiz var, bozma iki dakika.

İdil, utançtan kıpkırmızı olan yüzünü saklamaya çalışarak hızla odadan çıktığında odadaki herkes Koray'a bakıp gülmeye başladı.

"Gülmeyin lan!" Diye bağıran Koray'ı hiç birimiz umursamadık.

"Murat, ver coşkuyu." Dediğimde Murat, gülmekten ağrıyan karnını tutarak başladı.

"Ay akşamdan ışıktır, yaylalar yaylalar. Yaylalar yaylalar." Dediğinde Uras, kolunu Murat'ın omzuna atarak devam etti.

"Yüküm şimşir kaşıktır, dilo dilo yaylalar. Yüküm şimşek kaşıktır, dilo dilo yaylalar."

Senem, telefonuyla video çekerek eşlik etti. "Komşu kızını zapt eyle, yaylalar yaylalar. Yaylalar yaylalar."

Alpay, yanımdan kalkarak hafifçe eğildi ve işaret ve orta parmağını bir birine sürterek şık sesi çıkartarak Koray'a doğru ilerledi. Ben ise oturduğum yerden alkış tutuyordum.

Alpay ile ikimiz aynı anda patlama yerini söyledik. "Bizim oğlan aşıktır, dilo dilo yaylalar. Bizim oğlan aşıktır, dilo dilo yaylalar.

Bu sefer hep bir ağızdan bağırarak eşlik ettik. Tek eşlik etmeyen Koray'dı. "Ay akşamdan aş da gel, yaylalar yaylalar. Bizim oğlan aşıktır, yaylalar yaylalar."

Koray, bağırarak gelen kahkahaların arasında kıpkırmızı olmuş yüzünü gizlemeye çalışıyordu, ama o kadar gülünç bir duruma düşmüştü ki, bu çabası tam anlamıyla beyhude görünüyordu. Murat'ın gülmekten karnını tutması, ortamı daha da eğlenceli hale getirdi.

"Hadi be Koray, biraz eğlen!" dedi Uras, gülümseyerek. Koray, gözlerini devirdi ama ne yaparsa yapsın, üzerindeki baskıyı atamıyordu.

Kürşad abi, başını öne eğerek söz aldı: "Zaten Koray'ın aşık olduğu belli! Hem de o kadar belli ki, dağlar bile duydu!" Yüzündeki gülümseme, herkesin neşesini daha da artırdı.

Senem, video kaydını durdurmadan konuştu: "Surata bak, oldu domates."

Alpay, bir adım daha atarak Koray'a yaklaşırken, "Bize bir şarkı daha söyle! Hadi, korkma!" dedi. Koray bu sefer ciddileşmeye çalıştı, ama yüzündeki gülümseme hala silinmemişti.

"Bilmiyorum ki, ne diyeceğim," dedi Koray, fakat gülüşmeler devam ediyordu. "Benimle dalga geçiyorsunuz!"

"Tam tersi, destekliyoruz!" dedim. "Bizim gibi desteği nah bulursun başka yerde! Nankör herif!" Derken bende kahkahalarımın arasından konuşuyordum.

Koray, uğraşmaktan asla bıkmayacağım kardeşim gibiydi.

Koray, bu sözlerin ardından yüzünde tuhaf bir gülümseme belirdi. "Tamam, tamam! Ama benimle dalga geçiyorsanız, bu şarkı işini bir kenara bırakın!" dedi, ama gözlerindeki ışıltı, söylediklerinin pek de ciddiye alındığını göstermiyordu.

Senem, telefonunu kaldırarak "Biraz daha eğlence lazım! Yine bir dörtlük söyle!" diye ısrar etti.

Koray, sahnede bir şarkıcı gibi görünmeye başlamıştı. "Peki, ama bu sefer ritim tutun!" diyerek parmaklarını şaklattı.

"Aşkım geldi, kapıyı çaldı,

Gözlerim doldu, yüreğim bir anda yandı,

Dilo dilo yaylalar, ben Koray'ım şimdi,

Bu gece bu şarkı, benim en büyük hayalim!" Şeklinde güzelim türküyü en berbat şekilde- kaba tabirle götten uydurma şeklinde- devamını getirdi.

Kahkahalar içinde hep bir ağızdan tekrar ettik: "Bu gece bu şarkı, benim en büyük hayalim!"

Alpay, gülümseyerek "Aferin, Koray! Seninle gurur duyuyorum!" dedi. "Bizi bu kadar eğlendiriyorsun. Belki de bir gün sahne alacaksın!"

"Yok, sahne değil de, arkadaşlarıma şarkı söylemek için bir grup kurabilirim," diye yanıtladı Koray, şaka yapar gibi.

Herkes, dostluğun ve eğlencenin tadını çıkarırken, Koray'ın gözlerindeki ışıltı, o anın ne kadar değerli olduğunu ortaya koyuyordu. Bu anı, hayatımızın en güzel anılarından biri olarak hatırlayacağımıza emindim.

Koray, çatık kaşları ile yeniden bize baktığında arkamdaki yastıklardan birini ona fırlattım. Yastık tam yüzüne isabet ettiğinde Koray'ın şaşkın bakışları bana döndü ve odayı yeni bir kahkaha tufanı aldı.

"Yatığımı... yastığımı getir!" Dedim gülmekten konuşamazken.

Koray, yastığa tekme vurdu. "Kendin al!" Dediğinde ona orta parmağımı gösterdim. "Ben senin komutanınım! Hasta ve yaralı haliyle komutanını hastanenin soğuk zeminlerinde yürütürken hiç mi için sızlamayacak?" Diye alaya aldım.

Koray, yastığa tekme attıktan sonra, ifadesi yumuşayıp gülümsemeye dönüştü. "Kendini acındırmaktan vazgeç Laz Keçisi!" dedi, yine de yüzündeki şaşkınlık ifadesi kaybolmamıştı.

"Yastığımı al, yoksa ben de seni hastanenin soğuk zeminlerinde yürütmek zorunda kalırım!" diyerek tehditkar bir sesle yanıtladım. O sırada herkes gülmekten yerlerinde kıvrılıyorlardı.

"Tamam, tamam!" Koray sonunda pes etti. "Ama önce bana bir çay getirin! Yemin ederim tansiyonum düştü!

"Çay mı? Tansiyonun mu düştü?" dedim, gülerek. "Bence senin tansiyonun değil kalbin düştü" Dediğimde sözümü Ozan devam ettirdi. "Hem de İdil adında, kumral, ela gözlü bir doktor kadına! Gidip bir kalbine baktır bence doktoruna." Dediğinde yeniden güldük.

Bu sefer ben yeniden araya girdim "Ama öncelikle yastık lütfen!"

Koray, beni dinlemeden yastığı yerden alıp başıyla bana işaret etti. "İşte buradasın!" diyerek, yastığı bana fırlatmak için hazırlanmaya başladı.

"Ooo, büyük bir kargaşa olacak!" dedim, yanımdaki arkadaşlarımla göz göze gelerek. "Hadi herkes, şu an Koray'a destek olma vakti!"

Her biri yastığı Koray'a doğru fırlatmaya başladı. O an, bir yastık savaşı başlamıştı. Kahkahalar ve yastıklar havada uçuşuyordu. Koray, elini kaldırarak kendini savunmaya çalıştı ama gözleri hala gülüyordu.

"Beni böyle yenerken hiç acımayın!" dedi, yüzündeki gülümsemeyi saklamaya çalışarak. "Asker arkadaşınız değilim yani!"

"Sen şu an yastık savaşında yenik bir askersin!" diye bağırdım. Herkes birbiriyle yarışarak yastıkları fırlatıyordu.

Evet, işte Sönmez Timi'nin ruhu buydu.

Her zorluğun ardından bir yolunu bulup tekrar ayağa kalkmak, en karanlık anlarda bile ışığı görmek ve en önemlisi, bu ışığı birlikte keşfetmek... Yeri geldiğinde omuz omuza savaşan, gerektiğinde birbirine siper olan, ama en çok da birlikte gülebilen bir timdik biz.

Bu anlar, belki de en çok değer verdiğimiz anılardı. Şakalaşmalar, yastık savaşları, ufak atışmalar... Hepsi, her birimizin yüreğine işleyen acıları hafifletmenin, yaşadığımız kayıpların yükünü bir nebze olsun azaltmanın, birer parçasıydı.

Birbirimize yaslanarak, kimi zaman düşerek ama her defasında tekrar ayağa kalkarak hayatta kalıyorduk.

Çünkü biz sadece bir tim değildik.

Sönmez Timi, kan bağıyla değil, yaşanmışlıklarla, dostlukla ve fedakarlıkla birbirine bağlanmış bir aileydi.

Günün sonunda ne kadar yorgun ya da bitkin olsak da, birinin esprisiyle kahkahalar atabiliyorsak, Koray'a fırlattığımız yastıklar gibi sıkıntılarımızı da bir kenara bırakabiliyorsak, işte o zaman her şeyin üstesinden gelirdik.

Çünkü biz, acının içinde bile umut bulabilen insanlardık.

Ve işte tam da bu yüzden, ne yaşarsak yaşayalım, birlikte gülebilmeyi başardığımız sürece hiçbir fırtına bizi yıkamazdı.

Sönmez Timi böyleydi; birlikte güçlü, birlikte yenilmez ve en önemlisi, birlikte her zaman gülen...

 

Bölüm : 17.03.2025 20:04 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...