40. Bölüm

Ramazan Özel Bölüm

Ceren Su Karadağ
karadagceren

Hepinize selam bebeklerim! Ufak bir duyurum olacak sizlere.

Bu bölüm, bir önceki bölümün devamı değildir! Tamamen bütün bölümlerden bağımsız olan ve Ramazan'a özel bir bölümdür. Bu yüzden esas bölüm ile birlikte yayınlayacağım.

İyi okumalar.

---

"Ne kadar kaldı ezanın okunmasına?" Diye sordum, elimdeki kuymağı ocakta karıştırırken.

"Bir saat var," Diyerek beni cevapladı Kürşad abi. Sonrasında ise okuduğu Kur'an cüzüne devam etti.

Saat gecenin dördüydü ve evdeki herkes uyurken bir tek ben ve Kürşad abi ayaktaydık. Ben sahur sofrasını hazırlıyordum, Kürşad abi ise teheccüd namazını kıldıktan sonra Kur'an okuyordu.

İkimiz de sessizliğin içinde kendi işimize dalmıştık. O, Kur'an'ın ahenkli sesiyle odanın havasını dolduruyor, ben ise kuymağın kıvamını tutturmaya çalışıyordum. Dışarıda hafif bir rüzgâr esiyor, arada sırada pencerenin camına vuran dalların sesi duyuluyordu.

Tam kuymağın kıvamı tutmuş, altını kapatmaya hazırlanırken Kürşad abi birden Kur'an okumayı bırakıp başını kaldırdı.

"Bu gece bir başka, değil mi?" dedi, gözlerini hafifçe kısarak.

Elimdeki tahta kaşığı tencerenin kenarına vurup iç çektim. "Evet abi, sanki zaman daha yavaş akıyor."

Kürşad abi gülümsedi. "Bazen geceler insana çok şey anlatır. Hele ki böyle vakitlerde... İnsan kendi içine döner."

Sözleri içimde bir yerlere dokunmuştu. Gerçekten de, gecenin sessizliği sanki zihnimde yankılanıyordu. Sahur hazırlıklarıyla uğraşırken bile içimde tuhaf bir huzur vardı.

Masaya birkaç tabak daha koyup oturdum. "Abi, bazen düşünüyorum da... İnsan en çok ne zaman kendini bulur?"

Kürşad abi, Kur'an'ı usulca kapatıp dizinin üstüne koydu. Gözleri uzaklara daldı, sanki bir cevabı tartmadan önce hatıralarında geziniyordu.

"İnsan," dedi nihayet, sesi sakin ama derindi, "en çok yalnız kaldığında, ama yalnızlığına anlam kattığında kendini bulur."

O an içimde bir şeyler yerli yerine oturdu. Sahurun bereketinde, gecenin sükûnetinde, Kürşad abinin sözleriyle, içimde yeni bir pencere açıldığını hissettim.

Derin bir nefes alarak yeniden ayaklandım ve dolaptan peynir ve zeytin çıkarttım. "Bizimkileri uyandırır mısın? O hayvanlar anca uyanır," Dediğimde Kürşad abi hızlıca kalktı ve Kur'an'ı yüksek bir yere koyarak üst kata, diğerlerini uyandırmaya çıktı.

"KOĞUŞ KALK, KALK, KALK!" Diye bağıran Kürşad abinin sesinden sonra birkaç tahta sesi geldi. Sanırım hepsi yataklarından sıçrayarak yere düşmüşlerdi.

Kürşad abi, yüzünde keyifli bir sırıtmayla mutfağa geri dönerken diğer tim üyeleri gözleri kapalı, adeta uyur bir halde girdiler.

"Komutanım, günaydın." Diyerek esnedi Baran.

Elimle çenesine vurup ağzını kapattım. "Ağzını kapa Baran, ağzını kapa. Sinek kaçacak," Ardından hepsini süzdüm. "Siz hâlâ uyanmadınız mı? Gidip elinizi, yüzünüzü yıkayın bir şey yapın ve uyanın. Bu bir emirdir,"

Hepsi sırayla elini yüzünü yıkadığında hep birlikte sofraya oturduk.

"Neden oruç tutmak zorundayız biz?" Diyerek söylendi Koray, uykulu bir sesle. Kürşad abi ona en ters bakışlarıyla baktı.

"Allah'ın emri olduğu için ve şükür için, Koray." Dedi ama sesiyle birini dövmek mümkün olsa Koray'ın yüzü gözü morluk içinde kalmış olacaktı.

"Senem neden kalkmadı, o imansız mı?" Diye sordu bu sefer Uras. Kürşad abi, onun kafasına bir tane geçirdi.

"Uras, kadınların aylık döngüleri vardır. Bu günlerde oruç tutamazlar veya namaz kılamazlar. Senem, oruç tutamadığı için kızı gecenin bu saatinde uyandırmaya gerek yok. Ayrıca bunun dersini bile veriyorlar lan okullarda! Nasıl bu kadar cahil olabilirsin?" Diye yükseldim sinirle.

Bütün askerlerim kafadan kontaktı.

Kürşad abi hafif bir tebessümle başını sallayıp çayından bir yudum aldı. "Her biriniz ayrı ayrı bela, ama seviyorum lan sizi," dedi, gözlerini kapatıp çayın sıcaklığını içine çekerken.

Koray hâlâ uykulu gözlerle tabağındaki zeytine bakıyor, Baran ekmeğini koparıp peynire daldırıyordu. Uras ise kafasını kaşıyarak, "Tamam, tamam. Öğrenmiş oldum işte, ne bağırıyorsun komutanım?" diye homurdandı.

Ben çayımı karıştırırken bir yandan da sofradaki herkesi izliyordum. Askerlerim... Onlarla çok savaş gördüm, çok gece geçirdim, çok ölümden döndüm. Ama işte en basit şeylerde bile hâlâ çocuk gibilerdi.

Kürşad abi, ciddi bir ifadeyle kaşığını tabağına bıraktı. "Bakın," dedi, sesi aniden sertleşerek, "Orucun amacı sadece aç kalmak değil. Sabretmek, nefsi terbiye etmek, Allah'ın verdiklerine şükretmek. Biz savaşçıyız. Sahada aç kalmaya, susuz kalmaya alışmalıyız. Bu da bir nevi antrenman. Hem de en hayırlısından."

Herkes bir an duraksadı. Kürşad abinin sözleri genellikle havada kalmazdı, bir yere saplanır ve orada kalırdı. Koray başını salladı, Uras kaşığıyla oynadı, Poyraz ise gözlerini devirerek, "Tamam be abi, tamam. Vaazı sahurdan sonra versen de olur," dedi.

Sofrada en sessiz kişiler Murat ve Alpay'dı. İkisi de hâlâ uyuyordu resmen.

"Alpay, uyanık mısın sevgilim?" Alpay sadece başını salladı. "Hı hı,"

Gülerek yanağından öptüm. "Haydi uyan, uyan. Bak aç kalırsın sonra. Al bak şunu," Diyerek bal sürdüğüm ekmeği ona doğru uzattım ve ona yedirdim.

Alpay, hâlâ mahmur gözlerle ekmeği ağzına aldı ve yavaşça çiğnemeye başladı. Yanında oturan Murat, gözlerini ovuşturup derin bir nefes aldıktan sonra, "Bize niye öyle ilgi yok komutanım? Biz de mi uyuyormuş gibi yapsak?" diye sitem etti, hafifçe gülerek.

Gözlerimi devirdim. "Size ilgi göstereceğim gün, emin olun ki kıyamet kopmuş olacak, Murat."

Eski halinden biraz daha uzun olan siyah saçlarımı omzumdan iterek yemeğime devam ettiğimde Murat'ta bir şeyler yemeye başlamıştı.

"Asel Komutan'ım, iftara ne yemek yapacaksınız?" Koray'a gözlerimi diktim.

Gözlerim şaşkınlıkla büyürken onu süzdüm. "Koray, daha bir destur ula. Sahur bitmeden niye iftarı düşünüyorsun?"

Poyraz hemen lafa atladı, gülerek, "Komutanım, Koray'ın beyni midesinde. Adam sahurda iftarı, iftarda sahuru düşünüyor. Oruç değil, açlık testi yapıyor resmen."

Koray omzunu silkip ekmeğini çayına bandırarak, "Ne yapayım, yiyeceğimiz yemekleri önceden planlamak istiyorum. Strateji önemli sonuçta," dedi, kendince mantıklı bir açıklama yapmaya çalışarak.

Başımı iki yana salladım, "Tamam strateji de, önce şu sahuru bir bitirelim. Eğer gün içinde aklına süper bir yemek fikri gelirse bana rapor edersin."

Bu sırada Alpay hâlâ tam uyanamamış bir şekilde başını omzuma yaslamıştı. Hafifçe yana kayarak ona alan açtım, sonra da masasının üzerine düşmesin diye dürttüm. "Uyan artık tembel, yoksa seni sırtımda taşımak zorunda kalacağım."

Kürşad abi, saatine baktı ve ciddi bir ifadeyle, "Ezan okunmak üzere. Hadi bakalım, herkes son yudum suyunu içsin," dedi.

Herkes sessizleşti. Birkaç saniye sonra, uzaktan hafifçe yükselen ezan sesi duyuldu. Masadakilerin hepsi ellerini açarak dua etmeye başladı. Sahurun telaşı bitmişti ama gün yeni başlıyordu.

Bugünün bize neler getireceğini bilmiyorduk, ama en azından şimdilik bir aradaydık. Ve bu bile, savaşın ortasında bir lüks sayılırdı.

"Baran, siktir git!" Diye bağırdı Koray, öfkeyle onu iterken.

Kürşad abi, sert bir şekilde Koray'a vurdu. "Küfretme lan, imansız! Senin orucun sevabı mı kaldı şimdi? Bütün sevapları küfürlerinle götürdün!"

Koray dişlerini sıktı ama bir şey demedi. Baran ise kahkahasını zor tutarak, "Komutanım, ben ne yaptım ya? Adamın ekmeğini mi çaldım?" diye sızlandı.

Kürşad abi kaşlarını çattı, "Ne yaptığını bilmiyorum ama biri seni dövmek istiyorsa muhtemelen hak etmişsindir."

Baran suratını buruşturdu, "Vay be, sizden de destek göremiyoruz artık."

Alpay yanımda hâlâ uykulu bir şekilde oturuyordu, başını masaya yaslamıştı. Hafifçe saçlarını karıştırarak, "Baran, ne halt yedin de Koray'ı bu kadar sinirlendirdin?" diye sordum.

Koray, yumruğunu sıkıp açarak söze girdi, "Şu çayımı koyarken bilerek dirseğiyle itti, hepsi döküldü. Bütün sahur boyunca çaysız kaldım!"

Poyraz hemen lafa atladı, "Oğlum, çaysız sahur mu olur lan? Bu bildiğin savaş sebebi."

Kürşad abi gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı, sabır çekiyordu. Sonra gözlerini açıp, "Tamam, yeter. Sahur bitti, gürültü çıkarmayın. Allah kabul etsin. Hadi dağılın, biraz uyuyun," dedi, sesi otoriter ve sertti.

Herkes homurdanarak yerinden kalktı. Masayı toplarken Alpay'a göz attım, hâlâ yarı uykuluydu. Hafifçe yanağını sıkarak, "Haydi bakalım, yatmazsan sırtıma alıp götüreceğim seni," diye şaka yaptım.

O, gözlerini açmadan mırıldandı, "Taşırsan fena olmaz aslında..."

"Baran, Poyraz ve Koray hemen gidip abdest alın ve buraya gelin. Sabah namazı kılacaksınız." Baran, Poyraz ve Koray sanki öleceklerini duymuşlar gibi Kürşad abiye baktılar.

"Abi, sen kıl namazını. Allah kabul etsin, bize de dua et ama bizi sal ya, lütfen. Uyuyalım biz..." Kürşad abinin sert bakışları Koray'ı susturmuştu.

"Ulan, iman eksikliğinden dışarıdaki kitapsızlardan farkınız kalmadı be! Buraya gelin az da alnınız seccade yüzü görsün biraz!"

Baran, Poyraz ve Koray, suratları beş karış şekilde birbirlerine bakıp iç çekerek ağır adımlarla lavaboya yöneldiler. Baran mırıldandı, "Vallahi askerlikten daha zor bu sahur meselesi."

Poyraz esneyerek, "Oğlum, savaşta bile bu kadar zorlanmadım yemin ederim. Adam bize zorla ibadet eğitimi veriyor," diye sızlandı.

Koray ise hâlâ umutsuzca, "Abi, bak samimi söylüyorum. Şu an kılacağım namazdan hayır gelir mi sence? Yani böyle gönülsüz, gözüm kapalı, kafamı koysam uyuyacağım bir namaz olur mu? Allah da biliyor benim halimi..."

Kürşad abi, bir çay kaşığı fırlatacak gibi elini kaldırınca üçü de hızla lavaboya koştu. Arkalarından bakarken gülmemek için kendimi zor tutuyordum.

Bir saniye sonra Poyraz, kafasını geri uzattı. "Abi, abdest nasıl alınıyordu? Ben unuttum,"

Kürşad abi, anında yerinden doğruldu. "Abdest almayı nasıl unuttun, piç?!" Sonra sinirli bir şekilde ellerini açtı ve havaya bakarak dua etti. "Allah'ım, sen beni biliyorsun. Ben imanımda, namazımda, orucumda bir adamım ama bu köpekler beni dinden imandan çıkartıyor hep! Benim günahlarımı onlara yaz, amin."

O an kahkahayı patlatmamak için dudağımı ısırdım ama nafile... Kendimi tutamayıp güldüm. Baran da sırtını duvara yaslayıp karnını tutarak kahkaha atmaya başladı. Kürşad abi sinirle bize döndü.

"Siz de gülmeyin lan! Adam abdest almayı unutmuş diyorum, siz hâlâ şaklabanlık peşindesiniz!"

Poyraz, mahcup bir şekilde kafasını kaşıdı. "Abi, unuttum işte ya, ne yapayım? Hadi bi' tarif et de alayım şu abdesti."

Kürşad abi, derin bir nefes alarak sabır çekti. "Ulan, ilkokul çocuğuna mı anlatıyorum ben?!" Diye gürledi sinirle.

Poyraz, Uras'a döndü. "Önce kolları mı yıkıyorduk?"

Uras başını salladı. "Yok ya, önce ayaklardan başlıyorduk sanki,"

"Oğlum ne ayağı, önce dişlerimizi fırçalıyoruz!" Diyen Baran, Kürşad abi için son nokta olmuştu. "Allah'ın belaları! İmansız, putperest herifler! Yok misvak kullanıyoruz! Gelin lan buraya!" Diyerek mutfağın dışına doğru koştuğunda hepsi aynı anda topuklarını götlerine vura vura koştular.

Ben artık gülmekten kendimi tutamaz hale gelmiştim. Alpay bile başını kaldırıp gülümsemişti. Kürşad abi arkalarından bağırıyordu, "Yakalarsam var ya, size yeminle misvak yedireceğim!"

Baran, kaçarken kahkahalar içinde, "Abi, biz putperest değiliz ya, abartma!" diye bağırdı ama cümlenin sonu kesildi çünkü sanırım Kürşad abi, ensesine sağlam bir şaplak indirmişti.

Uras, kaçarken Poyraz'a bağırdı, "Lan oğlum, sırf sana inandık diye dayak yiyoruz!"

Poyraz, "Ben mi dedim sana bana inan diye! Ayrıca sen de 'önce ayak' dedin, biz de sana uyduk!" diye karşılık verdi.

Bu manzaraya bakarken Alpay yanıma hafifçe sokulup fısıldadı, "Biz de kaçsak mı?"

Gülerek başımı iki yana salladım. "Boş ver, biz zaten namaza niyetliyiz. Dayaktan yırtarız."

Bir ara evi havalandırmak için koridordan geçtiğimde, Kürşad abinin, Baran'ın kafasını zorla lavaboya soktuğuna şahit olmuştum.

Yaklaşık beş dakika sonra Kürşad abi, üçlü çeteyi sürükler gibi mutfağa geri getirdi. Baran'ın saçı darmadağınık olmuştu, Poyraz hala kahkaha atıyordu, Koray ise ensesini ovuşturuyordu.

Kürşad abi, onları sıraya dizdi ve "Hadi bakalım, adam gibi abdest alıp geliyorsunuz. Eğer biri daha 'önce ne yıkıyorduk' diye sorarsa yemin ederim ki yıkayacağım ama sopayla!" diye tehdit etti.

Hepimiz ciddileştik, kimse bir şey demedi. Üçlü, hızlıca lavaboya yöneldi. Ben de derin bir nefes alarak ellerimi ovuşturdum.

"Bitti mi kriz?" diye sordum.

Kürşad abi, "Bitti sanıyorsan henüz onları tanımıyorsun," diye homurdandı.

Ben de iç çekerek, "O zaman Allah hepimize sabır versin," dedim.

 

Bölüm : 05.03.2025 20:01 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...