
Merhabalar
Yeni bölüme hoş geldiniz
KÖFN × Simge - Yakışıklı
Keyifli okumalar ✨ ✨
💚🤎
Yağmurlu ve soğuk havada hızını biraz daha arttırdı. Yol boyunca da ağzında kısık bir mırıltı vardı. Sesi kasktan dolayı dışarı boğuk bir şekilde çıkıyordu ama bu onun umrunda değildi. Hızını biraz daha artırdı.
Yağmur damlaları hırçın bir şekilde kaskına vuruyordu.
Ama bu onun umrunda değildi. Hızını biraz daha arttırdı.
Sonunda istediği yere geldiğinde de motoru sert bir şekilde durdurdu. Çıkan ses boş sokağı doldurdu. Yüzünde şeytani bir sırıtış vardı. Motoru park edip, arkada bulunan pizzaları çıkardı. Sıcak pizza kutusu, soğuk elinde bile hissetti. Gökyüzüde şiddetli bir şimşek çaktı. Karanlık sokak bir anda aydınlandı, tekrar eski haline döndü.
Ama umrunda olamadı. Gökyüzüne bakıp güldü.
Sokakta bulunan siyah arabadaki iki polis memuru da ona bakıyordu. Yolcu koltuğunda oturan polis memuru araçtan inip ona doğru yürüdü. Adam da polise doğru yürüdü.
Polis memuru şüpheli bir şekilde kaşlarını çatmış, karşısındaki adama bakıyordu. "Bu saate hayırdır kardeşim," dedi samimi olmayan bir sesle.
Kafasında kask olan adam güldü. Polis memuru bunu görmedi. Elindeki üç pizza kutusunu gösterdi. "Sipariş," dedi fazla uzatmayarak. Sesini de bilerek fazla kalın bir tonda çıkarıyordu.
"Anladım." Polis memuru derin bir nefes aldı. Yağmur hızını artırmıştı. Ve bu da onun hoşuna gitmiyordu. "Kimlik?" Dedi hızlı bir şekilde. Sorgu bittiği gibi de fazla ıslanmadan arabaya gitmek istiyordu.
"Kimlik?" Dedi adam. Kafasını olumlu anlamda salladı. Elindeki pizza kutusunu gösteri. "Islanmamaları lazım, apartmanın içinde konuşsak," dediğinde polis memuru kafasını salladı.
Fazla uzakta olmayan aracın içindeki arkadaşına kafa salladı. Birlikte apartmana doğru yürüdüler. Polis memuru önden, kasklı adam da arkadan yürüyordu. Büyük ağır demir kapıyı açtı, içeri girdiler.
Adam elindeki pizza kutusunu hızlı bir hareketle kapının girişine bıraktı ve eline aldığı iğneyi hızlı bir hareketle polis memurunun boynuna geçirdi. Boynunda hissettiği sızıyla polis memuru ne olduğunu bile anlamadan kendisini yerde buldu.
"Ölmene gerek yok. Uyu şimdi, ben işimi bitirip gideceğim zaten," dedi alayla konuşarak.
Polis memurunu duvarın en karanlık köşesine çekti.
Kendisi de karanlık köşeye geçip, diğer polis memurunu bekledi. Beş dakika sonra da diğer polis memuru geldi, hızlı bir şekilde iğneyi boynuna batırdı. Gülerek baktı önündeki baygın iki adama.
Pizza kutularını eline alıp, asansöre yürümeye başladı. Asansörün düğmesine bastı ve beklemeye başladı. Bunu yaparken de keyifli bir ıslık çalmayı da ihmal etmiyordu.
"Öldürmek güzel bir şey değil ama öldürmek için güzel bir gün." Dedi ürkütücü bir sesle.
Asansörün kapısı açıldı, içeri girdi.
"Güzel bir gün... Öldürmek güzel değil ama öldürmek için güzel bir gün," tuşlara bastı.
Ayağıyla yere ritim tutmaya başladı, bu sefer de ritme eşlik eden şey ıslık sesiydi. Kapı açıldı. Sakin bir şekilde çıktı asansörden. İstediği kapıya ulaştı ve zile bastı. Karşısındaki koyu kahve kapıdan ayırmadı gözlerini. Kapı hafif bir aralıkta açıldı. "Kimsiniz," diyen adamın sesini duyduğunda, içinden kahkalara attı.
'Öldürmek güzel değil ama öldürmek için güzle bir gün...'
'Küçük avım...'
Zihninde çalan tek şeydi bu. Zihnini ele geçiren tek şeydi. Öldürmek gibi bir arzusu yoktu, olamazdı da ama... Aması vardı işte.
"Siparişiniz geldi efendim," dedi yine kalın bir sesle konuştu.
Karşısında, sadece gözlerini aralık kapıda gördüğü adam şaşırmıştı. "Ne siparişi. Ben bir şey istemedim beyefendi," dedi kapıyı tam açarak.
"Öyle mi? Adres sizin evinizi gösteriyor ve sizin adınıza," dediğinde karşısındaki adamın kaşları çatıldı.
Adam bilerek yem atıyordu avına. Bunu yaparken de içinden hoşuna giden kahkahalar atıyordu.
"Adımı nereden biliyorsun sen," dedi ama tek sorun bu değildi. Adam karşısında kasklı ve elinde üç pizza kutusu tutan adama baktı. Bir şeyleri sezdi ve evin içine doğru tek bir adım attı.
Adam güldü. İstediği korkunun kokusunu almaya başlamıştı ve bu da onun için bir işaretti.
"Siparişini almayacak mısın? Onur du öyle değil mi? Evet, evet Onur." Dedi ürkütücü sesiyle konuşmaya devam etti.
Karşısında ki adam yutkundu. Hızla içeri doğru hamle yaptı ama yaptığı hamle boşuna. Kurtuluşu yoktu. Karşında onu öldürmeye yemin etmiş bir cani vardı.
Hayır! Hayır! Bir canavar vardı. Acımasız bir canavar. Kanı seven bir canavar.
Adam avını sert bir şekilde omzundan itip içeri soktu. Kapıyı da sakin bir şekilde kapattı. Avının çırpınışları hoşuna gidiyordu.
"Yaptığın mesleğe göre fazla salaksın. Hareket kabiliyetin sıfır."
"Kimsin sen! Ne istiyorsun benden!" Kahkaha attı adam.
"Hadi ama! Kim olduğumu gayet iyi biliyorsun sen." Kahkaha attı. "Beni bulmak için daha ne kadar aptalca planlar yapacaksınız? Çırpınışlarınız fazla hoşuma gidiyor."
Onur, artık biliyordu. Karşında yıllardır aradıkları katil vardı. Yaptıkları planın bu kadar hızlı işleyeceğini bilmiyordu. Bilmediği bir şey daha vardı, bu görev yüzünden öleceğiydi.
"Yalvarırım acı bana. Bakmak zorunda olduğum bir ailem var." Ama nafileydi. Karşısındaki adamın umrunda degilidi ve o da bunun farkındaydı.
Adam bacağında ve göğsünde sakladığı bıçaklardan iki tanesini çıkardı. "Acılı bir ölüm mü? Yoksa acısız bir ölüm mü? Hadi sen seç, bunu sana bırakıyorum."
Adam sehpanın üzerinde duran telefona hızlı bir hamle yaptı ama elini delip geçen bıçakla bu hamlesi yarıda kaldı. Çığlık sesi salonda yankılandı.
"Acılı bir ölüm," diyerek gülümsedi adam. Kafasındaki kaskı çıkardı ve karşısındaki adama baktı.
Onur gördüğü yüzle şok oldu. Canı yansa da, gördüğü kişiyle canının acısı bile umrunda olamadı. "Sen..." Dedi ama sustu.
"Ben ya! Dokunulmaz olana dokundun." Kahkaha attı. "Bunu yaparken de aptal bir plan kurdunuz. Siz hepiniz, fazla aptal sınız." Dedi deli gibi gülmeye devam etti.
"Nasıl?" Diye fısıldadı Onur. Nasıl olurda, gözlerinin önündeki katili bulamadılar. Bunu nasıl hissetmezler.
Adam boğazını temizledi. Bir anda ciddileşerek konuştu. "Neyse, fazla vaktim yok. İşimize başlayalım," dedi ve adama doğru yürüdü.
Cebinden siyah bir bez çıkardı ve çırpınmaya başlayan Onur'un ağzın bağladı. "Fazla sese gerek yok. Başım ağrıyor zaten," dedi üzgün bir sesle.
Onur deli gibi bağırıyordu, ama nafileydi. Boşa çırpınıyordu. Bunun da farkındaydı.
Adam elinde tuttuğu keskin bıçağa baktı. Gülümsedi. Bakışları ağlayarak ona bakan Onur'a kaydı, daha fazla güldü. Bıçağı bir anda kalbine sapladı. Bunu keyif ala ala yaptı.
Etrafa saçılan kan umrunda olmadı, kalbi yerinden söker gibi bıçağı sapladı. Onur'un acı çekişi umrunda degildi. Gözlerini kapattı, gelen acı bolu sesleri dinledi. Kısık bir sesle konuştu.
"Öldürmek güzel değil ama öldürmek için güzel bir gün..." Şimşek çaktı. Loş olan salon bir anda aydındı. Adamın sağ yüzü ışıkta aydınları.
Bıçağı biraz daha sapladı. Çıkardı. Bıçağı geri çekti ve elindeki kalbe baktı. Hâlâ attan kalbe. Kahkaha attı. Güçsüz atışlar yapan kalbi salonun köşesine attı. Ayağa kalktı ve önünde duran manzaraya baktı.
Kalbi yerinden sökülen adama baktı.
Güldü. "Dokunulmaz olana, dokunulmaz."
Gök tekrar gürledi. Salon kısa bir an tekrar aydınlandı. Adam elini tekrar cebime attı. İki kurdeleyi çıkardı ve onurun ayak bileğinde doladı.
Kurdele sadece geçmişti onun için.
Kaskı kafasına taktı. Manzaraya son kez baktı. Kanla kaplı manzara. Kan kokan manzara. Tekrar gülümsedi.
Çıkış kapısına doğru sakin bir şekilde yürüdü.
"Öldürmek güzel değil ama öldürmek için güzel bir gün..." Binadan ayrıldı. Motoruna bindi.
"Küçük avım," dedi ve geldiği gibi ayrıldı.
****
Duyduğum yüksek gök gürültüsüyle gözlerimi açtım. Kısık bakışlarım cama kaydı. Yağmur yağıyordu. Yatağa baktığımda, İnci'nin olmadığını gördüm. Yatağın hemen sağında bulunan komodinin üzerinden telefonumu alıp saate baktım.
"Eyvah! Geç kaldım," diyerek hızla yataktan kalktım. Gerçekten işten kovulmama az kalmıştı. Hızla banyoya gidip, elimi yüzümü yıkadım. Duş almam gerekiyordu ama geç kalacaktım. Tekrar odama geldim, hızla üzerime siyah kalın olmayan bir kazak, siyah pantolon giydim. Saçlarımı gelişi güzel bir topuz yaptım, çantamı aldım. Odadan çıktım.
"Günaydın," diyen sese döndüm. Defne de elinde çantasıyla koridorun sonunda bana doğru geliyordu.
"Günaydın," dedim derin bir nefes alıp verdim.
"Ne bu acelen."
"Kahvaltı hazır kızlar," diyerek mutfaktan bağırdı İzem.
"İşe geç kaldım." Dedim kapıya doğru yürüdüm. Ayakkabımı giydim.
"Kahvaltı yapmadan mı işe gideceksiniz?" İzem'in ne zaman yanımıza geldiğini bile anlamayacak kadar kendimde değildim.
"Ne yaptın," dedi Defne merakla.
"Sabahın köründe kalktım ve size börek yaptım," dedi İzem gururla söyledi bunu. Güldüm. Kesin taş gibi olmuştur.
"Oldu, size afiyet olsun. Ben işe gidiyordum," dedi Defne benden önce evden çıktı.
Hemen arkasındanda ben çıktım. "Hadi görüşürüz," dedim. Defne'yele birlikte merdivenlerden indik.
"Okula aran nasıl. Yormuyor mu seni?"
Güldü. "İnsan sevdiği işi yapınca yorulmaz. Sadece çalıştığım insanlar biraz zorluyor beni, yoksa öğrencilerimi çok seviyorum." Öğrencilerinden bahsederken bile gözleri parlıyordu.
"Ne yapıyorlar," dedim çalıştığı iş arkadaşlarından bahsederek.
Bıkkın bir nefes aldı. "Hepsi iyi de... Müdür biraz sıkıntı. Sinir herifin teki," dedi sinirli bir sesle. "Neyse ki fazla muhattap olmuyoruz kendisiyle," dedi ve sustu.
Kafamı salladım. "Anladım."
Binadan çıktığımızda karşımızda arabadan yeni çıkmakta olan Asil'i gördüm. Giydiği, jilet gibi üzerinde duran siyah takımı ve özenle yaptığı saçıyla bize doğru yürüyen Asil'e baktım.
Bakışları bize döndüğünde gülümsedi. Gülüşü güzeldi. Tam karşımda durdu, elini belime attı ve alnıma küçük bir öpücük bırakıp geri çekildi. Odunsu kokusu burnuma dolmuştu.
"Günaydın," dedi yumuşak bir sesle.
"Günaydın." Defne kolundaki saate baktı. "Ben gitsem iyi olur. Görüşürüz," dedi bana bakarak.
"Bırakmamı ister misin?"
Defne kafasını sağa sola salladı. "Teşekür ederim ama çalıştığım okul buraya yakın. İyi günler size," dedi ve yanımızdan ayrıldı. Gözlerindeki gizli imaları da anlamıştım. Tamam, sevgilim olması benim de tuhafıma gidiyordu. Fazla garipti ama güzeldi.
Aklıma gelen şeyle, panikle konuştum. "Geç kalıyorum ben," dedim.
Asil güldü. "Sakin ol. Yetiştiririm ben seni," dedi birlikte arabaya doğru yürüdük. Asil önce benim kapımı açtı, ben araca binince de kapıyı kapatıp sürücü koltuğuna doğru yürüdü.
Arabaya bindiğinde, yola koyulduk. Elimi radyoya atıp, kısık sesle Fransızca şarkı çalmaya başladı. Ses arabayı doldurdu.
"Bugün işten kaçta çıkarsın?"
Asil'in sesiyle bakışlarım ona kaydı. Arabaya bindiğimizde beri de elimi tutmuştu. "Bilmem, iş uzamasa hemen çıkarım. Neden sordun?"
"Birlikte akşam yemeği yiyelim. Başbaşa olalım," dedi ılımlı bir sesle. Güldüm. Bu güzel olurdu.
"Olur. Sana haber veririm ben," dediğimde kafasını salladı.
İş yerim evime çok yakın olduğu için, hemen gelmiştik. Asil arabayı durdurdu ve bedenini bana döndürdü. Bakışları yüzümü turladı, elini kaldırıp topuzumdan firar eden saçlarıma dokundu. "Dikkat et kendine. En ufak bir sorunda hemen ara," dediğinde kafamı salladım.
"Emredersiniz," dedim gülerek.
Gülerek kafasını sağa sola salladı. "Emir değil, rica."
"Peki." Emniyet kemerini açtım. "Görüşürüz," dedim kapıyı açıp inecektim ki sesi beni durdurdu. Bakışlarım tekrar ona kaydı.
"Bir şey unutmadın mi güzelim," dediğinde kaşlarım çatıldı. Ne demek istediğimi anladığımda kaşlarım havalandı.
Yüzümü yüzüne doğru yaklaştırdım. Yanağına küçük bir öpücük bıraktım. Yeni tıraş olmuştu ve tıraş losyonu kokusu burnuma dolmuştu. Yüzümü geri çektiğimde de, bir anda ensemden tutup yüzümü tekrar yüzüne yaklaştırdı. Dudağımda hareket eden dudağına odaklandım. Karşılık verdim. Kısa bir süre sonra da geri çekildi.
"Şimdi oldu." Yanağıma küçük bir öpücük bıraktı.
"Ben gideyim," dedim kısık bir sesle. Hızla arabadan indim, yüzümün kıpkırmızı olduğuna eminim artık.
Arkama dönüp baktığımda, hâlâ bana baktığını gördüm. Yeşil gözlerinde bilmediğim bir büyü vardı. Beni içinde çeken bir büyü.
Ya da orman. Balta girmemiş büyük bir orman.
Mekana geldiğimde, herkesin geldiğini gördüm. Adem beye yakalanmadan giyinme odasına gittim. Üzerimdeki kıyafetleri çıkarıp, iş kıyafetlerimi giydim. Odadan çıktım.
"Günaydın," arkamdan gelen sesle irkilip arkamı döndüm. Acar keyifli bir şekilde bana doğru geliyordu.
"Günaydın," dedim ben de ona bakarak.
"Neyse, bugün tam zamanında geldin," dediğinde göz devirdim.
"Dalga geçme."
Omuz silkti. "Doğruyu söylüyorum. Gerçi geç kalsan da bir şey farketmezdi bu gün," dediğinde kaşlarımı çatarak baktım ona.
"Niye?"
Sırıttı. "Adem bey yok bugün." Koluma girdi. "Hadi gidelim, çok açım. Dün geceden beri doğru düzgün bir şey yemedim zaten," dediğinde birlikte çalışanlar için olan küçük mutfağa geldik.
"Niye. Neden aç kaldın. Yoksa yine baban mı evden attı seni," dediğimde göz devirdi.
"Hayır tabii ki de. Yeni bir oyun buldum. Sabaha kadar da oynadım. Anlayacağın şu ki, masadan götümü kaldırmadığım için aç kaldım," dediğinde hayretle baktım ona.
"Sen ve miğdeni düşünmemek." Durdum ve ciddi bir şekilde baktım yüzüne. Gerçekten de gözleri kıpkırmızıydı. "iyi misin sen?" Sesimi ne kadar ciddi tutsam da alaylar vardı.
"Ne var kızım! Fazla aksiyonluydu." Dedi ve tekrar beni çekiştirdi.
Kendime aldığım küçük sandviç ve çayla birlikte masaya oturdum. Karşımda duran Acar'ın dolu tabağına baktım.
"Onlarla doya bilecek misin?"
Güldü. "Hayır. En iyisi gidip biraz daha alayım," dediğinde gözlerim iri iri açıldı.
"Saçmalama. Miğde fesadı geçireceksin sonra," dedim.
"Bana bir şey olamaz, merak etme güzellik."
Kafamı sağa sola salladım. Yemeğimizi yiyip, çıkmıştık yemekhaneden. Mekanda kalan işleri yapmaya başlamıştık. Yavaş yavaş gelen müşterilerin siparişlerini almaya başlamıştık. Öğlen saatine kadar iyiydi ama öğlenden sonra restorant tıka basa dolmuştu.
Yeni bir sipariş almak için, masaya doğru yürüdüm. İki kişinin olduğunu gördüm. Güler bir yüzle. "Merhaba efendim. Ne alırdınız?" Dedim ikiliye bakarak.
Tahminimce 18-19 yaşlarında iki kız dı. Gözlüklü olan bana bakmasada, diğer, saçlarının önünü pembe yapmış kızın bakışları üzerimde dolanıyordu.
"Merhaba. Biz iki kahve alalım, sütsüz," dedi saçlarının önün pembe olan kız.
Kafamı salladım. "Peki," arkamı dönüp gidecektim ki, bana seslenen kızla durdum.
"Bakar mısın?"
Bedenimi tamamen kıza döndüm. "Buyrun," dedim gözlerine bakarak. Yeşil gözleri, beni keşfeder gibi bakıyordu.
"Masal sen misin?" Dediğinde kaşlarımı çatarak, anlamsız bir şekilde baktım ona.
"Benim," dedim ifadesiz bir sesle.
Güldü. "Abimin 12 çocuk hayali kurduğu kadın sensin demek," dedi kendi kendine konuştu.
Kaşlarımı çattım. "Anlamadım," dedim kıza bakmaya çalışarak.
"Dediği şey şu; Asil abinin sevgilisi misin?" Diyen gözlüklü kıza baktım.
"Aynen. Abimin sevgilisi misin sen?" Ayağa kalktı ve tam karşıma geçti. Pembe kürkünü, içerdeki sıcaklığa rağmen çıkarmamıştı. Baştan sona tekrar baktı bana. "Bu arada ben Dolunay," dedi elini uzattı.
Elini tuttum. "Biliyorsunuz zaten. Adımı tekrar söylemeye gerek yok," dedim yeşil gözlerine bakarak.
"Ah! Tabii ki de hayır tatlım," dedi küstah bir tavırla konuştu.
"İyi o zaman. Ben işime dönsem iyi olacak," dedim. Kafasını salladı. Hemen arkamı döndüm onlara ve mutfağın olduğu tarafa yürüdüm.
Hazır olan kahveleri tepsiye koyup, tepsiyi de elime aldım. Masaya yaklaşım. Kahveleri masaya bırakıp afiyet olsun dedim. Dolunay, gitmeme izin vermeyip, konuşmaya başladı.
"İlk izlenim güzel," dedi. Ona anlamsız bir şekilde baktım. Tuhaf biriydi ve ben onun söylediği şeyleri anlayamıyordum.
"Yanlız, kötü görümce olma gibi bir fikrin varsa kanki; hemen vazgeç," dedi gözlüklü kız umursamaz bir ifadeyle konuştu.
Dolunay göz devirip tekrar ağaya kalktı ve bir anda koluma yapıştı. "Uzun zamandır, hatta çok uzun zamandır seni merak ederek geçti ömrüm." Beni sandalyeye çekti ve zorla oturttu. "Lütfen otur. Ay çok heyecanlıyım. Sen şimdi abimin sevgilisi misin? Bendeki de soru, tabii ki de sevgilisisin. Acaba ne zaman bizimle tanıştırmaya gelecek seni. Annem ve babam da seni merak ediyor-"
"Nefes al kanka," dedi gözlüklü kız. Ben ise gözlerim kocaman olmuş bir şekilde bakıyordum Dolunay'a. Az önceki egoist kızdan eser yoktu.
"Evet. Doğru. Derin bir nefes aldım ve konuşmamam lazım. Ne zaman?" Dedi gözlerime bakarak. O kadar hızlı konuyu değiştiriyordu ki, ona odaklanmak zor oluyordu.
"Ne, ne zaman?"
Göz devirdi. "Abim seni ne zaman bize getirecek," dediğinde derin bir nefes aldım.
"Benim işimin başına dönmem lazım," dedim hemen ayağa kalktım.
"Anladım," dedi imayla. Ne anlatmak istediğini bile anlamadım, koşar adım ayrıldım masadan.
"Bu neydi böyle?" Dedim kendi kendime konuşarak.
Aldığım siparişleri masaya doğru götürdüm. Ben tekrar işime bakmaya devam ettim. Üzerimdeki bakışlarla birlikte ne kadar çalışa bildiysem tabii. Dolunay, gözlerini bile kırpmadan bakıyordu bana. Her hareketimi gözlüyordu, bu da beni germek dışında başka bir şey yapmıyordu.
Ve onun Asil'in kardeşi olduğu gerçeği vardı tabii.
Tepsideki tabakları masaya bıraktım. "Afiyet oldun," dedim ve cevap beklemeden ayrıldım masadan. Küçük barın olduğu tarafa doğru yürüdüm. Elimdeki tepsiyi, tezgâhın üzerine bıraktım. Derin bir nefes aldım. Yorucu bir gündü.
"Elmalı soda," arkamdan gelen sesle birlikte irkildim. Bedenimi hızla sesin geldiği yöne çevirdim.
Dolunay ve adını öğrenemedim arkadaşı tam karşımdaydı.
Kaşlarımı çattım. "Efendim?" Dedim anlamadığımı sesime de yansıtarak.
Gülümsedi. "Diyorum ki, abim elmalı sodaya bayılır. Onu elmalı sodayla bile kandıra bilirdin," dedi. Gözlerimi kısalar baktım yüzüne.
"Buna gerek olur mu, bilemiyorum?" Asil'i kandırmak mı? Daha neler! Adam savcıydı. Eminim ki her ayrıntıyı derinlemesine düşünürdü. Ve onu kandırmak imkansız gibi bir şeydi benim için.
Dolunay göz devirdi. "Belli ki abimin huyunu daha bilmiyorsun." Bana doğru bir adım attı. Kısık bir sesle konuştu. "Abim fazla kıskaç. Hatta fazla, fazla. Bu yüzden onun istemediği ve senin istediğin bir şey olursa, elmalı sodayla hemen dediğini yaparsın," dediğinde kaşlarım şaşkınlıkla havaya kalktı.
"Bu değerli bilgi için teşekür ederim," dedim kısık bir sesle.
Eliyle koluma vurdu. "Ay ne demek canım. Her zaman," dedi ve küçük çantasından elmalı soda şişesi çıkardı.
O, küçük pembe çantaya nasıl o şişeyi sığdırdıysa.
Elindeki şişeyi bana uzattı. "Al. Bunu canım abime ver, eminim çok sevinecek. Ve lütfen bu değerli bilgiye öğrendiğini belli etme." Şişeyi almayınca elime tutuşturdu. "Abimin yüzünü şimdiden tahmin ediyorum," dedi ve iki adım uzaklaştı benden. Arkadaşının koluna girdi. "Yine görüşmek üzere yengeciğim," dedi. Telefonunu bana doğru uzattı. "Numaranı yaz, konuşuruz arada bir," dedi gülerek. Elindeki telefonu alıp, hızla numaramı yazıp telefonu ona geri uzattım. "Tekrardan görüşmek üzere," dedi ve heyecanlı bir şekilde mekandan çıktı. Uzun bir süre arkasından boş boş baktım.
Kafamı sağa sola salladım. Bakışlarım elimdeki elmalı sodaya kaydı. Yüzümde küçük bir gülümseme oluştu. "Elmalı soda ha," dedim. Aramızda olan şey çok hızlıydı. Sadece ona alışmaya çalışıyorum. Ona ve bana hissettiği sevgisine.
"O ne?" Yanımdan hızla tezgâhın diğer tarafına geçen kıza baktım. Burada yeni çalışmaya başlayan kızdı. Adını bile bilmiyordum.
"Hiçbir şey," dedim ve elimi indirdim. Yanından geçip, soyunma odasına doğru gittim. Kapıyı açıp içeri girdim. Elimdeki şişeyi dolabıma koyup, kapıyı kapattım. Asil, hakkında öğrendiğim ilk şey olabilir. Telefonumdan gelen sesle irkildim. Bakışlarım kapalı dolaba öyle dalmıştı ki, gelen bildirimleri korkmuştum. Derin bir nefes alıp verdim ve pantolonumun cebinden telefonumu çıkardım.
Asil: İşin saat kaçta biter güzelim?
Asil: Seni almaya geleceğim.
Yüzümde küçük bir tebessüm oluştu. Odadaki kanepeye doğru yürüdüm, oturdum.
Ben: Yaklaşık üç saat kadar işim var.
Ben: Sana haber veririm ben.
Asil: Bekliyorum ve seni seviyorum güzelim.
Yüzüm kızarmaya başlamıştı bile. Böyle şeylere alışık değildim.
Asil: Yüzün kızarmaya başladı bile. Buna çok eminim.
Kaşlarım havalandı. Burada olmasa da, bir gözü sürekli üstümdeymiş gibi hissediyorumdum. Bu kötü bir şey değildi. Tam tersi güven duygusunu hissettiriyordu.
Sanırım, içine düştüğüm, sonunu kestirdiğim davada başıma gelen en güzel şey olabilirdi. Asil, bana hiç hissetmedim duyguları aşılıyordu. Daha önce de kısa flörtlerim oluşmuştu ama hiçbiri bende güven duygusunu oluşturmamıştı.
Ya da şuan hissettiklerimi...
🤎💚
Katilin olduğu bölümü yazmak fazla ürkütücü ama farklı da hissettiriyordu. Neyse...
Bir sonraki bölümde görüşmek üzere.
{ Instagram: karaelmas70}
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |