5. Bölüm

5. BÖLÜM

Yeşim K.
karaelmas_

Merhabalar...

Yeni bölüme hoş geldiniz.

Mansur Çalbay - Anlat Derdini

Keyifli okumalar. ✨✨

                   

💚🤎

Başımdaki ağrıyla birlikte gözlerimi araladım. Görüş açıma giren ilk şey beyaz tavan oldu. Gözlerimi tekrardan kapatıp açtım, kafamı sağa çevirdiğimde Acar'ı gördüm. Acar da uyandığımı gördüğü gibi yanıma doğru adımladı. Soyunma odasındaki kanepeydim. Uzandığım yerden doğruldum.

 

"İyi misin?" Dedi Acar endişeli çıkan sesiyle.

 

Acar'ın sesiyle. Gördüğün dehşet verici görüntüler zihnimde tekrar belirdi. Soğuk hava deposunda bulunan iki ceset. Ve işin ilginç tarafı da şuydu; aylar önce çalıştığım restorandan ayrılan insanlardı bunlar.

 

Kafamı sağa sola salladım. "İyi değilim Acar. Nasıl iyi olayım, onları gördüm kan-" devamını getirmedim. Acar önümde diz çöküp sarıldı bana.

 

"Tamam. Sakin ol? Seni ne diye oraya yolladılar," dedi kızgın bir sesle.

 

Gözlerimi kapattım. "Konu bu mu Acar." Dedim kısık bir sesle.

 

Acar konuşacağı sırada kapı açıldı. İçeri giren polis memuruyla birlikte Acar'dan ayrılıp ayağa kalktım. "İfade için bizimle karakola kadar gelmeniz gerek hanımefendi..." Acar'a baktı. "Siz de." Dedi ve gitti. Bizim konuşmamıza bile fırsat vermeden odadan çıktı.

 

Acar'a baktığımda konuşmaya başlamıştı. "İyiysen gidelim." Dediğinde kafamı salladım. Gitmekten başka çare yoktu da zaten.

 

Odadan çıkıp içeri doğru yürüdük. Restoran müdürü Adem Bey ve restoran da çalışan bütün çalışanlar buradaydı. Herkes bir şey konuşuyordu ama kafam öyle karışıktı ki, kimin ne konuştuğunu alğılayamıyordum. Sesler sadece kulağıma uğultu olarak geliyordu. Polis memurlarının bize gösterdiği araca bindik. Karakola geldiğimizde ifade veren herkes gidiyordu. Acar ifadesini verip beni bekliyordu ve sanırım en son beni alacaklardı. Onların kanlı bedenini gören bendim ama ifadeye en son alınıyordum. Uzun bekleyişin ardından sıra bana gelmişti. Yanıma gelen polis memuruyla birlikte ayağa kalktım.

 

Acar elimi sıkarak, "Burdayım." Dediğinde kafa sallamak dışında başka bir şey yapmadım. Konuşamıyorum ki. İçerde bana sorulacak sorulara nasıl cevap verecek gücü bulacağımı bile bilmiyordum.

 

Önümde yürüyen polis memurunun beni büyük kapılı bir odanın yanına getirdi. Kapıyı açıp içeri girmemi bekledi. Kapıdan içeri bir adım attım, bir adım daha attım. Gözlerim etrafı taradı. Oda oldukça genişti ama bir o kadar da boğucuydu. Odayı loş bir ışıkla aydınlanıyordu. Pencere yoktu. Odanın ortasında büyük, ahşap, yuvarlak bir masa vardi. Masanın etrafında oturan insanların yüzü bana oldukça tanıdık gelmişti.

 

"Lütfen boş sandalyeye oturun Masal Hanım," duyduğum sesle birlikte kendime geldim. Onlardan uzak olan sandalyeye oturdum. Hemen karşımda buran yaşı 40'lar da olan adamla gözlerim kesişti. Kimseye bakmıyordum. Çünkü onları tanımıştım. Geçenlerde restorana gelen insanlardı bunlar, üzerine viski döktüğüm kız bile buradaydı. Karşımda duran adam benim oturmamla birlikte tekrar konuştu.

 

"Seni neden buraya çağırdığımızı merak ediyorsun," dedi. Evet ediyordum. Herkes sorguya çekilmişti. Ama böyle bir yerde ve bu kadar insanın içinde de değil.

 

"Evet," dedim burada olduğumun gereksiz olduğu bir tonda vurgulamıştım sesimi.

 

Karşımdaki adam gülerek konuşmaya devam etti. "Öncelikle kendimizi tanıtalım ve sonra da neden burada bulunduğunu açıklayayım." Dedi. Elini hemen sağında bulunan esmer adamı gösterdi. Onu daha önce hiç görmemiştim. "Başkomiser Aras Aldinç." Hemen Aras denen adamın yanıda oturan kadını gösterdi. "Komiser İdil Onuk." Dedi. Hemen İdil'in yanında oturan ve daha önce gördüğüm iki adamı göster, "Polis memuru Dinçer Özer ve Ömer Uysal." Dedi yuvarlak masada kalan son iki kişiye dönerek, "Savcı Asıl Ataman ve sana birazdan anlatacağım davayla ilgilene dedektif Kerem Öner." Dedi tekrar bana baktı. "Bende Levent Aydoğan." Dedi lafını sonlandırarak.

 

Kafamı sallayarak, konuşmaya başladım. "Neden buradayım," burada ve bu kadar insanın arasında olmam saçmaydı. Ve hâlâ gördüğüm kanlı iki bedenin görüntüsü de vardı kafamda. Bu ortam ve zihnimde olan görüntü beni geriyordu.

 

İfademi verip gitmem gerekmiyor muydu?

 

"Öncelikle sana bir kaç soru soracağım," dediğinde kafa sallayarak onayladım onu. "Güneş Tüten ve Miraç Sezer..." Dediğinde ikisinin kanlı bedeni yine gözlerimin önünde belirdi. Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. "İkisi de çalıştığın restorandan bir ay önce olaylı bir şekilde işte ayrılmışlar."

 

Kafamı salladım. Masada kimse konuşmuyordu. Hepsi dikkatle karşımda konuşan adam ve bana bakıyordu. "Evet, doğru." Dedim.

 

Levent Bey konuşmaya başladı. "İkisi de seninle kavga etmişler. Nedenini bize anlatır mısın?" Nedenini kesinlikle biliyordu ama benden duymak ister gibi bir hali vardı. Anlaşılan cesetler ortaya çıktığı gibi olay derinlemesine araştırılmıştı.

 

"Kavga değildi. İkisi de çok farklı bir tipti. Tuhaflardı. Restoranda ki müşteriler onların yüksek sesle konuşup saçma sapan konuşmalarından rahatsız olmuşlardı. Onları uyarmak için gitmiştim. Normal konuşmuştum ama daha ne olduğunu bile anlamadan ikisinde üzerime doğru yürüdü. Bana dokunmadılar, hakaret edip etrafı dağıtmaya başladılar. Sonrasını da kesin biliyorsunuz dur," dedim sakin konuşup anlatarak. Bundan dakikalar önce konuşamıyorum bile.

 

Adam kafa salayıp, gözlerini kısarak baktı bana. "Peki o günden sonra karşına hiç çıktılar mı?" Dediğinde kafamı olumsuz anlamda salladım.

 

"Hayır. O günde sonra onları hiç görmedim," dedim kesin bir dille.

 

"Tamam... Sana açık olacağım Masal. Bundan sonra bizim korumamız altında olacaksın. Her adımında dikkatli olman gerekiyor. Tuhaf ya da ters giden bir şey olduğunda direk bize bildireceksin." Dedi.

 

Kaşlarımı çatarak baktım Levent Bey'e. "Neden. Neden böyle bir şey yapayım." Dedim. Olay tuhaf yerlere doğru gidiyordu.

 

"İki yıldır böyle cinayetler işleniyor. Öldürme taktiği hep aynı. Bu masada gördüğün insanlar iki yıldır bu katili ya da katilleri arıyor." Masadaki insanlara baktığımda, hepsini bakışları zaten bendeydi.

 

"Anladım..." Dedim kısık bir sesle. "Ama benden ne istiyorsunuz," dedim.

 

"Aradığımız katil öldürdüğü insanları gören kişiyi de öldürüyor." Dediğinde kanım buz kesti.

 

Kısık ve titrek bir sesle," Yani bir sonraki hedefin ben olduğumu mu ima ediyorsunuz?" Dedim.

 

"İma değil. Bir sonraki hedef sensin. Bak kızım seni korkutmak istemem ama gerçekleri bilmem gerekiyor. Seni korumamız için bunları bilmen gerekiyor," dedi ılımlı bir sesle.

 

Gülerek kafamı sağa sola salladım. "Saçmalık," dedim. Bir günde nasıl bir belaya bulaştım ben ya! Olayın şokuyla tam görememiş olsam da cesetleri anımsıyorumdum. İki kaşın ortasına sıkılan kurşun, ayak bileklerine bağlanan siyah kurdale. Vücudumda oluşan ürpertiyle derin bir nefes aldım.

 

"Burada canın söz konusu. Buna saçmalık diyemezsin." Konuşan kişiye baktım. Dedektif Kerem Öner di.

 

"Aynı şekilde sesin sayende katile de ulaşa biliriz. Buna da saçmalık diyemezsin!" Dedi bir diğer konuşan ise İdil Onuk du.

 

"Anlamadığım şey şu..." Dedim ikisine de cevap vermeden karşımda oturan adama baktım. "Katilin öldürdüğü cesetleri görenleri de öldürüyor diyorsunuz. Benden önce görenlerde vardı, onlara ne oldu peki?" Dedim. Merak içimde bir zehir gibi yayılıyordu.

 

Cevap vermediğim ikili sinirle nefes alıp verdi. Onların bu haline alttan gülen ise Dinçer Özer di.

 

"Güzel soru. Daha önce cesetleri öldüren kişi, katil kendisi söylerdi. Cesetleri görüp de polise haber veren tam üç kişi vardı, üçü de hemen öldürüldü. Bizim onlara ulaşmamızı bile beklemeden öldürüldü." Dedi.

 

Kalbim sıkışıyordu. Ben neyin içine düştüm böyle. "Ne yapmam gerekiyor peki," en azından buradaki insanlara yardım edersem katil bulunabilir di. Onlarında benden beklediği şey buydu zaten. Elimden gelen tek şey de buydu.

 

"Dediğim gibi. Hem senin korumaya hem de katili bulmayı sağlayacağız. Bunu yapan kişinin seni rahat bırakacağını sanmıyorum. Boş anını kollayacak. Bizde seni gölge gibi takip edip, katil ortaya çıktığında da ensesine çöküp yakalayacağız." Dediğinde kafa salladım.

 

Bana birşey olması önemli değildi, sevdiklerine dokunursa ne yapardım ben. En kötüsü de buydu işte. "Etrafımda olan, sevdiğim insanlara dokunursa peki.." demeye kalmadan lafımı kesti.

 

"Seninle birlikte etrafında olan insanları da koruyacağız. Bunu için endişelenme." Dedi ve ayağa kalktı. Onun kalkmasıyla birlikte masada bulunan herkes kalkmıştı. Bende ayağa kalktım. "Seni eve bizimkiler bıraksın. Bundan sonra etrafında polisler olacak. Merak etme sana hissettirmeden etrafında olacaklar. Aynı şekilde çevrende olan insanların da. Ve en önemlisi bir tuhaflık sezdiğinde bize mutlaka haber ver." Yanıma doğru adımladı. Tam karşımda durup elindeki kağıdı bana doğru uzattı. Elindeki kağıdı aldım. "Burada bulunan herkesin numarası yazılı." Kağıdı verdikten sonra ayakta bulunan insanlara baş selamı verip odadan çıktı.

 

Levent Bey'in çıkmasıyla birlikte İdil, Aras ve Kerem'de çıkmıştı. Yanıma doğru gelen adını Dinçer olduğunu öğrendiğim adam tam karşımda durdu. Elini bana doğru uzatıp, "Sevdim seni. Tam kafa dengisin... Yeniden tanışalım daha düzgün bir şekilde. Dinçer Özer." Elini bakıp tekrar yüzüne baktım. Komik bir tipe benziyordu.

 

Elini tutup, "Masal, biliyorsun zaten." Dedim elimi geri çekerek.

 

Gülerek kafa salladı. "Biliyorum tabii, bilmez miyim." Dedi. "Sonra görüşürüz. Ben sizi dışarda bekliyorum dostum," dedi ve kapıya doğru yöneldi. Onla birlikte Ömer denilen adam da çıktı. Soğuk bir tipti. Dinçer gibi değildi ya da bana öyle geliyordu.

 

Onlar odadan çıkınca, odada Asil'le tek kalmıştık. Bu adam savcıydı. "Seni eve ben bırakacağım." Dedi yanıma geldi ve karşımda durdu. Işıktan dolayı mı bilmiyorum ama gözleri son gördüğümden daha kapalı bir yeşildir.

 

Kaşlarımı anlamsız bir şekilde çatarak baktım. "Neden?" Dedim anlamsız bir sesle.

 

"Olay bu kadar yeniyken ve şuan etrafta güvenile bilecek kişi sayısı azken benim, seni eve bırakmam daha doğru." Dedi gözleri yüzümü tarıyordu. En son yeşil gözleri benim kahve gözlerimde sabit kaldı. Gözleri neden bana bu kadar tanıdık geliyordu. Onu daha önce görmediğime eminim. Peki bu hissetigim de ne?

 

"Söyledikleriniz doğru olabilir... Peki size neden güvenmeyin?" Dedim net bir sesle. Ben bugün yürek mi yedim? Bir savcıyla böyle konuştuğuma göre yemiş olmalıyım.

 

Güldü. "Doğru. Şuan karşında olduğum gibi, mesleği ne olursa olsun, güvenme." Dedi. Bu demek oluyor ki aralarında hain bile olabilir. "Dışarda bekliyorum." Dedi ve odadan çıktı. Daha fazla burda kalmak istemediğinden odadan çıktım.

 

Acar benim çıkmamla birlikte koşar adımlarla yanıma doğru geldi. "Neden bu kadar uzun sürdü. Ayrıca o odaya niye aldılar seni?" Acar'ın üst üste sorduğu soruyla birlikte, baş ağrım kendisini yine belli etti.

 

"Acar sadece eve gitmek istiyorum. Eve gidip dinlenmek istiyorum. Bu konuyu yarın konuşsak." Dedim gözlerine bakarak.

 

Kafa salladı. "Haklısın, bugün fazla yorucuydu. Hadi gel seni eve bırakalım." Dedi.

 

"Dışarda biri bekliyor zaten, beni eve bırakacak." Dediğimde Acar'ın kaşları çatıldı.

 

"Kim," dedi sert bir sesle.

 

"Savcı Asil Ataman mış kendisi. O beni bırakmak istedi. Sende gel bizimle, bu gece bende kal." Dedim.

 

"İşim var benim, gelemem. Hadi sen git. Bekletme savcıyı." Dedi sakin bir sesle.

 

Kollarımı bedenine sardım. "İyiki yanımdasın Acar..." Kollarımı geri çekip yüzüne baktım. "Yarın görüşürüz," dedim.

 

"Yarın daha detaylı konuşuruz. Görüşürüz."

 

Acar'la birlikte karakoldan çıktık. Acar yoluna devam edip yürüyüp gitti. Bende dalgın adımlarla yürüdüm. Yanımda çalan korna sesiyle birlikte irkildim.

 

"Seni bekliyordum," dedi Asil Ataman. Doğru ya beni o eve bırakacaktı.

 

"Kusura bakmayın. Ben unuttum," dedim kısık bir sesle.

 

Güldü. "Önemli değil. Hadi atla," dedi.

 

Kapıyı açıp yolcu koltuğa oturdum. Kemerimi de taktığımda Asil arabayı çalıştırdı. Evimin adresini ona verdikten sonra sırtımı koltuğa yaslayıp yolu izledim. Kendimi berbat hissediyordum. En önemlisi de o görüntüleri zihninden nasıl atacağımdı. Peki ya o restoranda nasıl çalışacaktım.

 

"Fazla düşünme."

 

Duyduğum sesle irkilip kendime geldim. Gözlerim Asil'e kaydı. Yeşil gözlerini kısa bir süreliğine yüzde gezdirip tekrar önüne döndü. Bu adamla ilk göz göze geldiğimizde kendimi çok tuhaf hissediyordum. Farkına bile varmadan nefesimi tutmuş ve kendimi kasıyordum. İlginç bir enerjisi var. Ve bu enerji beni etkisi altına alıyordu.

 

"Elimde değil. Onların öyle kanlı... Kafamda silemiyorum." Tıpkı yılar önce gördüğüm kanlı beden gibi.

 

"Seni anlıyorum ama düşünürsen daha zor unutursun. Aklını başka şeylere yor," dedi ılımlı bir sesle.

 

Kafamı başka neyle yorabilirdim ki? Telefonum bile yanımda değildi. Restoranda, giyinme odasındaki dolaptaydı. Yine de cevap verdim. "Haklısınız," dedim kafamı tekrar cama çevirdim.

 

Yolun geri kalanı Asil'in açtığı müzikle devam etmişti. Sanırım düşünmemem için açmıştı ama bir işe yaramıyordu. Araba evimin yanında durduğunda, kemeri çıkarıp yanımdaki adama döndüm. "Bıraktığınız için teşekkür ederim." Dedim yalandan bir gülümsemeyle.

 

"Ters bir durum olursa ilk beni ara." Dedi gözlerime o kadar dikkatli bakıyordu ki, kasılmış bedenim onun bakışıyla daha çok etkileniyordu.

 

Gözlerimi ondan çekip, "Tamam. İyi geceler," dedim ve arabadan indim.

 

"Sana da iyi geceler," dediğini duydum.

 

Evime doğru yürürken, anlık bir şekilde arkama döndüm. Benim eve gitmemi bekliyordu. Kafamı sallayarak selam verip yürüdüm. Benim apartmanda içeri girmemele arabasını çalıştırıp gittiğini duydum. Neyse ki Defne bugün evdeydi. Tek başına kalmak istemiyorum. Özelikle de peşimde artık katil ya da katiller varken.

 

Evin anahtarını çıkarıp kapıyı açtım içeri girdiğimde. Yemek kokusu evi sarmıştı. Kendimi direk banyoya attım. Elimi yüzümü yıkadım, aynada kendime baktığımda solgun yüzümle karşılaştım. Yüzümü kurulayıp banyodan çıktım. Mutfağa girdiğimde İzem ve Defne'nin kahve içtiğini gördüm. İzem'in nöbeti bugün yoktu demek.

 

İkisinin bakışları bana döndü. Hoşgeldin dedi ikisi de aynı anda.

 

"Yüzüne ne oldu senin. Hasta mı oldun sen?" Dedi İzem yüzüme daha dikkatli bakarak.

 

Derin bir nefes aldım. "Hayır. Hasta değilim, yorgunum sadece."

 

Gözlerini kısarak yüzüme baktı. "Sırtın ne durumda? Ağrın falan var mı?"

 

"Yok, iyiyim. Sırtımda iyi. Merak etme sen," dedim gülümseyerek. Bugün ne çok sahte gülüşler oluşmuştu yüzümde.

 

İzem ikna olmuş gibi sustu. Defne ayağa kalkıp benim için kahve yaptı. Kahve bardağını önüme bırakıp tekrar yerine oturdu. "Teşekkür ederiz," dedim kahve bardağını göstererek. Kafasını önemli değil der gibi salladı.

 

Bugünkü olayı anlatıp anlatmama arasında kaldım. Anlatsam bile detaylı bilgi isteyecekleri için sustum. Detaya girecek kadar dinç hissetmiyordum kendimi. Önümdeki bardaktan bir iki yudum alıp ayağa kalktım. Kahve bardağında duran kahveyi döküp, bardağı bulaşık makinesine attım.

 

Defne ve İzem'e dönerek. "Size iyi geceler. Benim uykum var." Dedim mutfaktan çıkmak için yürüdüm.

 

Defne, "Daha erken değil mi? Ayrıca yemek yiyeceğiz." Dedi arkamdan bağırarak.

 

Aynı şekilde bağırdım. "Uykum var benim, size afiyet olsun. İyi geceler," dedim ve kendimi odama attım.

 

Kapıyı kapatıp sırtımı kapıya yasladım. Kapını önünde çökerek oturdum. Gözümden akan yaşlarla birlikte ağladım. Bugün olanlara ağladım, beni geçmişe götüren bugün için ağladım. Beni etkisine alan ve unutmak için senelerdir ilaç kullandığım hisler için ağladım. Çöktüğüm yerden kalkarak giysi dolabıma yöneldim. Kapıyı açıp, dolabın en köşesinde duran kutuyu aldım. Kutuyla birlikte yatağıma doğru ilerledim. Yatağa oturup kutuyu açtım. Kutudaki fotoğrafları elime aldı, göz yaşların daha da hızlanmıştı.

 

Eski güzel günlerden kalma fotoğraflar. Gelecekte olacak felaketleri bilmeden, hayatlarındaki zorluğa rağmen eğlenen beş kız. Mutluyduk, yan yana mutluyduk. Yetimhanenin soğuk ve ruhsuz duvarlarına rağmen mutluyduk. Ben, Defne, İzem ve şuan hayatımızda olmayan Işık ve Ezgi.

 

Gözlerim ağlamaktan artık yanmaya başlamıştı. Kutuyu tekrar eski yerine koyup yatağıma uzandım. Kafam o kadar doluydu ki, başımın ağrısını da hissediyordum. Kalkıp ağrı kesici alacak gücü bile bulamıyordum. Ölüden farksız bir şekilde yatakta yüz üstü yatıyordum. Sırtımdaki ağrı da kendini göstermişti. Gözümde yaş ve vücudumda ağrıyla uykuya dalmıştım.

 

Ve uyuduğum uyku en iğrenç uykuyu.

****

Şaka mı bu! Bize nasıl söylemedin önceden!" İzem'in yüksek sesiyle yüzümü buruşturdum.

 

O olaydan sonra bir hafta geçmişti. Bir haftadır ise gitmiyordum. İzinliydim. Başımdan geçen herşeyi İzem ve Defne'ye şimdi anlata bilmiştim. İkisine söylediğimden beri de azar iştiyordum. Defne daha sesiz olsa da, izem'in yüksek sesi kulaklarımı ağrıtıyor du.

 

"Gitti bitti işte. Hem size söylesem ne yapabilirsiniz ki?" Dedim haklı isyanımı dile getirerek.

 

İzem alayla güldü. "Ne mi yapabilirdik! Tabii ki yanında olurduk kızım. Herşeyi içine atmış, günlerdir boğuluyorsun. Bende diyorum bu kız niye bu kadar sesiz ve düşünceli." Dedi bağırarak.

 

Defne yüzünü buruşturup baktı bana. "Sevgilin olduğunu düşünmüş," dediğinde gözlerim büyüdü.

 

Yüksek bir sesle, "Ne!" Dedim. Sesiz ve düşünceli olmam onda bunu mu çağrıştırıyordu yani.

 

İzem göz devirip karşımda ki koltukta oturdu. "Karşılıksız sevdaya tutuştun sandım... Ayrıca konumuz bu değil. Konumuz senin bu olayı neden bize söylememen," dedi.

 

Yüzüm düştü. "İzem. Ben söylemedim, çünkü söylemeyi bırak aklıma bile gelsin istemedi. Dillendirmedim, düşünmek istemedim. Sanki size söylesem hep aynı sahne gözlerimin önünde canlanıyor gibi." Dedim üzgün bir sesle.

 

Defne yanımda olduğu için kollarını bana dolayıp sarıldı. Onlara olay dışında hiçbir şey söylemedim. Karakolda ki odada yapılan konuşmayı kimseye söylemedim. O konuşmadan sonra kafamı kurcalayan tonlarca soru vardı, aynı şekilde o odada bulunan insanlarında soruları vardır kesin. İlk günde üzerime gelmek istemedikleri açıktı. O gün nasıl bir halde olduğum da ortadaydı.

 

"Tamam. Özür dilerim, ben bir an senin duygularını düşünmeden patladım. Korktum Masal. Bu aralar belayı fazla bir şekilde üzerine çekiyorsun." Dedi İzem.

 

Defne kollarını benden ayırıp sırtını geriye yasladı. "İzem'e katılıyorum." Dedi.

 

İzem her ne hatırladıysa bir anda yerinde dikleşti. "Ne diyeceğim, benim falcı ya gitsek mi?" Dediği gibi göz devirip kollarımı göğsümde birleştirdim.

 

Defne, "Ay ben o adamdan korkuyorum yaa."

 

"Ne diyorsun. Hemen şimdi randevu alıyorum. Beni tanıyorlar hemen verirler randevu." Dedi beklentiyle gözüme baktı.

 

"Yalan. Ben inanmıyorum öyle şeylere." Dedim gereksiz olduğunu sesimle de vurguladım.

 

"Ama doğru çıkıyor söyledikleri. Bende ilk inanmadım ama İzem beni zorla götürdü, adamın dediği herşeyi çıktı." Defne'nin sesiyle onan baktım. Gözlerinde korku vardı. Bi' faldan bu kadar korkulacak ne vardı ki! İnsanlara yalan sıralamaktan başka hiçbir şey yapmıyorlar.

 

İzem yüksek bir sesle, "İnan demiyorum. Gidelim sadece, hem sende kafa dağıtmış olursun..." Bir anda ayağa kalktı. "Ben randevu alıyorum. İkiniz de hazırlanın." Dedi ve odasına doğru koşar adım yürüdü.

 

Bakışlarım Defne'ye kaydı. "Bu saçmalığı yapmak zorunda mıyız?" Dedim bıkkın bir sesle.

 

"İzem'i duydun. Gitmessek kafamızı şişirir. Bence kalk hazırlan," dedi o da ayağa kalkıp odasına yürüdü.

 

Sanırım gitmekten başka çare yoktu. Odama doğru yürüyüp içeri girdim. Üzerimde bulunan saten şortlu takımı çıkarıp, mavi kot pantolon, siyah Kazak giydim. Üzerine deri bol ince ceketi de giydim. Uzun kahve rengi saçlarımı da tokayla geriye doğru topladım. Önde ki kahkülerimi de düzeltip odadan çıktım. Makyaj yapmaya gerek duymadım.

 

Benim odadan çıkmamla birlikte İzel de çıkmıştı. Kısa siyah eteğin üzerine giydiği siyah Kazakla birlikte çok şık duruyordu. Eteğin altına giydiği siyah çorap ve elinde tuttuğu yeni aldığı siyah uzun çizmeler vardı. Falcıya gitmek için oldukça şıktı.

 

Elindeki çizmeyi yere attı, kırmızı saçlarını arkadan küçük bir tokayla tutturdu. "Hazır mısın?" Dediğinde kafa salladım. İzem yüzüme bakıp göz devirdi. "Makyaj yapmadın mi? Dur tahmin edeyim krem bile sürmedi."

 

Göz devirdim. "Falcıya gitmek için fazla süslüsün," dedim ona farklı bir cevap vererek.

 

"Benim her zaman ki halim bu canım. Sanki bilmiyorsun gibi..." Eline yerdeki çizmeler alıp giymeye başladı. "Defne hazır değil misin sen hala!" Diye bağırdı.

 

Göz devirip ayakkabılarımı giymek için kapıya doğru yürüdüm. "Hazırım, hazırım. Hadi gidelim." Dedi Defne yanıma gelerek. O da benim gibi pantolon, kazak ve ceket giymişti. Defne benim aksine daha renliydi.

 

Evden Çıkarak, izem'in arabasına binip yola koyulduk. Yolda açılan yüksek sesli müzikle birlikte devam ettik. Arka koltukta oturmuş İzem ve Defne'ye katılsamda, genel olarak sesizdim. Sonunda araba durmuştu. Geldiğimiz yere göz gezdirdim. tenha bir yerdi.

 

"Hadi inin bakalım," dedi İzem.

 

Arabadan inip yürümeye başladık. İzem önde ben ve Defne arkadan onun takip ediyorduk. Eski bir binanın önünde geldik, binanın kapısını açıp içeri girdik. İçerisinin de dışarıdan farkı yoktu. Duvarların boyası eski ve sıvaları bile dökülmüştü. Onunla birlikte örümcek ağları da vardı. İzem merdivenlere yöneldi. Sonunda üçüncü kata geldik ve bir kapının önünde durduk. Kapının üzerinde değişik semboller vardı, hepsi de çok tuhaftı. İzem küçük taşlarla süslü zile bastı. Basmasıyla birlikte kapı bir anda açıldı. Kapıda kıvırcık saçlı, saçlarında kuş tüyleri olan adam açtı. Gözlerim giydiği kıyafetlerle kaydı. Sıfır kol uzun, bilek boyuna kadar gelen siyah bir elbise. Elbisenin altına ise siyah bol bir pantolon giymişti. Kollarında, yüzünde değişik semboller çizmişti.

 

"Hoşgeldin izom," dedi güler yüzle.

 

"Ay hoş bulduk tarçın," dedi İzem.

 

İçeri girdiğimizde, etrafa baktım. Hiçbir şey yoktu etrafta. Duvarlar siyaha boyalı ve tavandan asılan değişik tül ya da kumaş parçaları vardı. İçerde birkaç sandalye vardı. Loş ışıklar birlikte ürkütücü duruyordu.

 

"Fala bakan adam bu mu?" Dedim yanımda duran Defne'ye.

 

"Hayır. O şuradaki odada," dedi. gösterdiği kapıya baktım. Dış kapı gibi karşımda duran kapı da oldukça süslüydü. Ama karşımdaki kapı dış kapıya göre daha iyi duruyordu.

 

"İlk kim girecek canım," dedi karşımda duran değişik adam. Konuşması da kendisi gibi tuhaftı.

 

"Hepimiz girsek olmaz mı?" Dedi İzem.

 

"Ay ayol olur tabii, seni mi kıracağız." Dedi abartılı bir şekilde. Ona tuhaf tuhaf baktım. Adam bakışlarımı yakaladı. "İlk defa mı fal bakacaksın sen canım?" Dedi.

 

"Aynen, canım... Yani ilk defa bakacağım," dedim tuhaf bakışlarımı hiç değiştirmeden.

 

Kahkaha attı. "Beli canım. Yüzündeki ifade herşeyi açıklıyor," dedi ve koluma vurdu. Onun bana vurmasına hazırlıklı değildim diye sendeledim. "Hadi girin içeri," dedi eliyle kapıyı gösterdi.

 

İzem'e yaklaşarak, "Böyle tuhaf yerleri nereden buluyorsun anlamıyorum?" Dedim kısık bir sesle. Kapıya doğru yürüdük.

 

"Kızma bana. Hem ne güzle işte kafa dağıtmaya geldik." Dediğinde göz devirdim.

 

Kapının yanına geldik. İzem kapıyı açıp içeri girdi, onunla beraber ben ve Defne de girdi. Kapıdan içeri girdiğim gibi beni bunaltan bir ortamla karşılaştım. İçerisi karanlık ve beli yerlere koyulan mumlar sayesinde aydınlatıyordu. Siyah tüller tavandan yere kadar uzanıyordu. Yerde olan minderler, duvardan olan süsler... Burası beni hem boğuyor hem de ürkütüyor du. Tüllerin arkasından gelen sesle birlikte ürkerek, etrafı gözetlemeyi kesip sesin geldiği yere baktım.

 

"Oturun," dedi o ses. Kalın, boğazdan gelen bir sesti. Bir erkeğe ait sesti.

 

İzem hemen yerdeki mindere oturdu, onula birlikte Defne de oturdu. Daha fazla ayakta durmak istemedim bende İzem'in yanına oturdum.

 

"İlk kim bakacak falına," dedi aynı ses.

 

İzem ve Defne bir anda kafalarını bana çevirdi. Onların bakışlarıyla birlikte göz devirdim. "İlk ben bakmam," dedim.

 

İzem hemen itirazlı bir sesle, "Senin için geldik, hadi ilk sen bak." Dedi.

 

Bıkkın bir nefes verip ayağa kalktım, ne yapacağımı bilmediğim için etrafa baktım. Adamın sesini tekrar duyduğumda bakışlarım perdenin arkasında kalan bedene kaydı. Hiçbir şekilde görünmüyor du. "Yanıma doğru gel," dedi.

 

Adımlarımı ona doğru attım. Perdeyi çekip içeri girdim. Yuvarlak, yere yakıp demir bir masa vardı. Masanın üzerinde çeşit çeşit değişik şeyler vardı. Masanın yanıda yere bağdaş kurarak oturan adam baktım. Gözleri... Gözleri cam gibi maviydi. Çok ürkütücü gözleri vardı. Siyaha boyadığı mavi gözler. Göz gözle geldiğimiz gibi tüylerim diken diken oldu. Saçları kıvırcık uzun, uzun sakallı, simsiyah giydiği elbise. Elbisenin üzerinde çeşit çeşit koyu boncuklu kolye vardı ve bunlar çok uzundu. "Otur," dedi karşısındaki minderi işaret ederek.

 

Dediği yere oturdum. Gözlerimi kısarak baktım ona. Gözleri hala bana çok ürkütücü geliyordu. O ise gözlerini bile kırpmadan bakıyordu. "Seç," dedi kalın bir sesle.

 

Ona anlamsız bakışlarla baktım. "Neyi," dedim.

 

Yüzük dolu elini önümdeki masaya doğru uzattı. "Seç," dedi gözlerini benden ayırmadan.

 

Gözlerim önümde duran değişik şeylere gezindi. İlgimi çeken parlak, koyu yeşil taşa değdi. Elimle o taşı gösterdim. "Bu. Bunu seçiyorum," dedim.

 

Güldü. Ama bu gülüş uzun sürmedi. Taşı eline aldı ve önünde duran küçük su dolu tasa attı. Bir müddet tasa baktı. Sonra başını kaldırıp bana baktı. "Burada olmaktan memnun değilsin," dedi.

 

Ona ne alaka der gibi baktım. "Yani evet de. Ne alaka şimdi," dedim.

 

Kafa salladı. "Bir sonraki gelişim farklı olacak. Bu sefer isteyerek geleceksin." Dedi. Konuşmama izin vermeden kendisi devam etti. "Çok karanlıksın. Öyle ki karanlığın odayı bile dolduruyor." Dedi.

 

Alayla güldüm. "Tabii karanlık olacak. İki mumla burası aydınlanır mı? Işığı acı. Buranın karanlığını bana mı bağlayacaksın. Böyle mi insanları kandırıp para kazanıyorsunuz." Dedim sabit bir sesle.

 

Beni umursamdı. Konuşmaya devam etti. "Zor günler seni bekliyor. Senin ne geçmişin ne de geleceğin. İkisi de sana eziyet veren olaylarla dolu. Geçmiş unutulmuş ama gelecek... Gelecek seni oldukça zorlayacak. Ama karanlıkta oluşan küçük bir ışık var. Görüyorum. Işığın büyüyüp sana yol göstermesi de sana bağlı. Ya o ışığı büyütüp yolunu aydınlatacaksın ya da o ışığı yok edip karanlığa gömüleceksin. Bu sana bağlı." Dedi.

 

Onun umursamadan ayağa kalktım. "Saçmalık," dedim öfkeyle. Arkamı dönüp gidiyordum ki onun sesiyle durdum.

 

"Ölüm olacak hayatında, birçok ölüm göreceksin. Geçmiş bir bir önüne dökülecek." Dediği gibi hırsla ona döndüm.

 

"Böyle saçma şeylere mi insanı dolandırıyor sunuz? Her insanın geçmişinde acı var. Geleceği de bilemezsin." Dedi yüksek sesle.

 

Benim konuşmamı umursamıyordu. Tekrar konuşmaya başladı. "Etrafına dikkat et. Yakınındakilere güvenme. Kendini koru. İlerde seni daha kötü günler bekliyor. Sözlerine kulak ver." Dedi o da yüksek bir sesle.

 

Arkamı dönüp kapıya doğru yürüdüm. Onun tekrar bağırarak konuşmadı bu sefer beni durdurmadı. "Seni bekleyeceğim. Unutma! Tekrar geleceksin ve bunu sen isteyeceksin."

 

Binadan çıktığımda derin bir nefes aldım. Benimle birlikte İzem ve Defne de çıktı. Onlar da konuşmalara şahit oldular. İlginç bir şekilde ikisi de bana soru sormuyordu. "Saçma sapan bir yere geldik." Dedim yüksek bir sesle.

 

İzem yanıma yaklaşıp, "Zaten inanmıyorsun böyle şeylere. Adamın dediğini de takma," dedi tuhaf bir sesle.

 

Defne kısık bir sesle, "Söylediği şeyleri duymadın mı İzem?" Dedi.

 

Ellerimle yüzümü kapattım. Böyle saçma bir yere gelip, dolu ve karmaşık olan kafamı daha da karıştırdım. Buraya gelmeden önce iyiydim en azından şimdi ise bok gibi hissediyordum.

 

"Defne," dedi İzem uyarır bir sesle.

 

"Ne! Yalan mı! Bana söylediği her şey doğru çıktı." Dedi o da yükselerek.

 

"Tamam! Yeter! Eve gidelim, burada boş boş durmayalım." Dedi İzem yüksek bir sesle.

 

Kafa salladım. "Gidelim. Zaten niye geldik ki, saçma sapan işler." Dedim arabaya doğru yürüyerek.

 

Arabaya bindiğinizde, kimse konuşmadı. Buraya geldiğimiz neşeyi, gidişimizde bulamadık. Sesiz geçen yolculuk beni daha da geriyordu. O adamın söylediği hiçbir şeye inanmamıştım. Ama içime korku tohumlarını da ekmişti. Eve gidene kadar da içinden sayıkladığım tek şey, o ruh hastası adamın söylediği şeylerin saçmalık olmasını Umman oldu.

 

Gelecek ne getirecek bilmiyordum ama geçmişin

tekrar karşıma çıkması imkansızdı. Yaşanmış bir olayın tekrar yaşanması imkansızı. İmkansız! Bundan sonrasını da yaşayıp göreceğimiz şeylerdi.

💚🤎

Bölüm sonu. Bir sonraki bölümde görüşmek üzere.

{ Instagram: karaelmas70 }

 

 

​​​​​

Bölüm : 17.12.2024 19:29 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...