4. Bölüm

3. BÖLÜM: İKİNCİ CESET'İN ORTAYA ÇIKIŞI

Fatma EL
karanliginkizi

3. BÖLÜM

İKİNCİ CESET’ İN ORTAYA ÇIKIŞI

           

Hayat size hiçbir zaman acımaz. Önemli olan sizin ona acıyıp acımadığınız…”

 

İlahi bakış açısı…

Sarayın görkemli merdivenlerinden ağır ağır çıkarken beynini meşgul eden birçok konuyla boğuşuyordu Prens Cedric. Böyle bir olayı nasıl gözden kaçırdıklarını anlayamıyordu. Altın işlemeli kapının önünde durduğunda derin bir nefes aldı. Artık bu işlerden kesinlikle sıkılmıştı. Genç olmasına rağmen daha şimdiden bezdiğini hissediyordu. Kapıdaki muhafız içeriden çıktıktan sonra reverans yaparak genç adama hitaben konuştu. “Kralımız sizi bekliyor majesteleri.”

Kafasını sallayıp onayladıktan sonra içeri girdi. Kapının kapanma sesi geldiğinde yüzündeki maskeyi çıkarma vakti de gelmişti. “Senin dikkatsizliğinin bedelini ben çekmek zorunda değilim. Bu ülkeyi yöneten sensen içinde olan olaylarda seni ilgilendirir.” Sinirli nidalar ağızından birer birer firar ettiğinde, sinirli bir surat ifadesiyle karşısındaki adama baktı.

Babası olacak o adama… Yıllardır sadece ülkesi ve serveti için ailesini hiçe saymış o adama… Tüm krallığın iyi diye bildiği sahte kişilikli o adama… Onun soyundan geldiği için kendinden iğreniyordu. Annesini her gece ağlattığı, kız kardeşini her gün tehdit ettiği için ondan nefret ediyordu. Ve yıllar önce bu saraydan kaçmadığı için ya da herhangi bir savunma dersinde kılıcı karşısındaki hedefe saplamak yerine kendine saplamadığı için kendinden nefret ediyordu.

Daha küçücük bir çocukken bu adamın zalimliğine maruz kalmıştı. Karşısındaki pişkin adam aynı ifadeyle konuşmaya başladı. “Bu ülkeyi şuan ben yönetiyorum ama yerime gelecek olanda sensin. Hem kötü mü şimdiden alıştırma yapmış oluyorsun işte.” Zevk alarak söylediği sözler odanın duvarlarına çarparak Cedric ‘in kulaklarına dolduğunda birkaç kez içinde tekrar tekrar yankılandı. Bu adam neden bahsediyordu? Gerekli tedbirleri almış olsaydı bu kadar fazla cinayetlerle karşı karşıya kalmazlardı.

Birkaç adım attıktan sonra tahta biraz daha yaklaşmış oldu. Yüzüne korkutucu bir gülümseme yerleştirerek belindeki kılıcın kabzasını kavradı. “Alıştırma yapmaktan kastın cesetleri incelememse bu işi senin cesedinin üzerinde de yapabilirim. Bence bu daha fazla eğlenceli olur.” Tek kaşını havaya kaldırdı ve tehdit edercesine kafasını hareket ettirdi. Madem onu acımasız biri olarak yetiştirmişti, yetiştirdiği kişinin özelliklerini de uygulamalı olarak görmeliydi.

Kralın pişkin ifadesi gitmiş yerine korku dolu bir ifade yerleşmişti. “Benimle konuşurken kelimelerine dikkat et Prens Cedric. Karşında Doğu Krallığı Kralı ve baban var.” Cedric ‘in yüzündeki sırıtma büyüdüğünde, tahta biraz daha yaklaştı, “Bence sende kelimelerine dikkat et. Çünkü karşında Doğu Krallığı vârisi ve gelecekte ki hükümdarı var.” Dudaklarından kelimeler döküldüğünde aniden soğuk bir ifadeye büründü.

Kralın yüzü hafifçe beyazladığında, Cedric daha keyiflendi. Bu onu iyi günleriydi daha kötüleri de olacaktı. Bir gece vakti yatağında uyurken ölüm ona konuk olana kadar, onu bu dünyaya sığdırmaz edecekti. Yeniden ilk geldiği bölgeye geçerek itaatkârlık maskesini yüzüne yerleştirdi. “Balo sabahı gözcülerden bir evden leş kokusu geldiği haberi almıştık,” hafifçe nefes alıp verdi ve devam etti “bugün gün boyu araştırmışlar ve evde birinin öldürüldüğü haberini almışlar. 50-55 yaşlarında bir erkekmiş.” Tahta oturan adam eliyle çenesini sıvazladığında düşünceli bir hale bürünmüştü. Zaten sadece kraliyetle ilgili olana konularda ilgili olurdu.

Birkaç dakikalık sessizliğin ardından, ortamın saran sessizliği çalınan kapın sesi bozmuştu. Kraliyet gözcüsü elindeki parşömenle büyük odaya girdiğinde başını eğdi ve reverans yaparak selam verdi. “Batı Krallığından bir mektup var efendim.” Kral kafasını sallayarak okumasını işaret ettiğinde, olduğu yerden biraz ilerleyip öne çıkarak elindeki parşömeni açarak okumaya başladı.

“Sevgili dostum ve müttefikim Brenden İrene, umarım sağlığın yerindedir ve hükümdarlıkta her şey yolundadır. Seni rahatsız ederek bu mektubu yazma sebebim balo günü her iki krallıkta da işlenen cinayetler.”

“Bu durum halkımızı tehlikeye soktuğu kadar bizi de tehlikeye sokacak olabilir. Bence en kısa sürede toplantı gerçekleştirerek bu konuyu konuşmalıyız. Yıllardır sabrettiğimiz olayların ucu artık bize de dokunacak olabilir.”

“Toplantı için en kısa zamanda sizi sarayımda yeniden sarayımda görmek istediğimi bildirmeliyim. Cinayetler, artı p halkı galeyana getirmeden bu cinayetlerin önüne geçmeliyiz. Emin ol müttefikliğimizi destekleyenler kadar desteklemeyenlerde olacaktır.”

“Bu tür girişimlerin amacı ne olursa olsun yerine getirilmemelidir. Ve bunu da sadece bizim yerinde ve zamanında vereceğimiz doğru kararlarla başarabiliriz. Barış birliği yaptığımız bu güzel günlerde fikir ve görüş birliği de yapmalıyız.”

“Şimdi seni ve hükümetini, bu hain girişimlerin failini veya faillerini, nedenini ve amacını neden böyle bir hainliğe başvurduğunu öğrenmek, halklarımızın güvenliğini ve sulhunu sağlamak için imzaladığımız maddelerdeki sözümüzü tutmak için yeniden sarayıma davet ediyorum. Tüm samimiyetimle sizi yeniden ağırlamanın bizi gururlandıracağını belirtmek istiyorum.”

“Batı Krallığı Kralı Alexander Sagun”

Gözcü gür ve anlaşılır bir sesle okuduktan sonra parşömeni yeniden sarıp birkaç adım geriye çekilip başını hafifçe eğdi. Cedric gözlerini karşısındaki adama diktiğinde vereceği cevabı bekliyordu. Sonuçta güvenliğin bir şekilde sağlanması gerekiyordu ve Batı Krallığı Kralı’nın da amacı buydu.

Birkaç dakika daha sessizlik olduktan sonra kral düşünceli bir ifadeyle konuştu. Beş dakika önceki kendini beğenmiş ve lakayt tavrından eser kalmamıştı. Bu durum Cedric ‘in yüzünde acı bir gülümsemenin oluşmasını sağladı. Keşke ailesi konusunda da bu kadar düşünceli olsaydı.

Boğazının temizledikten sonra “Evet bence doğru bir karar. Sonuçta anlaşmanın maddelerinde bununla ilgili bir madde de vardı,” dedikten sonra birkaç saniye durdu ve gözlerini Cedric ‘e çevirdi. Sanki onunda fikrini soruyor gibiydi. Her zaman böyle olmuştu. Davranışları böyle gözükse de kimsenin fikrini dinlemezdi. Böyle bir konunun açılmasına bile izin vermezdi. Boş ve ifadesiz gözlerle bakışlarını sürdürdüğünde, artık bu duruma alışmıştı.

“O zaman haber yollayın, 2 saat sonra yola çıkıyoruz. Bu konu göz ardı edilecek bir şey değil.” Gözcü kafasını salladığında yeniden reverans yaparak odayı terk etti. Kralsa bu olaydan sonra Cedric ‘e döndü, “Sende hazırlığını yap. Batı Krallığına gidiyoruz.” Diyerek hükmü verdi.

2 Gün Önce. Balo Gecesi Şafağı…

Ateş Gözcüsü ’nün Anlatımıyla…

Kendimi biraz daha yana kaydırdığımda ağacın arkasına tamamen saklanabilmiştim. Birkaç saat sonra güneş tamamen gökyüzünde yerini alacaktı. Bu benim elimi çabuk tutmam gerektiğinin bir göstergesiydi. Bu bölgede çok fazla ev yoktu ve bu benim için avantajdı. Birkaç dakika sonra, ışığı yanan tek evinde ışıkları karardı ve kapısı hafifçe aralanıp dışarıya biri süzüldü.

Üstünde, daha son baharın başında olmamıza rağmen kalın sayılabilecek bir kıyafet vardı. Ağızını ise o kadar da soğuk olmayan havadan, kalın bir atlıyla korumak istiyor gibiydi. Yıllar önce de böyleydi. Biz ne kadar üşürsek üşüyelim o hep kendini düşünürdü. Birkaç adım ilerlediğinde fazla arayı açmamaya çalışıp onu takip etmeye başladım.

Görünüşe göre üstünde pekte kendini savunacağı türden aletler yoktu. Belli ki o annem gibi tehlikeyi önceden sezememişti. Hafif hafif yere dökülen kuru yapraklar ayağımın altında ezilirken onu takip etmeye devam ettim. Bu takip pekte uzun sürmeyecekti. Buna emindim. Birkaç adımdan sonra evlerin sıklaştığı bölgeye girecektik ve ben bunu istemiyordum. O yüzden hızlı davranıp onun boynuna arkadan sarıldım. İlk ne olduğunu anlamasa da elleri hemen boynuna dolanan kollarıma gitmişti.

Kurtulamayacaktı. Ne benden ne de birazdan gerçekleşecek olan ölümünden.

Nefessiz kalmasıyla kendini kurtarmak için hareket etmeye ve bağırmaya başladı. Hadi ama ne diye uslu durup işimi kolaylaştırmıyorlardı ki? Boynuna sardığı atkıyı biraz daha sıkarak nefesinin kesilmesini sağladığımda artık sadece ayaklarını yere sürtmek ve tırnaklarını elime geçirmekle uğraşıyordu. Birde nefes almak için atkıyı genişletmekle.

Yıkık olan harabeye onu çektiğimde artık iyice güçsüzleşmişti ve yüzü morarmaya başlamıştı. Taşlarla dolu zemine, boynuna sarıldığım bedeni savurduğumda nefes almaya çalışarak yerde yatmaya başladı. Oysaki o kadarda fazla sıkmamıştım. Demek ki çok güçsüzmüş. Birkaç saniye kendine gelmesi için bekledim. Tıpkı onun bana küçükken yaptığı gibi…

Nefes alışları biraz daha düzeldiğinde, yere eğilerek onun yüzüne bakmaya çalıştım. Kafamdaki pelerin bunu biraz engellese de sorun değildi. Ben görmesem de zaten yarın olduğunda ve birçok kişi onun bu pislik suratını görecekti. Elim atkıya uzandığında korkuyla geriye çekildi. Bu olay geçmişteki anıları uyandırdığında, bu anıları kovmak için gözlerimi hafifçe kırpıp geri açtım. Şimdi onlarla uğraşmanın vakti değildi. Atkıyı sertçe tutup aynı şekilde çektiğimde kafası yere sertçe çarptı.

Elimdeki atkıyı bir kenara savurup onun yakalarına yapıştım. Yüzünü biraz daha yaklaştırdığımda, gerçek korkuyu gözlerinde görmüştüm. Bu birazda olsa amacıma ulaştığımın göstergesiydi. Hafifçe sırıttım ve kafamı ani bir hareketle yüzüne geçirdim. Kafası arkaya düştü ve gür bir çığlık dudaklarından firar etti. Yakasını bırakıp ayağa kalktığımda burnunu tutarak yeniden yere uzandı. Burnunu tuttuğu için garip çıkan sesiyle “Ne istiyorsun benden? Kimsin? Neden beni buraya getirip kafa atıyorsun?” dediğinde birden fazla soruyu artarda sıralamıştı.

Kafamdaki pelerinden göründüğü kadarıyla yüzüne baktığımda, son görüşmemizden bu yana oldukça yaşlandığını fark ettim. Vücudu hâlâ dışarıdan bakıldığında, genç ve dinamik görünse de yüzü öyle değildi. Gözaltları iyice çökmüş, saçları griye dönmüştü. Göz kapakları sanki ağırlaşmış gibi gözlerinin yarısına kadar inmişti. Sakallarının uzun zamandır kesilmediği bariz bir şekilde belli oluyordu. Burnunu tutarak bana bakmaya devam etti. Bu şekilde daha fazla kalamayacağımı düşünüp onu kolundan tutarak yerden kaldırdım. Yüzü garip bir hal aldığında yeniden konuşmaya başladı. “Hadi ama sana bir soru sordum değil mi? Dilsiz falan mısın?” Anlaşılan hâlâ fazla cüretkârdı. Çocukluğumdan beri onun bu huyunu çözememiştim.

Tam olarak gözlerine baktım ve kolunu bırakmadan kafamdaki pelerini çıkardım. Elimi kaldırdığımda ona vuracağımı düşünüp irkilmişti. Pelerin sırtıma düştüğünde, kısık bir sesle konuşmaya başladım. “Seni burada alıkoyuyorum çünkü almam gereken bir intikam var. Sana kafa attım ve bu gece bundan daha ağırlarına maruz kalacaksın. Benden bir gecede çaldığın çocukluğumun intikamını bende senden bir gecede alacağım. Ve buna sende dâhil hiç kimse engel olamayacak. Ne olursa olsun…”

Nefes alışları hızlandığında, anlaşılan korku çoktan vücuduna yayılmaya başlamıştı. İlk başta dalgaya aldığı bu durum onu şimdi oldukça zorda bırakmış gibiydi. Kolunu benden kurtarmaya çalışan adam karşısında sırıtmam daha da genişledi. Gerçekten böyle çırpınınca ya da ağlamaya başlayınca onları bırakacağımı mı düşünüyorlardı?

Sert bir hamleyle o çırpınırken, ona biraz daha yaklaştım ve kolunu arkaya kıvırdım. Bir hamle daha yapıp dirseğine doğru kıvırdığımda kemiğin kırılma sesi harabenin içinde yankılandı. Ve tabi onun acı dolu haykırışı da bu sese eşlik etti. Birkaç saniye bekledim ardından onu, kırılan kolu altta kalacak şekilde yere fırlattım. Hafif iniltiler çıkardı. Karın bölgesine birkaç teke attığımda kollarıyla başına gelecek darbeleri önlemeye çalıştı.

Tekmelerim durduğunda onu yerden kaldırarak duvara fırlattım. Sırtı duvara çarptığında yeniden çığlık attı. Ayağa kalkmaya yeltendiğinde yanına gidip yeniden yere yatırdım. Bu seferde yüzünü yumruklamaya başlamıştım. Yüzü kan içinde kaldığında, geriye çekildim ve bir süre nefesimi düzene sokmaya çalıştım. Benim ellerimde yaralanmıştı. Ama onunkinin yanında hiçbir şeydi.

Daha sonra onu yakalarından tutarak kaldırdım ve duvara sabitledim. Ardından tek elimle maskeyi açtım. Kumaş hafif kanla kaplanmış yere düştü, aynı anda gözleri fal taşı gibi açıldı. Beni tanımıştı. Bu iyiydi, ölümünün ne kadar acı verici olacağını daha iyi kavratırdı. Hafifçe gülümsedim ve ellerimi boğazına doladım. İlk başta fazla baskı uygulamamıştım ama sonrasında bu baskı arttı. Ellerimi çözmeye uğraşıyordu. Ama yapamayacaktı.

Ellerimdeki baskı çoğalmaya devam etti ve tırnaklarımın etine geçmesini sağladı. “Sana söylemiştim değil mi? Günü geldiğinde senin canını alacağımı. Sense bana inanmadın. Küçücüktüm. Yapayalnızdım. Benden iki elimin parmaklarını saymamı isteselerdi, daha onu bile yapamazdım. Ama sen ne yaptın?” Boğazını biraz daha sıktığımda artık gerçekten morarmaya başlamıştı. Ağızını oynatsa da konuşamamıştı. “Sen, beni ve oradaki her çocuğu her gün aç bıraktın, konuşuyoruz diye dövdün, sabah kalkamadık diye tüm gün aç bıraktın. Yetmedi sarhoşken birçoğuna istismar etmeye kalkıştın. Bunların yanına kalacağını mı düşünüyordun? Söylesene, bunların gerçekten yanına kalacağını mı düşünüyordun?”

Sertçe kafasını duvardan çektim ve aynı şekilde yeniden duvara vurdum. Gözleri kayıyordu ve nefes alışı neredeyse kesilmişti. Böyle ölmeyecekti, bu kadar kolay ölemezdi. Ellerimi çektim. Yere düştü ve ellerini boğasında gezdirerek nefes almaya çalıştı. Ona doğru ilerledim ve karnına tekme atmaya başladım.

Çığlıkları arttı ve bende o çığlıklarla hırslandım. Ardından üzerine eğilip yüzünü yumruklamaya başladım. Ağızından kan gelmeye başladığında yakalarından tutup yüzüme yaklaştırdım. “İçine çekebildiğin kadar hava çek çünkü bu nefes alabildiğin son gün. Seni sağ bırakmayacağım. O alıkoyduğun çocukları da serbest bırakacağım. Senin ölümün, tüm diyara gözdağı verecek. Nasıl pis biri olarak dünyaya geldiysen şimdi de öyle yok olup gideceksin.” Tükürür gibi konuştuğumda, yakalarını bırakıp yeniden yumruklamaya başladım. Üstünden kalktığımda artık yüzü tanınmayacak haldeydi. Son nefesini verirken koltuk altlarından onu tutup sürüklemeye başladım. Sırtını duvara yasladım. Cebimden önceden yazdığım parşömen parçasını çıkarıp okun arkasına bağladım ardından biraz uzaklaştım. Yayı gerdim ve nişanı tam olarak kalbine aldım.

Ok hızla kalbine saplandığında ağızından kan akmaya devam etti. Gözleri kapanıp kafası omzuna düştüğünde artık işim bitmişti. Son olarak kılıcın kınına koyduğum kâğıdı aldım. Okun ucuna kâğıdı bağladım. Yere attığım maskemi alarak harabeden çıktım ve onu burada bıraktım. Yıllar önce o da beni böyle bir harabede bırakmıştı.

Tek fark o beni bıraktığında ben canlıydım, o ise ben onu bıraktığımda ölü…

Şimdiki Zaman… Amaris ‘in Odası…

“Bunca saattir ne konuşuyorlar ki? Hiçbir toplantı bu kadar uzun sürmemişti.” Kendi kendime sitem ettiğimde Martha bana bakmaya başladı. “Neden bu kadar heyecanlısın ki?” Derin bir nefes verdim. “Heyecanlı değilim. Sadece gerginim. Abimi salona girerken görmedin mi? Kesin bir şey var.”

Yaklaşık iki saat önce Kral Brenden ve Cedric saraya gelmişti. Abime neden geldiklerini sorduğumda bana; “Babam haber yollamış balo gecesi gerçekleşen cinayetler artmadan kimin yaptığını bulmak istiyormuş. Ortak bir anlaşma sağlamak içinde görüşmek istemiş. “ demişti. Biz ise şimdi kıyafet dersinden önce son kez odamda sohbet ediyorduk.

Birkaç dakika daha sohbet ettikten sonra saray görevlisinin gelmesiyle ders salonuna indik. Burası da en az toplantı salonu kadar büyüktü. İki büyük kolon bulunduruyordu. Salonun arkası kırmızı bir perdeyle ön taraftan ayrılmıştı. İçeri girdiğinizde sizi kırmızı bir halı karşılıyordu. İki taraftaysa giysiler, takılar ve ayakkabılar bulunuyordu. Aslında odanın yarısı, küçük bir balo salonu diğer yarısı da giyinme odasını andırıyordu.

Eğitmenimiz Bayan Elizabeth, elindeki küçük değneğiyle kıyafetlerin yanından buraya doğru adımladı. Kendisi saçlarına ak düşmüş çok tatlı bir kadındı. Bazen azarlardı ama bunu eğiterek yapardı. Ayrıca annemle de çocukluk arkadaşıydı. Küçük yaşlarımdan itibaren bana kıyafet ve görgü eğitimini o veriyordu. Yaşlı olmasına rağmen eski güzelliğinden hiçbir şey kaybetmemişti.

“Hoş geldiniz Prenses Amaris.” Yanındaki yardımcılarına beni hazırlamalarını işaret ettiğinde, perdenin arkasına geçtik. Hizmetçilerden biri elbiseleri sırasıyla üzerime tutmaya başladığında bende karşıdaki aynadan bakmaya başladım. Elbiseler çok şatafatlı değildi. Ama buna nazaran ilgi çekiciydiler. Tozpembe olan elbiseyi üzerime tutuklarında ne kadar güzel olsa da beğenememiştim. Ardından hizmetçi bir tane daha elbise gösterdi.

Kırmızı bir elbiseydi. Göğüs dekoltesi olan bir elbiseydi. Belini saran sıkı bir korse vardı. Eteği aşağı doğru indikçe kabarıklaşıyordu. Son katına işlemeli kumaş eklenmiş, kumaşın bir kısmı sol tarafın belinde birleştirilmişti. Rengi kırmızı olmasına rağmen ne çok göz alıcıydı ne de fazla mat. İlk gördüğünüz andan beri sizi kendisine çeken çok hoş bir görüntüsü vardı.

Hizmetçilere bunu giyeceğimi söylediğimde bana yardım ettiler. Perdenin arkasından çıktığımda salonun ortasında hiç beklemediğim bir kişi beni karşıladı.

Prens Cedric…

İyide onun babamların yanında olması gerekmez miydi? Burada ne işi vardı? Arkası dönük olduğu için muhtemelen beni fark etmemişti. Bayan Elizabeth ile konuşuyorlardı. Birkaç adım daha atıp onlara yaklaştım. Beni fark ettiklerinde konuşmayı kestiler. Hafifçe kaşlarımı çattığımda Bayan Elizabeth konuşmaya başladı. “Bugün ki dersinizde size Prens Cedric eşlik edecek, Prenses Amaris.” Hafifçe kaşlarımı çattığımda Bayan Elizabeth çoktan orkestranın yanına gitmişti.

Bana birkaç adım daha yaklaştıktan sonra konuşmaya başladı. Konuşurken gülümsemeyi de bırakmamıştı.

“Merhaba, Prenses Gün Işığı. Seni yeniden görmek çok güzel.” Hafifçe kaşlarımı çattım. “Prenses Gün Işığı mı?” Yüzündeki gülümseme daha da büyüdü. Sol yanağındaki gamzesi hafifçe belli olmuştu. Dünkü ziyarette fark etmemiştim ama onun gamzesi vardı. Sert duran yüzüne rağmen gamzesi onu tatlı göstermişti. “Evet, Prenses Gün Işığı.”

“Neden bana Gün Işığı diyorsunuz?”

“Çünkü sen benim yıllardır hasret kaldığım Gün Işığımsın.

Hafifçe kaşlarımı çattığımda içimdeki şeyler yüz ifademin tam tersiydi. Böyle bir şey beklemiyordum. Evet, bu yaşıma kadar birçok iltifat almıştım. Ama bu hepsinden daha ani ve garip hissettirici gerçekleşmişti. Ben bir şey söyleyemeden elimden tuttu ve tam ortaya getirdi. Bizim ortaya gelmemizle müzikte başlamış oldu.

Sağ elini belime yerleştirdi ve sol eliyle sağ elimi tuttu. Bende sol elimi omzuna yerleştirdim. Hafif hafif dans etmeye başladık. Neden böyle davrandığını anlamamıştım. Balo günü karşımda oturan kişiyle aynı olup olmadığı konusunda beni şüpheye düşürüyordu ya da ben fazla ön yargılı davranmıştım. Aklımdaki asıl soru ise bu davranışlarının gerçek olup olmadığıydı. Sırf babalarımız anlaşma yaptığı için bana ve aileme karşı iyi bir imaj çizmek için mi nazik davranıyordu yoksa gerçekten nazik biri miydi?

Eli hafifçe belimi okşadığında bakışlarımı ona çevirdim. Balo günüde dans ederken böyle yapmıştı. İlgimi kendi üzerine çekmek için. “Dalgın görünüyorsun Gün Işığı? Umarım bir sorun yoktur?” Kafamı hafifçe salladım. “Hayır. Öylesine düşünüyordum.” Hafifçe gülümsedi. “Umarım beni düşünüyorsundur. Çünkü ben her boş kaldığımda seni düşünüyorum.”

Yaptığı itirafla ne diyeceğimi bilemememin yanı sıra yanaklarımın kızardığına da emindim. Her söylediği söz çok ani gelişiyordu ve ben ne yapacağımı bilmiyordum. Bu kadar kısa sürede böyle konuşacak şeyler hissetmiş olamazdı. Çok garipti. Ama ben şuan ona karşı bir şey hissetmiyordum. Bundan emindim. Konuşmadan dans etmeye devam ettik. Ben bir şey söylemeyince o da konuşmadı.

Bu durum beni çok rahatsız etmişti. Şimdiye kadar böyle bir durumda kalmamıştım. Evet, küçük iltifatlar ve aşk çağrıları olsa da bu ilerlerse ve ciddiye binerse ki, büyük ihtimalle ciddiye binecek, ona karşı yine bir şeyler hissetmezsem ne yaparım bilemiyordum. Ben daha kendimi bunları yaşamak için hazır hissetmiyordum. Daha 19 yaşındayım. Geceleri ülkemin sulhunu korumak için göreve çıkan yarı zamanlı bir asker sayılırdım ama aşk işleri bana çok uzak kavramlardı.

En az yarım saat kadar süren bir zamanda dans ettik. Ardından Bayan Elizabeth yanımıza geldi. “Prens Cedric ve Prenses Amaris ikinizde çok uyumlu ve güzel dans ettiniz. Sizi tebrik ediyorum.” Bayan Elizabeth ‘e hafifçe gülümsedim. “Teşekkür ederiz Bayan Elizabeth.” Yanımızdan gülümseyerek ayrıldığında anlaşılan ders bitmişti. Normalde daha uzun sürerdi. Üstümdeki elbiseyi çıkartmak değiştirmek için perdelerin arkasına ilerlediğimde hizmetçilerde benimle geldi. Üstümü değiştirip yeniden salona çıktığımda hâlâ orada bekliyordu. Yanına ilerledim ve beraber koridora çıktık.

Birkaç adım attıktan sonra merdivenlere ulaştığımızda Martha ve Elvis de bize yetişmişti. Şuan nereye gideceğimizi ya da onunla vakit geçirip geçirmeyeceğimizi bilmiyordum. Bende adımlarımı taht odasına çevirdim. Önemli bir konu konuşulmuştu ve toplantının ana hatlarını abimden öğrenmeliydim. Taht salonunun önünde durduğumuzda kapıdaki muhafızlara içerde kimin olduğunu sordum. Tahmin ettiğim gibi toplantı üyeleri vardı. Muhafızlardan biri içeri girip babama haber verdikten sonra bizde içeri girdik.

Yüzüme hafif bir gülümseme takıp reverans yaptım. Karşı tahtlarda oturan babam ve Doğu Kralına bakmaya başladım. Konuşmalarına kısa bir ara verip bana döndüler. “Hoş geldiniz Kral Brenden.” Kral bana hafifçe gülümsediğinde babam konuşmaya başladı. “Dersin nasıl geçti kızım?” Bakışlarımı babama çevirip, “Çok güzel geçti Kralım. Hatta Prens Cedric de bana eşlik etti.” dedim.

Ardından bakışlarımı Cedric ’e çevirdim. Bana bakıyordu. Ardından gözlerini benden çekmeden konuştu. “Evet, öyle. Buraya gelmişken Prenses Amaris ’i de görmek istedim. Onunla vakit geçirmek çok güzeldi.” Bana tebessüm ettiğinde bende ona gülümsedim. Ne kadar bu durum beni rahatsız etse de bunu belli etmemeliydim. Daha ne olduğundan kesin emin değilken yanlış bir davranışa bulunmam iyi şeyleri beraberinde getirmezdi. Onun babamlara dönmesiyle bende döndüm. Babam, sıcak bir tebessüm sunup konuşamaya başladı. “Ne güzel, o zaman hep beraber terasa çıkalım. Zaten kraliçelerimiz de bizi orada bekliyor.” Onlar önden taht odasından çıkarken bende abimi bekledim. Yanıma geldiğinde bana gülümsemeyi ihmal etmedi. Bizde hemen ardından taht odasından çıktık ve babamları peşine takıldık.

Sarayın ikinci binasına geçtik ve teras balkonuna çıktık. Elbisemin kolları tülden olduğu için soğuğu biraz da olsa hissettirmişti. Terastaki koltuklara oturduğumuzda annem ve kraliçe de oturmuş kahvelerini yudumluyordu. Biz geldikten sonra babamlara selam verip yeniden oturmuşlardı. Birkaç saat sonra sohbet sona erdiğinde Doğu Krallığına dönmek için yola çıkmışlardı.

Ben ise odamda abimi bekliyordum. Hem toplantının bizi ilgilendiren kısmını konuşacak hem de Saray İçi İkinci Savunma Birliğinin başına yeni atanan komutanla tanışmaya gidecektik. Birkaç dakika daha bekledikten sonra kapı açıldı ve içeriye abim girdi. Sabahki kadar gergin değildi ama yine de bir şeyleri derinlemesine düşündüğü belli oluyordu. Koltuklardan birine oturduğunda üstündeki üniformanın birkaç düğmesini açtı. Taralı olan saçlarını da hafif karıştırdığında gözlerini bana çevirdi. O an gözlerinde gördüğüm duygu beni endişelendirmeye yetmişti.

Hafifçe kaşlarımı çattığımda, gözlerini kapatıp açtı ve derin bir nefes aldı. Onun hareketlerini izlemeye daha fazla dayanamadığımda konuşmaya başladım. “Sorun ne abi? Beni endişelendiriyorsun.” Gözleri yeniden beni bulduğunda sanki gözlerinde gördüğüm o hüzün daha da artmıştı. Yeniden derin bir nefes aldığında arkasına yaslandı ve ellerini önünde birleştirdi. “Bak abicim sana en başında da dediğim gibi ben seni canını tehlikeye atman ya da illa ordudaki bir asker gibi savaşa hazırlanman için eğitmedim. Kendini koruman, ne olursa olsun her anlamda kendi ayaklarının üzerinde durman için eğittim. Bu Ametist Armadasına girerken de değişmedi. Ve sende biliyorsun istediğin zaman ekipten ayrılabilirsin.” Anlamaz gözlerle ona baktığımda kaşlarımda hafifçe çatılmaya başlamıştı.

“Neden böyle konuşuyorsun ki abi? Evet, en başından beri beni bunun için eğitmediğini biliyorum. Ama zaten böyle olmayı isteyen de benim.” Ellerini yüzüne götürdü ve ovalamaya başladı. “Krallar bu suikastçıyı ekiptekilerin bulmasını istiyor. Birkaç gün sonra ekiptekileri saraya çağıracaklar.” Devam etmesini isteyen bakışlarımı ona yöneltirken yeniden konuşmaya başladı. “Benim tek kardeşimsin. Annem de sende benim bu dünyada ki en değerlilerimsiniz. Annem sarayda onu koruyabilirim ama seni koruyamam diye çok korkuyorum.”

Bende derin bir nefes aldım ve rahat bir oturuşa geçtim. Evet, haklıydı. Hatta bunları bana en başından beri söylediği de doğruydu. O hep korumacı bir abiydi. Siz istemediğiniz sürece size karımazdı ama gözlerinin üzerinizde olduğunu hep hissederdiniz. Yine öyle yapıyordu. Karışmıyordu, kesin hüküm vermiyordu. Bu karardan vazgeçmesem de yine yanımda olacağını söylüyordu. Kendimi böyle bir kardeşe sahip olduğum için hep çok şanslı sayardım. Hâlâ da öyle yapıyorum. O arafta kalmış gözleriyle bana bakmaya devam ederken, ben ona gülümseyerek bakıyordum. “Haklısın, korkmakta, endişelenmekte, üzülmekte ama unuttuğun bir konu var abi. Hani dedin ya korkuyorum seni koruyamamaktan, sen beni öyle bir koruyorsun ki ama bunun farkında değil gibisin. Bu biz küçükken de böyleydi.”

Kaşları hafifçe çatıldığında, konuşmaya devam ettim. “Ben neden gece korktuğumda senin yanına gelirdim, annemler beni istemediği için mi sanıyorsun? Aksine ben onlarla da yatardım ama kendimi senin yanında olduğum kadar güvende hissetmezdim.”

Yerimden kalkıp onun yanına gittim. Oturduğumda abime sarıldım. Abimde bana sarıldığında rahatladığına dair bir nefes verdi. Birkaç dakika daha böyle sarıldık ve ilk kollarını ayıran ben oldum. “O yüzden içini rahat tut. Hem kocaman kadın oldum ben, babam yakında evlendirir ben. Bak tek kalışın ha.” Sonlara doğru gülmeye başladığımda abimde gülümsedi. Ama bu daha çok kıskançlık içeren bir gülümsemeydi. “Buna izin vereceğimi düşünüyorsan çok yanılıyorsun demektir abicim.”

Gözlerimi devirdiğimde, keyfi gerçekten yerine gelmişti. “Oldu canım, sen git evlen, gününü gün et. Ben evde kalayım öyle mi?” Hafifçe koluna vurduktan sonra koltuktan kalkıp yastıklardan birini yüzüne fırlattım. Tuttuğu yastığı yeniden bana fırlattığında başımı eğmem sonucu yastık yatağa düşmüştü. Iskalamanın verdiği sinirle diğer yastığı da fırlattı. Onu havada tutup yeniden ona fırlattım. Bu sefer karnına denk gelmişti. Gözlerini bana hizaladığında bu atıştan kaçamayacağımı anlayıp kendime siper için yatağın üstünde ki yastığı aldım.

Abim, tam yastığı bana fırlatacakken kapının çalınmasıyla durdu. Elimdeki yastığı koltuğa koyduktan sonra kapının oraya yöneldim. “Girin.” Açılan kapıyla gelen kişinin Ivan olduğunu anlamıştık. Reverans yaptıktan sonra abime hitaben konuştu. “İkinci Koruma Birliğinin yeni komutanı geldi. Eğer isterseniz tanışmaya gidebiliriz.” Abim hafifçe kafasını salladı. “O halde gidelim.” Eliyle bana yol verdiğinde önden yürümeye başladım. Sola dönüp üçüncü çıkışın merdivenlerine yöneldim. Bahçeye çıktığımızda ana deponun girişinde durdum.

Binanın etrafı çitler ve tellerle çevrilmişti. Muhafızlar kapının önünde nöbetteydiler. Buraya tek başıma girmem –ki tek başından kastları da erkeksiz girmek- yasaktı. Birkaç adım sonra yanıma gelmişlerdi. Böylelikle kapı açıldı ve içeri girebildik. Binanın çevresinde pek büyük sayılamayacak kadar bir bahçe vardı. Depo ve Muhafız Konuk Binası yan yanaydı. Bahçeye girdiğimizde Muhafız Konuk Binasına yöneldik. Bizi gören muhafızlar selam verip işine devam ediyordu. Binaya girdiğimizde bizi yeni atanan komutan karşılamıştı. Ayaküstü konuşmamak için çalışma odasına geçtik. Oturmamızı istediğinde koltuklara oturduk. “Hoş geldiniz Majesteleri. Ben İkinci Koruma Birliğinin başına yeni atanan Teğmen Darion Caro. Tanıştığıma çok memnun oldum.”

Ona kendimizi –bizi tanımasına rağmen- tanıttıktan sonra o da yerine oturdu ve abim ile konuşmaya başladılar. Darion, kızıl saçlara ve hafif de olsa çilli bir yüze sahipti. Gri ve mavi karışımı gözleri vardı. Aslında çok sert bir yüze sahip değildi. Ama yine de ilk baktığınızda ne kadar sakin görünse de bir süre sonra ürpermenize neden oluyordu. Üstünde birliğin komutan üniforması vardı. Lacivert kumaştan yapılmıştı. Düğme ve omuzlarında yıldız sembolü vardı. Abimle konuşmaları bittiğinde, Darion bana döndü. “Sizinle tanıştığım içinde çok memnun oldum Majesteleri. Umarım iyisinizdir?” Sorar gözlerle bana baktığında hafifçe gülümseyip kafamı salladım. “Teşekkürler. Bende çok memnun oldum. İyiyim, umarım sizde iyisinizdir?” Darion da bana aynı şekilde karşılık verdiğinde, sohbet etmeye devam etmiştik.

Bugün yeni birini daha tanımıştık. İkinci Koruma Birliği Komutanı Teğmen Darion Caro…

 

 

yeni bir bölüm daha yayınlandı ve bu bölümü yayınlamak beni bir hayli rahatlattı. lgs maratonun da olduğum için bu son 3-4 ay daha yoğun olacağım gibi. ama bu kitabı yazmak beni birazda olsa sıkıntılarımdan uzaklaştırıyor

Bölüm : 15.02.2025 21:51 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...