
Nehir'den
Taburculuk işlemleri bitmiş, hastaneden ayrılmıştık. Yasemin’in yüzünde buruk bir sevinç vardı; abisinin yanında olduğu için mutluydu ama gözlerinde sürekli bir korku, kaybetme endişesi okunuyordu. Fatih ise her zamanki gibi dik yürüyordu, sanki vurulan o değilmiş gibi. Bir eli sargılı, diğer eliyle Yasemin’in çantasını taşıyordu.
“Abi sen daha yeni hastaneden çıktın, ağır kaldırma,” dedi Yasemin.
Fatih başını çevirip hafifçe gülümsedi.
“Sen de çocuk gibisin Yasemin. Bir çantadan ne olurmuş? Ben sırtımda cephane taşıdım, bundan mı yorulacağım?”
“Her zamanki gibi böbürleniyorsun,” dedim istemsizce. Dilimden dökülüvermişti.
Fatih bana döndü, gözleri hafif kısılmıştı. “Öküz dedikten sonra bu laf hafif kalıyor zaten,” dedi.
Yasemin araya girdi, ikimizin arasındaki gerilimi azaltmak ister gibi:
“Yeter artık, siz ne zaman karşılaşsanız birbirinizi yiyorsunuz. Bari bir gün huzurla geçirelim.”
Fatih aldırış etmedi, eve giden taksiye binerken bile gururlu tavrını koruyordu. Ama ben fark etmiştim; yüzündeki çizgiler yorgundu. Onun bilmediğimiz bir yük taşıdığını hissettim.
---
O gece Yasemin mesaj attı: “Nehir’im, abim uyuyamıyor. Yanına gitmek istiyorum ama bir yandan da korkuyorum. Gelir misin?”
Üstümü değiştirip hızlıca evlerine geçtim. Yasemin kapıyı telaşla açtı.
“İyi ki geldin. Abim biraz önce sayıklamaya başladı.”
Sessizce odaya girdik. Fatih yatakta ter içinde kıvranıyordu. Kaşları çatılmış, dudakları titriyordu. Bir ara aniden bağırdı:
“Baba… gitme! Beni bırakma!”
Donup kaldım. Kalbim sıkıştı. Yasemin gözyaşlarını silerek baş ucuna oturdu, elini abisinin alnına koydu.
“Abi… buradayım. Yanındayım. Yalnız değilsin,” dedi.
Fatih’in nefesi hızlandı. Dudaklarından belli belirsiz kelimeler dökülüyordu:
“Vatan sağ olsun… ama ben yetemedim… yetemedim baba…”
Bir an gözlerim doldu. O sert, dik duran adam şimdi bir çocuk gibi kırılgandı. Yasemin elini tutmuş, “Abi, sen elinden geleni yaptın. Suçun yok,” diye fısıldıyordu.
Ben yanlarına yaklaşamadım. O an şunu fark ettim: Fatih’in öfkesinin, sertliğinin altında yıllarca taşıdığı kocaman bir acı vardı. Belki de bu yüzden herkese duvar örüyordu.
Bir süre sonra rüyasından sıçrayarak uyandı. Gözleri kan çanağı gibiydi. Bizi görünce toparlanmaya çalıştı.
“Ne işiniz var burada? Ben… ben sadece biraz uyuyordum,” dedi boğuk bir sesle.
“Abi, rüya gördün. Çok kötü bağırdın,” dedi Yasemin endişeyle.
Fatih derin bir nefes aldı, gözlerini bizden kaçırdı. “Ben askerim Yasemin. Bizim rüyalarımız da, kabuslarımız da bize özel. Siz karışmayın.”
Ben dayanamayıp konuştum:
“Fatih, güçlü görünmeye çalışıyorsun ama her şey içini kemiriyor. İnsan, ne kadar güçlü olursa olsun bazen yıkılır. Bunun farkında ol.”
Bakışlarını bana dikti. O an gözlerinde öyle bir şey gördüm ki… sanki bana “beni çözme” diye yalvarıyordu. Ama aynı zamanda “beni anla” da diyordu.
Yasemin ikimizin arasındaki sessizliği bozdu:
“Abi, Nehir haklı. Sen yıllardır içinde tuttun. Ama biz yanındayız. Ben de, Nehir de…”
Fatih derin bir iç çekti, gözlerini tavana dikti. “Babam… babamı son kez göremedim. Onu çok bekledim ama bir bayrakla geldi. O günden sonra yemin ettim, kimseye yük olmayacağım diye. Bu yüzden düşsem de ayağa kalkarım. Ama geceleri… geceleri ayakta kalamıyorum.”
Yasemin’in gözyaşları yanaklarından süzülüyordu. Benimse yutkunmam boğazımda düğümlendi. O an Fatih bana artık “öküz” gibi görünmüyordu. Yalnız, yaralı, ama güçlü kalmaya çalışan bir adamdı.
Yasemin abisinin elini bırakmamıştı. Ben ise kapının yanında durmuş, ikisine bakıyordum. Fatih’in dudakları titredi, uzun bir sessizlikten sonra ağır ağır konuştu:
“Babamın şehit haberini getirdiklerinde on iki yaşındaydım. Annem ağlamasın diye dişlerimi sıktım. Cenazede herkes gözyaşlarına boğuldu ama ben tek damla akıtmadım. Çünkü içimden bir ses, ‘Ağlama Fatih, sen artık evin erkeğisin,’ diyordu. Ama o gün, çocukluğumu da babamla toprağa gömdüm.”
Yasemin’in gözyaşları abisinin ellerine damlıyordu. “Abi, ben küçüktüm, hiçbir şey anlamadım. Sen hem bana hem anneme babalık yaptın. Hep güçlü görünmeye çalıştın ama kimse sana ‘sen nasılsın?’ diye sormadı.”
Fatih gözlerini kapadı, sanki boğazındaki düğümü çözmek ister gibi derin bir nefes aldı.
“Yıllarca kabuslarımla savaştım. Her gece babamı gördüm. Bana ‘arkanda bırakma’ der gibi bakıyordu. Bu yüzden, kardeşim… ben geri çekilemem. Sırtımdaki yükü bırakmam. Bazen ölmekten değil, yaşayamamaktan korkuyorum.”
Sözleri odamıza ağır bir taş gibi düştü. İçim ürperdi. O sert, dik yürüyen adamın aslında her adımında bu kadar büyük bir korkuyla savaştığını düşünmek kalbimi acıttı.
Dayanamayıp yanına oturdum. Sesim titriyordu:
“Fatih… hiç kimse senden kusursuz olmanı istemiyor. Ne Yasemin, ne de ben. Sen insan sın. Yara almak, yıkılmak, ağlamak… hepsi insana ait. Neden kendine bu kadar acımasızsın?”
Bana uzun uzun baktı. Gözlerinde yılların yorgunluğu, öfkesi, yalnızlığı vardı. Dudakları kıpırdadı ama kelimeler boğazında düğümlendi. Sonunda kısık bir sesle, “Çünkü başka türlüsünü bilmiyorum,” diyebildi.
O an içimden ona sarılmak geçti ama yapamadım. Aramızdaki duvar hâlâ çok yüksekti. Yine de ilk defa o duvarın arkasından bana el uzattığını hissettim.
Yasemin başını abisinin omzuna yasladı. “Abi, biz buradayız. Ne olursa olsun seni bırakmayacağız.”
Fatih gözlerini kız kardeşine dikti, saçlarını okşadı. “Ben de sizi bırakmam. Ama şunu bilin, bir gün yine çağırırlarsa… ben giderim. Çünkü bu hayatı seçmedim, bana verildi. Ve ben de elimden geleni yaparım.”
Kalbim sıkıştı. O an fark ettim ki, Fatih’in en büyük korkusu ölmek değil, geride kalanları yarım bırakmaktı.
O gece uzun süre konuşmadık. Sadece üçümüz aynı odada oturduk, sessizce. Fatih’in nefesi biraz düzene girdiğinde Yasemin uyuyakaldı. Ben ise pencereye bakıyordum. Gökyüzünde tek tük yıldızlar vardı. İçimden şunu geçirdim: Bu adam yıldızlar gibi… ne kadar uzak olsa da ışığı buraya düşüyor. Ama kim bilir, kendi karanlığında ne kadar yalnız…
Fatih birden fısıldadı:
“Nehir.”
İrkildim. İlk defa adımı bu kadar yumuşak söylemişti.
“Efendim?”
Gözlerini kapatmadan konuştu:
“Sen bana sürekli öküz diyorsun ya… belki de haklısın. Çünkü aslında sana kaba davrandıkça içimde sakladığım şeyleri gizlediğimi sanıyorum. Oysa bilmediğin bir şey var Nehir… duygularımı sakladıkça, seni kırmaktan daha çok korkuyorum.”
Sözleri beynimde çınladı. Kalbim hızla atmaya başladı. Ne diyeceğimi bilemedim. Dudaklarımda bir gülümseme belirdi ama sesim titriyordu:
“Belki de bazen insanın korkularıyla yüzleşmesi gerekir.”
Fatih gözlerini tavana dikti, cevap vermedi. Ama yüzünde hafif bir rahatlama vardı.
Hayat bazen en güçlü gördüğümüz insanları bile en kırılgan anlarında yakalar. Fatih’in sert duruşunun ardında, yılların biriktirdiği yalnızlık ve kayıpların izlerini gördük. Yasemin’in sevgisi ve Nehir’in sabrı ise, kırık parçaları birleştirecek umut ışığı oldu.
Belki de bazen kazanmak için değil, kaybetmek için yola çıkmamız gerekir; çünkü kayıplar, bize en değerli dersleri verir.
Sonraki bölümde, kalplerimiz biraz daha açılacak ve belki de bazı sırlar gün yüzüne çıkacak…
Unutmayın: Her kahramanın kendi savaşı vardır ve bazen en sessiz olan, en çok konuşur.
— Yazar
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 114.72k Okunma |
12.1k Oy |
0 Takip |
95 Bölümlü Kitap |