
Yeni bölümüme hoşgeldinizz. Buyrunn 🎀
Çokça yorumunuz bekliyorum
⭐️=🌟
Uyandığımda üşüdüğümü hissettim. Yerde, sanki savaş alanının ortasında kurtarılmayı bekleyen bir canlı gibi çaresizdim. O yerden beni kurtaracak kişi yine bendim ve yine ben olmuştum.
Odanını dağınıklığının sebebini dünkü yaşananlar olduğunu hatırlamaya başladım.
Elimin sızısıyla yerden kalkmaya çalıştım.
Hani acımıyordu Güneş, çok güçlüsün be kızım!
Sus iç ses her şeyi doğru söylemek zorunda değilsin.
Elimin pansumanını tekrardan yapıp giyindim. Sağ elimi kullanamadığım için makyajsız bir şekilde odadan ayrıldım. Sakın ataksofobisi olanlar bana kızmasın birde elimin bu haliyle odayı mı toplayacaktım.
Bazen annenin dediklerine hak vermiyor değilim Güneş.
İç ses beni kızdırma istersen. Hem çok istiyorsan onun iç sesi olabilirsin!
İyice delirmiştim, iç sesimi azarlıyordum.
Mutfağa geçip orada bulunan iki şahısla konuşmam gereken konular vardı. Mutfağa girince ikisinin de bakışları üzerime yönelmişti. Tabi ki ikisi de birden üzerime düşmeye başlamıştı. “Günaydın kızım, gel kahvaltı yapalım.” Dedi babam. Ondan hemen sonra annemin cümlesi gülünç ötesiydi. “Bak sana omlet yaptım sen çok seversin.”
Ne! Yok yok vazgeçtim. Asla hak vermiyorum bu kadına.
Aferin iç sesciğim yola gel!
“Hayır hiçbir şey yemeyeceğim. Sadece bir düşüncemi sunucam, daha doğrusu kararımı.” İkiside meraklı gözlerle bana bakmaya başladı.
“Ben ayrı eve çıkmaya karar verdim. Aslında söyleme gereği duymadım ama en azından yanınızdan kurtulduğumu söylemek istedim.”
Güneş onu ben söylemiştim. Sen hatları karıştırdın galiba.
Yo. Ben gayet iyiyim iç ses, ne dediğiminde farkındayım.
Şok dolu gözlerle bana bakıyorlardı. Babam söze atladı. “Bu nereden çıktı Güneş?” Annem de hiç vakit kaybetmeden sözünü söyledi. “Evet Güneş baban haklı nereden esti bu karar?” Birde pişkin pişkin soruyordu ya en sinir bozucu olan da buydu. Artık tahammülüm kalmamıştı.
“Yaptıklarınızdan ve yaşattıklarınızdan dolayı iyi bile sabrettim.” Babam onunla ilgili sorun yaşadığım için bu sözümü annem içinde ne ima ettiğimi anlayamamıştı. Annemi de telaş esir almıştı. Babam ise sakin kalmaya çalışıyordu.
“Tamam kızım seni anlıyorum ama kararını tekrardan bir gözden geçirsen nasıl olur?” O ne demişti “anlıyorum mu?” Yine sinirden patlıyacak duruma gelmiştim.
“Anlıyorum derken? Siz beni anlayamazsınız anladınız mı, öyle bir ihtimal asla yok olmadı bile!” Sinirle konuşurken elimi ceketimin cebinden çıkardığımı ilgili gibi görünüp ne olduğunu sormaya başladıklarında anladım.
“Sizi ilgilendirmez!” Kestirip attım.
Ve kısa bir sessizliğin ardından babam son görevini yerine getirmek ister gibi bir halle konuşmaya başladı.
“Belki bizden izin istemiyorsun, zaten ne desen haklısın orası ayrı bir konu ama sana son bir kez kendimi affettirmek için izin verir misin.” Umrumda değildi ama kendimi de her ne olursa olsun kötü hissediyordum böyle davrandığım için. Bunlar hep iyi niyetimden geliyordu başıma, elimde değildi.
“Peki, ne yapacaksın?” Duygusuz davranmaya çalışarak sorumu sordum.
“İstediğin yerde evini beğen bırak ben satın alayım, hediye gibi değilde kendimi affetirme çabası gibi düşün. Olur mu Güneşim?” Aslında babama da kızgındım ama ona sadece sevgisini göstermediği içindi kızgınlığım. Ama anneminkisi ise çok farklı bir boyuttu.
Ben kabul etmesem bile babamın benden önce ödemeyi yapacağını bildiğim için kabul etmek zorunda kaldım daha fazla yorulacak halim kalmamıştı.
“Peki tamam dediğin olsun.” Diyip kapıya yöneldim.
Babam arkamdan gelip “şimdi nereye gidiyorsun?” Tekdüze bir sesle sorusuna cevap verdim. “Ev işini halledip en kısa sürede burdan ayrılmak istiyorum, ev bakmaya başlıycam anlayacağın.” Modu düşmüştü. Sadece “peki” demekle yetindi.
Evden çıkalı yarım saat oluyordu. Kimseye haber vermeden gidebileceğim en uzak yere gitmeyi planlıyordum.
Zaten sadece haber verebileceğin Ayça var Güneş.
Haklısın içses ne dediğimi bilmiyorum artık.
Arabayı kullanırken telefonuma gelen bildirimlere bakıyordum bir yandan. Gelen bildirimleri tahmin etmesi zor olmasa gerekti. Dün yanımızdan ayrıldığından bu yana kırk cevapsız çağrı vardı.
Alça’ yı aradım. Çalar çalmaz hemen açtı telefonu.
“Kızım nerdesin sen dünden beri. O kadar çok merak ettim ki tahmin edemezsin!”
“Sakin ol Ayça ben iyiyim, iyi olucam hemde hiç olmadığım kadar.”
Ayça cümlelerimden korkmuş gibi konuşmaya başladı.
“Güneşim iyi misin birtanem,he?”
Cümlesine sesli bir şekilde burnumdan güldüm. Bu sorunun cevabını ona vermek yerine kendime verdim. Ayça’ya sadece attığım konuma gelmesini söyleyip kapattım.
Neden iyi olduğumuzu söylemek insanlara garip geliyordu? Yoksa biz normalde de kötü bir ruh haline sahiptik de mi, bize böyle söylüyorlardı ben hala daha çözememiştim.
Kafeye gidip oturmuş Ayça’nın gelmesini bekliyordum. O sırada “bir şeyler içer misiniz?” diyen garsonun sesiye başımı kaldırıp “bir fincan kahve olur, içerim.”
Ne saçmalıyorsun Güneş zaten garson alıp içmek ister misin diye soruyor! Sen ise gereksiz açıklama yapıyorsun.
Kes sesini! Ahmak seni.
Olur, olur. İçeriz, içeriz.
İç sesim bile benimle dalga geçerken sağlıklı bir kafa yapısına sahip olmam çok zordu.
Siparişimi alan garson kahvemi getirdi. Masaya koyduğu sırada teşekkürümü ettikten sonra yanımdan ayrıldı.
Kahvemi yudumlarken şehrin telaşına bakıyordum. Kimileri arabayla, kimileri yaya bir şekilde bir yere gitme telaşı içerisindelerdi. Gözüme çarpan ufacık bir kız çocuğu annesi ve babasıyla geziyordu. Bir elinden annesi bir elinden babası tutmuş, gözlerini kızlarından ayırmadan nasıl yürüdüğüne bakıyorlardı.
İstemsizce gözümden bir damla yaş aktı. Silmedim göz yaşımı, tenimden kayıp düşmesine izin verdim. Artık yasaklamamalıydım göz yaşlarımı. Bir an önce benim tutsak ruhumdan ayrılıp özgürlüğe kavuşsunlar istiyordum, işte bu yüzden artık ağlamak özgürleşmek istiyordum.
O sırada sandalye çekilme sesiyle önüme döndüm ve o neşeli sesin sahibiyle karşılaştım. Ayça’yla.
“Günaydın Güneş’im. Bakıyorum güneşin aymış.” Dedi elimde tuttuğum kahve fincanını işaret ederek. Bu ikimizin arasındaki bir espriydi.
“Günaydın Ayça’m günaydın. Sanada söyleyeyim de seninde aysın güneşin.”
“Bende beni unuttun sanmıştım.” Dedi gülerek. Garsona siparişi vermiş, gülerek menüye bakmaya başlamıştım.
“Seni unutmak ne haddimize, şükürler olsun seni seven her halimize.” Ayça kahkaha attı “hayatımda duyduğum en saçma uydurulmuş cümle.”
Bende Ayça’yla birlikte kahkaha atarken cümlemi araya sıkıştırmaya çalıştım çünkü gülmekten konuşamayacak hale gelmiştik.
“Ne yapabilirim Ayça ben tiyatro oyuncusu değilim. Tuluat oyuncusuyum.”
Ayça bir kahkaha daha patlattı “ Ooo Güneş hanım böyle yetenekleriniz vardı da bizden mi sakladın. Tuluatmış o terimde zaten tiyatronun içine girmiyor mu? Yoksa ben mi yanlış biliyorum. Çünkü daha demin tiyatro oyuncusu değilim dedinde.” Saçma bir şekilde gülmeye başlamıştık ve gözümüzden yaş gelene kadar gülmüştük yani gerisini siz düşünün. Ama şimdi çok komik bir cümle kurmuştum yani itiraf etmek gerekirse.
Siparişlerimizi verip kahvaltımızı yaptık. En azından kahvaltı yaptığımız süre boyunca normal davranmaya çalıştık, hayatımızda ki sorunlara yarım saatliğine ara verdik.
Çaylarımızı yudumlarken artık Ayça’ya dün onlar yanımızdan ayrıldıktan sonra neler olduğunu anlattım. Ayça onay almak ister gibi sorular sorup duruyordu. Yapmak istediğim şeyi daha doğrusu hayalimiz olan bir şeyi söyleyince şok oldu.
“Ne yani şimdi ikimiz aynı evde yaşıyacağız. Güneş bu mükemmel bir şey!” Sonra duraksayıp yanlış düşüneceğimi sanıp cümlesini toparladı. “Yanlış anlama Güneş’im tabiki evinde kalmanı isterdim ama ben senin sen benim family problems bildiğim için bu kararın ikimizde doğru olduğunu biliyoruz.”
Ve elimi tutup gözlerimin en derinine bakıp “her ne karar verirsen ver, her zaman arkandayım bunu unutma sakın tamam mı? zaten biliyorsun ama hatırlatmak istedim.”
Ellerini iyice sararak “elbette biliyorum Ayça’m hiç merak etme. İnşallah bu işin içinden de sıyrılacaz.” Muhabbeti burda bitirip çaylarımızı içtikten sonra hesabı ödeyip kafeden ayrıldık.
Arabaya binip ben konumu açarken Ayça’da telefonunu arabaya bağlamaya çalışıyordu. İkimiz de işlerimizi hallettikten sonra yola çıkmıştık.
Aslında tam olarak ne yapacağımı bilmiyordum ama kafamda bir yol haritası vardı. En azından evin konumu hakkında bir düşüncem vardı. Bu şehirden gidemezdim ama ailemden yeterince uzaklaşabilecek kadar mesafeye sahip bir ev tutabilirdim. Bu şehirden gitme fikride güzeldi aslında fakat şehir dışına çıkacak kadar zamanım yoktu, daha doğrusu tahammülüm.
Ben kendi kendime düşünürken Ayça düşüncelerimi dağıtacak bir cümle kurdu.
“Güneş’im lütfen bu günü güzel geçirelim. Sadece bir günümüz güzel geçerse en fazla ne olabilir ki?”
“Dimi ya Ayça. Bazen akışa bırakmak lazım gerçekten.”
Ayça birden heyecan patlaması yaşadı “işte bu ya Güneş’im.”
Gülerek “sakin ol Ayça mutlu olduk diye bu kadar mutluluk fazla değil mi?”
Ayça kızar gibi bakış atınca hemen sözüne girdi. “Saçmalama istersen Güneş bu mutluluğumuz az bile.” Ona dönüp gülümsedikten sonra kendimi çalan müziğe bıraktım.
Şarkının sözleri beni tuhaf hissettirmişti.
Öyle kolay aşık olmam
Ama senin ayrı bi’ havan var
Seni gördüğümde beynim oyunlar oynar.
Diyordu şarkıda, bu şarkı benim son zamanlarda yaşadığım şeyleri anlatıyor gibiydi. Ama bir dakika!
Ne! Güneş saçmalama, bak ben bile söylemeye korkuyorum. Sakın!
Saçmala istersen iç ses mafya ve acımasız birine aşık olacak kadar aptal değilim.
Yine görüşürüz hiç sanmam
Yaşıyoruz çok farklı hayatlar
•••
İkimizin de dünyası farklıydı. Onlar zalim tarafındayken ben masum taraftaydım. Tabiki annemde bu işin içerisindeydi. Ve her nasıl oluyorsa oluyordu bir yerde denk düşmeyi başarıyorduk. Tabi ne kadar zafer sayılabilirse.
Yarım saatin sonunda konumun gösterdiği yere ulaştık. Daha doğrusu yeni evimiz olacak semte. Ayça’yla arabadan indik sitenin kapısına doğru yürümeye başladık. Daha yeni olduğumuz için güvenlikten geçeceğimizi sanmıyordum. Yürüyerek güvenliğin kulübesinin önünde durduk. İçerideki güvenlik görevlisinin işi vardı büyük ihtimalle çünkü orada dikildiğimizi hala daha fark etmemişti. Ayça sıkıntılı bir nefes vererek cama sert bir şekilde arka arkaya vurdu.
Güvenliği farklı sima gördüğünü varsayarak bu saçma tepkisini buna bağlıyordum. Güvenlik camı açar açmaz Ayça ortaya atladı “iki saattir burda dikiliyoruz, kardeşim ne diye diktiler sizi buraya!” Ayça’nın elini tutup “tamam Ayça yükselmenin anlamı yok.” Sakinleştirmeye çalışarak göz teması da kurmaya çalıştım. Ortamı yumuşatmam lazımdı yani Ayça’ya hak vermiyor değildim. Çünkü adamın mimiklerini kim görse aynı tepkiyi verirdi hele yanımızda bir erkek olsaydı ağzını yüzünü dağıtmıştı. Anlaşılan bu güvenlikle işimiz vardı, her günümüz böyle olaylı geçecekse ohoo.
“Sakin olabilir misiniz. Merhaba beyfendi biz satılık ev ilanı için gelmiştik.” Adama dönüp derdimi anlatmaya çalıştım. Adamın yüz ifadesi birden değişip şaşırmıştı.
“Bu evler hiç satılık ilanına çıkmaz ki” adamın mimikleri banada geçmişti.
“Nasıl yani? Nasıl satılık ilanına çıkmaz.” Şaşkın şaşkın adama bakıyorduk. Adam bunu söylememesi gerektiğinin idrakına varmış gibi toparlamaya çalıştı. Boğazını temizleyip “kusura bakmayın işe daha yeni başladım da sadece öyle önemsiz bir bilgi almıştım.” Kapıyı açıp geçmemizi sağlayarak “buyrun buyrun size yardımcı olurlar içerde.” Dedi.
“Bir dakika beyfendi önce şaşırıp ‘satılık ilanına çıkmaz’ diyorsunuz sonra da ‘yeni başladım, önemsiz bir bilgi’ diyorsunuz. Hangi lafınıza inanmamızı bekliyorsunuz!” Dedim sesimi yükselterek şimdi ise Ayça beni sakinleştiriyordu.
Güvenlik toparlamaya çalışarak “hanımefendi işe daha yeni başladım ve mesai arkadaşlarımdan böyle bir duyum aldım. O kadar!” Bu cevaptan pek tatmin olmamıştım, bu işin içinden bir şeyler çıkacaktı ama ne.
“Bu cevabınızı bizi başınızdan savmak için söylediğinizi biliyorum. Eğer ki işim acele olmasa bu mesela burada böyle kalmazdı emin olun.” Ayça kolumdan tutup “gel Güneşim gidelim. Çıkarken konuşuruz beyfendiyle.” Ayça adamdan gözünü ayırmadan beni kapıya doğru ittirdi.
Satılık ilanının altındaki numarayı arayıp bilgi istedik. Emlakçının dediği yerde beklemeye başladık o sırada aklım güvenliğin dediği cümlelerdeydi. Ayça kafamın içindeki sesi dağıtarak “sence bu olanlar normal mi?” Sıkıntılı ve derin bir iç çekerek “bilmiyorum Ayça, ama bir şeyi çok iyi biliyorum ayaz hayatımıza girdikten sonra hiçbir şey eskisi gibi olmadı. Sürekli bir sorun, esrarengiz bir şekilde karşıma çıkması. Hepsi annemin suçu, hepsi!” Elimle başımı ovuşturdum, sinirden, stresten vücudum artık olumsuz etkilenmeye başlamıştı.
“Ama Güneş bu adamın işi annenle değil mi? Sen ne ara olaya dahil oldun ve senin dediğin gibi neden sürekli senin peşinde.” Ayça’nın dedikleri mantıklıydı ama cevabı yoktu bu soruların. O sırada 1.75 boylarında orta yaşlı, sakallarına hafif beyaz serpilmiş, gözlüklü bir adam geldi yanımıza.
“Merhabalar ben Kerim. Az önce telefonda konuşmuştuk.” Elini ilk bana uzatarak elimi uzatıp” merhaba bende Güneş, bu da arkadaşım Ayça.” Adam elini Ayça’ya uzatarak onunla da tanıştı. “Merhaba ben Ayça.” Tanışma mevzusunu geçtikten sonra Kerim bey bize yolu göstererek dairenin olduğu bloka girdik. Asansöre bindikten sonra Kerim bey 15 tuşuna basınca “yanlış bastınız galiba 16. Kat olacaktı.” Adam yapmacık bir gülüşle “yok hayır yanlış basmadım Güneş hanım sizin dairenizde bir sıkıntı çıktı mecburen bu daireye götürüyorum sizi.” Ayça’yla birbirimize bakıp bir şeylerin ters gittiğini anladığımız bakışı attık.
“Nasıl yani ne gibi bir sıkıntı sorabilir miyim?” Cevabını bekliyordum ama aldığım cevap her ne kadar doğru olurudu orası meçhuldü.
“Orayı başka bir müşterimiz satın aldı.” Çıldırmak üzeriydim, birisi satılık ilanı verilmez diyor diğeri de başkası satın aldı diyordu.
“Beyfendi benim baktığım evi nasıl başkası satın alabiliyor. Hayır yani bu sitede sadece benim baktığım ev satılık görünüyordu bilsem 16. Kattaki eve bakardım, ne bu saçmalık!” Ayça olanları algılamaya veya parçaları birleştirmeye çalışıyordu.
“Bilmiyorum hanımefendi bana ne söylendiyse ben onu yaparım. Bu soruların cevabı bende değil.” Tek kaşımı kaldırıp “öylemi peki biz bu soruların cevabını kimden alabiliriz acaba emlakçı bey?” Ayça birden gülmeye başladı, ona döndüğümde ise “pardon,” diyerek eliyle ağzını kapattı, gülüşünü bastırmak için. Niye gülmüştü şimdi bu.
Acaba neden Güneş.
Sen yine nerden çıktın ya ne güzel sessizdi her yer.
Lütfen daha fazla konuşma Güneş, konuştukça batıyorsun.
Adam boğazını temizleyip “o size gereken cevabı verecektir hanımefendi.” Kafam iyice karışmıştı. “Ne demek bu?” O sırada asansörün kapısı açıldı. Adam cevap vermeyip “buyrun evi gezelim isterseniz.” Asansörden inip beyaz mermerin siyah detaylarıyla işlenmiş geniş bir koridora çıkmıştık. Apartman bile şimdiden çok şıktı evi tahmin edemiyordum.
Adam kapıyı açıp bizim girmemiz için eliyle içeriye doğru işaret etti. Önden Ayça onun arkasından da ben girdim. Adamda kapıyı kapatıp bizim arkamızdan geldi. Evi, sırf masraf olmasın diye eşyalı seçmiştim. Ayça’nın da benim de durumum da belliydi. İkimizde ailemizden destek almak istemiyorduk. Ben tekrar sınava girip hayalim olan mesleği yapmak istiyordum.
Evin girişinde pencere detaylı bir ayna ve çok şık tablolar vardı. Zeminin işlemesi muazzamdı. Odalara birer birer girerken Kerim beyde bize evin genel özelliklerini sayıyordu. “Dört artı bir çapındadır. Bütün odaları gezdikten sonra salonda durup fikrimizi belirttik.
“Belli başlı sorunları görmezden gelirsek ev gayet güzel ve bizim içim yeterli.” Ayça’da bana katılarak “Güneşe katılıyorum başka sorun çıkmayacaksa biz sözleşmeyi imzalamak isteriz.” Kerim bey yanında getirdiği evrakları bizim önümüze koyarak elindeki kalemi bize uzattı. Ayça’yla birbirimize bakarak gözlerimizle birbirimizi onaylayıp imzayı attık.
Kağıtları toplarken “merak etmeyin tapu işlemi için sizin uğraşmanıza gerek yok o iş bizde. Hallolunca elinize ulaşır.” Bunu duymak sevindirmişti birde tapu çıkartmakla uğraşmayacaktık. “Siz bana telefon numaranızı verin oradan gerekli bilgileri bana atarsınız.” Telefonunu bana uzattı “peki yazayım.” Telefonuna numaramı yazıp kendimi çaldırdım.
“Buyrun numaram,” adam telefonunu alıp “tamamdır, hayırlı olsun güle güle oturun.”
Anahtarı bana uzattı. Ayça’ya dönüp “bunu sen almalısın” dedim Ayça gözleri dolu dolu anahtarı aldı ve adama “saolun” dedi. Adam evden gittikten sonra Ayça gelip bana sarıldı bende onu kollarımla sardım.
“Teşekkür ederim Güneşim bana bu duyguyu yaşattığın için çok teşekkür ederim.” Benim de gözlerim dolmaya başlamıştı “ne demek Ayça’m lafı bile olmaz bu ev artık ikimizin.” Benden ayrılarak “bu arada babam evin iki yıllık faturasını ödemiş.” Şaşırarak “nasıl evi daha alıp almayacağımız bile belli değildi.” Ayça gülerek “sen bir şeye karar verdiysen o muhakkak oluyor çünkü. Bende durumu anlatırken Güneşle ev tuttuk dedim net konuşarak oda faturanızda ben ödeyeyim madem dedi.” Ayça sözünü bitirince “peki ne ara dedin.” Gülerek “ben buldum o arayı hiç merak etme sen” dedi. İkimizde ayrı koltuklara geçerek oturduk. Bir kaç dakika sessizce oturduktan sonra Ayça birden ayağa kalkıp çantasına yöneldi. Korkunun etkisiyle bende ayağa kalkıp “noldu Ayça, n’oluyo!” Diye bağırdım Ayça gülmeye başladı “bişey olmuyor Güneş sakin ol sana n’oluyo.” Derken kahkaha atmaya başladı.
Tabi kahkaha atar. Sanki arkandan kovalıyorlarmış gibi kalkarsan.
Sus iç ses! O zaman hızlıca kalkmasaydı.
“Neden hışımla kalktın Ayça korkuttun beni.” Ayça hâlâ gülüyordu, nefes alıp sakinleşmeye çalışarak “ay dur Güneş daha fazla konuşma yoksa gülmekten ölen ilk insan olucam.” Beni de güldürmeyi başarmıştı.
Sonra çantasından iki tane anahtarlık çıkardı. Görür görmez çocukluğum gözümde canlandı. Bu tweety ve sylvester karakterleriydi. Fısıldayarak “tweety ve sylvester” Ayça da onaylayarak “evet, tweety ve sylvester.”
Ayça duygusallığımı dağıtmak için “of Güneş ben bunları üzül diye almadım gül lütfen, bugünde amma da duygusalsın. Al bakalım sarı civcivim ismin gibi sarı bir tweety anahtarılığı veriyorum sana.” Anahtarlığı bana uzattı elinden alıp teşekkür ettim.
O sırada çantasından küçük bir kutu daha çıkardı. “Aç bakalım Güneş hanım ne var içinde.” Elindeki kutuyu alıp açtığımda kutunun ışığı yandı. Bir güneş ve ayın yarımı yüzük vardı.
Ayça’ya sarılarak “iyi ki varsın beni güldürmeyi başaran can dostum.” Ayça da bana sarıldı “sende, sende iyi ki varsın Güneş’im” güneş sembollü yüzüğü parmağıma taktım Ayça da ay sembollü yüzüğü takınca birbirimizi tamamlamıştık.
Oturup sohbet ettik. Her şeyi konuştuk akşam olduğunu güneş batarken idrakına vardık. Ben bazı özel eşyalarımızı almak için evden çıktım. Ayça’nın da evlerinin anahtarını alıp ordan da onlara uğrayacaktım. Ben gelesiye kadarda Ayça bir şeyler sipariş edip yemek hazırlayacaktı. Tek anahtarımız olduğu için biraz sorun yaşamıştık.
(Bir buçuk saat sonra)
Arabayı sitenin içerisindeki garaja park etmiştim. Garaj ve arka koltuk eşyalarımızla dolmuştu, bunları nasıl taşıyacağımı düşünüyordum bagajla bakışırken. O sırada arkamdan bir ses geldi “taşımanıza yardımcı olmamı ister misiniz?” Gelen sesle irkildim ve arkamı döndüm.
1.80’e yakın boylu, kumral, renkli gözlü ve iri yapılı, tahminimce 23 yaşlarında birisiydi.
“Aa teşekkür ederim ama arkadaşım birazdan yardıma gelecek.” Başımdan savmak istercesine bir yalan savurmuştum ama ben yukarı çıkmadan Ayça’nın bana yardım etmesinden haberi bile olmayacaktı. Çünkü neden! Şarjım bitecek zamanı bulduğu için.
“Kusura bakmayın haddim değil ama eğer arkadaşınız kız ise bunları biraz taşımak zor olacak gibi duruyor.” Bu ne diyordu böyle hem ağzımı arıyor hemde kadını mı küçümsüyordu. Cümlesinin ne anlama gelebileceğin düşünmüş olmalı ki hemen düzeltti. “Lütfen yanlış anlamayın kadın bir bütün olarak benim için çok önemlidir benim demek istediğim fiziksel olarak güç, yoksa kadınlar herşeyi en mükemmel haliyle başarıyor.” Yapmacık bir gülümsemeyle “bende o anlamda dediğinizi düşünmüştüm” dedim.
O sırada konuştuğum kişinin arkasında tanıdık bir sima ile karşılaştım. Yine nereden çıkmıştı bu!
Adam bana elini uzatıp “ha bu arada ben Buğra.” İç güdüsel olarak elimi uzattım ve karşımda kendini Buğra diye tantan kişiyle tanışmayı kabul etmiştim. Başka zaman olsa elini bile sıkmazdım bu adamın niye böyle yapmıştım, Ayaz’ı gördüğüm için olamazdı dimi.
Aa Güneş tabiki de Ayazı gördüğün için değil.
Napıyorum ben içses?
Ayaza bakarak “bende gü-“ demeye kalmadan Ayaz dibimizde bitti.
“Bir sorun mu var?” Kaşlarımı çatıp duruşumu dikleştirdim.
“Bir sorun yok, varmış gibi mi duruyor?” Sert sesimle cevap verdim ama hâlâ nereden geldiğini merak ediyordum.
Daha tanışalı dakikası olmadığım çocuk “sen kimsin, tanışıyor musunuz?” Ayaz’a hiç tanışılmaması gereken kişiyle tanışacaktı.
“Ben Ayaz Günay, sen kimsin nerden geldiği belli olmayan adam?” Duvar gibi suratı daha da taşlaşmıştı.
“Bende Buğra.” Sonra bana dönüp yardıma gelecek arkadaşın bu muydu yoksa. Ben tam hayır dilecekken Ayaz “evet benim, senin burda işin bitti gidebilirsin artık Buğday bey!” Eliyle ağzını kapatıp “ay çok pardon Buğra beydi dimi.” Bildiğin çocukla dalga geçiyordu ve çocuk sabırlı çıkmıştı.
“Benim muhatapım sen değilsin o yüzden seni kaale almıyorum.” Bana dönüp iç cebinden bir kart çıkarıp “tanışmak isterseniz arayabilirsiniz, belki kahve de içeriz.” Kartı elinden alıp ne yaşadığımı anlamaya çalışıyordum. Ayaz ondan “içemezsiniz!” Diye çıkıştı ama Buğra onu duymamış gibi “Tekrar görüşmek üzere.”
Ayaza ters bir bakış attıktan sonra yanımızdan ayrıldı. Elimdeki karta bakarken “stajyer avukat Buğra Alasoy” yazıyordu.
Vay be hukukçuymuş.
Vay be içses.
Elimdeki kart birden yok oldu. Ayaz kartı çekip elimden almıştı.
“Ne yaptığını sanıyorsun sen!” Elindeki kartı havaya kaldırmıştı ve ben onun o boyuna rağmen almaya çalışıyordum.
“Hiç, öyle bir karta bakayım, gbtsini bir sorgulatayım dedim.” Başını kaldırıp elindeki kartı inceliyordu.
“Ya sana ne, seni benim özel hayatım ne ilgilendirir.” Yaptığıyla dediğinin uyuşmadığı bir cümle kurdu.
“Zaten senin özel hayatın beni ilgilendirmiyor.” Sinir bozukluğuyla gülerek “ha hayt ilgilendirmiyormuş, aynen kesin ilgilendirmiyordur.” Karta ulaşmayı bıraktım “o zaman ilgilendirmiyorsa kahve içmeye de giderim ver şu kartı!” Ayaz tepeden gözlerime bakarak biraz daha zorlarsam gözlerinden alev çıkacak gözlerini gözlerime dikmişti.
“Gitmeyeceksin!” Dedi, inadına “gidicem!” Dedim. “Gitmeyeceksin dediysem gitmeyeceksin o kadar.” Sinirden çıldırıyordum “sana ne Ayaz Günay, senin hiç bir şeyin değilim, karışamazsın!” Kendinden emin bir şekilde gülerek “Emin misin küçük hanım.” Kararlı bir şekilde “eminim Ayaz Günay.” Küçük bir kahkaha atıp “o kadar emin olmamalıydın. Çünkü evini satın aldığın kişi benim.” Yine bir zafer daha kazanmıştı.
Çünkü biz o sözleşmeyi imzalamıştık ama maddeleri okumamıştık. Böyle konuşuyorsa kesin yine bir şeyler kendi lehineydi.
Başımdan aşağı kaynar sular döküldü çünkü bütün para ödenmişti. Evin parası, fatura parası nasıl yapmıştık biz böyle bir hatayı.
Hatlarımız hep bize ders çıkarmamızı sağlıyordu. Ama bu hatalardan ne kadar ders alıyorduk önemli olan buydu. Belki de çoğumuz aynı hatayı çok kez yapıyorduk.
Ama şöyle de bir gerçek var ki ikiden fazla hata yapıldıysa bu hata olmaktan çıkıp yanlışa dönüşüyordu. Siz siz olun yanlış yapmayın hata yapın ama asla ve asla yanlış yapmayın.
Bölüm sonumuz kuşlarımm🫶💗
Değerlendirmelerinizi bekliyorummm aşklarr 💫
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |