
Mehtap, öpüşmenin derinliğinde kaybolurken, Dinçer’in elleri nazikçe beline dolandı. Öpüşmeleri artık tereddütlü değildi; her ikisi de bu anın yoğunluğuna kendini bırakmıştı. Mehtap’ın parmakları, Dinçer’in omuzlarında dolaşırken, kalbindeki tüm korkular ve tereddütler birer birer eriyordu.
Dinçer, öpüşmeyi kısa bir anlığına sonlandırdı ve alnını onun alnına yasladı. Gözleri hâlâ tutku ve şefkatle parlıyordu. Mehtap’ın nefesi düzensizleşmişti, ama bu huzursuzluktan değil, hissettiği yoğun duygulardan kaynaklanıyordu.
Dinçer, yumuşak bir sesle, “Gel,” dedi ve elini ona uzattı.
Mehtap, onun elini tutarken, içeride hem bir heyecan hem de derin bir huzur hissetti. Dinçer, onu yatak odasına doğru yönlendirirken, her adımda aralarındaki bağın daha da güçlendiğini hissediyordu. Mehtap, o an tüm dünyanın sessizleştiğini düşündü; sadece onların ayak sesleri ve birbirlerine olan yakınlıkları vardı.
Odaya girdiklerinde, Dinçer bir an duraksadı ve Mehtap’a döndü. Gözleri, onun ne hissettiğini anlamaya çalışıyormuş gibi, dikkatle bakıyordu. Mehtap, Dinçer’in gözlerindeki sıcaklıkta kendini buldu. Dinçer, ellerini nazikçe Mehtap’ın yanaklarına koydu ve başparmağıyla hafifçe yüzüne dokundu.
“Sadece sen varsın,” diye fısıldadı Dinçer.
Mehtap, bu sözlerin ardındaki samimiyeti hissetti. Dinçer’in onu, olduğu gibi kabul ettiğini biliyordu. Yavaşça ona daha da yaklaştı ve başını Dinçer’in omzuna yasladı. Bu anın huzuru ve güveni, Mehtap’ın kalbini tamamen doldurdu. O anda, ilk defa savunmasız olmanın korkusunu hissetmiyordu. Dinçer’in varlığı, onun en büyük güven kaynağı haline gelmişti.
***
Mehtap, Dinçer’in çıplak göğsüne başını yasladığında, gözleri yavaşça kapanıyordu. Dinçer’in düzenli nefes alışlarını duyarken, bir eli hâlâ onun elini sıkıca tutuyordu. Dinçer, saçlarını nazikçe okşarken, “Bu anı sonsuza dek saklamak isterdim,” diye fısıldadı.
Mehtap, gözlerini kapatmadan önce hafifçe gülümsedi. Dinçer’in varlığı, onun için artık hayatındaki en büyük güven kaynağıydı. İçindeki huzur, kelimelere dökülmeyecek kadar derindi. Derin bir nefes alıp, “Biliyor musun, uzun zamandır kendimi böyle hissetmedim,” dedi. Sesi hem kırılgan hem de dürüst bir ton taşıyordu. “Hep bir mesafe koydum. İnsanlar yaklaşmasın diye… belki de böyle daha güvenli olduğunu düşündüm. Kalbimi açarsam, bir şeylerin eksik olduğunu fark ederler diye korktum.”
Dinçer, onun konuşmasını bölmeden, sessizce dinliyordu. Elini Mehtap’ın sırtında gezdirirken, yumuşak bir tonla, “Peki şimdi?” diye sordu.
Mehtap, derin bir nefes daha aldı ve başını yavaşça kaldırarak Dinçer’in gözlerine baktı. Gözlerinde, açıklamaya çalıştığı tüm duyguların karmaşıklığı vardı. “Senin yanında, ilk defa bu korkuyu hissetmiyorum. Sanki… olduğum halimle yetiyorum. Eksik olsam bile, sen bunu dert etmiyorsun. Bana bakışında bu kadar gerçek bir şey varken… o eski korkularımın ne kadar anlamsız olduğunu görüyorum.”
Dinçer, gözlerini onun gözlerinden ayırmadan, “Çünkü gerçekten yetiyorsun, Mehtap. Senin bir şeyleri kanıtlamana gerek yok,” dedi. Sesi sakin ve içtendi, ama aynı zamanda kesin bir güven veriyordu.
Mehtap’ın yüzüne hafif bir gülümseme yayıldı. Bu gülümseme, yalnızca memnuniyet değil, aynı zamanda bir kabul ediliş hissini de taşıyordu. Yeniden başını Dinçer’in omzuna yasladı. Elleri, onun sıcaklığını hissetmek ister gibi göğsünde dolanırken, fısıldadı:
“Bunu unutmuşum. Yeterli olduğumu… olduğu gibi kabul edilebileceğimi. Ama artık unutmak istemiyorum.”
Dinçer, onun saçlarını nazikçe okşarken, “Hiç unutmana izin vermem,” diye cevap verdi. “Sen her şeyinle tam ve gerçek birisin. Ve ben seni her halinle seviyorum.”
Mehtap’ın gözleri dolmuştu, ama içinde bir huzur vardı. Bu anın gerçekliğini hissediyordu. Gözlerini kapatırken, sessizce Dinçer’in kalp atışlarına uyum sağladı. Bu gece, sadece bir yakınlık değil, iki ruhun birbirini gerçekten bulduğu bir an olmuştu.
***
Sabah olmuştu. Güneş perdelerin arasından süzülerek odayı yavaşça aydınlatıyordu. Mehtap çoktan uyanmıştı ve Dinçer’in göğsüne yaslanmış halde onun düzenli nefes alışlarını dinliyordu. İçindeki karışık duygular, gece boyunca kendisini bir gölge gibi takip etmişti. Gözlerini kapatarak bu anın huzurunu hissetmek istedi, ama başaramadı. Kalbinde garip bir tedirginlik vardı.
Kendi kendine, “Annem bunu bilse ne derdi?” diye düşündü. “Beni affeder mi? Dinçer gerçekten doğru insan mı?” Bu düşünceler, içindeki huzurla çelişerek onu gerginleştiriyordu.
Dinçer’in elinin hafifçe kıpırdadığını hissettiğinde gözlerini kapadı, sanki uyanmamış gibi davranmak istiyordu. Ama tam o sırada, kapının sertçe vurulmasıyla ikisi de yerlerinden sıçradı. Gelenin kim olduğu, sessizliğin yerini alan tedirginliği bir anda artırmıştı.
Dinçer hızla doğrulup yatağın kenarına oturdu. Yüzünde şaşkınlık ve öfke karışımı bir ifade belirmişti. "Kim bu sabah sabah?" diye mırıldandı, sesi kısık ama bariz bir sinir taşıyordu. Hemen yatağın kenarında duran eşofman altını giyerken, Mehtap’a dönüp kısa bir bakış attı.
Mehtap korkuyla çarşafı üzerine çekmişti. “Birini mi bekliyordun?” diye fısıldadı.
Dinçer başını iki yana salladı. “Hayır, kimseyi beklemiyorum,” dedi. Ama bu sözler, onun da kafasındaki soruları yatıştırmaya yetmiyordu.
Kapıya doğru ilerlerken, Mehtap hızlıca yataktan kalktı. Üzerine Dinçer’in büyük bir kazağını geçirdi ve aynadaki solgun yansımasına baktı. İçindeki utanç ve panik büyüyordu. “Ya gelen kişi annemse?” diye düşündü.
Dinçer kapıyı açtığında, karşısında Zübeyde Hanım’ı buldu. Kadının yüzü sabah serinliğini delip geçen bir sertlikle gerilmişti. Gözleri Dinçer’in üzerinde, elleri sımsıkı kenetlenmişti.
“Dinçer Bey,” dedi Zübeyde Hanım, ses tonu öfke ve kontrol arasında bir yerdeydi. “Kızımı almaya geldim.”
Dinçer birkaç saniye donup kaldı. Ne diyeceğini bilemedi, ama sonunda sesi titreyerek, “Buyurun, içeri gelin,” diyebildi.
Zübeyde Hanım eve bir adım attığında gözleri koridoru taradı ve Mehtap’ı gördü. Mehtap, onun bakışları altında adeta küçülmüş gibiydi. Annesinin yüzündeki hayal kırıklığını görmek, boğazında bir düğüm oluşturdu.
Zübeyde Hanım kısa bir sessizlikten sonra, sesini sakinleştirmeye çalışarak konuştu: “Hazırlan, eve gidiyoruz.”
“Anne, ben—” diye itiraz etmeye çalıştı Mehtap, ama Zübeyde Hanım bir el hareketiyle onu susturdu. “Beni daha fazla utandırma,” dedi kararlı bir tonla.
Dinçer araya girmek istedi. “Zübeyde Hanım, lütfen beni dinleyin. Mehtap’ı üzecek hiçbir şey yapmadım,” dedi.
Ama Zübeyde Hanım ona dönüp, gözlerini sertçe kısarak, “Sizinle konuşacağım. Ama şimdi değil. Önce kızımla konuşmam gerek,” dedi ve ardından Mehtap’a döndü. “Hazırlan.”
Mehtap başını eğdi, gözyaşlarını tutmaya çalışarak usulca, “Tamam, anne,” dedi. Hızla Dinçer’in odasına gidip yere saçılan kıyafetlerini bulup üzerine giydi. Annesinin öfkesini daha fazla körüklememek için sessizce hazırlanıyordu.
Zübeyde Hanım, Mehtap’ın kolunu nazik ama kesin bir şekilde tuttu. Kapıya doğru yürürlerken Mehtap bir kez arkasına döndü. Dinçer’e baktı; gözlerindeki hüzün ve özür, sessiz bir veda gibiydi.
Dinçer, kapının kapanışıyla birlikte olduğu yerde kalakaldı. İçindeki öfke, çaresizlikle karışıp boğazında düğümlendi. Elleri yumruk olmuştu, ama yapacak bir şey olmadığını biliyordu. Sessizce mutfağa gidip derin bir nefes aldı. Buzdolabını açıp soğuk bir su şişesini çıkardı ve bir solukta içti. Aklında tek bir düşünce vardı: Bu durumu düzeltmek zorundaydı.
***
Zübeyde Hanım, çantasını sehpanın üzerine sertçe bıraktı ve Mehtap’a döndü. Yüzündeki öfke kelimelerine yansıyordu.
“On yaş senden küçük bir adamla!” dedi sesi titreyerek. “Gerçekten, Mehtap? Gerçekten bunu nasıl açıklayacaksın?”
Mehtap, köşeye sıkışmış gibi hissetti. Annesinin sesindeki hayal kırıklığı kalbine saplanan bir bıçak gibiydi. Derin bir nefes alarak, sakin kalmaya çalıştı. “Anne, Dinçer’i tanımıyorsun. O…”
Zübeyde Hanım, Mehtap’ın sözünü kesti. “Bana ‘O’ diye başlama. Aynısını Tayfur için de söylemiştin. ‘Anne, o beni anlıyor. O farklı,’ diyordun. Hatırlıyor musun? Ne oldu? Seni aldattığında, bütün o yalanları ortaya çıktığında aynı şekilde mi düşündün?”
Mehtap’ın gözleri dolmuştu. “Tayfur başka biriydi, anne. Dinçer’i Tayfur’la kıyaslama. Dinçer bana güven veriyor, beni gerçekten seviyor.”
“Güven mi?” Zübeyde Hanım alaycı bir kahkaha attı. “Sana tekrar soruyorum, Mehtap. On yaş farkı nasıl görmezden gelebiliyorsun? Biri sana bu ilişkiden nasıl bir gelecek beklediğini sorsa, ne cevap verirsin? Bunu düşündün mü?”
“Düşündüm, anne!” Mehtap’ın sesi yükseldi, ama ardından hemen kendini toparladı. “Her şeyin farkındayım. Ama Dinçer’i seviyorum. O da beni seviyor. Hayatta bu kadar basit şeylere tutunamazsam nasıl mutlu olabilirim?”
“Hayat basit değil, Mehtap!” Zübeyde Hanım bir adım daha yaklaştı, gözleri dolmuştu ama öfkesi hala dinmemişti. “Sen olgun bir kadınsın. Bu hayatta çok şey yaşadın, acılar gördün. Ama o? Daha yolun başında. Bir gün seninle aynı yolda yürümekten yorulursa, ne olacak? Ya seni bıraktığında ne yapacaksın?”
Mehtap başını eğdi. Annesinin soruları, içinde saklamaya çalıştığı korkuları yüzeye çıkarıyordu. Ama bu korkulara teslim olmak istemiyordu. Gözlerini annesine dikerek, “Dinçer’i tanısan anlardın,” dedi. “Beni kimse onun gibi anlamadı. Onun yanında kendim olabiliyorum.”
Zübeyde Hanım derin bir nefes aldı. İçindeki karmaşayı kontrol etmeye çalışıyordu. “Mehtap, bu ilişki senin için yanlış bir adım. Seni düşündüğüm için söylüyorum. Geçmişte yaptığın hataların yükünü sadece sen taşımadın, bunu biliyorsun. Ben de taşıdım. Şimdi seni aynı uçuruma yürürken görmek yüreğimi parçalıyor.”
“Anne, benim hatalarım bana ait. Beni korumaya çalıştığını biliyorum, ama Dinçer bir hata değil. Ben onunla mutlu oluyorum,” dedi Mehtap, sesi kararlıydı.
Zübeyde Hanım bir süre sustu. Kendi hisleriyle yüzleşirken, kızının gözlerindeki inadı gördü. Yeniden konuştuğunda sesi daha yumuşaktı, ama içinde hâlâ bir öfke vardı. “Peki, Mehtap. Madem bu kadar eminsin, o zaman bana bir şey kanıtla. Bu adamın sana gerçekten değer verdiğini ve gelecekte seni yarı yolda bırakmayacağını göster. Yoksa… Yoksa bir annenin dua etmekten başka yapacak bir şeyi kalmaz.”
Mehtap sessizce annesinin sözlerini dinledi. İçinde, bu konuşmanın çok daha fazlasını içerdiğini biliyordu. Sadece Dinçer’e değil, geçmişteki her yanlış kararına bir göndermeydi. Gözyaşlarını silerek, “Göreceksin, anne,” dedi. “Bu kez farklı olacak.”
Zübeyde Hanım, sessizce başını salladı, ama yüzündeki endişe hâlâ gitmemişti. Sessizlik, odanın içine yayılırken, gerilim yerini ağır bir düşünce bulutuna bıraktı.
Mehtap, annesinin odadan uzaklaşmasının ardından bir süre hareketsiz kaldı. İçindeki karmaşa, sessizliğin içinde gittikçe büyüyordu. Sonunda derin bir nefes aldı, ama bu nefes boğazında düğümlenmişti. Ağır adımlarla odasına yöneldi, kapıyı kapatırken içeri dolan gün ışığına bile tahammül edemiyormuş gibi hissetti. Perdeleri çekip loş bir atmosfer yarattı, sonra yatağının kenarına oturdu.
Gözleri boşluğa dalmıştı, ama zihni annesinin söyledikleriyle doluydu. “Yanlış yapıyorsun. Dinçer seni terk eder. Yine yalnız kalacaksın…” Bu sözler beyninde yankılanıyordu. Ellerini yüzüne kapatarak, gözyaşlarının akmasına engel olamadı.
“Hata mı yapıyorum?” diye sordu kendi kendine. Dinçer’i düşündüğünde, onun yanında bulduğu huzuru hatırlıyordu, ama annesinin söyledikleri bu huzuru parçalara ayırıyordu. Kalbinin bir tarafı Dinçer’in sevgisine inanmak isterken, diğer tarafı geçmişin acılarından korkuyordu.
“Ben ne istiyorum?” diye düşündü, ama cevap vermek imkânsız gibiydi. Bir yanıyla annesine hak veriyor, ama diğer yanıyla direnmek istiyordu. Dinçer’i düşündü, onun sabırlı bakışlarını, sakin sesini. “Beni böyle biri gerçekten sevebilir mi?”
Aynaya doğru döndü. Kendi yansımasına baktığında, yüzündeki yorgunluğu ve gözyaşlarının bıraktığı izleri gördü. Gözleri kızarmış, ruhu dağılmış gibiydi. Kendi kendine usulca mırıldandı: “Annemi mi dinlemeliyim, yoksa kalbimi mi?”
Geçmişin hayaletleri zihninde dolaşıyordu. Tayfur’un güvenini nasıl sarstığını, kendi hissettiği hayal kırıklıklarını düşündü. “Ona inandım ve ne oldu? Şimdi Dinçer’e inanırsam… ya o da vazgeçerse?”
Başını avuçlarının arasına alıp hıçkırıklarını bastırmaya çalıştı. Ancak bu karmaşa, dışarıdan ne kadar güçlü görünmeye çalışsa da onu ele geçirmişti.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 20.12k Okunma |
674 Oy |
0 Takip |
42 Bölümlü Kitap |