
BİRKAÇ GÜN SONRA
Mehtap sabahın erken saatlerinde kalkmış, mutfakta kahvaltıyı hazırlıyordu. Tost ekmeklerini kızartırken çaydanlık fokurduyor, masayı düzenlemek için bir yandan bardakları yerleştiriyordu. Arada bir dışarıdaki sessizliğe kulak kabartıyor, kendi düşüncelerine dalıyordu.
Arkasından gelen adımları duydu ama dönüp bakmadı. Zübeyde Hanım, sessizce içeri girdi, “Günaydın,” dedi ve sandalyeye oturdu.
Mehtap, “Günaydın anne,” diye yanıtladı, arkasını dönmeden çalışmaya devam etti.
Zübeyde Hanım bir süre sessiz kaldı, masaya bakarak düşünceli bir şekilde oturdu. Sonra birden, net ve kararlı bir sesle konuştu:
“Dinçer’i de davet edelim. Bu sabah bize eşlik etsin kahvaltıda.”
Mehtap, elindeki çatalı bırakıp olduğu yerde donakaldı. Şaşkınlıkla annesine döndü.
“Dinçer’i mi? Şimdi mi?”
Zübeyde Hanım kaşlarını kaldırdı, sanki çok doğal bir şey söylüyormuş gibi, “Evet, Dinçer’i. Nesi garip? Hadi ara gelsin,” dedi.
Mehtap bir an annesine baktı, ne diyeceğini bilemedi. Kalbinin hızla çarptığını hissediyordu. “Ama… Anne, bu çok ani oldu. Belki uygun değildir, belki başka planları vardır,” diye itiraz etti.
Zübeyde Hanım, Mehtap’ın endişesini umursamaz bir şekilde elini salladı. “Ne planı olacak? Genç bir adam, pazar sabahı. Hadi, hemen ara.”
Mehtap, çaresizce bir nefes aldı, ardından telefonu eline alıp mutfaktan çıktı. Salona geçip Dinçer’i aradı. Telefon birkaç kez çaldıktan sonra Dinçer’in tanıdık, sıcak sesi duyuldu.
“Günaydın, sabah sabah sesini duymak ne hoş.”
“Günaydın, Dinçer,” dedi Mehtap, sesi hafif gergindi. “Şey… Annem seni kahvaltıya davet etmek istiyor. Tabii, eğer uygunsan.”
Dinçer bir an sessiz kaldı, ardından hafif bir gülümseme sesi duyuldu. “Beni kahvaltıya mı davet ediyor? Bu çok güzel bir sürpriz oldu. Tabii, gelirim. Ne zaman?”
Mehtap, “Şimdi… yani, hemen gelebilirsin. Hazırlıyoruz,” dedi ve kendi gerginliğine hafifçe güldü.
Dinçer, “Tamam, birkaç dakika içinde oradayım. Çayı demlemeyi unutmayın,” diye esprili bir şekilde yanıtladı.
Mehtap telefonu kapatıp mutfağa döndü. Annesine bakıp biraz mahcup bir şekilde, “Geliyor,” dedi.
Zübeyde Hanım memnuniyetle başını salladı, bir yandan masadaki düzenlemeleri gözden geçiriyordu. “Bak gördün mü? Hiç de zor olmadı,” dedi.
Mehtap, yeniden kahvaltıyı hazırlamaya koyulurken hâlâ biraz şaşkındı. Annesine kısa bir bakış attı. Zübeyde Hanım’ın sakin ama kararlı tavrı, ona bir şeylerin yavaş yavaş değişmekte olduğunu hissettiriyordu.
Dinçer, telefonu kapattıktan sonra bir an durdu. Hafifçe gülümsedi. Mehtap’ın sesi, alışık olduğu o tatlı telaşı yansıtıyordu. Gözlerini saate kaydırıp, “pekala hazırlanma zamanı,” diye mırıldandı.
Dolaba uzanıp hızlıca beyaz bir gömlek seçti. Ütülü olduğunu kontrol edip giydi. Kot pantolonunu düzeltirken aynaya kısa bir bakış attı. “Pazar sabahı kahvaltısı,” dedi kendi kendine. Hafifçe saçlarını düzeltti ve parfüm sıkarak montunu aldı.
"Eli boş gitmek olmaz."
Kapıdan çıkarken anahtarlarını kontrol etti ve biraz düşünceli bir şekilde, “Umarım bu kahvaltı düşündüğümden daha kolay geçer,” diye fısıldadı.
Merdivenleri hızla inerken aklında hâlâ Mehtap’ın daveti vardı. Binadan dışarı adım attığında serin sabah havası yüzüne çarptı. Sokaklar sessiz ve sakindi, pazar sabahının huzurlu atmosferi etrafta hissediliyordu.
Yakındaki fırına doğru yürümeye başladı. Köşeyi dönünce, fırının camlarından içeri baktı; tezgâhtaki taze simitler dikkatini çekti. İçeri girer girmez sıcak hamur ve çayın davetkâr kokusu burnuna doldu.
Tezgâha yaklaşarak, “Birkaç simit alabilir miyim? En tazelerinden olsun,” dedi. Çalışan gülümseyerek simitleri poşete koymaya başlarken, Dinçer de cebindeki bozuk paraları kontrol etti.
Görevli, “Bu saatte taze simit gibisi yoktur,” dedi.
Dinçer başıyla onaylayıp hafifçe gülümsedi. “Haklısınız, kahvaltıya güzel eşlik eder.”
Simitleri aldıktan sonra teşekkür ederek dışarı çıktı. Poşetin sıcaklığı elini ısıtırken yüzünde hafif bir tebessüm belirdi. Gözlerini kısa bir an güneşe kaldırdı, ardından adımlarını hızlandırarak Mehtap’ın evine doğru yürümeye başladı.
***
Dinçer, apartmanın önüne geldiğinde derin bir nefes aldı. Elindeki simit poşetini sıkıca tutarak kapıya doğru ilerledi. Zile bastı. Kısa bir süre sonra, Mehtap kapıyı açtı.
"Hoş geldin," dedi, yüzünde doğal bir gülümseme vardı, ama hafif bir şaşkınlık da seziliyordu.
Dinçer gülümseyerek, "Hoş bulduk," dedi. "Kahvaltıya simit getirdim, eksik olmasın dedim."
Mehtap başını eğip biraz utangaçça gülümsedi. "Ne gerek vardı ama, yine de teşekkür ederim," dedi ve kapıyı açarak içeri davet etti. "Gel, geç içeri."
Dinçer, ayakkabısını çıkardı ve bir adım attı. Montunu çıkarıp askıya astı ve içeriye geçti.
Mehtap, simit poşetini mutfağa götürdü ve tezgaha koydu. Dinçer ise mutfak kapısında kısa bir süre durakladı. Gözleri, sade ama sıcak bir şekilde düzenlenmiş mutfakta dolaştı. Sabah güneşi, pencerenin tülünden süzülerek odayı yumuşak bir ışıkla dolduruyordu.
Dinçer, bakışlarını mutfağın huzurlu atmosferinden Mehtap’a çevirdi. “Seni böyle görmeye alışık değilim,” dedi, sesi alçak ama samimiydi.
Mehtap, yüzünde hafif bir gülümsemeyle, arkasını dönmeden, “Nasıl görmeye alıştın ki?” diye sordu.
Dinçer hafifçe güldü, birkaç adım atarak mutfağa girdi ve masanın yanındaki sandalyeye yaslandı. “Hep telaşlı, hep bir şeylere yetişmeye çalışan birini. Ama şu an... her şey çok sakin.”
Mehtap, bir an duraksayıp simitleri tabağa dizerken başını hafifçe eğdi. “Belki de bu sabah için özel bir şeydir,” dedi, sesi yumuşaktı.
Dinçer, bir süre ona baktı, sonra masaya oturmadan önce bir an düşündü. “Evet, özel. Sen, bu an, her şey…” Gözleri kısa bir an Mehtap’ın ellerine kaydı, sonra yeniden yüzüne odaklandı.
Mehtap, kaşlarını hafifçe çatıp ona döndü. Yüzünde şaşkınlık ve utangaçlık vardı. “Dinçer, böyle konuşunca insanın eli ayağına dolanıyor,” dedi, hafif bir sitemle ama gülümseyerek.
Dinçer sandalyesine otururken gözlerini ondan ayırmadı."Emin ol benim de..."
Tam o sırada koridordan Zübeyde Hanım’ın ayak sesleri duyuldu. Mehtap ve Dinçer, konuşmayı bırakıp ona doğru baktılar. Ancak aralarındaki sıcaklık, mutfağın havasını doldurmaya devam ediyordu.
Zübeyde Hanım, mutfağa girerken Dinçer’e hafifçe başını salladı. “Hoş geldin, Dinçer,” dedi, sesi doğal ve sıcak bir tondaydı.
Dinçer hemen ayağa kalktı. “Hoş bulduk, Zübeyde Hanım. Nasılsınız?”
“İyiyim, evladım. Sen nasılsın?” dedi Zübeyde Hanım, masadaki sandalyelerden birine otururken.
Dinçer hafifçe gülümseyerek cevap verdi. “Ben de iyiyim, teşekkür ederim.”
Mehtap, masada bir eksik olup olmadığını kontrol ediyor, bir yandan da sessizce annesiyle Dinçer’in arasındaki kısa diyaloğu dinliyordu. Zübeyde Hanım, masadaki düzeni inceleyip bir süre sessiz kaldı. Ardından, Dinçer’e dönerek sakin bir şekilde, “Kahvaltıya simit getirmişsin, teşekkür ederim. İncelikli düşüncen belli oluyor,” dedi.
Dinçer, mahcup bir gülümsemeyle, “Ne demek, Zübeyde Hanım. Kahvaltı sofrasına sıcak simit yakışır diye düşündüm,” diye yanıtladı.
Zübeyde Hanım, başını hafifçe eğip bir süre düşündü. Ardından, ciddi ama samimi bir sesle ekledi: “Genç insanlarda bu kadar düşünceli tavırlar görmek her zaman kolay değil. Mehtap şanslıymış.”
Mehtap, bu sözler karşısında hafifçe kızarıp gözlerini kaçırdı. “Anne…” diye mırıldandı ama cümlesini tamamlamadı.
Dinçer, Zübeyde Hanım’ın gözlerine bakarak samimi bir şekilde, “Mehtap da beni şanslı hissettiriyor. Böyle güzel bir aile ortamında bulunmak benim için çok değerli,” dedi.
Zübeyde Hanım, bu cevabı duyunca kısa bir süre sustu. Bakışları yumuşadı, ama yüzündeki ciddiyet kaybolmadı. “Aile önemlidir, Dinçer. İnsan, bu hayatta en çok onlara güvenir. Mehtap’ın babası hayattayken de hep bu güveni hissettirirdi. Şimdi… bazı şeyler değişti, ama değerlerimiz aynı kaldı.”
Mehtap, annesinin bahsettiği geçmişi duyunca hüzünle masaya baktı. Dinçer ise konunun derinliğini anlayarak daha dikkatli bir şekilde, “Haklısınız. Aile, insanın en büyük dayanağıdır. Bu değeri korumak için çaba göstermek gerekiyor,” diye ekledi.
Zübeyde Hanım, Dinçer’in sözlerini takdir edercesine başını salladı. “Öyle evladım. Önemli olan, o güveni karşılıklı olarak hissettirebilmek. Sen de bunun farkında gibisin.”
Mehtap, aralarındaki konuşmayı izlerken biraz gergindi, ama aynı zamanda Dinçer’in bu kadar doğal bir şekilde annesiyle iletişim kurabilmesine şaşırıyordu. Masayı kontrol etmek bahanesiyle ayağa kalktı ve mutfağın köşesindeki dolaba yöneldi. “Çayları tazeleyeyim,” diyerek konuyu biraz dağıtmaya çalıştı.
Dinçer, Mehtap’ın bu küçük telaşını fark etti, ama üzerine gitmedi. Zübeyde Hanım’a dönerek, “Siz nasıl bir kahvaltı seversiniz, Zübeyde Hanım? Belki bir dahaki sefere size özel bir şeyler getirebilirim,” dedi.
Zübeyde Hanım hafifçe gülümsedi. “Böyle sade, samimi bir sofra bana yeter. Ama madem sordun, güzel bir zeytin peynir asla hayır diyemeyeceğim şeylerdendir.”
Dinçer, bu detayı aklına not edercesine başını salladı. “Anlaşıldı. Bir dahaki sefere size kendi sevdiğiniz tatları getiririm.”
Mehtap, elinde çaydanlıkla geri dönerken bu sahneyi izliyor ve içten içe gülümsüyordu. Ancak dışarıdan bakıldığında hâlâ biraz mahcup bir hali vardı. Çayları tazeleyip yerine otururken, Dinçer’e kısa bir bakış atıp, “Çok çabuk uyum sağladın,” dedi alaycı bir tonda.
Dinçer gülerek, “Bunu bir iltifat olarak alıyorum,” dedi.
Zübeyde Hanım, kızının bu sözlerine hafifçe gülerek, “Hep böyle hafif alaycıdır. Ama bu onun sevgi gösterme şekli,” dedi.
Mehtap, annesinin bu yorumu karşısında gözlerini devirdi ama bir şey demedi. Kahvaltı masasında sıcak ve samimi bir hava oluşmuştu. Herkesin yüzünde küçük tebessümler, havada ise sözlerden daha çok şey ifade eden bir rahatlık vardı.
***
Zübeyde Hanım ve Dinçer salona geçerken Mehtap, mutfakta bir süre daha oyalandı. Masayı toparlayıp tezgâhı düzenlerken, hareketleri yavaş ve düşünceliydi. Tabakları yerine yerleştirirken kendi kendine, “Ne garip... Her şey olması gerektiği gibi ama içimde bir eksiklik var gibi,” diye düşündü.
Kahve yapmaya koyulduğunda, mutfakta yalnız olmanın farkına vardı. Cezveye suyu doldururken dışarıdaki hafif esintiyi fark etti. Pencereden gelen serin hava, yanaklarını okşadı. Bir an durup salondan gelen hafif konuşmaları dinledi. Dinçer’in sıcak ve rahatlatıcı sesi, Zübeyde Hanım’ın yumuşak kahkahasına karışıyordu. Mehtap’ın dudaklarında hafif bir gülümseme belirdi ama gözleri hüzünle doldu.
Ocağın altını açıp kahveyi cezveye eklerken, yükselen kahve kokusu ona çocukluğundan bir anıyı hatırlattı. Annesiyle birlikte kahvaltı sonrası oturdukları o eski evde, kahve kokusu hep bir şeylerin başlangıcını simgelerdi; oysa şimdi her şey çoktan başlamış gibi ama yine de tamamlanmamış gibiydi.
Cezvedeki kahve fokurdamaya başladığında, Mehtap düşüncelerinden sıyrıldı. Taşmasın diye hızlıca ocağın altını kıstı, cezveyi dikkatle fincanlara doldurdu. Kahve köpükleri fincanın kenarlarından usulca kabarıyordu. Her bir fincana bakarken, içine bir tür huzur ve hafif bir hüzün yayıldı. Tepsiyi eline alıp arkasına dönüp salona doğru yürümeye başladı.
Mehtap, elindeki tepsiyle salona adım attığında, kahve kokusu odayı doldurdu. Yavaşça sehpanın üzerine eğilip fincanları dikkatlice yerleştirdi. Zübeyde Hanım, memnuniyetle kahvesini alırken, Dinçer hafif bir gülümsemeyle Mehtap’a teşekkür etti.
Mehtap, tepsiyi yerine koyduktan sonra, annesinin karşısındaki koltuğa oturdu. Elleri, fincanın etrafında ısınırken bir an sessizce çevresine baktı. Dinçer de kahvesini eline alıp küçük bir yudum aldıktan sonra, göz ucuyla Mehtap’a bir bakış attı. Odaya, kahve fincanlarının hafif şıkırtıları eşlik eden, rahat ama biraz da meraklı bir sessizlik hâkimdi.
Zübeyde Hanım, fincanını sehpanın üzerine bırakıp ellerini kavuşturdu. Gözleri önce Dinçer’e, sonra kısa bir an kızına kaydı. Ardından kendinden emin bir ses tonuyla, hafif bir gülümsemeyle konuştu:
“Dinçer, madem böyle güzel vakit geçiriyorsunuz, o zaman sorayım: Kızımı ne zaman istemeye geliyorsun?”
Mehtap, bir anlık şokla gözlerini Dinçer’e çevirdi. Kahvesini tutan elleri titrer gibi oldu, neredeyse fincanı düşürecekti. “Anne?” diye fısıldadı, ama ses tonu ne kızgın ne de net bir şekilde memnundu. Daha çok ne yapacağını bilemeyen bir şaşkınlık vardı.
Dinçer, ilk anda hafifçe irkilse de hızla toparlandı. Yine de bu kadar açık ve doğrudan bir soru beklemediği belli oluyordu. Kaşlarını hafifçe çatıp bir eliyle ensesini kaşıdı. Mehtap’a bir bakış attı; sanki onun tepkisini anlamaya çalışıyordu.
Zübeyde Hanım, Dinçer’in yüzündeki şaşkınlığı fark edince hafifçe gülerek devam etti:
“Yani... Yoksa bu ilişki sadece böyle mi kalacak? Biz de ne olduğunu bilelim artık, değil mi?”
Mehtap, yüzünde hem utanmış hem de meraklı bir ifadeyle Dinçer’e bakarken içinden geçenleri belli etmemeye çalışıyordu. Annesinin böyle bir soru soracağını hiç tahmin etmemişti. Ama şimdi, Dinçer’in vereceği cevabı öğrenmek için nefesini tutmuş gibiydi.
Dinçer, hafif bir gülümsemeyle eliyle çenesini sıvazladı, birkaç saniyelik sessizliğin ardından sakin bir sesle konuşmaya başladı:
“Zübeyde Hanım, bu konuda düşündüğüm bir plan var... Ama sanırım en doğru adımları atmak için biraz daha zaman lazım.”
Zübeyde Hanım, gözlerini hafifçe kısarak karşısındaki genç adamı inceledi. “Zaman mı? Ne kadar zaman mesela? Bak, Dinçer, ben sabırlıyımdır, ama belirsizlik hiç hoşuma gitmez.”
Mehtap, bu sözlerle iyice gerildi, ama bir yandan da Dinçer’in kendisini ifade etmesini bekliyordu. Annesine bakarken yüzünde küçük bir tebessüm belirdi; annesinin inatçılığına alışık olsa da, Dinçer’in bu durumu nasıl idare edeceğini merak ediyordu.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 20.12k Okunma |
674 Oy |
0 Takip |
42 Bölümlü Kitap |