Mehtap, evin kapısını kapattığında dünya bir an için durdu. Yalnızca parmağındaki yüzük ve o yüzüğün getirdiği anlar vardı. Gözleri, parıldayan taşta kayboldu. Her bakışında, taze bir hatıra yeniden şekilleniyor, kalbinin derinliklerinde bir sızı oluşturuyordu. O anı hatırladı: Dinçer’in gözlerindeki ifade, teklifinin sade ama derin anlamı… "Evet" dediği an, dünya yalnızca o ân için var olmuştu.
Yüzüğü parmağında hissettiğinde, her şey bir anda ağırlaştı. O ince metal parça, bir an önce kendisini terk etmek isteyen bir yük gibi hissettiriyordu. Ama aynı zamanda, hayatlarının yönünü değiştiren teklifin getirdiği mutluluk ve korkunun iç içe geçtiği bir simgeydi. Ne kadar sıkı kavrasa da, içinde bir kaygı vardı. "O kaygı, içinde hep var olmuş ama ilk kez bu kadar net hissettiği bir şeydi: Gerçekten hazır mıydı?"
Kapının soğuk yüzeyine yasladığı bedenini kaldırıp odasına doğru yürümeye başladı. Adımları ağır ama kararlıydı. Kalbi her zamankinden hızlı atıyordu; belki de sebebi, önündeki hayatın büyük değişimiydi. İçindeki boşluğu hissetti, bir tür belirsizlik vardı. Dinçer’in teklifini kabul etmek, hayatını değiştirecek bir karar olduğu kadar, eskiye de bir veda demekti. Bu karmaşa içinde, huzurla kaybolmuş bir şeyi geri alma arzusu birbirine karışıyordu.
Odasına girerken yüzüğüne baktı; sadece parıldayan taşları değil, zamanın ötesinden gelen bir güveni de hissetti. Birlikte atacakları her adım, sevgilerini tekrar tekrar inşa etmekti. Ama içindeki huzursuzluk da göz ardı edilemezdi. Her başlangıç, aslında bir sona açılan kapıydı. "Evet" dediğinde, belki de bu kelime, her şeyin başlangıcından önce sonsuzluğu işaret edecekti.
Bir süre yatak odasında hareketsiz kaldı. Yüzüğüne son kez baktığında, gözlerinden bir damla yaş süzüldü. Eliyle yaşlarını silerken derin bir nefes aldı ve hafifçe gülümsedi. O anın içinde saklı bir anlam vardı sanki.
Tam o sırada, aklına bankada geçen bir anı geldi: Dinçer’in gözlerindeki rahatlama… O gün, evrakları toparlarken bir an ona bakmış, gözlerinde belirsiz bir güven görmüştü. “Her şey yolunda, değil mi?” diye sormuştu Dinçer, sesi sakin ve huzurluydu. Mehtap, her şeyin tam olarak yolunda olup olmadığını bilmeden, sadece başını sallamıştı: “Evet, her şey yolunda.”
O anı hatırlayınca fark etti; Dinçer, o an gerçekten buna inanmıştı. Onun için her şey doğru ve olması gerektiği gibiydi. Mehtap ise o güveni tam anlamıyla hissedememişti. Ama şimdi, içindeki karmaşıklığa rağmen, belki de o gün bankada hissetmediği bir umut ışığı belirmişti.
***
Dinçer, odasının camından dışarı bakarken kendi yansımasına takıldı. Bu yüz, yılların izlerini, geçmişin ağırlığını taşıyordu. Gözlerini pencereden ayıramıyordu; çünkü gördüğü sadece kendisi değildi. Geçmişi de oradaydı; soğuk yatakhaneler, sessiz geceler ve tanıdık bir boşluk… O yalnızlık, şimdi hayatının tam ortasında duran Mehtap’la karşı karşıya geldiğinde daha da belirginleşmişti.
Mehtap’ın teklifini kabul etmesiyle içini tarifsiz bir mutluluk kaplamıştı. O an, dünyada başka hiçbir şeyin önemi yoktu. Ama mutluluk, hızla bir korkuya dönüşmüştü. Kendi kendine sormaktan alamıyordu: “Ya onu mutlu edemezsem? Ya ona yetemezsem?”
Yetimhanedeki yıllar, zihninde bir gölge gibi dolaşıyordu. Sevgi görmeden büyüyen bir çocuk, şimdi birine sevgi verebilir miydi? Mehtap, hayatında gördüğü en güzel şeydi, ama ya bir gün ona hayal kırıklığı olursa? Bu düşünceler, kalbini sıkıştırıyordu.
Bir adım geri attı ve elini cebine soktu. Parmağında hayali bir yüzük varmış gibi hafifçe dokundu. Onun için böyle bir bağlılık, daha önce yalnızca başkalarının hikayelerinde gördüğü bir şeydi. "Ya Mehtap yanlış bir seçim yaptıysa?" diye düşündü istemsizce. Bu düşünceyi zihninden kovmaya çalıştı, ama her seferinde daha güçlü bir şekilde geri dönüyordu.
Bu mutlu gününde, neden yine geçmişin soğuk anıları karşısına dikilmişti? Cevap her zaman aynıydı: Çünkü o geçmiş, bırakmayı bir türlü öğrenemediği bir yük gibiydi. Geçmişi, her güzel anın ardında sessizce bekliyor ve en olmadık anda yüzeye çıkıyordu.
Bir yandan Mehtap’a olan sevgisini sorgulamadığını biliyordu. Onu seviyor, hem de her şeyden çok. Ama insan geçmişinin izlerini silebilir miydi?
Mehtap, geçmişini öğrenmişti ama yine de Dinçer, onun gerçekten kim olduğunu tamamen anlayıp anlamadığını sorguluyordu. Dinçer, bu düşüncelerle boğuşurken bir anda gözleri doldu. Ama ağlamadı. Bu, yıllardır duygusal zayıflık olarak gördüğü bir şeydi.
Gözlerini kapattı, derin bir nefes aldı. Belki de Mehtap haklıydı; insanlar birlikteyken yaralarını iyileştirebilirdi. Ama bir tarafı hâlâ huzursuzdu. Kalbinde, geçmişin gölgesinde şekillenen bir korku vardı. Ve bu korku, ona her şeyin başlangıcının aynı zamanda bir son olabileceğini fısıldıyordu.
***
Mehtap, sabahın ilk ışıklarıyla uyanırken yüzünde belli belirsiz bir tebessüm vardı. Yastığa yaslanmış bir an öylece durdu, dün yaşadıklarını düşünerek. Yüzüğünü parmağında hissettiğinde içi yeniden ısınıyor, Dinçer’in bakışlarını hatırladıkça kalbi hızlanıyordu. Saatin tıkırtısı arasında derin bir nefes aldı ve yataktan kalktı.
Aynanın karşısına geçtiğinde saçlarını topladı, yüzüne birkaç kez su çarptı. Kendi yansımasına bakarken içten bir gülümsemeyle mırıldandı, “Bugün güzel bir gün olacak.” Üzerine sade bir bluz ve zarif bir etek giyip hazırlandı. Mutfaktan gelen taze çay kokusuyla evin sıcaklığını hissetti.
Zübeyde Hanım çoktan kahvaltı hazırlamıştı. Küçük masada bir tepsi dolusu taze ekmek, zeytin, peynir ve reçel vardı. Çaydanlık ince bir buhar salıyor, mutfağı hoş bir sıcaklıkla dolduruyordu. Mehtap, mutfağa girdiğinde annesinin sırtını dönmüş, çayı bardaklara doldurduğunu gördü.
“Günaydın, anne,” dedi neşeyle.
Zübeyde Hanım arkasını dönüp kızına baktı ve gülümsedi. “Günaydın, güzel kızım. Bugün çok keyifli görünüyorsun. Hayırdır?”
Mehtap, annesinin karşısına otururken hafifçe omuz silkti. “Bilmiyorum, sadece güzel bir gün gibi hissediyorum.”
Kahvaltı başladı. İkisi de bir süre sessizce çaylarını yudumlayıp ekmeklerini aldı. Zübeyde Hanım, kızının ellerine bakarken birden durakladı. Mehtap’ın parmağındaki yüzüğü fark etmişti. Kaşları hafifçe çatıldı, gözleri yüzüğün parlak taşında takılı kaldı.
“Bu da ne, Mehtap?” diye sordu. Sesindeki şaşkınlık, kızgınlıkla karışık bir merak taşıyordu.
Mehtap, bir an duraksadı. Parmağındaki yüzüğe baktı ve hafif bir tebessümle yanıt verdi. “Dinçer dün akşam... bir teklif yaptı. Ve ben kabul ettim.”
Zübeyde Hanım, bir süre hiçbir şey söylemedi. Yüzündeki ifade değişiyordu; şaşkınlık, yerini düşünceli bir bakışa bırakıyordu. Çayından bir yudum aldıktan sonra, “Demek öyle...” dedi. Gözlerini Mehtap’tan ayırmadan devam etti. “Bu kadar ciddi bir karar almış olmanız beni şaşırtmadı desem yalan olur. Ama...”
Mehtap, annesinin ne diyeceğini merak ederek ona baktı. “Ama ne, anne?”
Zübeyde Hanım içini çekti. “Bu sorumluluk büyük bir şeydir, kızım. Eğer mutluluğunuzdan eminseniz, ben size destek olurum. Yalnız, dikkatli olmanız gereken bir yol bu. Dinçer iyi bir çocuk, bunu görüyorum. Ama ikiniz de hâlâ birbirinizi daha iyi tanımalısınız.”
Mehtap, annesinin sözlerini içtenlikle dinledi. “Haklısın, anne. Ama ben de inanıyorum ki bu yolda birbirimizi tanıyıp destek olacağız. Dinçer bana güven veriyor.”
Zübeyde Hanım hafifçe başını salladı, yüzüne ince bir tebessüm yayıldı. “Eğer bu karardan eminsen, benim için önemli olan da senin mutluluğun.”
Anne-kız arasında geçen bu konuşma, mutfağa hafif bir sessizlik getirdi. Ama bu sessizlik, bir yük değil, bir güven havası taşıyordu. Mehtap, parmağındaki yüzüğü yeniden hissetti. Bu yüzük, bir başlangıcın sembolüydü; hem mutluluk hem de sorumluluk dolu bir başlangıç.
Mehtap, Zübeyde Hanım ile kahvaltıyı yaptıktan sonra, son bir lokmasını alıp mutfaktan çıktı. Zübeyde Hanım mutfakta kalmaya devam ederken, Mehtap odasına doğru yürüdü. Çantasını almak için odasına girdi.
Telefonu titredi ve ekranında Dinçer’in mesajı belirdi. Hızla okudu:
“Günaydın. Bugün seni görmeyi dört gözle bekliyorum, sanırım sabırsızlığım biraz daha arttı.”
Bir an durakladı, mesajın verdiği sıcaklıkla kalbi hızlanırken, Zübeyde Hanım’ın uyarısı aklında çınlıyordu: “Dikkatli ol, kızım. Dinçer’i tanımadan böyle bir karar vermek büyük sorumluluk.” Ama Dinçer’in ona verdiği güven, içini ısıtıyordu.
Telefonunu çantasına koyduktan sonra bir süre düşündü. Sonra, içinden bir şeyler söylemek, duygularını paylaşmak istedi. Hızla telefonunu tekrar açtı ve yazmaya başladı:
“Günaydın. Ben de seni görmek için sabırsızlanıyorum."
Mesajı gönderdiğinde, biraz rahatlamış hissetti.
***
Mehtap, bankaya geldiğinde içindeki heyecanı bastırmakta zorlanıyordu. Masasına oturdu, ama ne e-postalar ne de sabahın telaşı umurundaydı. Yüzüğüne göz attı, hafifçe gülümsedi. Henüz kimse fark etmemişti, ama bu uzun sürmeyecekti.
Nilüfer, yanına gelip eğildi. “Mehtap, ben mi yanlış görüyorum yoksa o bir yüzük mü?”
Mehtap hafifçe başını salladı. “Evet.”
Nilüfer’in gözleri parladı. “Demek Dinçer sonunda teklif etti?”
Mehtap, parmağındaki yüzüğe bakarak gülümsedi. “Dün akşam...”
Nilüfer sevinçle onun elini tuttu. “Bunu saklayamazsın! Dinçer gelince herkes duyacak.”
Mehtap hafifçe iç çekti. “Evet, sanırım öyle olacak.”
***
Dinçer, sabah halletmesi gereken işlerini tamamladıktan sonra bankaya döndü. İçeri girer girmez havadaki tuhaf hareketliliği fark etti. Çalışanlar normalden biraz daha neşeliydi, aralarında fısıldaşıyor, göz ucuyla ona bakıp hafif gülümsüyorlardı. Sanki ondan bir tepki bekliyor gibiydiler.
Masasına doğru ilerlerken Faruk, bilgisayar ekranından başını kaldırdı. Önce Dinçer’e, sonra Mehtap’a baktı. Kaşlarını kaldırarak şaşkınca sırıttı. “Dur bir dakika… Duyduk ki evleniyormuşsun?”
Dinçer duraksadı, kaşlarını hafifçe kaldırarak çevresine göz gezdirdi. “Bu haber ne ara yayıldı?”
Serdar, kahvesinden bir yudum alıp gülerek yaklaştı ve elini Dinçer’in omzuna koydu. “Mehtap yüzüğünü takınca, doğal olarak.” Gözlerini hızla Dinçer’in ellerine kaydırdı, ardından hafifçe başını eğerek ekledi. “Ama senin parmağın boş. Ne iş?”
Dinçer, hafifçe gülümseyerek başını iki yana salladı. “Şimdilik Mehtap’ın yüzüğü var. Ama merak etmeyin, benimki de olacak.”
Bu sözlerle birlikte çevrede birkaç kahkaha yükseldi. Nilüfer, Mehtap’a dönüp göz kırptı. “Artık resmen duyuruldu.”
Mehtap, etrafındaki arkadaşlarının gülümseyen yüzlerine baktığında, hafif bir mahcubiyetle ama mutlulukla başını eğdi. Dinçer’le göz göze geldiğinde, bu anın onlar için ne kadar özel olduğunu hissetti. Bankadaki sıradan bir gün, beklenmedik şekilde sıcak ve samimi bir kutlamaya dönüşmüştü.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
9.48k Okunma |
335 Oy |
0 Takip |
38 Bölümlü Kitap |