
Kahvaltı için duracakları mekâna vardıklarında, Dinçer arabayı uygun bir yere park etti. “Burası hoşuna gider mi?” diye sordu.
Mehtap, dışarıdaki ahşap masalara, üzerlerini süsleyen sarmaşıklara ve köşedeki küçük çiçeklikten taşan menekşelere göz gezdirdi. Sabahın serinliği hâlâ hissediliyordu ama içeride sıcak bir atmosfer vardı. Büyük camlardan süzülen gün ışığı, duvarlardaki tabloların renklerini yumuşatıyor, ortama hoş bir sıcaklık katıyordu. Birkaç masa ötede yaşlı bir çift sessizce kahvaltı ediyor, garson yeni demlenmiş çayları ince belli bardaklara dolduruyordu.
Mehtap gözlerini Dinçer’e çevirmeden başını hafifçe salladı. “Sessiz ve sakin. Güzel görünüyor.”
Beraberce arabadan inip içeri girdiler. İçeride loş ışıklar, taze çay kokusu ve hafif bir piyano müziği vardı. Cam kenarındaki masalardan birine geçip oturdular.
Dinçer menüyü eline aldı ama daha bakmadan garsona döndü. “İki çay, bir de kahvaltı tabağı alalım.”
Mehtap kaşlarını hafifçe kaldırarak ona baktı. “Belki farklı bir şey isteyeceğimi düşünmedin mi?”
Dinçer, menüyü bir kenara bırakıp gülümsedi. “Çok aç değilim diyecektin, sonra çayın yanına birkaç lokma alıp bırakacaktın. Bunu biliyorum.”
Mehtap dudaklarını büktü ama içinde istemsizce bir sıcaklık hissetti. “Her zamanki gibi kendinden emin,” dedi hafif bir tebessümle.
Bir süre sonra garson, üzerinde taze peynirler, zeytinler, reçeller ve sıcacık ekmek dilimleri bulunan büyük bir kahvaltı tabağı getirdi. Yanında mis gibi kokan çayları da masaya bıraktı.
Mehtap çatalını eline alıp bir parça beyaz peynir kopardı, ardından dumanı tüten çayından bir yudum aldı. Bakışlarını camın dışına yöneltti. Şehir yavaş yavaş hareketleniyordu. Arabalar geçiyor, insanlar sabahın telaşına karışıyordu. Ama burada, bu küçük mekânda, zaman sanki biraz daha yavaş akıyordu.
Dinçer fincanını kaldırıp bir yudum aldıktan sonra ona baktı. “Bazen böyle anlar, günün geri kalanını da güzelleştiriyor, değil mi?”
Mehtap çayından bir yudum alırken başını salladı. “Evet… Bazen en güzel anlar, büyük şeylerde değil, işte böyle küçük detaylarda saklı.”
Dinçer başını yana eğip gözlerini kıstı. “Bu, bu sabah için bir itiraf mı?”
Mehtap kaşlarını kaldırarak gözlerini ona çevirdi. “Bunu kabul etmemi bekliyorsan, çok beklersin.”
Dinçer gülerek sandalyesine yaslandı. “Ama zaten söyledin.”
Mehtap gözlerini devirdi ama hafifçe gülümsedi.
Kahvaltıları bitene kadar konuştular, sustular ama en çok da o anın içinde kaldılar. Şehrin telaşından bir süreliğine kopmuş, kendilerine ait bir dünyaya sığınmışlardı.
Kahvaltıyı bitirdiklerinde, Dinçer hesabı çoktan halletmişti. Mehtap çantasına uzanırken onun rahat tavrını görünce duraksadı. Gözlerini kıstı ama bir şey söylemedi.
Arabaya bindiklerinde, Dinçer motoru çalıştırıp hafifçe ona döndü. “Bu sabah kahveleri senin evde içelim mi? Hem anneni de görmüş olurum.”
Mehtap kaşlarını hafifçe kaldırarak ona baktı. “Gerçekten mi?”
Dinçer gülümsedi. “Evet, eğer uygunsa tabii.”
Mehtap bir an düşündü, sonra hafifçe başını salladı. “Olur.”
Yolda çok konuşmadılar. Radyo hafif bir müzik çalıyordu, arabalar yanlarından geçiyor, şehir yavaş yavaş hareketleniyordu. Mehtap, Dinçer’in profilini izledi bir süre. Onun direksiyonu tutuşundaki rahatlığa, gözlerinin ufka odaklanışına baktı. Bazen birinin yanında olmanın, kelimeler olmadan da anlam taşıdığını düşündü.
Kısa bir süre sonra apartmanın önüne vardılar. Mehtap çantasından anahtarlarını çıkarırken Dinçer, arabanın kapısını onun için açtı. Mehtap hafifçe gülümseyerek dışarı çıktı.
Apartmana girdiklerinde, Mehtap anahtarı kilide sokup kapıyı açtı. İçeri adım atar atmaz tanıdık bir koku onları karşıladı—kitapların, ahşap mobilyaların ve hafif vanilya kokusunun karışımı. Mehtap bir an duraksadı, sonra kapıyı ardına kadar açarak Dinçer’in içeri girmesine izin verdi.
Dinçer içeri adım atıp etrafa göz gezdirdi. Hafif bir nefes alarak, “Burası sen gibi kokuyor,” dedi, sesi alçak ama samimiydi.
Mehtap bir an duraksadı, ona döndü. “Nasıl yani?”
Dinçer, salonun köşesindeki kitaplığa, kanepeye bırakılmış ince battaniyeye göz gezdirdi. Hafif bir tebessümle, “Sıcak, huzurlu… ve tanıdık,” diye ekledi.
Mehtap’ın dudaklarında belirsiz bir gülümseme belirdi. “Güzel bir yorum.”
Tam mutfağa yönelmişti ki içeriden Zübeyde Hanım’ın sesi geldi. “Mehtap, sen misin kızım?”
Mehtap kapıya doğru dönerek cevap verdi. “Evet anne, Dinçer de burada.”
Zübeyde Hanım, mutfaktan çıkıp Dinçer’e doğru yaklaştı. Gözlerinde sıcak bir tebessüm vardı. “Hoş geldin oğlum.”
Dinçer, saygılı bir şekilde başını eğdi. “Hoş bulduk, nasılsınız?”
Zübeyde Hanım hafifçe başını salladı. “İyiyim, sağ ol. Siz kahvaltı yaptınız mı?”
Mehtap başıyla onayladı. “Evet, dışarıda yedik.”
Zübeyde Hanım göz ucuyla Dinçer’e baktı. “O zaman kahve içer misin?”
Dinçer gülümseyerek Mehtap’a döndü. “Benim zaten buraya gelme sebebim buydu.”
Mehtap gözlerini devirerek mutfağa geçti ama dudaklarının kenarında belli belirsiz bir gülümseme vardı.
Mehtap mutfakta kahve yaparken, ocakta cezveden hafif bir fokurdama sesi yükseliyordu. Salondan annesiyle Dinçer’in sohbetleri duyuluyordu.
“Dinçer, işlerin nasıl gidiyor?” diye sordu Zübeyde Hanım.
Dinçer rahat bir tavırla yanıtladı. “Yoğun ama iyi. Bankada her gün ayrı bir koşuşturma var.”
Zübeyde Hanım başını salladı. “Mehtap da bazen aynı şeyi söylüyor. Bunca telaş içinde kendinize zaman ayırabiliyor musunuz?”
Mehtap kahveyi fincanlara dökerken, Dinçer’in hafifçe gülümsediğini duydu. “Elimizden geldiğince. Bazen böyle küçük molalar bile iyi geliyor.”
Tepsiyi alıp salona geçti, fincanları masaya yerleştirdi. “Bu küçük mola umarım beklediğin kadar iyi olur,” dedi Dinçer’e göz ucuyla bakarak.
Dinçer fincanını alırken hafifçe başını eğdi. “Şimdiden öyle.”
Zübeyde Hanım kahvesinden bir yudum alıp memnuniyetle gülümsedi. “Bazen insanın, kendine iyi gelen insanlarla oturup sohbet etmesi her şeyden önemli.”
Mehtap farkında olmadan Dinçer’e baktı. Gerçekten de bazen tek ihtiyacın olan şey buydu—birkaç dakikalığına her şeyi unutup, bir fincan kahvenin sıcaklığında dinlenmek.
Gözlerini fincanın üzerine sabitleyerek iç geçirdi. Salonda hafif bir sessizlik oldu. Kahve kokusu odanın havasına karışırken, Dinçer fincanını elinde çevirip bir yudum aldı.
“Gerçekten güzel olmuş,” dedi Mehtap’a dönerek.
Mehtap hafifçe gülümsedi, “Annemin kahve konusunda beklentileri yüksektir, onun yanında kötü yapma lüksüm yok.”
Zübeyde Hanım hafif bir kahkaha attı. “Öyle değil mi? İyi kahve yapmak, iyi bir sohbetin de kapısını açar.”
Dinçer başını salladı. “Öyle, ama bazen sohbetin kendisi kahveden daha etkili oluyor.”
Mehtap, Dinçer’in bu sözleri üzerine ona kısa bir bakış attı. Annesi ise belli belirsiz gülümsedi.
“Peki, iş dışında neler yapıyorsun Dinçer?” diye sordu Zübeyde Hanım, konuyu biraz daha açmak ister gibi.
Dinçer fincanını masaya bırakıp hafifçe öne eğildi. “Okuyorum genelde. Kitaplar her zaman iyi bir kaçış yolu oluyor.”
Mehtap’ın yüzüne farkında olmadan bir tebessüm yerleşti. Onun da en sevdiği kaçış buydu. Zübeyde Hanım da hafif bir baş sallamayla onayladı. “Kitap iyidir. Ama sadece kaçış için değil, bazen geçmişi ve geleceği de anlamak için.”
Mehtap annesinin sözlerini düşünürken, Dinçer bir an duraksadı, sonra hafifçe gülümsedi. “Sanırım en çok da bu yüzden seviyorum.”
Sessizlik kısa sürdü, ama anlamı ağırdı. Mehtap, annesinin gözlerindeki ince bakışı yakaladı. Zübeyde Hanım sessizce kahvesini yudumlarken, Mehtap elindeki fincanın sıcaklığına sığındı.
Zübeyde Hanım, fincanını yerine bırakırken gözlerini Dinçer’den ayırmadan hafifçe gülümsedi. “İnsan, en çok neyi sevdiğini anlatırken kendini ele verir,” dedi.
Dinçer, onun ne demek istediğini düşünür gibi başını hafifçe eğdi. “Belki de,” dedi usulca. “İnsan kendini en çok, kaçarken fark eder.”
Mehtap, Dinçer’in bu sözlerini duyunca içinden bir şeylerin kıpırdadığını hissetti. O, her zaman fazla konuşmayan ama söylediği birkaç kelimeyle insanı düşündüren biriydi.
Zübeyde Hanım başını salladı. “Kaçmak bazen iyidir. Ama nereye kaçtığını bilmek şartıyla.”
Salona kısa bir sessizlik yayıldı. Mehtap, annesinin sözlerindeki ima ile Dinçer’in yüzündeki belli belirsiz ifadenin arasında kaldı. Konuyu değiştirme ihtiyacı hissederek fincanını eline aldı.
“Kitaplardan konu açılmışken,” dedi Mehtap, Dinçer’e dönerek. “Son zamanlarda ne okuyorsun?”
Dinçer hafifçe gülümsedi. “Yeniden okuduğum bir kitap var. Biraz geçmişe dönmek gibi.”
Zübeyde Hanım merakla kaşlarını kaldırdı. “Hangi kitap?”
“Sabahattin Ali’nin Kürk Mantolu Madonna’sı,” dedi Dinçer, fincanını kaldırıp bir yudum daha alırken.
Mehtap, şaşkın ama hoşnut bir ifadeyle ona baktı. “Bunu bana hiç söylememiştin.”
Dinçer omzunu silkti. “Sormadın.”
Zübeyde Hanım, bu kısa ama anlamlı diyaloğu izlerken hafifçe başını salladı. “Bazı kitaplar, bazı insanlar gibi, ne kadar okusan da içindeki yeni bir şeyi keşfetmeye devam edersin.”
Mehtap, annesinin bu sözüyle gözlerini Dinçer’den kaçırdı. İçindeki sıcaklıkla kahvesinden bir yudum aldı.
Dinçer fincanını masaya bıraktı, omuzlarını hafifçe dikleştirerek doğruldu. Gözleri doğrudan Zübeyde Hanım’a odaklandı. Sesi ne titrek ne de tereddütlüydü, tam aksine, içten ve netti.
“Müsaadeniz olursa en kısa zamanda Mehtap’ı istemeye gelmek isterim.”
Odada bir an sessizlik hâkim oldu. Mehtap’ın parmakları tuttuğu fincanın kulpuna sıkıca sarıldı, avuçlarının içi bir anda terlemişti. Annesi ise kısa bir an duraksadı. Kahvesini bir kenara bırakıp Dinçer’in yüzüne dikkatle baktı, ardından Mehtap’a çevirdi bakışlarını.
Zübeyde Hanım’ın gözleri bir an yumuşadı, ama yine de temkinliydi.
“Bu önemli bir mesele, Dinçer. Ailelerimiz bir araya gelmeli, usulüne uygun olmalı,” dedi, sesi her zamanki gibi sakindi ama içinde hafif bir ciddiyet barındırıyordu.
Dinçer başını hafifçe eğerek onayladı. “Elbette. Nasıl uygun görürseniz.”
Mehtap, kalbinin hızlandığını hissediyordu. İçinde garip bir heyecan dalgası yükseldi, beklenmedik bir anda karşısına çıkan bu teklif, şaşırtıcı olduğu kadar içten de geliyordu. Gözleri hafifçe Dinçer’e kaydı. O hâlâ dik oturuyor, bakışlarını kaçırmadan Zübeyde Hanım’ı dinliyordu.
Zübeyde Hanım, kızına dönüp bir an sessizce onu süzdü. Dudaklarında belli belirsiz bir gülümseme vardı, ancak bu gülümseme biraz anlamlıydı.
“Ne diyorsun kızım?”
Mehtap, annesinin sorusunu duyunca hafifçe irkildi. Fincanını masaya bıraktı, parmaklarını birbirine geçirip farkında olmadan ellerini avuçladı.
Kendi içindeki düşüncelerin içinde kısa bir yolculuğa çıktı. Bu anı gerçekten bekliyor muydu? Kalbi evet diyordu ama zihni, tüm bunların ne kadar hızlı geliştiğini düşünüp duruyordu.
Sonunda kısa bir nefes aldı, gözlerini Dinçer’e kaldırdı. Onun yüzündeki ifadeyi görünce, bir an duraksadı. Dinçer’in bakışlarında ne bir baskı ne de bir beklenti vardı. Sadece içten bir samimiyet ve kararlılık okunuyordu.
Mehtap, dudaklarının kenarına hafif bir gülümseme yerleştirerek konuştu:
“Bilmiyorum...” dedi, kısa bir an durdu, sonra gözlerindeki belirsizlik, yerini sıcak bir ifadeye bıraktı. “Sanırım en kısa zamanda görüşeceğiz.”
Dinçer’in gözlerinde o tanıdık parıltı belirdi. Zübeyde Hanım, başını hafifçe sallayarak kahvesinden bir yudum aldı.
Ve böylece, o küçük an, odanın içinde sessiz ama güçlü bir yankı bırakarak havada asılı kaldı.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 20.12k Okunma |
674 Oy |
0 Takip |
42 Bölümlü Kitap |