11. Bölüm

11.BÖLÜM-MİSAFİR

Nur Güzel
kasirgalidusler

"Bir gün bir misafir gelir seni değiştirir, bir gün bir misafir gelir hayatını değiştirir"

                                                                                                                                                               N.G

4 YIL ÖNCE İTALYA

Bir elimde viski diğer elimde ise plan için not aldığım küçük kağıtlarım vardı. Eğer gece için planladığım her şey yolunda giderse büyük ihtimalle şu zamana kadar uğraştığım her şey boşa gitmeyecekti, aksine şu zamana kadar yapmış olduğum en büyük adımı atacaktım. Viskimden yudumlar alırken bir yandan da keyifle o mükemmel konuğumu bekliyordum. Planımın en temel piyonlarından sayılabilecek bir roldü. Beni istediğim hedefe götürecek bir tür hediyeydi benim için. Viskimden bir yudum daha aldıktan sonra o isimde gezdirdim yine gözlerimi 'Zafer Aralı'. Türk olmasına rağmen mafyada ve bir çok karanlık işte adı geçen güçlü birisiydi. Her yerle bağlantısı olan ve beni istediğim hedefime götürecek basamağın yakın dostuydu. Bu yüzden ne olursa olsun bu şahısla tanışmalıydım.

Viskimin son yudumunu aldıktan sonra masaya bırakarak etrafta göz gezdirdim. Bir bardaydım, hem de fazlasıyla haraketli bir barda. İnsanlar bir biri ile dans ediyor , içki içiyor ve förtleşiyordu. Kafa dağıtmak için güzel bir yerdi. Belki bir gün gelip eğlenirdim burada.

Ben etrafta göz gezdirmeye devam ederken ileride olan barın karşısına oturmuş yakışıklı bir adam dikkatimi çekmişti. Üzerinde ki gömeliğin ilk ikş düğmesini açarak esmer teninin gözükmesini sağlamış, tek odak noktası ise elinde ki dosyalarıydı. İtiraf etmek gerekirse kirli sakalları ve ense traşı ile daha bir seksi duruyordu. Oturduğum yerden kalkarak üzerimde ki kısa siyah elbisemi düzelttim. Arkasından fötr şapkamı ve alttan yaptığım sıkı topuzumu düzelttim.

Mükemmel olduğumdan emin olduktan sonra ise bara doğru ilerlemeye başladım. Dans eden bir kaç kişiye çarptıktan sonra sabır dileye dileye sonunda bara varmıştım. O seksi adamın yanında sandalye dolmadan hemen çekerek oturduktan sonra bana baksın diye bilerek bacağımı çarpmıştım. Ama pek umursadığını söyleyemem. Hatta biraz yan bile dönmüştü ben bir daha çarpmayım diye. Bu hareketi ne kadar sinirimi bozsa bile kendimi tutarak tepki vermedim. Hemen önümde ki barmene viski vermesi için seslendikten sonra beklemeye başladım. Yaklaşık bir beş dakika sonra barmen viskimi getirip uzattı. Viskimi alırken bilerek tekrardan kolumu çarptım adama ama bu sefer tek tepkisi duyacağım bir şekilde sabır demek olmuştu. Aldığım tepki karşısında sinirlerim arşa çıkarken bu inat adamı çekip vurasım gelmişti.

Bir yudum içtikten sonra viskiden önümdeki tezgaha koydum, tabi koyarkende yine bilerek kolumu değdirmiştim. Biraz öncekinin aksine daha sesli bir şekilde sabır çektiğinde karşımda ki adamı biraz önce seksi olarak tanımlarken artık keçi olarak tanımlamaya karar vermiştim. Onun dikkatini çekmeye çalıştığımı gayette iyi bir şekilde biliyordu ama inadından kafasını çevirip bakmıyordu. Ama onunki inatsa benimki de inattı, ne olursa olsun bakacaktı bana.

Kolumu bir kez daha ona bilerek vurduğumda yine sesli bir şekilde sabır çekmişti ama bende cevap verecektim artık.

"Sabır çekeceğine dönüp baksaydın bende bin defa vurmazdım." dedim onun duyacağı şekilde.

Bir cevap vermesini belkide ruh hastası demesini bekledim ama o aksine yine o kelimeyi söyledi. "Sabır."

İçimden bir sabır çektikten sonra damarına bakmak için konuştum "Başka kelime bilmiyor sanırım. Yazık."

Ama yine onu söyledi. "Sabır."

Cidden şuan kafasına sıkmak istiyordum. Ona karşı tüm ilgimi kaybetmiştim sadece inadın davranıyordum. "Gerizekalı." dedim apaçık bir şekikde.

Ama bu gerizekalı herif yine ve yine "Sabır." dedi.

Artık bu gelinen son noktaydı. Sinirle ona dönerek sertçe koluna vurdum ve bağırdım. "Sana sabır be keçi. Başka kelime etmeyi bilmiyor musun." sinirle ağzımdan çıkan her kelime karşısında benimle kavga etmesini beklemiştim ama bana döndükten sonra kocaman bir kahkaha patlattı. Tamamen bana dönüktü yakışıklı yüzü ve gülmekten çatlayacak kadar gülüyordu. Bence delirmişti.

Karşımda gerizekalı gibi gülen bu adam sonunda susmuş ve gülen yüzüyle bana bakıyordu. "Yine iyi dayandın." dedi ve arkasından yine güldü. Kesinlikle gerizekalı bu adam.

"Neye?" diye sordum ona tiksinir gibi bakarak.

"Normalde bu umursamaz tavrımı başka kızlara gösterdiğimde biraz durur sonra küfür edip giderdi ama sen aksine benim gibi inat ettin. Helal olsun." Demek ki bu yarı beyinli diğer kızlara olduğu gibi benimlede dalga geçmeye çalışmıştı? ama bilmediği bir şey vardı ki ben Lalindim.

"Komik değil" dedim tiksinç bakışlarımı yüzünde gezdirirken.

"Öyleydi." dedi gülümserken. Ne kadar gıcık kapmış olsamda çok tatlı gülüyordu.

"Değil." dedim.

"Öyle öyle."

"Değil."

"Öyle."

Sinirlerim tavan yapmış durumdaydı. "Değil."

"Öyle."

"DEĞİL AMIN KOYİM DEĞİL." dedim yükselen sesimle. Cidden inattı ve ben benim kadar inat insanları asla sevmezdim.

"Sakin fötr şapka." dedi. Fötr şapka diyişi fazlasıyla garibime gitmişti. Yani onun yerine güzelliğimi övüp sakinleştirebilirdi ama fötr şapkamı söylemişti alakasız bir şekilde.

"Fötr şapka?" dedim sorgulayarak.

"Evet." dedi ve devam etti şapkama baktıktan sonra. "Şapka takmayı fazla sevmem ama fötr şapkaları severim. Herkese yakışmaz ama sana yakışmış. Benimde içimden fötr şapka demek geldi." dedi.

Fötr şapkanın nesini seviyordu ki? Bildimiz yuvarlak şapkaydı. Benim bu şapkayı takma sebebim ise Lalin kimliğine ilk büründüğüm sıralar Almira Hanımda sadece fötr şapka olması ve onu takıp kendime yakıştırdıktan sonra devam ettirmemdi. Çünkü fötr şapka Laline yakışıyordu."Benim kimliğimdir şapka." dedim.

Gözlerini başta şapkamda arkasından yüzümde sonra vücudumda gezdirdi, arkasından yine yüzümü buldu bakışları."Nasıl bir kimlik?" diye sordu.

"Yeniden doğuş diyelim."

"Hmm..." dedi sorgularca bir ifade ile. "Hayata yeniden başlayacak kadar zormuydu eski hayatın?"

Sorduğu soru ile geçmiş gözümün önünden geçti. Her bir dakika her bir saniye... teker teker gözümden geçti. İçime oturan o tanıdık duygu ile nefesim kesildi gibi hissediyordum. O gece olan çığlıklar ise kulaklarıma dolduğunda beni var eden şeyin belkide o gece ölen masumların çığlıkları olduğunu düşündüm. Lalini var eden bir çığlıktı ve yine onu yok eden bir çığlık olacaktı...

"Eski hayatım..." dedim düşünceli bir tonda. Annem, babam ve erkek kardeşim. Hüzün, acı ve özlem içime dolarken bir yandan da öfke doluyordu. "Geçmişimde sadece acı var bu yüzden bu yeniden doğuş ikinci şans gibi bana." dedim.

"Herkese ikinci şans vermez hayat." dedi.

"Hayır, hayat herkese ikinci şansı verir ama herkes kullanamaz."dedim sanki ikinci şansını kendisine cehenneme çeviren ben değilmişim gibi.

Yüzünde bir gülümseme belirdi ve elini uzattı bana "Ben Atlas Çoşkun" dedi.

Başta yüzüne sonra eline baktım, bir süre bekledikten sonra ise elini sıktım. "Lalin." dedim.

"Sadece Lalin mi?" dedi.

"Evet başka ne bekliyorsun?." dedim.

Yine gülümsedi. "Hiç." dedi. "Sadece soy adını saklamanı anlamadım."

Soy adım? Kimliğim? Geçmişim?

Evet bir zamanlar soy adım vardı. Aileme ait olduğumun en büyük ispatı olan soy adım. Fakat ait olduğum ailem öldükten sonra ne kimliğim ne de soy ismim kalmıştı. Ben soy ismimi kaybedeli altı yıl olmuştu. "Soy ismim yok" dedim.

Tek kaşı havaya kalktı. "Her insanın soy adı vardır."

"Ama benim yok."

"Ailen yok mu?" diye sordu çekinceli bir tavırla. Ailem yok muydu? Evet yoktu. Ailem zengin bir kaç mahlukattın zevki uğruna ölmüştü.

"Bu konuyu konuşmak istemiyorum." dedim net bir ifade ile.

Atlas kafasını olumlu bir şekilde salladı. "Sen nasıl istersen fö-" biraz önceki gibi fötr şapkalı diyecekken durdu ve devam etti "Lalin." diye düzeltti.

Önümde ki viskiyi bitirip barmenden bir tane daha istedim. Atlas'da benim gibi yeni bir viski istedikten sonra tamamen bana dönmüştü. Artık ben onun ilgisini çekmek için dokunmuyordum. Onun bacakları benim bacaklarıma değiyordu ve Atlas'ın bunu kasıtlı yaptığı belliydi. Elleri bacaklarımı buldu başta, ardından ise tırmanarak belimi. Bu fazla temas beni yavaş yavaş gererken Atlas'ın halinden çok memnun bir tavrı vardı, dudağında ki yarım gülümseme bunun en büyük ispatıydı bence. "Ee anlat bakalım." dedi.

Kaşlarım çatık halini korurken "Neyi anlatıyım?" diye sordum.

Gözlerini bacaklarımdan çekerek gözlerime dikti "Bilmem. Anlat işte bir şeyler güzel sesini daha çok duymak istiyorum." dedi.

Kaşlarım çatık halinden eser dahi vermezken biri tanesi havalandı "Peki." dedim. Kısa bir an düşündüm ne konuşabilirim diye ama aklıma hiçbir şey gelmeyince Atlas'ın yüzüne boş boş bakmaya devam ettim. "Bulamadım bir şey sen konu aç." dedim.

Oda kısa bir an düşündükten sonra Atlas'ın yüzüne baktım sırıtarak. "Zafer Aralı'yı tanıyor musun?" diye sordum. Atlas görünüş itibari ile öylesine birisi olmadığı çok belliydi. Ne kadar burada tek başına otursa da bar'ın giriş kısmında fazlasıyla koruma vardı ve hepsi Atlas'tan gözünü ayırmıyordu. Bu kadar sıkı bir şekilde korunduğu için asla öylesine birisi değildi, bu gayet açıktı. Ve benim bugün ki avım olan Zafer'le bağlantısı olabilirdi.

"Evet tanıyorum. Neden soruyorsun ki?" diye bir soru yöneltti.

"Adını bir çok yerde duydum." dedim.

"Ne gibi yerlerde?" diye kuşkulu bir şekilde soru yöneltti Atlas.

"Gazeteciyim ben ve kendisi sosyetenin hatrı sayılır bir bekarı." dedim şu dünyada ki söylediğim milyonlarca yalanıma bir tane daha eklerken.

"Gazeteci tipi yok aslında sende." dedi Atlas kaşları şaşkınlıkla kalkarken. "Ben seni model falan sandım." dedi vücudumu baştan tekrardan süzerken.

"Gazeteciler kendisini saklamada ustadır." dedim gülümseyerek.

Başını 'helal olsun' dercesine sallarken viskisinden bir yudum daha alarak bana döndü tekrardan. "Çok güzelsin Lalin." dedi birden. Güzel olduğumu defalarca dile getirerek etkilemeye çalışıyordu beni, ama bilmiyordu ki ben babasından güzel olduğunu defalarca duymuş bir kızdım. Kimin ne niyetle söylediğini anlayabiliyordum.

"Teşekkürler." dedim sadece.

"Babasının güzeller güzeli kızı yine çok güzel olmuş." dedi Cüneyt küçük kızına bakarak.

Küçük kızı neşeyle etrafında döndü "Gerçekten mi baba?" dedi gülümseyerek.

Kızının başını şevkatle okşadı Cüneyt "Gerçekten kızım." dedi. Çok seviyordu küçük prensesini.

Anılar aklımda belirirken ağlamamak için kafamı salladım. Babamın sesi, sözleri, hissettirdikleri ve yemyeşil olan o güzel gözleri. Özlüyordum babamı, hem de deli gibi. Geçen yılların ardından aileme artan özlemim artıyordu. Hepsine teker teker ihtiyacım vardı ama onların toprağın altında olduğu gerçeği beni içten içe çürütüyordu. Bağırdığımda veya ağladığımda bana ellerini uzatamayacak olmaları çok ağırdı, ve ben zaten keşke uzakta olsalardı ama yine de yaşasalardı diyordum. O zaman en azından varlıkları yeterdi.

"Lalin iyi misin?" dedi elini omuzuma koyan Atlas.

Eskilere dalan aklımı durdurarak şu ana odaklanmaya zorladım kendimi. "İyiyim." dedim yalan sandığıma bir yenisini daha atarak.

"Daldın gitti."

"Evet öyle dalıp gitmişim." dedim eski de kalan anılarıma bir kez daha perde çekerken. Ağrıyan kalbime bir kez daha tuz basarak Atlas'a odaklandım. "Eee söyle bakalım Zafer'i nereden tanıyorsun." dedim konuyu değiştirmeye çalışarak.

"Zafer uzun süredir ortaklık yaptığım birisi." dedi.

"O zaman baya yakınsınız?" dedim.

"Evet de ne kadar ilgilisin böyle Zafer'le aramda ki konuya." dedi.

"Yeni haberim için malzeme lazım." dedim gülerek.

Atlas hafifçe gülümsedi "Herkes kendi ekmeğinin peşinde." dedi.

Bende güldüm "Aynen öyle."

Atlas'ın gülümsemesi daha çok büyüdü. "Peki hedefin ne?" diye bir soru yöneltti.

"Nasıl?" diye sordum gülümserken kıstığı gözlerine bakarak.

"Yani...Yaptığın bu haberlerden sonra falan terfi falan mı almak istiyorsun? Senin sektör hakkında pek bilgim yok ama hedefini merak ettim." Hedefim intikam Atlas. Ailemin intikamını teker teker alıp bana zarar veren her bir kişiye acı yaşatmak. Bunlar canla başla istediğim hedeflerdi ama tabi ki bunu söyleyemezdim, normal kız ayağına devam.

"Yeni terfi demek zam demek." dedim sahte bir gülümseyişle.

Atlas küçük bir kahkaha attı. "Yani derdin para?" dedi.

Başımı yalancı bir hevesle salladım. "Kimin hedefi değil ki?" dedim.

Başıyla onayladı. "Haklısın bu devirde herkes paranın köpeği olmuş durumda." dedi.

Sizin gibi. "Öyle."

"Senin hedefin ne peki?" diye sorduğu soruyu bu kez ona yönelttim.

Biraz düşünde elinde ki içkisine bakarak, ardından bakışlarını bana çevirdi. "Güç." Bunu söylerken gözleri öyle parlıyordu ki bu gücü ne kadar istediği belli oluyordu.

"Nasıl bir güç?" diye sordum engel olamadığım bir merakla.

"Dünyanın gücünü." dedi.

"Nasıl?" Güç dediği zaman gözlerinde arzu ve istek beliriyordu. İnsanlara paranın köpeği derken kendisi de gücün köpeği olmuştu belli ki.

"6 yıl önce olan katliamı biliyor musun?" sorduğu soru ile kalbimin üzerine tanıdık olan o ağırlık yine oturdu. İçtiğim içki boğazımı yakarken titrememek için ekstra çaba sarf ettim.

"Evet." dedim zorlukla.

"İşte o güç." dedi. Şu an yüzünde ki gülümsemeyi onu öldürerek yok etmek istiyordum. Yüzüme bakarken oda aradığım düşmanlardan olabilir mi diye aklımdan geçirdim.

"Sende mi o konuya dahilsin?" diye sordum. Umarım yarım saattir oturduğum bu piç olayda yoktur çünkü kendimden tiksinirdim ailemin katillerinden birisi ile oturduğum için.

"Hayır hayır. Ben yoktum olayda." İçime hafif bir ferahlık çökerken hala kalbimde ki sızı geçmemişti. "Ama o olay cidden bir güç gösterisiydi. Bunu yapan ise dünyanın en büyük gücüydü." dedi sanki çok gurur duyulacak bir şey gibi. Bunlar gibi insanlar nefes bile almamalıydı. Hepsi en acı şekilde öldürülüp kafalarına sıkılmalıydı.

"Bence canice." dedim nefretime hakim olmaya çalışarak.

"Bence de. Ama bir o kadar da havalı."

"Nesi havalı?"

"O katliamdan sonra o katliamı ayarlayan kişi kim bilir nasıl korku salmıştır ortaya." dedi pis gülümsemesine devam ederek.

"Tanıyor musun onu?"

"Evet." dediğinde oturduğum yerde hafifçe dikleştim. İçimde ki intikam arzusu bir anda alev alev yanmaya başlarken elimi silahıma atmamak için zor tuttum kendimi. Kontrol altına almaya çalıştığım vücudum ve sesimle konuştum.

"Kim?"

"Aslında a-" devamını getiremeden arkadan kuvvetli bir ses yükseldi.

"Atlas!"

İkimizin başı da Atlas'ın arkasına çevrildiğinde uzun, kumral, saçları hafif sarı olan heybetli bir görüntüye sahip bir adamın bize baktığını gördüm. Çıkan sesine rağmen yüzü çokta sinirli veya sert durmuyordu.

"Arda?" dedi Atlas yerinden kalkıp yanına giderken.

"Ne yapıyorsun burada gelsene toplantı odasın?" dedi isminin Arda olduğunu öğrendiğim adam.

"Ahh doğru onu unutmuşum." dedi Atlas başına sitemle vururken. "Bu güzel kadın aklımı başımdan aldı." dedi çapkın bakışlarını üzerimde gezdirirken.

Konuşma önemli bir kısımda kesildiği için sinirim fazlasıyla bozulsa da yalanda gülümsedim. Arda'nın ela gözleri gözlerimi bulurken çok ifadesizdi. "Yoksa asla unutmazdım." dedi Atlas.

Arda ile hala bakışıyorduk. Nedenini bilmiyordum ama yabancıya bakar gibi değil çok yakın tanıdığı birisine bakar gibi bakıyordu bana. Bu durum fazlasıyla beni rahatsız etse de belli etmeden bakmaya devam ettim. "Merhaba." dedi bana bakarak sonunda.

"Merhaba." dedim.

"Aklımın başından gideceği kadar var demi?" dedi Atlas yılışık yılışık.

Kendimi göz devirmemek için zorla tutsam da yine gülümsedim. "Abartıyorsun." dedim sahte bir utançla.

Atlas bu halime yılışık yılışık gülmeye devam ederken Arda şaşkınlıkla kaşlarını kaldırmıştı. O an onun gözlerinde gördüğüm tek şey ise bana inanmadığıydı. Bu hali beni biraz bozguna uğratsa da oyunuma devam ettim. "Güzelsin." dedi tekrardan Atlas bana. Sürekli bunu belirtmesi artık beni bunalta da saf ayağına yatmaya devam etmem en iyisiydi. Bu yüzden gülmeye devam ettim.

"Neyse hadi gidelim." Arda sıkılmış bir ifade ile.

"Tamamdır." dedi Atlas. Bana döndü. "Görüşürüz güzellik." dedi.

Son defa gülümsedim ona. "Görüşürüz." dedim.

Arda arkasını dönmeden önce son defa bana döndü. "Görüşürüz Lalin." dedi.

Ona adımı hiç söylememiştim. Adımı söylemesi ile başta bir şaşkınlıkla kalsam da cevap verdim. "Görüşürüz Arda." dedim yüzümde ki gülümseme yok olurken.

Arda arkasını dönüp Atlas ile gözden kaybolana dek arkalarından baktım. Adımı nereden bildiğini hiçbir şekilde bilmesem de Arda zaten baştan beri tanıyor gibiydi. Bakışları bunu gayet açık etmişti. Yanılıyor muydum bilmiyordum ama onun tekrardan göreceğime emin gibiydim.

GÜNÜMÜZ.

Hayat 1-0 önde başlamak için mucizevi bir yerdi. Bazıları cennete doğarken bazıları da bizim gibi cehennemin içine doğardı. O cehennemin içinde yaşamaya zorunda bırakılıp her türlü acıyla sınanırlardı. Cenneti yaşayan yazını sevip çiçek, böcek severken bizim gibiler kışa maruz bırakılıp o kışta yaşamaya zorlanırdı. Biz bu çocuklardık. Doğmuştuk ve o kışın ayazına vurulmuştuk. Her titrediğimiz de ise hayat daha sert vurup yıkmaya çalışmıştı. Yıkılan bir bir yok olup amaçsız yaşarken ayakta kalanlar her gün daha çok acıyla baş ediyordu. Sözde adil olan hayat bize hassas terazide hile yapıyordu. Herkesi sınaması gerekirken onların çok mutluluğu ile bizim çok acımızı kıyaslıyordu. İkisi de eşit çıkınca daha fazlasını veriyordu. Onlara mutluluğun, bize acının.

Elimde ki kaçıncı olduğunu bilmediğim sigarayı sonunda bitirdiğimde bir kenara bıraktım. Cıvıl cıvıl şehri izliyordum saatlerdir. Her yer ışıl ışıldı. Bu şehir hiç uyumuyor gibiydi, sanki cenneti yaşayan herkes burada gibiydi. Ben ise arasında kalan siyah leke gibiydim. Tamamen böyle hissediyordum. Ama sadece buraya has bir şey değildi ben çok uzun süredir her yerde fazlalık gibiydim. Sanki bir yapboz vardı ve ben ben o yapbozda ki fazla parçaydım. Hiçbir zaman ait olmamış gibiydim hiçbir yere.

Ayağa kalktım sonunda. Manzarama son bir bakış attıktan sonra içeriye girdim. Yatağım ve eşyalarım birbirindeydi. En kısa sürede toplasam çok iyi olacaktı. Ama şu an fazlasıyla acıktığım için yemeğe inmem lazımdı. Kahvaltı yapmadığım için üstüne de sigara içtiğim için artık midem iflas bayrağını çekmişti. Hızlıca dolaba yönelerek üzerime siyah kot pantolon ve siyah bir tişört geçirdim. Boş bir akşam yemeği olduğu için fazla özenmek istemiyordum, zaten şu anda tek derdim mideme birkaç lokma yemek sokmaktı. Saçımı sıkıca topladım, ardından spor ayakkabılarımı giydikten sonra sonunda hazırdım. Telefonumu pantolonumun arka cebine koyup odamdan çıktım.

Hızlıca asansöre binip alt kata indikten sonra restoran bölümüne geçtim. Girer girmez büyük yuvarlak masada oturan mükemmel ötesi arkadaşlarım ile karşılaşınca yanlarına ilerledim. Gece ve Faruk'un arasındaki boş sandalyeye oturdum. Oturduğum an sohbetleri bir an kesildi ve herkes bana dikkat kesildi. Hiçbiri ile teması kurmadan önümdeki menüye göz gezdirdim. Canım tavuk eti istediği için tavuk etinin olduğu bir menü sipariş verdim garsonu çağırarak. Ardından bana dikilen gözlere çevirdim bakışlarımı.

"İyi akşamlar." dedim hepsine teker teker bakarak.

"Ulaşamadık sana." dedi Ergün. "Aradık seni ama telefonlara bakmadın."

"Yalnız kalkmak favori aktivitem biliyorsun." dedim.

"Biliyorum ama böyle bir yerdeyken de habersiz bırakma." dedi hafif sinir barındıran sesi ile.

"Ergün." dedim ve masaya eğilip iki kolumu koydum. Gözlerimi ona dikerken başımı hafifçe sağa yatırdım. "Sen sen ol ve bana can sağlığın için emir verme." dedim.

Ortama anında büyük bir gerginlik çöktü. Herkesin bakışları Ergün ile aramda mekik dokurken Ergün'ün bakışları gözlerimden bir an çekilmiyordu. "Sana emir vermedim zaten." dedi.

"O zaman üslubuna dikkat et." dedim tekrardan geriye yaslanırken.

"Tamam." Ergün sadece tamam deyip bakışlarını başka tarafa çevirdi. Göz temasımız sonunda kesildiğinde bende bakışlarımı başka tarafa çevirdim. Ama Karaoğlu ile göz göze geleceğimi bilsem asla çevirmezdim. Yemyeşil gözleri tam gözlerimin içine pür dikkat bakıyordu. Bende bakışlarımı çekmedim ondan. Bakışarak güç savaşı yapıyor gibiydik. Görünmez bir savaş gibi.

Garsonlar yanımıza gelerek yemekleri önümüze koyarken dönüp yemeklere bakmadık bile. Neden yapıyorduk bilmiyordum, hatta onun bile bildiğini düşünmüyordum ama sadece ilk çeken olmamak için savaşıyorduk. Bir süre daha bu ilerlerken diğerleri yemeklerine başlamıştı bile. Bilmem kaçıncı dakikasına girdikten sonra çok yakınımdan bir ses geldi.

"Şapkalım." dedi. Bakışlarımı çevirip bakmadım çünkü hala savaşıyordum. "Lalin." bir kez daha konuştuğunda arkamdaki ses sonunda Eymen buna bir son vererek bakışını çekip arkama çevirdi. Zaferle gülümserken başımı hemen arkama çevirdim. Sarıya çalan kumral saçları ve yemyeşil gözleri ile bu kişiyi hemen tanımıştım. Bana keyifli bir gülümseme ile bakarken bende ona küçük bir gülümseme sunarak ayağa kalktım. Herkes pür dikkat bize bakarken ben Güneş'in yanına giderek ona sarıldım. Evet adı Güneş'ti. Saçlarına çalınan sarı gibiydi adı. Onunla yaklaşık beş sene önce İngiltere'de kesişmişti yollarımız. İkimizde aynı kaderi yaşayan iki insandık. Anne ve babamızı kaybetmiş olsak da güçten düşmeden yaşamaya en güçlü şekilde devam etmiştik.

Onu kendime çekip sıkıca sarıldığımda oda bana sıkıca sarıldı. İlk arkamda seslendiği zamanda tanımıştım tabi ki.

"Lalin arkadaş kim?" diye soru yöneltti Ergün. Güneş'ten ayrılıp onlara döndüm. Herkes bize merakla bakarken bize bakmayan tek kişi Gece idi. Çünkü o ilk sesi duyduğu an kimin geldiğini hemen anlamıştı. Çünkü Gece, Güneş'in geldiğini her zaman görmese bile hissederdi.

"Güneş." dedim. Güneş ise kendisine merakla bakan diğer üyelere pür dikkat bakıyordu.

"Yani?" dedi Ergün daha fazla tanıt der gibi.

Ergün'ü boğma iç güdümü arkaya postalayarak ofladım. "Beş yıl önce İngiltere'de tanıştığım arkadaşım." dedim.

"Peki neden burada?" diye ilk defa mantıklı bir soru yöneltti Ergün. İşte bu soruyu bende bilmiyordum.

Güneş'e döndüm. "Neden buradasın seksi sarım." dedim.

Güneş üyelere bakmayı keserek bana çevirdi yeşil gözlerini ve hafifçe gülümsedi. "Ünal yanında güvenilir birisi olsun istedi." dedi. Onu tanıyan tek kişi Ünal'dı. Tabi ki o yollamıştı yardım için.

"Onu biz koruyabiliriz." dedi Faruk.

Güneş benimle beraber bakışlarını Faruk'a çevirdi. "Ben buna yorum yapamam ama Ünal öyle düşünmüyor." dedi. Faruk bozulurken sonunda sessizliğin vücut bulmuş hali olan Gece sonunda konuştu sessizliğe son vererek.

"Onu hep korudum." dedikten sonra sonunda bakışları bize döndü. Güneş ve Gece'nin bakışları çakıştığında benim bile hissedebildiğim bir etkileşim oldu.

"Ünal öyle düşünmese bile benim sana güvenim sonsuz." dedi cilveli bir tonda.

Uzun yıllar sonra Gece'nin bakışları ikinci defa hoşnutla kısıldı. Hoşuna gitmişti. İlki de Güneş sayesinde olduğu için ben şaşırmasam bile Gece'nin bu yumuşak hali Faruk'u şoka sokmuştu. Hayretle Gece'ye bakıyordu. Faruk'un şok olmuş halini daha önceden bizzat bende yaşadığım için fazlasıyla tanıdık gelmişti. Bu hali bana fazlasıyla komik gelse de kendimi sıkarak gülmedim.

Güneş ve Gece birbirine pür dikkat bakarken Güneş'in koluna dokunduğumda bakışları bana döndü. "Yorgunsan odama gidelim biraz uyu." dedim.

Güneş başını olumsuz anlamda salladı. "Acıktım ama." dedi.

"Tamam gel beraber yemek yiyelim o zaman."

Ben kendi yerime geçerken Gece'ye döndüm. "Gece sen kalk başka sandalye çekerek Ergün'ün yanına otur." dedim. Gece gözlerime bozguna uğramış gibi bakarken yine de lafımı ikiletmeden yerinden kalkıp başka sandalye alıp tam karşımıza Eymen ve Ergün'ün arasına geçti. Güneş yanımda yerini alırken oda pirzola sipariş verdi. Bende yemeğimi yemeye başlarken Ergün'ün bakışlarını üzerimde hissediyordum. Bir süre bu giderken Ergün'ün bakışlarının nedenini çoktan anlamıştım ama karşılık verip başımı ağrıtmak istemiyordum. Güneş'in de yemeği geldiğinde oda başlamıştı. Aradan geçen dakikalardan sonra Ergün sonunda dayanamayarak konuştu.

"Lalin."

Bakışlarımı yemeğimden çekip ona çevirdim. "Ne?"

"Arkadaşın ne zaman gider?" dedi görgü kurallarını bilmez tavrı ile. Yanımda yemek yiyen Güneş'in bakışları da ona çevrildi.

"İstediği zaman." dedim ciddi bir tonda.

"Yarın görev var burada duramaz." dedi.

Gerilmeye başlamıştım ama bu konuda tek değildim çünkü Güneş'te gerilmeye başlamıştı. Ve dürüst olmak gerekirse Güneş gerildiği zaman o tatlı kız imajının çok tersi oluyordu. Buna İngiltere de fazlasıyla şahit olmuştum. Ve ben sinirimi kontrol edebilirken o çok kontrolsüz oluyordu. Bir kes tepesi atınca asla durduramazdın. Kumral teni sinirlenince kıpkırmızı oluyordu. En iyisi o kontrolden çıkmadan olaya dahil olmaktı.

"Burada durması bir şeye engel olmaz." dedim ve daha da arttırdım. "Ve hatta bence bize yardımcı olabilir." diye ekledim. Masada ki tüm bakışlar bana dönerken Güneş'in yanımda sırıttığına yemin edebilirdim. Çünkü zaten gelme amacı denetim değildi yanımda durup yardım etmekti.

"SAÇMALAMA." Ergün'ün sesi bir anda yükseldiğinde ben cevap veremeden Güneş bağırdı.

"KIS O SESİNİ YOKSA SES TELLERİNLE BOĞARIM SENİ!" dedi. Yüksek sese alerjisi var gibiydi. Onu tanıdığım ilk zamanda bu yana yüksek sesten nefret ederdi. Nedenini bir kez sormuştum ama cevap vermemişti. Bende zorlamadım.

Herkes Güneş'in tepkisi karşısında şoka girerken tek şaşırmayan Gece ve bendim. Bakışlarım Eymen'e takıldığında onun dikkatle Güneş'e baktığını gördüm. Yüzü yine fazlasıyla tepkisizdi. Ona bakışlarımı fark etmiş olacak ki bakışları bir anda bana döndü. Yüzü biraz yumuşarken sessizliğini sonunda bozarak konuştu. "İkinizde sakin olun ve akşam yemeğini zehir etmeyin." dedi.

"Bu konuyu bence de yemekten sonra konuşalım." dedi Arzu destek vererek. Bakışlarım istemsizce Faruk'a döndüğünde Arzu'nu suskunluğunu Eymen'e destek vermek için bozduğunu gördüğü için yüzü düşmüştü. Zaten Arzu ve Eymen arasında etkileşim olduğu zaman hemen yüzü düşüyordu. Kıskanıyordu.

Faruk'tan bakışlarımı çekip bir sigara çıkarıp dudaklarıma götürdüm. Yakmak için cebimde ki çakmağa uzanacakken Güneş dudağımda ki sigarayı aldı. Sigara içmemden nefret ettiğini unutmuştum tabi ki. Sigaradan da nefret ediyordu hanımefendi. Bir çok konuda detaycıydı. Ona göz devirdim.

"Hiç göz devirme şapkalı." dedi ve sigarayı yere atıp ayağı ile ezip devam etti. "Bırakmalısın sigarayı."

Bir kez daha göz devirdim. "Bırakmayacağımı biliyorsun." dedim.

Keyifsizce iç çekti. "Maalesef." dedi.

Tekrardan bir sigara çıkararak dudaklarıma koydum ve yaktım. Herkes önünde ki yemeklere dönerken ben çoktan doymuştum bile. Bir süre oturup onlar yemek yerken ben sigara içmiştim ama sonunda canım sıkılınca oturduğum yerden kalktım. Anında tüm bakışlar bana dönerken umursamazca görmezden gelerek onlardan uzaklaşmak için bir iki adım atmıştım ki Eymen'in sesini duymamla durdum. "Lalin."

Arkamı döndüm. "Ne?"

Eymen'de ayağa kalkarak yanıma yaklaştı. "Konuşalım mı?" dedi nazikçe.

Yemyeşil gözlerine takıldı bakışlarım yine. "Olur." dedim.

Eliyle kapıyı işaret etti nazikçe. "Hanımlar önden." dedi. Dediğini yaparak nereye gideceğimi bilmeden kapıya ilerleyerek asansöre bindim. Eymen'de yanıma bindiğinde '0' a basarak yanımda durdu.

"Nereye gidiyoruz?" diye sordum.

"Biraz nefes alalım." dedi.

Cevap vermeden olumluca başımı salladım. Asansörün açılan kapıları ile ilk ben çıkarak otelden hızlı adımlarla çıktım. Kapıdan çıkınca iki adım attıktan sonra arkamı döndüğümde Eymen duracağımı anlayamamış olacak ben sertçe çarptığında iki adım geriye tökezledim. Eymen'in tek kolu hızlıca belimi kavradığında burun buruna geldik. Yemyeşil gözleri artık daha yakındı. Ellerimi panikle göğüsüne koymuştum ve kalbi tam elimin altındaydı.

"Dikkat etsene." bu cümleyi sitemle mi söylemişti bilmiyorum ama sesi o kadar yumuşaktı ki bana ikazdan daha çok güzel bir melodi gibi gelmişti.

Başımı biraz daha kaldırdığımda dudaklarımız arasında neredeyse mesafe kalmamıştı ama ikimizde geri çekilmiyorduk. "Sen dikkat etsene." dedim ama benim sesimde çok sakin çıkmıştı.

Eymen'in eli belime biraz daha sarıldığında tek hissettiğim bir kalbin deli gibi çarpmaya başlamasıydı. Onun kalbimi yoksa benim kalbim mi hiçbir fikrim yoktu. "Ben dikkat ediyorum bir anda duran sesinsin." Son cümlesinde üst dudağı benim dudaklarıma çarpmıştı. İşte o an onun da benim kalbimin de deli gibi attığını anladım. Göğüsündeki ellerimin altında ki kalbi çıkacak gibiydi. Zaten beniminkinin de onun kinin yanında aşağı kalır bir yanı yoktu.

"Bu kadar yakın yürümene gerek yoktu." dedim dudağımın çarpmamasına özen göstererek.

"Uzak duramıyorum belki." derken yeşil gözleri gözlerime kitlenmişti.

Kalbim içimde heyecanla çırpınırken belki de kendimi kontrol altında tutmam için geriye adım atmalıydım ama atamıyordum. Anlamsızca bir adım bile geriye gidemiyordum. Bu aşırı saçmaydı. "Aşık mı oldun bana ağır mafya." dedim dalgaya vurmaya çalışarak.

"Belki de." derken benim aksime dalgaya vurmuyordu. Sakindi. Hem de çok sakin.

O an otelin üst odalarından birisinden bir şarkı gelmeye başladı. Yüksek sesle açılmıştı ve sesi bize çok net geliyordu. Nasıl bir zamanlamaydı bilmiyorum ama sinir bozucu bir şekilde tam anında gelmişti. Sesini kısın diye bağırsam ayıp olur muydu?

Şarkının açılmasıyla yeşil gözler daha seksi gelmeye başlayınca kontrolümü kaybetmekten korkarak hafifçe ittirdim Eymen'i ama hiçbir işe yaramazken beni kendisine daha çok bastırdı.

"Bi' gülüşü var ki zaten, açar gözümde renkler
Öyle bir bakar ki kıskanır melekler
Hepsi bir yana, sanaydı tüm kadehler
"Gel" de de geleyim

"Ne kalırım ayrı senden ne son bulur bu hisler
Yeter ki tut elimden, bu gönül daha ne ister
Gördüğün bi' damla, içimde denizler
Sorma ne haldeyim, ne haldeyim.
"

"Güzel." dedi yemyeşil gözleri beni yakarken.

"Ney?" dedim şaşkınlıkla.

"Şarkı." dediğinde şaşkınlıktan şarkının sözlerini bile seçemiyordum. Sadece melodisi kulağıma doluyordu.

"He." dedim bocalayarak. Neden bu yakındık amına koyum.

"Hehe." dedi Eymen gülerek. Söylediğim cümle hoşuna mı gitmişti?

"He." dedim tekrardan.

Eymen yine güldüğünde dudakları bir kez daha çarptı. "He ne fötr şapkalı." dedi

"He işte." derken bile hala bocalıyordum.

"Hehe anladım." Bilerek dudaklarını dudaklarıma çarpıyordu.

"İstemem dünya malı
Ne bi' alim, ne bi' veli
Ama bir tek senden vazgeçemem
El ele ölelim

Fark etmez, yok saysınlar
Yine delidir desinler
Ben bu yangından kaçamam
Yan yana yanalım."

Nakarat tekrardan yüksek sesle kulaklarımıza dolarken şarkının susması için dua ediyordum. Bu ana çok farklı etkiler veriyordu ve ben anlamsızca karşımda ki ayıya yükselip tepki veremiyordum. "Şarkıyı kapat mı desek?" dedim gariban bir şekilde.

"Niye?" dedi keyif alırken halimden.

"Hoşuma gitmedi." Aynen Lalin kesin ondan.

"Niye bence çok güzel." dedi yeşil gözlü zebani. Oha yeni takma adı daha güzel olmuştu.

"Değil yeşil gözlü zebani." dedim.

"Ha." dedi Eymen yeni takma adını duyunca şaşkınlıkla.

"Haha." dedim onun biraz önceki halini taklit ederek.

"Şuanlar da bile yaratıcılığına hayran kaldım." derken cidden şaşkındı.

"Şuan nasılmış ki?"

"Bence nefes kesici." dedi Eymen bir kez daha dudağını dudağıma çarparken. Cevap vermek için hazırlanırken Eymen'in arkasından gelen bağırtı derecesinde olan öksürük ile Eymen'i fırlatırcasına ittim. Eymen ne olduğunu anlamadan geriye tökezlerken arkasından başka versiyonu olan yeşil gözler ile göz göze geldim. Bize şaşkınlıkla bakıyordu.

"Şapkalı?" dedi 'n'oluyo' der gibi.

"Ha." dedim şaşkınlıkla. Eymen sessizce gülümsemeye çalışırken göz göze geldik.

"Ne oluyor bu lanet yerde desem çok mu abartı olur?" dedi Güneş.

"Konuşuyorduk sadece." dedim.

"Öpüşerek mi?"

Bir anda panikle öne atıldım. "Öpüşmüyorduk." dedim.

Güneş inanmaz bir ifade ile bana bakıyordu. "Kesin öyledir." dedi.

"Ya yemin ederim."

Eymen kenardan keyifle benim bocalayışımı izlerken ben kendimi açıklamaya çalışıyordum. "Tamam." dedi Güneş. "Sen kendini normalde açıklamaya çalışmazdın ne bu panik." dedi. Gerçekten haklı bir soruydu.

"Yanlış anlaşılmak istemem." dedim. Güneş'e doğru yürüdüm ve kolunu çekiştirdim. "Neyse gidelim." dedim.

"Yav şapkalı sakin tamam." dedi onu peşimden sürüklemeye başlayınca.

"Bence de şapkalısı sakin." dedi arkadan Eymen.

Bir an ona dönüp sinirli bakış fırlattıktan sonra Güneş ile otele girdim. Onu peşimden sürükleyerek asansöre bindiğimde bu lanet olası kalbim deli gibi çarpmaya devam ediyordu. Asansör hareket etmeye başladığında bakışlarımı Güneş'te uzak tutmaya çalışıyordum. Çünkü şuan soracağı sorulara hazır değildim, ben bile bilmiyordum cevaplarını. Sonra kendime geldikten sonra yalan uydurabilirdim.

Güneş hazır olmadığımı anlamıştı. Bu yüzden soru sormadan sakince beni takip ediyordu. Beni iyi tanıması hayatımı ciddi manada çok kolay etkiliyordu.

Asansör durduğunda ikimizde asansörden inerek benim odama geçtik. Fazla soru sormadı Güneş. Duş aldıktan sonra hemen uyumuştu zaten yol yorgunu olduğu için. Bende kısa bir sigara içtikten sonra üzerime düşen ani bir yorgunluk ile duş aldıktan sonra Güneş'in yanına uzandım. Ne kadar uykum olsa da uyuyamıyordum. Aklımda Eymen dönüyordu anlamsız bir şekilde. Bu lanet adam neden kafamda asla bilmiyordum ama sesi, bakışları ve o etkileyici yeşil gözleri. Gözlerimi zorlukla kapattım. Zorlukla kafamı boşalttım ve uyumaya çalıştım.

Lütfen rüyalarıma girme yeşil gözlü zebani.

****

Telefon ısrarla çalıyordu. Hatta o ısrarlıydı ki bilmem kaçıncı defa çalıyordu. Her seferinde usanmadan kapatmama rağmen ısrarla deli gibi çalıyordu. Sinir sistemim biraz daha uyarı verirken uyku mahrumu bir şekilde telefonu kim olduğuna bakmadan açıp kulağıma götürdüm. "Ne var?" dedim sinirli bir tonda.

"Lalin acil Eymen'in odasına gelin." dedi Gece.

Gece'nin bu tonunu hatırlıyordum. Bu gergin ton acil uyarı tonuydu. Nedenini sormadan yataktan kalkarak hemen üzerime rastgele eşofman ve sweet geçirerek odamdan çıktım. Asansöre bindikten sonra saçımı yarım yamalak toplayıp asansör durunca indim. Eymen benden bir kat yukarda olduğu halde asansörden çıkıyordum. Eringezlik başa bela. Odasına ilerledikten sonra kapıyı nazik olmayacak şekilde tıklattın sonra kapı çok geçmeden kapı açıldı. İçeriye hemen girdiğimde herkes ayaktaydı ve yüzlerinde ki ifadeden anlaşıldığı kadarıyla durum ciddiydi.

"Yine n'oluyo?" dedim.

"Bence Eymen desin." dedi Arzu. Onun da yüzünde büyük bir endişe vardı.

Eymen'e döndüğümde yüzü diğer tarafa dönüktü. Üzerinde yine aynı takım elbise vardı ve elini sımsıkı yumruk yapmıştı. Bakışlarım saate döndüğünde üç olduğunu gördüm. "Eymen sorun ne?" dedim.

Derin bir nefes verdi. "Marcus." dedi sinirle. "Ablamı vurdurmuş." bu sözleri öyle bir söylemişti ki nefesinden bile öfke akıyordu.

Dediği şey karşısında şoka uğramıştım. Anlam veremeyerek Ergün'e döndü bakışlarım. Ergün ise düşünceliydi. "Büyük ihtimalle bu bir uyarıydı çekilmemiz için." dedi Ergün.

"Bizim ne yaptığımızı nasıl biliyor ki?" dedi Arzu.

"İşte onu çözmeye çalışıyorum ama bildiğim tek şey durduk yere vurdurmayacağı." dedi Ergün.

"Marcus'un olduğu nereden belli?" dedim.

"Uyarı vermiş adamlara." bunu cevaplayan ise Serkan'dı. Bunu söylerken ilk defa yüzünde üzüntü vardı.

"Nasıl?"

"Ablamın yattığı hastaneye girip not bırakmışlar." Duyduğum şeyler ile şoka girerken Marcus'un bizi öğrenmesi beni strese sokmuştu. Bakışlarım Eymen'e döndüğünde omuzlarının çökmüş olduğunu fark ettim. Ablasını sanırım çok düşkündü ve ben onu anlıyordum. Sevdiğini kaybetme korkusu çok korkunçtu.

"Hastaneye nasıl girebiliyorlar?" dedi Eymen patlamaya yakın bir şekilde.

"Bilmiyorum üst düzeyde koruma vardı aslında." dedi Serkan gözle görülür bir mahçubiyetle.

"SİKERİM SENİN ÜST DÜZEYİNİ AMINA KOYUM. İÇERİ NASIL GİREBİLİYORLAR!" Eymen'in ilk defa olan bu aşırı patlaması bir an benim bile irkilmemi sağladı. Herkes korkuyla ona dönerken Eymen eline geçen bardağı yere fırlattı.

"Eymen yemin ederim bilmiyorum doktor kılığında girmiş sanırım." Serkan gergin bir şekilde açıklama yapmaya çalışıyordu.

"O ZAMAN ODAYA GİREN DOKTORU BİLE KONTROL EDİN HATTA HRT BİR İNSANI TEKER TEKER KONTROL EDİN." Eymen kontrolsüz bir sinire girmişti. Elleri ve vücudu titriyordu. İlk defa bu kadar sinirleniyordu yada ben ilk defa görüyordum ve korkunç duruyordu. Yeşil gözleri ateş saçıyordu.

"Tamam sen sakin ol hepsini halledeceğiz biz." dedi sakinleştirmeye çalışarak Serkan.

"NASIL SAKİN OLUCAM LAN BEN. EVİMİN ÖNÜNDE ABLAMI VURDULAR." Eymen'in kontrolsüz hareketlerini görünce yakında etrafı dağıtacağını fark ettim. Eymen'in yanına yaklaşarak kolunu tuttum.

"Sinirini anlıyorum ama şu an ki başka önemli şeyde Marcus'un bunu nasıl öğrendiği. Başkalarına da zarar vermeden bulmamız lazım." Eymen hafif bir sakinleşmeye başlarken elini saçlarına atıp derin bir nefes aldı.

"Kim söyleyebilir?" dedi sakinleşen sesiyle.

"Bilmiyorum ama her kimse hepimiz ifşalanmış olabiliriz." dedi Ergün. Oda gergindi.

"Bizi kim biliyor olabilir ki?" dedi Arzu.

"Yada bizi kim sattı?" Ergün şüpheci bir şekilde etrafa baktı. Herkeste tek tek bakışlarını gezdirirken aşağılar gibi bakıyordu.

"Burada bizi satacak kimse yok." dedim.

"Bilemezsin Lalin." bana odak kesildi. "Güneş nerede?"

Güneş'ten şüphelendiği açık bir şekilde belliydi. "Güneş yapmadı." dedim.

"Emin olamazsın." dedi.

"Yapmadığına eminim." dedim kendimden emin bir şekilde.

"Nasıl eminsin ya? Kız gelir gelmez Asya vuruldu." dedi. Asya Eymen'in ablası olmalıydı.

"Ben ondan eminim git başkasında ara belanı." dedim sinirle.

"Bela arama değil bu, çürük arama."

"Çürük Güneş değil."

"O kızı zaten en başta sevmedim." Ergün içinde kileri teker teker dökmeye başlamıştı. "Şeytan gibiydi gözleri zaten."

"O değil." dedi soğuk bir ses. Bu ses ise şaşırtıcı bir şekilde Gece'ye aitti. Şu an çok sevdiği patronuna karşı Güneş'i koruyordu.

Ergün bile buna şaşırmış olacak ki kısa bir an boş boş baktı Gece'ye. "Sende mi onu suçsuz görüyorsun?"

"Onu tanıyorum ve suçsuz buluyorum." Herkes şaşkınlıkla bakıyordu Gece'ye.

"O gelir gelmez olaylar oldu ama."

"Ama bu onu hemen suçsuz yapmaz. Her şeyi geçtim beni biraz tanısan suçlu olduğunu düşündüm birisini burada tutmayacağımı bilirsin." dedim. Her bir cümlemi onu inandırmak için söylememiştim, gerçekler buydu. İntikamım için herkesi harcardım.

"Seni biliyorum ama senide kandırmıştır." dedi sonuna kadar görüşünü haklı çıkarmaya çalışarak.

"O değil." dedim yine.

"Ya o ise?" Sinirimi bozmaya başlamıştı.

"Değil ama."

"Ona öyle bir bağlanmışsın ki o ise bile affedip bağrına basarsın." dedi dalga geçer gibi gülerek.

"Birincisi o değil, ikincisi ben benim güvenimi bir kez kıran bir insanı asla ama asla affetmem." dedim her cümlemi bastıra bastıra söylerken. Ergün'ün aniden yüzü düşerken bakışlarını Gece'ye çevirdi. Gece'nin yüzü düşerken ikisinin bu anlamsız bakışını asla anlamamıştım.

"Kimsenin gerçek yüzünü bilemezsin." dedi Ergün.

"O ajan değil kes şunu." sona doğru sesim sinirle yükselmişti ama Ergün anlamamak için ısrar ediyordu. Ben emindim Güneş'ten. Asla bana ihanet etmezdi.

Bu ortama daha fazla dayanmak istemeyerek arkamı dönerken Eymen'in sesini duyunca durdum. "Nereye?"

Arkamı dönmedim. "Odama." dedim. Kimsenin daha fazla bir şey demesine izin vermeden odadan çıktım. Hızlı ve seri adımlarla asansöre ilerledim. Asansöre bindikten sonra telefonumdan gelen bildirim sesiyle telefonda ki mesajı açtım.

JOKER:-Hainlerin içinde hain Lalin. Tek beyaz ise sensin. Haini öğrenmek ister misin?-

Mesaja baka kaldım. Hainlerin içinde hainler mi?

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

                                                                                                   

Bölüm : 01.05.2025 23:36 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...