1. Bölüm

1. Bölüm

Kübra
kbrbooks

Mutluluk…

Yalnızca bir kelime…

Nasıl olurdu da bir anda tüm dünyanı başına yıkıp, aynı zamanda tekrar eski hâline getirebilirdi ki?

Açılmamış taze yaprakların hüznüydü kalbindeki. Sevilmemiş bir asudeydi o. Mutluluğu her zaman başkalarında arayan, her defasında da düşen hüzün yağmurlarıyla tükenmiş bir bedendi sadece. Şu an hayatının ona oynadığı yalancı oyunla meşguldü. Tüm hayalleri kaybolup, geri gelemeyecek kadar uzakta olan bir çocuktu daha. Yılların hüznü kalbine dolup taşmıştı artık.

Aynaya takıldı gözleri; boyuna uygun, kendi istediği gibi tasarlanmayan, çok abartılı olan, aslında içi siyah dışı beyaz olan gelinliğe baktı. İçindeki siyah silueti görebildiğinden, Zehra’ya siyah gelinlik gibi geliyordu. Siyah gelinliğinin duvağını yukarı kaldırıp, sahte yansımasına baktı. Aynanın içindeki kızın kendisi olmadığını biliyordu. Elini hüzünlü yüzüne koydu. Gözünden akan bir damla gözyaşına engel olamayıp, serbest bıraktı. Madem kendisi tutsaktı, gözyaşları özgür kalabilmeyi öğrenmeliydi. Yaşının verdiği duru bir hassasiyetle, makyajının akmasına bile aldırmadan içinden geldiği gibi ağlamaya başladı. Makyajından akan her bir parça, bedenindeki kirli bir parçayı atıyordu sanki. Tekrar temiz, masum hâline geri dönmek istiyordu.

Ağzından çıkan her sessiz hıçkırık, karanlıkların içinde hapsolan bir kuş gibiydi. O kuşu tekrar hürriyetine kavuşturmak istiyordu. Çünkü içindeki tek beyaz kuşun sevgi olduğunu biliyordu ama ona aldanmayacaktı asla. Sevginin gücünü, şimdi ona yapılan zoraki evlilikle görebiliyordu. Bir daha ne sevgiye ne de sevginin tonlarına asla aldanmayacaktı.

Annesi elini kızının çökmüş omuzlarına dayayıp, kendisine doğru çevirdi. Zehra’nın masum yüzünü avuçlarının içine alıp, kendi yüzünün hizasına getirdi.

“Ağlama Zehra’m.” diyebildi sadece.

Zehra ise hıçkırıklarının arasından, “Anne, babam beni sevmiyor mu?” diyebildi haykırırcasına. Hıçkırıklarının arasından bir girdaba saplanıp da kurtulamaz hâle gelmişti âdeta.

“Tabii ki seviyor kızım!” Daha fazla tutsak kalamayan gözyaşları, bir nehir gibi yanaklarından süzülmeye başlamıştı annesinin. O da aynı kaderin kurbanıydı çünkü. Daha on dört yaşındayken, zorla evlendirilmişti adaletsiz bir şekilde. Töre denilmişti sadece onlara. Evlilik yaşı geldi mi, evlenmek onlar için şarttı.

Töre, zehirli bir hançer gibi Latife Hanım’ın göğsüne saplanmıştı. Şimdi de tatmin olduğu bedenden çıkıp, masum bir kıza saplanmıştı ve aynı yaranın kalıcı izlerini bırakmıştı. Onu bu boş hayattan, kötü emellerden uzak tutmaya çalışmıştı ama yapamamıştı. Haşim Ağa için sadece amaçsız gelenekleri vardı.

“O zaman neden ben de diğer çocuklar gibi değilim? Neden ben de onlar gibi okula gitmeyip, zorla evlendiriliyorum? Anne, ben daha on üç yaşındayım.”

Zehra, içindeki nefreti, acıyı daha fazla tutamıyordu. Babasını o denli sevmesine rağmen, aynı sevgiyi ondan görememesi kalbini acıtıyordu. Elini yumruk yapıp göğsüne koydu ve kalbinin derinliklerinde mahsur kalan son hıçkırığını serbest bıraktı. Kalbindeki acı bir türlü azalmıyordu. Bazen tutsak etse bile, bu acı katlanılmaz oluyordu.

Latife Hanım, kendisinin ve kızının gözyaşlarını silip, sorusuna cevap verdi fısıltılı bir şekilde:

“Kızım, gelenek böyle. Yaşıtların evlendi bile. Elden bir şey gelmez. Mecbur boynunu büküp ‘Evet’ diyeceksin. Başka çıkış yolu yok.”

“Buradan kaçalım anne.”

“Zehra, bunu yapamam. Baban ikimizi de öldürür.”

Kızının minicik ellerini avuçlarının içine alıp öptü. Kızını çok seviyordu ama Haşim Ağa’ya karşı gelemezdi asla. Karşı gelmenin cezasının ölüm olduğunu biliyordu.

“O zaman buradan kaçmama yardım et anne. Ben evlenince mutlu olacağımı mı sanıyorsun? Daha o adamı tanımıyorum bile ve duyduğuma göre benden çok büyükmüş.” dedi, destek bekleyen bir ses tonuyla.

Annesi ise kızının sözlerini duyar duymaz, gözlerini hızla Zehra’nın gözlerine sabitledi ve sert bir ses tonuyla devam etti:

“Zehra, yapamam. Beni zor durumda bırakma lütfen.”

Latife Hanım’ın endişesi yersiz değildi. Haşim Ağa, asla geleneklerini görmezden gelmeyip, kızını hiç acımadan vururdu.

“İyi o zaman, kızını kaybedersin anne!”

Annesinin ellerini hızla ittirip arkasına döndü. Kararlıydı Zehra. O adamla evlenmektense, tek başına kaçardı. O adamın karısı olacağına, kara toprağın olurdu; daha iyiydi. En azından bu acı dolu dünyadan kurtulabileceğini düşünüyordu ama yanılıyordu.

Tahtadan yapılma eski kapının hafifçe tıklatılıp açılmasıyla Zehra kapıya doğru döndü. Kapıdaki, kırklı yaşlarındaki esmer, soğuk görünüşlü kadın Zehra’yı göz ucuyla süzdükten sonra, aradığını bulmuşçasına gülümseyerek konuşmaya başladı:

“Zehra, hadi herkes seni bekliyor.”

“Tamam.” dedi Zehra, fısıltıyla gelen kişiye. Gelen kişi, cevabı duyar duymaz ayrılmıştı yanlarından.

Zehra hemen arkasını dönüp makyajını silmeye başladı. Gelinliğinin koluna kırmızı ruj lekesinin bulaşmasına dahi aldırmadan, dudağını koparırcasına sildi. Kırmızı, en nefret ettiği renkti. Siyahın içinde kaybolmuş bir renkti. Kırmızıdan nefret ettiği kadar, beyazdan da nefret ediyordu artık.

Annesine bakma gereği bile duymadan:

“Git anne, makyajımın akan kısımlarını silip ineceğim.” dedi keskin bir ses tonuyla.

“Tamam kızım. Üzülme artık, bak ben de üzülüyorum sonra. Belki iyi bir adamdır. Her şeyi zaman gösterecek ve bu kaçma fikrinden de vazgeç.”

Üzülseydi, böyle bir şeye razı olmazdı; yüzyılın saçma geleneğini sürdürmekte babama yardım etmezdi, diye söyledi içinden.

Annesi sessiz adımlarla kapıya doğru yöneldi. Kapının kapanmasıyla Zehra nasıl kaçacağını düşündü. Etrafına bakındı bir süre; küçücük, tek bir penceresi olan, kendince yapayalnız olan soğuk bir odaydı sadece. Zehra, doğduğundan beri bu odada yaşamıştı. Tüm hayallerini bu odada kurmuştu ama şimdi tüm kurulan o hayaller, tahtadan bir kule gibi tek hamlede devrilip bir kenara atılmıştı.

Asla babasına karşı gelmezdi ama bu sefer gelecekti. Çünkü bu kadarı fazlaydı onun için. En azından hayalleri için…

Canı bir şeye sıkıldığı zaman, bu pencereden atlar arkadaşlarıyla buluşurdu. Şimdi ise bu pencereyi sonsuza kadar kaçmak için kullanacaktı ama bu gelinlikle yapamazdı. Topuklu beyaz ayakkabılarını çıkarıp yere fırlattı. Duvağını tek bir hamlede söküp, aynadaki yansımasına fırlattı. Siyah gelinlikten bir parça koparmanın verdiği sevinç duygusuyla, üzerindeki gelinliği de çıkarmayı denedi ama yapamadı. Gelinliğin ağır yükü, sırtındaki zinciri açmasını engelliyordu. Fazla vaktinin de olmadığını biliyordu. Bir üzerindeki gelinliğe, bir de pencereye baktı. Her şeyi göze alarak pencereye çıkıp atladı.

Atlamanın verdiği şiddetle dizlerini acıtmıştı. Gelinliğindeki kanı görünce, acıyla ayağa kalktı. Gelinliğini hafif kaldırınca dizlerinin kanadığını gördü ama dayanılmaz olan acıya ve akan kana aldırmayarak arka tarafa doğru yöneldi. Evlerinin tek bir kapısı vardı; o da şu an düğüne gelenlerle meşguldü.

Tekrardan acısını unutarak, karşısındaki taş yığınlarından oluşan duvardan atlayacaktı. Eğer şimdi yapamazsa, bir daha yapamayacağını biliyordu. Sonsuzluk çok uzaktaydı, aynı zamanda mutluluk da… Ama deneyecekti.

Dizlerindeki acıya aldanmayıp, koşarak boyundan biraz daha yüksek olan sert duvara tırmandı ve atladı. Çok yüksek olmadığı için kolaylıkla atlayabilmişti ama dizleri daha da kanayıp, acısı şiddetlenmişti. Yavaşça ayağa kalktı. Sendeleyerek birkaç adım atmıştı ki arkasından gelen bir feryada kulak verdi:

“Gelin kaçıyor! Gelin kaçıyor!”

Sesin geldiği yöne doğru başını hafifçe döndürdüğünde, bir adamın koşarak ona doğru bağırdığını gördü.

Şimdi yapabileceği tek bir şey vardı: Koşmak.

Dizi o kadar çok acıyordu ki bunu yapabilecek miydi, bilmiyordu. Yine de tüm acısına rağmen, gelinliğini kaldırabildiği kadar kaldırıp gücünün yettiği yere kadar koştu. Çıplak ayakları yere her basışında, hedefine bir adım daha yaklaştığını hissedebiliyordu. Mutluluğa koşmanın verdiği heyecanla, dizindeki acıyı bile kısa bir süreliğine unutmuştu.

Mutluluk ondan alınıp, bir balon gibi masmavi gökyüzüne serbest bırakılmıştı ama şimdi o balonu ipinden tutup sımsıkı sarıp asla bırakmayacaktı. Mutluluk ondan alınmıştı, evet, ama o tek başına bulacaktı.

Arkasından gelen onlarca ayak sesi, sert ve soğuk zemine görünmez ayak izleri bırakarak peşinden geliyordu. Artık acısına dayanamayarak, sağdaki ilk sokağa girdi. Kapısı açık bir ev görünce, hiç düşünmeden içeriye girip kapıyı kapattı. Nefes nefese kalmıştı. Korkunun tüm etkileri, kollarını küçük bedenine sarıp titremesine neden olmuştu.

Bir anda kendini sessiz avluda, sert zemine yığılmış bir şekilde buldu. Bayılmıştı Zehra…

Ama birinin bu evde yaşayıp da onu kurtaracağından habersizdi.

Ve bu kişi bir erkekti.

Artık her şey Zehra için daha da zorlaşacaktı.

Mutluluğu ipinden sımsıkı yakalamak için kaçmıştı ama şimdi o ip, tekrar elinden sessiz bir şekilde ayrılmıştı.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bölüm : 09.12.2024 10:09 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...