11. Bölüm

11. Bölüm

Kübra
kbrbooks

“Selim, neden böyle yapıyorsun? Bu, ikiniz için de iyi olacak.”

Selim’in annesi, Zehra’nın cevap vermesini beklemeden hemen söze karışmıştı. Çünkü Zehra da gitmekten vazgeçebilirdi.

 

“Ama…” Selim sözüne devam edecekken, annesi tekrar sözünü kesti.

“Aması falan yok. Yalnızca bursunla ikiniz birden mi geçineceksiniz?”

 

Selim, düşünür gibi yaptı. Zehra ile evleneli neredeyse bir buçuk ay olacaktı. Şu ana kadar pek zorlanmamıştı ama annesi haklıydı; her şey ikiye katlanmış, parası hızla tükenmek üzereydi.

 

“Eğer Bursa’yı, komşuları düşünüyorsan boş ver. Duyarlarsa da zamanla unuturlar, alışırlar.”

Annesi, oğlunun aklını okur gibi bu sözleri söylemişti. Açıkçası o da bu konuda endişeliydi. Herkes kötü gözle bakabilirdi onlara ama işin iç yüzünü bilmiyorlardı ki. Bir insan, bir başkasını tanımadan önce hakkında konuşmamayı öğrenmeliydi.

 

Selim, derin bir nefes vererek annesine baktı. Çabuk ikna olmuş gibiydi.

“Peki anne, sen nasıl istersen. Ama bak, eğer zorlanırsan Zehra’yı tekrar buraya göndereceksin.”

 

“Neden zorlanacakmışım ki? Sen bunları düşünme, git de dinlen. Ne kadar çok yorulduğunu biliyorum,” dedi Sevim Hanım, gülümseyerek.

Selim’in göz altları uykusuzluktan siyahlaşmıştı. Bu kadar ders çalışmasını istemiyordu ama elinden bir şey gelmezdi, yalnızca destek olabiliyordu oğluna.

 

Selim, bakışlarını kaçırırken “Peki,” dedi duyulmayacak bir sesle. Odasına geçip annesi için battaniye, çarşaf ve yastık getirdi.

“Eğer istersen, benim yatağımda yatabilirsin Zehra’yla beraber.”

 

“Saçmalama, o küçük yatağa nasıl sığalım? Ben şurada kendime bir yer kurarım şimdi,” dedi ve Selim’in elindekileri alarak halının üzerine küçük bir döşek serdi.

 

“Tamam,” derken Selim elini saçlarından geçirdi. “O zaman size iyi geceler.”

“İyi geceler.”

Selim’in annesi iyi geceler derken, Zehra bir şey söylememişti. Tüm bu olanları hâlâ anlayamıyordu; şaşkındı. Selim onun gitmesini istemiyordu ama neden? Tüm bunlara kafa yorarken bir çözüm yolu bulamamıştı. Evet, kendisi de gitmek istemiyordu ama başka çaresi yoktu. Selim ne zamana kadar onları geçindirebilirdi ki?

 

“Zehra, uyumayacak mısın? Yarın çok yorucu bir gün olacak.”

Sevim Hanım’ın sesiyle kendine gelen Zehra, “Ha?” dedi istemsizce. Sonra kelimeler bir bir zihnine yerleşince, “Uyuyacağım şimdi,” dedi mahcup bir şekilde. Kalkarak yerini hazırladı ve ışıkların kapanmasıyla uyumaya çalıştı.

 

 

 

 

 

 

 

Sabah erkenden Sevim Hanım ile Zehra kalktılar. Selim ise okuluna gitmişti. Gerçi gitmek istememişti ama annesinin ısrarlarına boyun eğerek gitmek zorunda kalmıştı. Giderken, onları uğurlamaya gelmeleri için aramalarını sıkı sıkı tembih etmişti.

 

Sevim Hanım, evi temizleyip toparlarken bir yandan da Zehra’nın hazırlanmasını istemişti. Zehra kısa sürede toparlanınca, elinde küçük bir valizle karşısına çıktı.

 

“Hazır mısın?” diye sordu inanamayarak. “Ne kadar çabuk hazırlandın öyle?”

Daha önce hiç bu kadar kısa sürede hazırlanan birini görmemişti. Kendisi veya Gizem bir yere gideceği zaman saatlerce, hatta bazen günlerce hazırlanırlardı.

 

“Evet,” dedi Zehra masumca. “Tüm eşyam bu kadar.”

 

Sevim Hanım, Zehra’nın elindeki küçük valize baktı. Siyah renkteydi ama her yeri yıprandığı ve kirlendiği için rengi griye dönmüştü. İki tekerlekli bir valizdi ve tekerleklerinden biri de kırıktı. Üzgünce bakarken dudaklarını ısırdı.

 

“Aslında buradaki kıyafetlerini bile getirmeyebilirsin.”

Sonra aklına kaybettiği kızı Sinem gelince, “Kaç yaşındasın?” diye sordu. Sinem’in kıyafetleri ona olabilirdi. Eğer ölmeseydi, şu an on yedisine basıyor olacaktı.

 

“On dört. Geçen gün on dördüme girdim.”

“Ya! Demek doğum günündü.”

Zehra başıyla onaylarken, “Benim bir kızım vardı önceden ama şimdi ayrıldı yanımızdan,” dedi duygulanarak. Sonra duygularına hâkim olarak sözlerine devam etti. Geçmişi hatırlamak yalnızca ona acı veriyordu.

“Onun bir sürü kıyafeti vardı, sana tam olurlar. Bedenleriniz hemen hemen aynı,” dedi ve omuzlarından tutup eğildi.

 

Zehra dudaklarını bastırarak, “Teşekkür ederim ama yine de getirebilir miyim?” dedi solgun gözlerle.

“Tabii, getirebilirsin.”

Zehra’nın üzüldüğünü anlamıştı. Uzatmadan valizini aldı ve kenara koydu. Sonra ellerini avuçlarının içine aldı.

“O zaman, anne ve babanı görmeye gidebiliriz, öyle değil mi?”

 

Zehra tekrar başıyla onaylarken, çabucak hazırlanıp evden çıktılar.

Dün gece hiç uyuyamamıştı Zehra. Bu yüzden bitkin ve yorgundu ama şimdi heyecanlanmıştı. Bugün annesini, çok özlediği annesini görecekti. Gözleri dolarken, ondan nasıl ayrılabileceğini düşündü. Ondan ayrılmak, bedeninden bir parçanın kopması gibiydi. Saçlarını tarayan ellerin, başını öpen dudakların artık olmaması demekti. Annesini görmeden yaşamak, onunla aynı şehirde nefes almamak ruhunu acıtıyordu. Ruhu âdeta bir girdabın akıntısına kapılıp yok oluyordu. Elini yumruk yapıp kalbinin üzerine koydu ve derin bir nefes verdi.

Belki de annesi dayanamazdı ve kızının gitmesine izin vermez, onu yanına alırdı.

 

Konağa vardıklarında, iki katlı ve daha çok beyazın hâkim olduğu eski, soluk evlerine baktı. Abileriyle—özellikle de Murat abisiyle—oynadığı oyunlar sessizce kulağında çınlarken, buradan nasıl ayrılabileceğini düşündü. Annesiyle birlikte çardakta oturup anılarından bahsettikleri zamanlar gözünde canlandı.

Annesine olan benzerliğinden dolayı, onları kıskanan komşulara yalnızca kendinden emin bakardı. Ama bu kendini beğenmişlik, kendisini üstün gördüğünden değil, annesine benzediği için duyduğu mutluluktandı.

Annesine sarıldığı anlar, bazen uyuyamadığında yanına gidip hikâyeler anlatması aklına gelince gözünden bir damla yaş süzüldü.

Annesini bırakamazdı. Onu tek başına burada bırakamazdı.

 

“Hadi Zehra, içeri geçelim.”

Sevim Hanım’ın sesiyle kendine geldi. Orta yaşlı kadının adımlarına uydu ve sessizce onu takip etti. Konağın avlusuna girdiklerinde, abileri kapı önünde durmuş gülüşüyorlardı.

Ömer’in ötekileri dürtmesiyle Zehra’yı fark ettiler ve yanına geldiler.

 

“Burada ne işin var, Zehra?”

Mehmet, Zehra’ya bakarken onu sakince süzdü. Ağladığını fark etmişti. Mehmet çok ağırbaşlıydı, babasına çok bağlıydı ama bazen fedakâr olmasını da bilirdi.

“Ağladın mı sen?”

 

Zehra, dudaklarını ısırarak başını hayır anlamında salladı. Abisinin bu cümleyi kurması onu daha çok üzmüştü ve hıçkırıklarını zor bastırıyordu.

Sevim Hanım’ın bakışları Zehra’yı bulurken derin ifadelerle baktı. Ağladığını hiç fark etmemişti ama sonra ona hak verdi. Bu küçük yaşta ailesinden uzağa gidecek olması kolay değildi. Mehmet’e doğru dönerken, “Ben Selim’in annesiyim. Zehra’nın babasıyla bir şey konuşmam lazım.” dedi, Mehmet’e bakarken.

Mehmet ve diğerleri şaşkınlıkla kadına bakarken, “Babamız içeride.” dedi Ömer, konağın giriş kapısını gösterirken.

“Teşekkür ederim.” diyerek ilerledi Sevim Hanım, Zehra’nın ellerinden tutarak. Kahverengi tahta kapıdan içeriye süzülürken Haşim Ağa’yı bulmak zor olmamıştı. Hemen kapısı açık olan sağ taraftaki ilk odada oturuyordu. Yanında da Murat vardı. Murat onları fark ederken, Sevim Hanım odayı incelemeye koyuldu. Doğrusu, böyle bir odayı daha önce hiç görmemişti. Geleneksel bir odaya benziyor, diye düşündü. Odanın her iki tarafında tahtadan yapılmış koltuklar ve üzerlerinde ise yumuşacık minderler vardı. Duvarların birkaç tarafı Diyarbakır’ın yöresini anımsatacak olan tablolarla süslenmişti. Bir tarafında ise henüz bitmemiş olan bir halı dokuması vardı. Üzerinde ise altın harflerle Diyarbakır yazıyordu ve Diyarbakır’ın surlarını içeren bir resim el emeğiyle halı üzerine işlenmişti. Duvar ise açık altın sarısı bir renge boyanmış ve tam ortasındaki duvar kağıdı baştan sona yerleştirilmişti.

Sevim Hanım etrafı titizlikle incelerken, Haşim Ağa’nın kalın sesi sessizliği bozdu. “Buyurun, kime bakmıştınız?” dedi, şaşkın bakışlarını kadının üzerinde gezdirirken.

Sevim Hanım kendinden emin bir şekilde yaşlı adama baktı. “Ben Selim’in annesiyim. Buraya sizinle bir şey konuşmak için geldim.”

Haşim Ağa arkasına yaslanırken, gözü Zehra’ya takıldı. Başını eğmiş, yalnızca olanları dinliyordu. Kızı bayağı yıpranmıştı ama pek umurunda olmasa gerek, konuşmaya devam etti.

“Sizi dinliyorum.”

“Zehra’yı yanımda götürmek istiyorum, Bursa’ya.” Haşim Ağa yerinden kalkarak onlara doğru ilerledi ve bir süre konuşmadı. Eli çenesinde gezinirken, düşünür gibi yaptı.

Baştan aşağı süzerken, “Zehra’ya iyi bakacağını söylüyorsun yani.” dedi, alayla sırıtarak.

“Hem de kendi kızımmış gibi.” Sevim Hanım çenesini dikleştirerek, karşısındaki adama baktı, gözünü dahi kırpmadan.

“Zaten o artık benim kızım olmadığına göre al götür, nereye istersen oraya götür.” dedi Haşim Ağa umursamazca.

“Sen ne biçim adamsın be!” Sevim Hanım kendine hâkim olamayarak bağırmaya başlamıştı. Bir insan kızından değersiz bir eşyaymış gibi öylece bahsedemezdi.

“Bana bak kadın, sen kim oluyorsun da benimle böyle konuşuyorsun?” diye bağırdı Haşim Ağa. Bir anda dikleşerek Sevim Hanım’ın üzerine doğru yürüdü ama Murat onu durdurmuştu.

Sevim Hanım yüzünü buruşturarak, “Utanmadın mı?” diye sordu sinirle. “Küçücük kızını yaşlı bir adama verirken hiç mi utanmadın, hiç mi canın acımadı?”

“Utanmadım.” dedi Haşim Ağa, hiç tereddüt etmeden, net bir ifadeyle söylemişti. Biraz daha sakinleşmişe benziyordu.

Zehra, bu son kelimeler üzerine Sevim Hanım’ın ellerini bırakarak koşmaya başladı. Bu sözler yeterince ağır gelmişti küçük bedenine. Babası ona hiçbir zaman şefkat göstermemişti. Şimdi bile ondan değersiz bir eşyaymış gibi bahsediyordu. Avluya koşarken ağlayarak çardağa doğru ilerledi. Gözü bulanık bir şekilde çardaki yıpranmış kadına rastlayınca, koşarak boynuna atladı. “Anne,” dedi en şefkatli ses tonuyla. Ardından annesini öpücüklere boğdu. “Seni çok özledim anne.” Latife Hanım da ağlayarak kızına sarılırken bir yandan da saçlarını, yanaklarını, ellerini öpüyordu.

“Bende seni özledim kızım.” Ellerini avuçlarına alarak tekrar öptü.

“Anne,” dedi Zehra temkinli bir şekilde. “Beni buradan götürmek istiyorlar.”

“Biliyorum, konuşulanları duydum.” dedi, Zehra’nın yüzüne bakmamaya çalışarak.

“Beni bırakma anne. Gitmek istemiyorum.” Zehra annesinin yüzüne bakarken annesi yere bakmayı tercih ediyordu.

“Elimden bir şey gelmez. Gitmek zorundasın.” Latife Hanım gözyaşları arasında kekeleyerek bunu söyleyebilmişti.

“Lütfen anne. Söz veriyorum varlığımla yokluğum belli olmayacak. Lütfen, yeter ki senin yanında kalayım.” Zehra annesine acı dolu gözlerle yalvarırken bir yandan da ayaklarına kapanıyordu.

“Baban seni istemiyor, burada kalamazsın.”

“Ama ben seninle kalmak istiyorum. Neden beni anlamıyorsunuz? Hayatım boyunca mutlu olamayacak mıyım ben?” dedi bağırırken. O sırada Murat yanına gelmişti ama geldiğini bile fark etmemişti. “Beni hiç mi sevmiyorsunuz?” dedi, sorarcasına.

“Evet, sevmiyoruz.” dedi Latife Hanım ama bu kızgınlıkla aniden çıkmıştı dudaklarının arasından, yoksa seviyordu. Zehra ona şaşkınlıkla bakarken ardından devam etti. “Tabii ki seviyoruz seni ama bu hayat sana göre değil Zehra’m. Sen buralarda yaşayamazsın. Bursa’da daha çok mutlu olacaksın. Buna inanıyorum.” Kızının saçlarına dokunmaya çalışarak uzandı ama Zehra ani bir hareketle geri çekildi.

“Siz benden tamamen kurtulmak istiyorsunuz.” dedi çardaktan hüzünle çıkarken. Annesi peşinden koşarken bağırdı.

“Öyle bir şey yok Zehra. Ben seni dünyalar kadar seviyorum.” Zehra’yı tutup arkadan sarıldı.

“Eğer beni sevseydin gitmeme mâni olurdun anne.” dedi ve kollarını üzerinden çekerek yürümeye devam etti.

Sevim Hanım, Zehra’yı göz ucuyla ararken onu avlunun ortasında görünce, “Zehra!” diye bağırdı. Zehra ona sebepsizce bakarken, Selim’in annesine doğru yürüdü, ta ki Murat onu durdurana kadar.

“Ağlama kardeşim.” dedi Murat, Zehra’ya sarılırken. “Birkaç yıla İstanbul’a taşınacağız kardeşlerimle. O zaman seni boşatacağım o adamdan. O zaman istediğin gibi özgür olabilirsin. Şimdi yalnızca bekle, biraz sabret olur mu?” Murat en küçük kardeşine gelecek planlarını anlatırken kararlıydı. Kardeşini bu çektiği azaptan kurtaracaktı ama bunun için daha çok zaman vardı. Yalnızca dişini sıkıp beklemeliydi birkaç yıl.

Zehra hâlâ omuzlarında ağlarken, Sevim Hanım gelerek kolundan tuttu ve “Merak etmeyin, ona çok iyi bakacağım. Bundan hiç şüpheniz olmasın.” dedi, Zehra’yı geri çekerken. Zehra geri çekilirken abisine minnet dolu gözlerle baktı ve fısıldayarak teşekkür etti.

“Teşekkür ederim.”

“Merak etme kardeşim, yalnızca sabret.” dedi ve eşyalarını alarak arabaya taşıdı. Onları havaalanına götürmeye karar vermişti. Bu karda kışta tek başlarına gidemezlerdi.

Sevim Hanım, Zehra’yı elinden tutarak arabaya kadar götüreceği sırada Latife Hanım ellerine kapanarak, “Lütfen,” dedi yalvararak. “Kızıma çok iyi bakın.” Zehra hâlâ ağlarken son kez annesine baktı. Onu seviyordu, biliyordu, ama bu hayat kavuşmalarını engelliyordu.

Sevim Hanım gülümseyerek, “Merak etmeyin, kendi kızım gibi bakacağım,” dedi ve Zehra’nın annesi, gidinceye kadar onu dua yağmuruna tuttu.

Son kez kızına sarılırken, “Seni çok seviyorum Zehra, ama ne yapalım, hayat böyle. Keşke seni alıp buralardan gidebilsem ama yapamam. Belki bir gün yine karşılaşırız Allah’ın izniyle,” dedi, gözyaşları bir ırmak gibi akarken. Zehra tekrar annesine sarıldı, son kez yanağından öptü ve istemeye istemeye arabaya yöneldi. Abileriyle tek tek vedalaşırken, babası onu uğurlamaya gelmemişti; lakin Zehra aldırmadı. O adamda vicdan denen bir şey kalmadığına, şu an hiç olmadığı kadar emindi.

İç çekişlerini durdurmaya çalışarak arabanın arka tarafına geçip oturdu ve kafasını cama dayadı. Kar yeniden yağmaya başlarken, buğulu camın ardından lapa lapa yağan karı ve Diyarbakır’ın sessiz surlarını seyretti.

Kar, hafif hareketlerle cama çarpıyor, şekilsizce yerleşiyordu. Görüş alanı daralırken camın buharını tek eliyle sildi ve son kez doğduğu, büyüdüğü şehre hüzünle baktı. Buraya bir daha ne zaman gelirdi bilmiyordu ama burayı bırakamayacağı kesindi.

Yol boyunca süren sessizlik, havaalanına varınca bitmişti. Sevim Hanım ile Murat valizleri çıkarırlarken içeriye geçtiler. Zehra, boş olan yolcu koltuklarından birine otururken, küçük kıza valizleri teslim ettiler ve biletleri almaya koyuldular. Zehra sessizce otururken omzuna dokunan el ile yerinden sıçrayacak gibi oldu. Arkasına hızla dönerken, karşısında Selim’i görünce rahat bir nefes aldı.

“Çok şükür ki size yetişebildim,” dedi Selim, hızlı bir şekilde nefes alıp verirken. Selim’in saç dipleri terlemişti ve ellerini dizlerine sabitleyerek rahatlamaya çalışıyordu. Zehra, buraya yetişebilmek için koştuğunu anlamıştı.

“Yetişebilmişsin.” Sevim Hanım oğluna bakıp gülümserken, bir yandan da biletleri çantasına yerleştiriyordu. “Uçağın kalkmasına on beş dakika var daha. Neyse ki son kez seni görebildim.”

Selim’in annesi oğluna şefkatle sarılırken, Murat da tekrardan Zehra’ya sarılmıştı hem de sımsıkı. “Her şey yoluna girecek, merak etme,” dedi fısıldayarak. Zehra başıyla onaylarken abisinin gözlerinin içine baktı. Kahverengi gözlerindeki güveni, acıyı, hüznü, her şeyi görebiliyordu.

“Anne, lütfen Zehra’ya iyi bak.” Selim’in sözleri tüm bakışları üzerlerine çevirirken devam etti: “Bakacaksın değil mi?”

Annesi, oğlunun omuzlarına vurarak, “Ben kötü birisi miyim ki bana böyle imalarda bulunuyorsun?” dedi sitemle. Açıkçası bu sözler onun kalbini kırmıştı. Bir çocuğa karşı asla kötü olamazdı.

“Hayır, ondan değil,” dedi Selim hemen, kendisini savunmaya geçerek.

“Neyse, biz gidelim artık,” dedi annesi, uçağın kalkışını haber eden anonsu duyar duymaz.

“Peki,” dedi Selim üzgünce. “Ben sana güveniyorum ama yine de söylemek istedim.”

Sevim Hanım’ın kalbi kırılırken, oğlunun yüzüne baktı ve tekrar sarıldı ama bu seferki, daha çok üzgün bir sarılmaydı. Oğlunu uzun zamandır görmemişti ve yalnızca bir gün hasret giderebilmişlerdi. Zehra da Murat ile vedalaşırken sıra Selim ile Zehra’nın vedalaşmalarına gelmişti.

Zehra utangaçça beklerken, Selim eğilerek boylarını eşitledi ve Zehra’ya baktı ama Zehra gözünü kaçırıyordu. Utandığını anlamıştı; yine de alnına minik bir buse bırakmadan edememişti. Zehra ürpertiyle bir anda Selim’e bakarken, yanaklarının al al olduğunu hissedebiliyordu.

“Kendine iyi bak, olur mu? Eğer…” dedi, cümlesini tamamlayamadan bir süre durdu. “Eğer…”

Selim’in sözlerini bölen anons sesi üzerine, Sevim Hanım “Hadi, geç kalıyoruz,” dedi ve Zehra’nın ellerinden tutarak koşmaya başladı.

Zehra, arkasından son kez bakarken abisi valizleri taşıma işini bitirmiş el sallıyordu. Selim ise olduğu yerde dikilmişti, şaşkınca. Dudakları belli belirsiz kımıldarken, okuyabildiği tek bir kelime olmuştu:

“Hoşça kal.”

 

Bölüm : 06.05.2025 23:27 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...