
Uçaktan indiklerinde bir taksi tutup evin yolunu tuttular. Artık Zehra, Diyarbakır’dan tamamen uzaklaşmıştı. Buna hâlâ inanmakta zorlanıyordu. Acıları tek tek azalırken gülümsemesi de yok olmuştu. Taksinin penceresini açarak kolunu dışarı çıkardı; koluna çarpan buz gibi hava parmaklarını dondururken bağırmak istedi, hem de olağanca gücüyle. Her şeyi içine atarken neler olacağını görmek için sabırsızlanıyordu. Belki bir gün mutluluk, sonsuza dek karşısına çıkabilirdi.
Bursa’nın muhteşem güzelliğini seyrederken kaldırım üzerinde yürüyen insanlara göz gezdirdi. Hepsi ayrı bir âlemdeydi. Kiminin elinde telefon vardı, kimi çocuğunun elini tutmuştu, kimi ise sohbet ediyordu, kimi ise yalnızdı. Derin bir nefes vererek insanları ve acılarını izlemeyi bırakıp camı kapattı. Kafasını yumuşak koltuğa koyarken bir süre hiçbir şey düşünmemek istedi.
Taksi, Sevim Hanım’ın verdiği adresle birlikte evlerden birinin önünde dururken arabadan sessizce indiler ve Zehra, karşısındaki beyaz renkli, iki katlı eve baktı. Çevresini sarmalayan büyük bir bahçesi ve içinde de meşe ağacına benzeyen birkaç ağaç vardı ama ağaçların yaprakları, kış mevsiminden dolayı dökülmüş, çıplak dallarını sergiliyordu etrafa.
Gördüğü ev, göründüğü kadarıyla oldukça lüks bir yere benziyordu. Zehra afallarken Selim’in annesine valizleri taşımasında yardım etti. Eve doğru ilerlerken, ağaçlardan birinin kalın dalına yapılmış salıncağı gördü. Hafifçe gülümserken Sevim Hanım kapı zilini çaldı ve beklemeye başladılar. Birazcık beklemenin ardından kapıyı açan kişiye baktı Zehra. Uzun boylu, kumral, kahverengi gözlü, hoş bir kızdı. Selim’e benzerliği ise gözünden kaçmamıştı. Hâlâ genç kızı baştan aşağı süzerken kendisinden pek de büyük olmadığını fark etti. Henüz on sekizine basmamış bir kızdı. Yalnızca Zehra’dan birkaç yaş büyüktü.
Aynı şekilde karşıdaki kız da onu incelerken Sevim Hanım’a döndü ve eliyle Zehra’yı gösterdi.
“Bu kim?” diye sorarken Zehra utanarak başını öne eğdi.
“Sana da merhaba Gizem. Ayrıca da hoş bulduk.”
Sevim Hanım, Gizem’i duymamış gibi içeri girerken Zehra’ya da içeri gelmesi için işaret etti.
Zehra sessizce içeri girerken valizini kenara koydu ve evin büyüklüğüne baktı. Bu evin dışı kadar içi de güzeldi. Duvarda asılı, anlamlarını bilmediği tablolar, çini işlemeli vazolar, altın sarısı duvar boyası, modern bir koltuk takımıyla gayet hoş görünüyordu. Mutfak ise hemen misafir odasının yanındaydı; odaya geçerken görebildiği kadarıyla güzel ve modern bir mutfaktı. Misafir odasının çaprazında da başka bir oda bulunuyordu. Bunlar henüz aşağı kısımdı; üst kısmı görmek için sabırsızlanıyordu. Selim’in zengin olduğunu bilmiyordu Zehra, ya da saklamayı tercih ediyorlardı.
“Evi beğendin mi?”
Kendisine sorulan soruyla istemsizce bakışları orta yaşlı kadına kaydı. Hafifçe başını sallarken beğendiğini belirtti.
“Artık söyleyecek misin bu kızın kim olduğunu? Dün gece apar topar ‘Selim’in yanına gidiyorum’ diye gittin, şimdi de yanında bir çocukla geri dönüyorsun?”
Gizem sabırsızlıkla bu soruları sıralarken annesine baktı; son üç yıldır ısınamadığı annesine.
Annesi derin bir nefes alarak Zehra’nın yanına oturdu ve Gizem’e de oturması için işaret etti. Gizem otururken anlatmaya başladı.
“İsmi Zehra,” dedi sakince, Zehra’yı gösterirken.
“Yoksa evlatlık mı aldın?”
dedi alayla Gizem, gülerken. Annesi başını hayır anlamında salladı.
“Bu kız…” dedi bir süre duraksayarak, sonra tüm cesaretini toplayarak devam etti.
“Bu kız Selim’in evlendiği kişi, yani eşi.”
Gizem, duyduğu cümlelerle dehşetle annesine bakarken afalladı. Doğrusu bu cümleyi kurmasını beklemiyordu.
“Bu bir şaka olmalı,” diye düşündü.
Kahkahayı patlatırken annesi ile Zehra şaşkınlıkla ona bakıyorlardı.
“Ne?” dedi bilmezden gelerek.
“Yaptığınız şakaya gülüyorum.”
“Bu bir şaka değil.”
Sevim Hanım ciddileşirken Gizem’in yüzü düştü.
“Ne demek şaka değil?”
“Basbayağı işte, şaka değil.”
Birden ayağa kalkarak tekrardan Zehra’yı gösterdi.
“Bu daha çocuk, anlıyor musun çocuk? Şaka değil de ne o zaman?”
Bir o tarafa, bir bu tarafa kulaç atarken ellerini başının arasına aldı.
“Şaka gibi,” dedi bağırarak.
“Ama değil.”
Annesi de ayağa kalkarken dolan gözlerle bağırmıştı.
“Anlıyor musun? Gerçek,” dedi, kalbi parçalanırcasına.
Şaka olmasını o kadar çok isterdi ki ama değildi işte.
“Bu ne ya? Bu kız abimle nasıl evlenir? Hangi devirde yaşıyoruz?”
Eliyle Zehra’yı gösterirken yüzüne bile bakmıyordu. Gizem’in yüzü kaskatı kesilmişti ve titriyordu.
Zehra, tüm olanlara sessizlikle bakarken bir anlığına yok olmayı diledi. Her şey yüzüne bir bir çarparken çektiği acı katbekat artıyordu. Şu an gitmemek için kendini zor tutuyordu. Titremeye başlamışken Sevim Hanım’ın onu fark etmesiyle yüzüne baktı, korktuğunu belli ederek.
Sevim Hanım, Zehra’yı elinden tutup kaldırırken
“Çocuğu korkutuyorsun. Biraz daha sakin olur musun?”
dedi dişlerinin arasından.
Gizem tekrar bağırdı.
“Olamam! Saçmalık bu!”
Bağırışı âdeta yerleri inletiyordu. Zehra tekrardan titrerken Sevim Hanım elini sımsıkı tuttu ve yürümeye başladı.
“Hiçbirimiz bunun iyi bir şey olduğunu demiyoruz.”
Merdivenleri çıkmaya başlarken
“Zehra’yı odasına götürüp geleceğim. O zaman sana tüm olanları anlatırım.”
dedi yukarı çıkarken. En sağdaki odalardan birinin önünde durarak kapıyı açtı ve Zehra’ya içeri geçmesini söyledi.
“Yorgunsun, uyu dinlen. Burası artık senin odan,”
dedi, odayı işaret edip zorlukla gülümseyerek. Zehra odaya doğru ilerlerken Sevim Hanım kapıyı kapattı ve aşağıya inmeye başladı.
Gizem hâlâ bağırırken aldırmadı. Bağırışları, öncekine kıyasla oldukça azalmıştı. Odayı incelerken bu odanın bir kız için hazırlanmış olduğunu fark etti. Pembelerle bezenmiş, başlık kısmında güzeller güzeli bir prensesin bulunduğu bir baza… Hemen yan tarafında bulunan krem renkli bir dolap ve aynı prensesten onun üzerinde de olması, Zehra’nın dikkatinden kaçmamıştı. Dolaba doğru ilerleyip içini açarken rengârenk, çeşit çeşit giysilerle karşılaştı. Kırmızı olanını alıp üstüne doğru hafifçe götürürken aynanın karşısına geçti. Bu elbise tam da ona göreydi. Sanırım Sevim Hanım’ın bahsettiği kıyafetler bunlardı. Sevinçle dolabın içinde eliyle gezinirken bunları giymek için sabırsızlandığını fark etti. Valizini getirmeseydi bile olurdu. Hatta getirdiğine pişman dahi olmuştu.
Aşağıda duyulan bağırışlar bir süre sonra son bulurken, odada gezinmesine devam etti. Pembe komodinin üzerindeki fotoğrafa gözü çarpınca eline alarak baktı. Bir oğlan ve iki kız… Selim, Gizem ve başka bir kız. Bu kız, tam olarak Gizem’e benziyordu; âdeta onun kopyası gibiydi. Baş parmağıyla üzerinde gezinirken şaşkınlıkla baktı. Bu fotoğraf birkaç yıl öncesine ait gibi duruyordu. Gizem şu anki hâlinden oldukça küçük gözüküyordu. Parmağı gülümsemelerinde gezinirken tebessüm ederek onlara hayranlıkla baktı.
“Ne kadar da güzel gülmüşler böyle,” diye düşündü ama bu kızın kim olduğunu bilmek istiyordu. Bu fotoğrafı daha sonra Sevim Hanım’a sormalıydı.
Belki de bu, Sinem’di; Selim’in annesinin daha önceden bahsettiği Sinem adındaki kız.
Fotoğrafı yerine bırakıp cam kenarına doğru ilerlerken bahçedeki salıncağı görmesiyle o noktaya takılı kaldı. Salıncakları her çocuk severdi ve Zehra, şu an salıncağa binip havalara uçmayı, tüm her şeyi unutmayı o kadar çok isterdi ki…
Üzülerek yüzünü düşürürken annesi geldi aklına. Onun da burada olmasını çok isterdi. O zaman burada mutlu bir hayat sürebilirdi. Boğazına takılı kalan düğümle yatağın üzerine uzandı ve bacaklarını kendisine doğru çekerek gözlerini kapattı. Uyumak ona kötü anıları unutturabiliyordu, sonsuza kadar sürmese de.
***
Sevim Hanım ve Zehra gideli henüz kısa bir süre olmasına rağmen, Selim Zehra’nın yokluğunu kolaylıkla fark edebiliyordu. Şimdiye kadar yalnız yaşamıştı ama son iki ay içerisinde evine birini daha dahil etmesi ve sonra tekrar yalnızlığa mahkûm edilmesi, genç adamı oldukça üzüyordu. İçinde tarifini bilmediği, anlamlandıramadığı bir boşluk oluşmuştu. Eskisi gibi çalışamıyordu artık. Kafasını derslere veremiyordu ama bir an önce toparlanmalıydı. Yoksa hayallerinden vazgeçmek zorunda kalacaktı.
Hoca derse kısa bir süreliğine ara verdiğinde, Selim masaya kafasını dayayıp gözlerini kapattı. Ancak bu gözlerini kapatışı uzun sürmedi; yalnızca tanıdık bir ses ona seslenene kadar sürdü.
“Biraz konuşabilir miyiz, Selim?” Burcu, kollarını kavuşturarak bir zamanlar sevdiği adama acıyarak baktı.
Selim kafasını kaldırırken, “Konuşacak bir şey yok,” dedi soğuk bir ifadeyle. Burcu’nun aksine kitaplarına bakıyordu.
“Anneni aradığım için mi böyle davranıyorsun?”
Selim gözlerini sakince kapatıp derin bir nefes verdi. Annesine kimin aradığını sormamıştı ama bu ihaneti yalnızca Burcu’nun yapabileceğini biliyordu.
“O kızın gittiğini duydum. Buna sevinmen gerekmez mi?” Burcu tekrar Selim’le konuşmaya çalışırken, Selim bir anda araya girdi.
“Bak ne diyeceğim, Burcu? Artık ne sen beni rahatsız et, ne de ben seni,” dedi gözlerini kısarken. Bir yandan da bir kızı, bir kendisini işaret etmişti.
“Ama…”
“En başından beri birlikte olmamız hataydı. Sen her zaman Mehmet’e aittin.” Genç adam kendine hâkim olamayarak bu sözleri sıralarken, sesi biraz yükselmişti.
“Hayır!” Burcu olağanca gücüyle bağırırken ağlamaya başladı. Sınıfta kalan kişilerin bakışları üzerlerine dikildi ama o aldırmadı. Mehmet’le göz göze geldikten sonra gözlerini Selim’e çevirerek devam etti: “Ben seni seviyorum. Ben sana aitim.”
Selim ayağa kalkarak Burcu’yu sakinleştirmeye çalıştı. “Ağlama. Şu an iyi değilsin ama zamanla bana hak vereceksin,” dedi, genç kızın buğulu, ağlamaktan kızarmış gözlerine bakarken.
Burcu sinirle hiçbir şey söylemeden Selim’in yanından ayrıldı. Eşyalarını hızla toparlayıp sınıftan çıktı. Tabii ardından Mehmet de çıkmıştı. Selim, oflayarak yerine otururken kısa sürede her şeyin nasıl değiştiğini düşündü. Burcu’nun yaptıkları asla iyi şeyler değildi ama ona eskisi gibi davranamazdı, ısınamazdı; bunu yapamazdı. En başından onu sevmemeliydi. Onu sevmenin hata olduğunu düşünüyordu. O her zaman Mehmet’e aitti. O gün onu çalmaya çalışmamalıydı.
Bazen duygularına hâkim olmayı öğrenmeliydi. Geleceği düşünerek hareket etmeliydi ama her şey için çok geçti.
Bir kız onu üzmüştü ve o da bir kızı üzmüştü. Artık geri dönüş yolu yoktu. Asla eskisi gibi olamazlardı.
Mehmet, Burcu’nun ardından giderken kolunu hızlıca çekti ve kızın kendisine doğru dönmesini sağladı. Genç kız ağlarken bakışlarını yere sabitlemişti. Bir başkasının karşısında ağlamaktan daima utanmıştı. Mehmet ellerini yanaklarına götürmek isterken, Burcu geri çekildi.
“Ağlama artık,” dedi yalvarırcasına. Burcu kendine hâkim olamayarak daha çok ağlamaya başladı.
“Ağlama!” diye bağırdı. Genç kız ürperirken, Mehmet’in boynuna kollarını sardı.
“Seni kimsenin üzmesine izin vermeyeceğim artık,” dedi. Burcu hâlâ ağlarken, Mehmet fısıldayarak devam etti:
“Söz veriyorum. Yeter ki sen bana ‘evet’ de.”
Yemek sofrası kurulmuş ve masaya oturmuşlardı. Gizem, günler geçmesine rağmen hâlâ Zehra’ya alışamamıştı. Annesinin, kardeşinin odasını ona verdiğini duyduğu an çıldıracak gibi olmuştu ama sonra karşı çıkamamıştı. O oda üç yıldır kullanılmıyordu ve öylece çürüyüp gitmesine izin veremezdi. Kardeşinin kıyafetlerini Zehra’nın üzerinde görmesi ise ona Sinem’i hatırlatırken sesini çıkarmadı. Hikâyesini duyduktan sonra ona karşı biraz daha yumuşamıştı ama hâlâ ondan nefret ediyordu.
“Abim gelmeyecek mi?” diye sordu, çorbasından bir kaşık daha alırken.
“Bugün konuştum,” dedi annesi, Gizem’e bakarken. “Sanırım gelmeyecek.”
Gizem ellerini çenesine dayayarak boşluğa baktı. “Vay be! Abimi görmeyeli neredeyse bir buçuk yıl olacak,” dedi inanılmaz bir şey anlatıyormuş gibi. “Onun bizim aileden olduğuna emin misin?” Gözleri annesine kayarken umursamazca omuz silkti.
“Saçmalama istersen Gizem. Yemeğini ye. Hem o okuyor; senin gibi okulu bırakıp da boş oturmuyor. Gelmiyorsa bir bildiği vardır.”
“Karısını da başımıza attı,” dedi sitem edercesine. Bir yandan da yüzünü buruşturmuştu. “Bari bir şeye benzese.”
Zehra kızararak kaşığını masaya geri koydu.
“Kızın güzelliğine laf edemezsin. Senden daha güzel olduğu bariz ortada.” Sevim Hanım yemeğine devam ederken, Gizem ayağa kalktı.
“Neyse,” dedi soğuk bir ses tonuyla. “Size afiyet olsun. Son zamanlarda hiç iştahım kalmadı.” Gizem yukarıya çıkarak odasına yöneldi, geride kırılmış bir kalp bırakarak.
Sevim Hanım, Zehra’nın üzüldüğünü anlayarak ona baktı. “Yemeğine devam etsene, Zehra.”
Zehra boğazındaki yumruyla sessizce yemeye devam etti.
“Ona aldırma sen. Zamanında çok şımarmış.”
Zehra gözyaşlarını zorlukla bastırırken ayağa kalktı ve izin istedi.
“Dışarı çıkıp biraz hava alabilir miyim?” diye sordu kesik kesik.
Sevim Hanım, Zehra’nın ağlamak üzere olduğunu anlayarak en sevecen haliyle, “Tabii,” dedi.
Zehra yavaş adımlarla mutfaktan çıkarken koridorda sessizce ilerledi. Dış kapıyı açtığında, soğuk hava yüzüne çarpmıştı ama aldırmayarak yürümeye devam etti, ta ki bahçeye açılan kapıya gelene kadar. Yoldan geçen insanları izledi. Kedileri, köpekleri… Onlar kadar özgür olmak isterdi. Buralardan kaçıp gitmek ve sonsuza kadar geri dönmemek… Ama her şeyin bu kadar basit olmadığını biliyordu. Üşüyerek kollarını bedenine sararken, yaşadığını hissetti titrerken. Bu duygu inanılmazdı.
“Vah, vah!” diyen sesi duyar duymaz, sesin geldiği yöne doğru baktı. Bir kadın kendisine doğru gelerek acıyarak bakıyordu. Elli yaşlarında, şişman bir kadındı. Başındaki eşarbı gelişi güzel bağlamıştı, bu Zehra’nın dikkatinden kaçmamıştı. Zehra’nın karşısına geçerek durdu.
“Demek o sensin. Pek de güzelmişsin,” dedi Zehra’yı baştan aşağı süzerken.
Zehra, anlayamayan gözlerle kadına bakarken, kadın konuşmaya devam etti:
“Gerçekten de sen bu eve gelin mi geldin? Açıkçası buna inanmak zor geliyor. Hâlâ bu yaşta evlendirilen çocuklar var mı?”
Zehra’nın cevap vermemesi üzerine, “Yoksa seni zorla mı burada tutuyorlar? Güzelliğine bakılırsa öyle olmalı,” dedi. Durmadan konuşuyordu. Sonra Zehra’ya doğru eğildi. “Bak kızım, eğer öyle bir şey varsa söyle, ben yardım ederim sana.”
Zehra afallamış şekilde kadına bakarken ne yapacağını düşündü.
“Hanım, hanım, ne diyorsun sen küçük kıza?” Arkadan bağıran Sevim Hanım’ın sesiyle Zehra istemsizce arkasına döndü. Sinirli bir şekilde onlara doğru ilerliyordu. Yanlarına geldiğinde, Zehra’nın elinden tutarak onu geriye çekti.
“Bilmediğin işe karışma.”
Kadın yüzünü buruşturarak çirkince Sevim Hanım’a baktı.
“Bu mu bizim komşuluğumuz? Yalnızca sohbet ediyorduk,” dedi anlamamazlıktan gelerek.
“Maşallah, çok güzel bir sohbetti. Siz sohbetlerinizde kafanızdan uydurduğunuz şeylerden de mi bahsedersiniz?”
“Bu çocuğun oğlunla evlendiğini tüm mahalle konuşuyor. Bunun neresinde yalan var, Sevim Hanım?”
“Yalan yok,” dedi doğruları kabullenerek. “Ama bu kız burada zorla tutulmuyor. Anladınız mı? Bilmediğiniz işlere burnunuzu sokmayın.”
Zehra’yı çekiştirerek eve doğru ilerledi. Bu kadın bunları nereden, kimden duymuştu, hiçbir fikri yoktu ama milletin ağzı torba değil ki büzülebilsin. Tüm olaylar hızla etrafa yayılıyordu. Dedikodu durdurulamaz bir şeydi.
“Bir de komşu olacaksın! Yaşından başından utan da düzgün konuş.”
Sevim Hanım son sözleri duymazdan gelerek kapıyı çarparak kapattı. Âdeta kan beynine sıçramış gibiydi. Nefes alışverişi hızlanırken, Zehra’ya baktı kızgın gözlerle.
“Bir daha dışarı çıkmayacaksın, anlıyor musun?” dedi, işaret parmağını ona doğru sallayarak.
Zehra dudaklarını birbirine bastırıp kafasını olumlu anlamda salladı. Anlaşılan burada da bir hapishane hayatı yaşayacaktı.
“En azından komşuların ağzı kapanana kadar. Bu kadar çabuk nasıl duydular, anlamıyorum ama sanırım seni bahçede görüp merak ettiler.” Aklına gelen fikirleri sıralarken Zehra’ya baktı. Başını eğmişti. Çenesini eliyle kaldırırken devam etti.
“Lütfen beni anlamaya çalış, Zehra.”
“Bazen salıncağa binebilir miyim?” diye sordu Zehra, yumuşak bir sesle.
“Tabii ki! Ben sana hiç çıkma demiyorum, sadece ortalık biraz durulana kadar.”
“Peki,” dedi Zehra, sesini alçaltarak.
Ardından odasına çıkarak yatağına uzandı. Bu kısacık zaman diliminde annesini çok özlemişti. O bu lüksü istemiyordu, yalnızca mutluluğu istiyordu. Sessizce ağlamaya başlarken annesinin şu anda neler yaptığını düşündü. Muhtemelen babasının isteklerini yerine getiriyordu. Annesiyleyken en azından bazı şeylerden bahsederlerdi ama burada tamamen yalnızlardı. Bir günde konuştuğu kelime sayısı bini bile geçemeyecek derecedeydi. Günün çoğunu televizyon başında geçiriyordu. Onlara okumak istediğini de söyleyemezdi ki, Selim’in annesi Zehra’ya sahip çıkmışken okumak istediğini rica edemezdi.
Sessizce uyumaya çalışırken hayaller kurmaya başladı. Kendisini mutlu bir aile tablosuna yerleştirip huzuru tatmak istedi. Hafifçe gülümserken uyumuştu bile.
Günler hızla akarken neredeyse bahar mevsimine yaklaşmışlardı. Ağaçların dallarında çiçek açmış, yemyeşil yapraklar belirmişti. Zehra heyecanla yeni elbiselerini giyinirken aynanın karşısına geçti. Bugün özellikle süslenmek istiyordu, çünkü bugün Selim gelecekti. Saçlarını açıp aynadaki yansımasına baktı. Saçları neredeyse beline kadar uzanıyordu. Hep ördüğü için saçı hiç yıpranmamış, yumuşacık kalmıştı ve uzamıştı. Önce açık bırakmayı düşündü, ama hemen at kuyruğu yaptı saçını. Ardından gözlerinin mavisini belli eden saks mavisi elbisesine baktı. Kısa kollu, etek kısmında ve üst tarafında beyaz bir tül bulunan sade ve şık bir elbiseydi.
Kendisini daha önce beğendiğini hiç düşünmemişti ama bugün ilk kez o aynada kendisini beğenmişti.
İçinde uçuşan kelebeklerle aşağıya inerken mutfakta konuşulanlara kulak misafiri oldu. Hafiften de göz ucuyla onları izlemeye başlamıştı.
“Abim hiç gelmezdi, neden geliyor ki şimdi?” diye sordu Gizem annesine, imalı bir şeyler gönderirken.
“Bilmiyorum, sadece bizi merak ettiğini söyledi. Zaten yalnızca bir hafta kalıp gidecekmiş.”
“Hım…” dedi Gizem, düşünür gibi yaparak. “Sanırım Zehra’yı özlemiş,” dedi kaşlarını çatarken. Zehra, kendi ismini duyunca kulakları ağzında atarken öylece kala kaldı.
“Değil mi Zehra?” diye sordu, Zehra’nın saks mavisi elbisesinin ucunu görür görmez.
Zehra heyecanla arkasını dönerken, mutfağa geçmek yerine bahçeye doğru koştu. Kalbi hızla çarparken merdivenlerden yavaşça indi ve henüz yeni yeşeren ağacın yanına gidip salıncağa oturdu, hafifçe sallanarak. Ayaklarıyla ritim tutturmayarak öylece sallanıyordu, yavaşça. Başını da salıncağın ipine dayamıştı, baktığı noktaya dalarken.
Selim’i bir abi olarak görüyordu her zaman. Çünkü o her zaman Zehra’ya yardım etmişti. Hem şimdiye kadar telefonda bir kez olsun konuşmamışlardı, yalnızca annesine sorardı Zehra nasıl diye. Onu özleyecek bir insan her gün özlediği kızla konuşurdu. Gizem’in böyle saçma imalarda bulunması, Zehra’nın canını sıkarken derin bir nefes aldı ve hızını arttırarak sallanmaya devam etti. Salıncak yavaşça sallanırken uzun saçları önüne gelerek yüzünde belirsiz yollar çiziyordu. Salıncak ileriye gidince ise doğruca bağırmak istedi. Kendisini havalarda uçuyormuş gibi hissetti o an. Ayağını öne doğru uzattı ve kollarını açarak rüzgarın etkisini olağan gücüyle hissetmek istedi, âdeta tenine işlemesini istiyordu. Gözlerini kapatıp sessizliği dinlerken bir anda hızlanan salıncakla birlikte şaşkınlıkla arkasına dönmeye başladı.
Salıncak bir ileri bir geri giderken arkasındaki kişiyi zorlukla seçebiliyordu. Bir kez daha rüzgara göz kırparken karşısında gördüğü kişiyle şaşırmadan edemedi.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |