
Yavaş yavaş araladığı gözlerini, gördüğü mavi renklerle birlikte bir anda kocaman açarak tavana dikti. Masmavi dalgalar, karanlığın önüne serilmiş bir perde gibi dalgalanırken, bu görüntü Zehra’ya daha çok bir okyanus gibi gelmişti. Tavanda gördüğü mavilerle doğrulurken, “Rüyada mıyım?” diye düşündü birden. Mavi ışıklar ve dalgalar hâlâ hareket ederken, komodinin üzerindeki lambayı görmesiyle şaşkınlıkla ayağa kalktı. Prize takılan fişi görünce hızla çekti. Çektiği an tavandaki okyanus manzarası kaybolmuştu; geri takıp düğmesine bastığı an ise mavi, beyaz dalgalar tekrar hareket etmeye başlamıştı. Yatağına oturup gülümseyerek tavanı seyretti bir süre. Karanlık odayı aydınlatan bu görüntü, elbisesiyle fazlasıyla uyumlu görünüyordu. Aklına bunu kimin yapabileceği bir türlü gelmiyordu. Sonra Selim’in bugün geleceğini bildiği için aklına ilk o doluştu. Sevinçle odadan çıkıp aşağıya inerken gözleriyle etrafı taradı. Mutfakta yemek yiyen aileyi görür görmez doğruca mutfağa girdi.
Nefes nefese kalmışken, Sevim Hanım “Uyandın demek ki Zehra.” dedi sevecen bir halle. Selim o anda arkasına hızla dönerken, gözleri Zehra’nın gözleriyle buluşmuştu. Zehra ona tebessüm ederken, o kadar çok ürpermişti ki… Hayır, daha çok heyecanlanmıştı ve şapşal şapşal sadece gülümsedi.
Zehra yavaşça yanına gelirken, “Hoş geldin Selim Abi.” derken içine buruk bir acı yerleşmişti. Artık “abi” kelimesi ona o kadar çok yabancı geliyordu ki… Ama Zehra hâlen bir çocuktu. Bu yüzden fazla aldırış etmedi.
“Hoş buldum Zehra.” Selim yerinden kalkacakken, Zehra, Sevim Hanım’ın olduğu tarafa geçerek bir sandalye çekti kendisine. Annesi bu durumu fark ederken, oğluna imalı bir bakış attı ama Zehra bunu fark etmeyerek çoktan tabağını almıştı bile.
Selim derin bir nefes verip ellerini çenesinin altında kavuştururken, Zehra’ya baktı. “Nasılsın Zehra? Annem sana iyi bakıyor, değil mi?” diye sorarken, annesi sertçe çatalını tabağa bıraktı.
“Yok, kötü bakıyor.” dedi Gizem, sinirle annesinin yerine cevap verirken. Selim hiçbir zaman annesini başkasının yanında küçük düşürmemişti ama şimdi annesini fazlasıyla küçük düşürüyordu Gizem’e göre. Halbuki sorduğu soru şakayla karışık bir soruydu.
“Sana sormadım Gizemcim.” dedi yapmacık bir ifadeyle Selim. Ardından ekleme gereği duydu: “Sadece sormak istedim. Anneme güvenmediğimden değildi bu soru.”
“Tabii tabii!” Gizem, Selim’e bakmayarak bilmiş bir tavırla cevaplamıştı bu soruyu.
“Sevim Teyze bana çok iyi bakıyor.” Zehra bunu sessizce söylerken oldukça temkinli davranmıştı. Kendisine bu kadar iyi bakan bir kadını kötüleyecek değildi. Selim ile Gizem’in arasındaki küçük tartışmadan dolayı kendini huzursuz hissetmişti. Bu tartışmanın kendisi yüzünden başladığını biliyordu. Selim, tatmin olmuşçasına konuyu değiştirdi.
“Peki sana getirdiğim hediyeyi beğendin mi?” Selim’in bu soruyu sorması üzerine, Zehra mavi dalgaları hatırlayarak heyecanla cevap verdi.
“Evet, çok güzel. Teşekkür ederim.” derken, Gizem gözlerini kısarak Zehra’ya baktı. Onu zaten kıskanıyordu. Abisinin Zehra’ya önem vermesi onu daha çok kıskandırıyordu.
“Ne hediyesi?” diye sordu Gizem, sesindeki kırgınlığı gizlemeyerek.
“Odama gelirsen sana gösterebilirim.” dedi Zehra sevinçle.
“Odana falan gelmem. Ayrıca orası senin odan değil, kardeşimin odasıydı.” Bu sözleri ilave ederken Selim oldukça sinirlenmişti.
“Bu kıskançlığının sebebi ne, Gizem?”
Gizem hiddetle ayağa kalktı ve ellerini sertçe masaya vurdu.
“Sebebi ne mi? Bize bir kez bile hediye almadın! Bizi bir kez bile arayıp sormadın!” derken, öfkeyle mutfaktan çıktı ama Selim arkasından bağırmayı ihmal etmemişti.
“Bütün suç benim, öyle mi?”
“Sakin ol Selim. Sen böyle değildin. Geldiğinden beri neden sinirlisin?” Annesi bu sözleri söylerken, Zehra’nın korkup sandalyesinde büzüştüğü gözlerinden kaçmamıştı.
“Zehra’yı korkutuyorsun.” Selim’in gözleri Zehra’ya kayarken, onun korkmuş olması biraz daha sakinleşmesine sebep olmuştu.
“Özür dilerim.” dedi sesini alçaltarak. “Mert’i gördükten sonra kendime gelemedim.”
Zehra izin isteyip kalkarken, Selim tekrar Zehra’ya baktı. Annesinin onayını alır almaz tabağını tezgâha koyarak yanlarından ayrıldı. Zehra, korkarak mutfaktan çıkarken, çıktığı an görüş hizalarından kaybolması onu rahatlatırken doğruca odasına geçti. Selim, onu korkutmak istememişti ama kendisine hâkim olamayarak kardeşine bağırmıştı. İçinden kendisine kızarken, tüm bu olanlar için kendisini suçluyordu. Bir daha bu kadar çok öfkelenmemeliydi. Tekrardan herkesin örnek gösterdiği Selim olmalıydı.
Sevim Hanım, oğluna sakince dönerken,
“Bir daha böyle kimseye bağırma, lütfen.” dedi gerilen yüz hatlarıyla.
“Kaç yıldır eve gelmiyorsun ve verdiğin tepkilere bir bak. O senin kardeşin, kıskanmakta haklı.”
“Haklı değil anne. Mert’i sevmediğimi bile bile Sinem’le birlikte ona yapıştılar. Hem de o serseri ikisini birden kullanırken.”
“İkisi de bunu zaten biliyorlardı Selim ama kalplerine söz geçiremediler.” Annesi bu sözleri söylerken Selim tekrardan sinirlenmişti. Böyle bir şey olamazdı. Bir insan iki kişiyi birden kullanıyorsa bu sevgi değildi ve karşıdaki kişi de bunu anlamalıydı.
“Nefret ederim anne böyle şeylerden. Bir insan sevecekse yalnız bir insanı sevmeli; tek bir kişiyi.” dedi kısaca.
“Sen yalnızca Burcu’yu mu sevdin şimdiye kadar?”
“Bana Burcu’dan bahsetme anne. O iş bitti.”
“O zaman kardeşine böyle davranamazsın.”
“Anne!” dedi, sinirlerine hâkim olamayıp bağırırken. “Onlar kuzenlerini aynı anda sevdiler ve Mert alçaklık etti. İkisini birden kullandı.” dedi kelimelerin üzerine basa basa. “Neden bunu anlamıyorsun?”
Tartışma uzayıp giderken gerçekten de annesini bir türlü anlayamıyordu. Mert’i neden savunuyordu ki? Teyzesi için mi? Sırf o üzülmesin diye mi? Annesi sessiz kalmayı tercih ederken devam etti:
“Ayrıca siz bu evde üç kadın birlikte yaşıyorsunuz. Bu eve gelmesini bir daha istemiyorum.”
“Teyzeni de mi istemiyorsun? Ya onunla birlikte gelirse?”
“O zaman da, anne.”
Annesi yutkunarak oğluna bakarken, konuyu değiştirme çabası duydu. Ne annesinin düşünceleri değişiyordu ne de Selim’in.
“Lütfen git, Gizem’in gönlünü al.” dedi yalvararak.
Yavaş adımlarla sandalyesinden kalkıp ilerlerken, merdivenlere yöneldi. Gizem’in odasının kapısına gelirken birden vazgeçip önce Zehra’nın yanına uğramak istedi. Nasıl olduğunu çok merak etmişti. Kapıyı hafifçe tıklatırken, duymak istediği sözü duyar duymaz kapıyı açıp içeri girdi. Zehra, şaşkınlıkla karşısında Selim’i görünce yatakta huzursuzlanarak doğruldu. Biraz ürkerek, elindeki kitabı yanındaki çekmecenin üzerine koydu.
Selim, elleri cebinde Zehra’ya yaklaşırken,
“Ne okuyorsun?” diye sordu, ela gözlerini kısarak. Zehra’yı görmeyeli birkaç ay olmuştu ve Zehra’nın bu kısa süreçte bile büyüyüp kendine gelmesi gözünden kaçmamıştı. Gittikçe daha çok güzelleşiyordu.
“Roman, evde bulmuştum.” dedi Zehra, ürkekçe Selim’e bakmayarak.
Selim kitabı yavaşça eline alıp incelerken, ön kapağını açtı ve üzerinde ismini görünce kendi kitabı olduğunu hatırladı. Bir doğum günü partisinde arkadaşı Senem ona hediye etmişti. Sahi Senem nerelerdeydi? Henüz onu görememişti. Tebessüm ederek yerine koyarken:
“Bu gece yaşananlar seni korkuttuysa özür dilerim. Ben… Bir an kendimi kaybettim.” dedi üzgün bir ifadeyle.
Zehra cevap vermeyerek ellerine baktı yalnızca. Selim rahatsız olduğunu anlarken son sözlerini dile getirdi. Bu sözler, daha çok derinlerinde bir uyarı barındırıyordu.
“Zehra bak, eğer Mert’le tanıştıysan…” Zehra’nın gözleri gözlerini bulunca, bir anda kelimelerini yutar hale gelerek sustu. Kısa bir bakışmanın ardından devam etti:
“Lütfen ondan uzak dur. O tehlikeli birisi.” dedi ve kapıya doğru ilerleyerek hızla odadan çıktı.
Şimdi ise sıra Gizem’in gönlünü almaya gelmişti. Ona getirdiği hediyesini valizinden çıkarıp alırken odasına yöneldi. Tabii ki de kardeşini unutmamıştı. Onu nasıl unutabilirdi ki? Sinirlendiği kısım, Mert’in onları parmağında oynatmasıydı ve bu döngünün Zehra’ya gelmesinden korkuyordu.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |