
Sonraki birkaç gün boyunca yalnızca Felicitá’yla ilgilenmişti genç kız. Yavru köpeğin ayağı yavaş yavaş iyileşirken yüzü neşeli bir hâl almayı da ihmal etmemişti. Felicitá’ya o kadar çok bağlanmıştı ki artık onu bırakabileceğini sanmıyordu, bırakamazdı da. Felicitá onun tek dostuydu çünkü. Zehra, Felicitá’ya ne kadar çok alışmışsa Felicitá da Zehra’ya o kadar çok alışmıştı. Artık tamamlanmış bir bütün gibiydiler. Ne eksik ne fazla…
Yine günlerden bir gün, öğlen vakti Felicitá’ya yemek vermek için arka bahçeye gitmişti genç kız. Bir kaba koyduğu sütü köpeğin önüne sererken bir yandan da tüylerini okşamakla meşguldü.
“Bugün nasılsın bakalım?” diye sordu tatlı bir dille yeni dostuna. İçtenlikle Felicitá’ya bakıyordu ama Felicitá yalnızca sütü içmekle meşguldü şu an.
“Bir köpek bulduğuna inanamıyorum.” dedi bir ses birdenbire. Zehra, yanlış bir şeyler yapmış gibi birden korkuyla sol tarafına bakarken gözleri tanıdık yüz hatlarına takıldı. Bu yüz, bu aralar sürekli karşısına çıkıp duruyordu, artık bıkmıştı.
Mert’e koyulaşmış gözlerle bakarken içini bir ürperti sarmıştı. Selim ona ne demişti; bu çocuktan uzak durması gerektiğini söylemişti. Hem de bunu çok ciddi bir ifadeyle söylemişti ama Zehra bunu uygulasa da Mert buna mâni oluyordu.
Zehra, korkuyla ayağa kalkarken Mert’e bakmayı keserek yürümeye başladı korkulu adımlarla. Tam Mert’in yanından geçecekken bileğinden tutulan el gitmesine mâni oldu.
“Ne şimdi bu tavır?” diye sordu Mert alıngan bir ifadeyle. Asıl Mert’in bu yaptığı neydi? Zehra onunla konuşmak istemiyordu, görmek dahi istemiyordu.
“Biliyor musun?” dedi bilmiş bir tavırla, kendinden emin bir şekilde. “Teyzem köpeklerden nefret eder. Eğer ona söylersem…”
“Sakın söyleme!” dedi Zehra, korku tınılarını barındıran bir sesle. Aksine, yalvarırcasına söylemişti bu sözleri.
“Demek ki konuşabiliyorsun. Bir an dilini yuttuğunu sanmıştım.” Mert, elini hafifçe gevşeterek geri çekti ve gülümsedi.
“Eğer benimle konuşmazsan, teyzeme bu köpeği bulduğunu söylerim.” dedi Felicitá’yı işaret edip Zehra’yı tehdit ederken.
“Onun bir adı var.”
“Öyle mi, neymiş?”
“Seni ilgilendirmez.”
“Bak prenses,” dedi alaylı bir sesle. Ama Zehra, o an şaşkına dönmüştü. Prenses mi? O prenses değildi ki! Ona böyle hitap edemezdi.
“Eğer bana karşı böyle kaba davranırsan, söylerim anlıyor musun?” dedi bağırarak. “Hem de hiç çekinmem!”
Zehra, korkuyla eve doğru yürümeye başladı hızla.
“Uzak dur benden!” diye bağırdı arkasından. Geldiği günden bu yana Zehra’nın peşinde koşmaktan başka bir şey yapmıyordu bu serseri kılıklı liseli çocuk. Sahi, okulu yok muydu bu serserinin?
Mert sinirle tekrar Zehra’ya koşarak, birkaç adımda yetişip bileğini acıtır şekilde kavrarken öfkeyle genç kıza baktı.
“Dediklerimi anlamıyor musun?”
“Bırak beni!” diye bağırdı Zehra tekrar. Bu sefer gözleri dolmuştu ve sesi kısılmıştı.
“Bak Zehra,” dedi gözlerini kısarak genç kıza bakarken. “Şakam yok, söylerim dersem söylerim.”
“Gücün anca zaten hayvanlara yeter, değil mi?”
“Gücüm sana da yeter, Prenses.” dedi göz kırpıp hafif bir kahkaha atarken.
Zehra, bileklerini kurtarmaya çalışırken birden gözü evin kapısında dikilen kadınlara takıldı. Sevim Hanım ve Mert’in annesini tanır tanımaz yüzlerine baktı korkuyla. İkisinin de yüzleri dehşet içindeydi. Sevim Hanım hızla Zehra’ya doğru koşarken,
“Mert, bırak kızı!” diye emretti.
Mert hâlâ Zehra’nın gözlerine öfkeyle bakarken, annesi oğlunun ellerinden tutarak Zehra’nın bileklerini kurtarmaya çalıştı.
“Mert, eğer bırakmazsan hemen, şimdi gideriz.”
“Neden o Selim’le evli, ha neden?” diye bağırdı birdenbire, ardından Zehra’nın bileklerini bırakarak annesini omuzlarından sarsmaya başladı.
“Selim ne yaptı da bu kızı hak etti anne?”
“Saçmalıyorsun Mert, o daha bir çocuk.” dedi oğlunu sakinleştirmeye çalışırken.
“O zaman neden bu yaşta evli?” Tekrardan bakışları Zehra’yı hedef tahtası seçerken elinden tutup çekiştirmeye başladı.
Sevim Hanım,
“Mert, bırak Zehra’yı!” derken Mert’in kollarını tutup Zehra’yı kurtarmaya çalıştı ama Mert o kadar çok güçlüydü ki yerinden milim bile kıpırdayamıyordu. Arkasından gelen annesini ve teyzesini ittirerek yere düşürdü. Zehra’nın ağlamalarına ise kulak asmadan onu sürüklemeye devam etti.
Zehra şu an bu zorbanın elinden kurtulmayı o kadar çok isterdi ki… Yalvarırcasına ağlarken bir anda Mert’ten gelen acı bir ses ile oldukları yerde hareketsizce kaldılar bir süre. Mert bacağını tutup acıyla yere düşerken çimlere uzandı. Zehra, korkuyla yere bakarken neye uğradığını şaşırmıştı. O sırada Felicitá’nın hırçınlaşmış yüzüne gözleri takıldı; Mert’in paçalarından tutmuş, bırakmıyordu. Az önce Felicitá, Zehra için Mert’i ısırmıştı. Hem de canını acıtacak bir şekilde. Çünkü Mert’in bacağı kanlar içindeydi ve Felicitá’nın yüzü de aynı şekilde.
Mert’in annesi, dehşetle oğluna doğru koşarken yere oturdu ve Mert’in bacağını kurtarmaya çalıştı ama köpek sakinleşmiyordu bir türlü, aksine daha da hırçınlaşıyordu.
“Şu köpeğe bir şey söylesene!” dedi bağırıp ağlarken.
Zehra, hâlâ ağzı açık bir şekilde olanlara bakarken birden kendisine gelerek
“Felicitá!” dedi ağlayarak ve doğruca köpeği kucağına almaya çalıştı.
Felicitá, Zehra’yı görüp sesini duyar duymaz biraz sakinleşerek Mert’in paçasını bıraktı ve yaşlı gözlerle sahibine bakıp kucağına almasına izin verdi. Zehra, hıçkırıklarla ağlayarak Felicitá’ya sımsıkı sarılırken hızla eve doğru koştu.
“Teşekkür ederim.” dedi defalarca kez köpeğine. “Teşekkür ederim, Felicitá.”
***
“O köpek bu evden gidecek!” diye bağırdı Sevim Hanım sinirle. Hastaneden geleli henüz yarım saat olmuştu ve bu zaman dilimi boyunca yalnızca köpeğin geri gitmesi gerektiğinden bahsediyordu.
Zehra, ağlamaklı bir sesle
“Ben onu bırakamam,” dedi kesik kesik.
Sevim Hanım hepten çıldırırken, öfke dolu gözlerle Zehra’ya baktı ama Zehra yalnızca köpeği okşamakla meşguldü.
“Bu köpek kuduz bile olabilir.”
“Mert’e bir şey olmamışsa kuduz değil demektir, ki zaten değil.”
O an Zehra’nın ona net bir şekilde cevap vermesi, orta yaşlı kadını şaşırtsa da – çünkü Zehra hiç cevap vermez, hep sessiz kalırdı – eski konumuna dönmesi uzun sürmedi.
“Mert’in durumu iyi, evet ama onu sokakta bulmuşsun.” dedi Felicitá’yı tiksintiyle işaret ederken.
“Ayrıca senin yüzünden eve gittiler ve…”
“Aman bırak anne, iyi olmuş.” dedi Gizem sessizliğini bozarken. Açıkçası Mert’ten fena halde nefret ediyordu artık. Geldiği günden bu yana yalnızca Zehra ile ilgilenmişti. Felicitá’nın Mert’i ısırması hoşuna bile gitmişti; azıcık intikamını almıştı.
“Sen karışma Gizem. O köpek gidecek bu evden, o kadar.” dedi kararlı bir şekilde.
“Eğer Felicitá bu evden giderse, ben de giderim.” dedi Zehra kısa ve öz bir şekilde.
“İyi, git o zaman.” dedi Sevim Hanım, Zehra’ya nefretle bakarken. Aniden ağzından çıkan sözler herkesi şaşkına uğratmıştı. Çünkü bu sözler, en son duymak istedikleri sözlerdi.
“Anne!” diye çıkıştı Gizem.
“Bırak da kalsın, bir zararı mı var hayvanın?”
Sevim Hanım, koltuğa oturup sinirden ağlamaya başladı.
“Siz beni delirtmeye mi çalışıyorsunuz?” dedi, kesik kesik çıkan sesiyle.
“O bu evde kalamaz.”
“Söz veriyorum, odamdan dışarı çıkmayacak.” dedi Zehra yalvarırcasına. O artık Felicitá’sız yaşayamazdı, yapamazdı. Felicitá onun tek dostuydu.
“Lütfen, izin verin.”
Sevim Hanım, bir köpeğe bir de Zehra’ya baktı.
“Sadece bir süreliğine… sonra…” dedi, cümlesine devam edemeyerek.
“Sonrasına bakarız.”
Bu köpeğin kalmasını istemiyordu ama eğer giderse Zehra da gidecekti, kalmasından başka çaresi yoktu.
Zehra bu sefer sevinç gözyaşlarını dökerken, sürekli kullandığı cümleyi sarf etti yeniden.
“Teşekkür ederim.” dedi orta yaşlı kadına ve o an dünyanın en mutlu insanı olmuştu.
Felicitá’yı yukarı kaldırıp koyu renk gözlerine baktı mutlulukla.
“Artık benimlesin, Felicitá.” dedi yavru köpeğe sımsıkı sarılırken.
Mutluluk, tıpkı Felicitá gibi masumdu.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |