18. Bölüm

18. Bölüm

Kübra
kbrbooks

Her yer karanlıktı; tamamıyla karanlık. Zehra, karanlıkta yürürken yolunu şaşırmış bir kuş gibi oradan oraya çırpınıyordu. Kimse sesini duymuyordu, yapayalnızdı. Karşısında gördüğü ışıkla, ışığa doğru yürümeye başladı ama yaklaştığı her an ışık huzmesi daha çok uzaklaşıyordu kendisinden. Ağlayarak soğuk zemine çömelirken, ayağına takılan bir elle hızla geri çekildi. Bir cesetti. Bomboş gözlerle, bembeyaz bir suratla ona bakan bir ölü.

Zehra, sayıklayarak gözlerini dehşetle araladığında, o an kâbustan dolayı ağladığını fark etmişti. Bir insan uykudayken ağlayabilir miydi? Son zamanlarda gördüğü bu bitmek bilmeyen kâbusların sonu yoktu. Her gün aralıksız Zehra’ya uğramadan geçmiyorlardı. Doğrularak yatağında oturdu. Terden sırılsıklam olmuş saçlarında elini gezdirirken, çoktan sabah olduğunu fark etti. Hatta neredeyse öğlen olacaktı ve Felicitá yerinde yoktu. Muhtemelen yine Selim’in yanına gitmiş olmalıydı. Hızla odasından çıkıp merdivenleri inerken, “Felicitá!” diye bağırdı. Aşağı inerken, salondaki kanepede oturan Selim’i gördü. Hiç yanılmamıştı. Yine Felicitá, kucağında okşanmayı bekleyerek oturuyordu.

Selim, geleli henüz iki gün olmuştu ve ani bir kararla gelmeye karar vermişti. Annesi yine her zamanki gibi uzun bir süre gelmez diye düşünmüştü ama birden ortaya çıkması herkesi şaşkına uğratmıştı. Ve yalnızca şaşkınlıkta değildi, merak duygusunu da beraberinde getirmişti. Çünkü Selim, anlayamadıkları bir ifadeyle üzgündü, hiç gülümsemiyordu bile. Konuşacak kelime sayısı ise günde bini geçmiyordu. Her seferinde bir şey söyleyecekmiş gibi oluyordu ama sonradan vazgeçiyordu. Bu hali aile bireylerini endişelendirse de üzerine gitmediler; onu söylemeye zorlamadılar.

Selim, Zehra’yı görür görmez gülümseyerek “Günaydın.” dedi yumuşak bir sesle. Sanırım bu, geldiğinden beri ilk gülümsemesiydi.

Zehra da “Günaydın.” derken karşısına geçip oturmuştu. “Ben de Felicitá’yı arıyordum.” dedi, köpeğini işaret ederken.

“Çok tatlı bir köpek.” dedi Selim, Felicitá’nın kahverengi tüylerini okşarken. “Ben de köpekleri çok severim.”

“Sevim Teyze söylemişti.” dedi Zehra, gülümseyip parmağıyla yukarı katı gösterirken. Sevim Hanım burada olmadığı için odasını işaret etmişti bu sefer.

Selim, gülümsemeye devam ederken birdenbire sustu, gülümsemesi de silinmişti yüzünden. İkisinin de bakışları bomboş bir ifadeyle Felicitá’daydı ve salona sessizlik çökmüştü. Sessizliği bir süre sonra bozan ise Zehra oldu, çünkü Selim konuşmaya cesaret edemiyordu.

“Şey… Annem nasıldı? İyi miydi?” diye sordu titrek bir sesle. Doğrusu annesinin nasıl olduğunu çok merak ediyordu ama sormaktan çekinmişti. Şimdi ise Selim’in boşluğuna dayanarak sorabilmişti sonunda.

Selim ise “anne” lafını duyar duymaz ela gözlerini kaldırmış, Zehra’ya dikmişti. Bu sözden sonra eli ayağına dolanmış gibiydi. Felicitá’yı okşayan elini bir titreme almıştı ve bu titreme Zehra’nın gözünden kaçmamıştı.

“Annen mi?” diye sordu, soruyu anlamamazlıktan gelerek.

“Evet.” dedi kısaca.

“Annen iyi, Zehra. İyi, merak etme.” dedi fısıltılı bir sesle. Sonra aniden konuyu değiştirme gereği duydu. “Köpeğin adı neden Felicitá? Doğrusu anlamını çok merak ettim. İlk kez böyle bir kelime duyuyorum.”

“Felicitá,” dedi Zehra, Selim’e güzel bir gülümseme bahşederken. Ardından devam etti. “İtalyanca kökenli bir kelime, anlamı mutluluk demek.”

Selim, kafasını yavaşça kaldırıp tekrar Zehra’nın mavi gözlerine baktı. Bu gözlerdeki hüznü, kırgınlığı, acıyı, tüm kötü duyguları görebiliyordu ve bu gözlerin her zaman mutluluğa da sahip olmak istediğini biliyordu. Ama mutluluk, Zehra’yı yanında hiç istemiyormuş gibi sürekli yüz çevirmişti ve yine yüz çevirecekti her zamanki gibi.

“Çok güzel bir anlamı var. Umarım bir gün mutluluğu sonsuza dek yakalarsın.” Boğazındaki düğümü zorlukla yutkunarak çözebilmişti. Dolan gözlerle Zehra’ya baktı ve o an kendi kendine yemin etmişti. Bu kızı sonsuza dek mutlu edecekti.

***
 

Sessizlik…

Yine eve son zamanlarda sıklıkla uğrayan sessizlik hâkim olmuştu. Herkes, tüm bu sessizliğin nedenini öğrenmek istiyordu ama Selim bir türlü konuşmuyordu, konuşmak istemiyordu bu konu hakkında. Ama anlaşılan, annesine bu konuyu anlatmıştı ki annesi de Selim’in büründüğü üzgün hâle bürünmüştü. Sanki yolunda gitmeyen bir şeyler vardı, bir şeyler olmuştu. Zehra ve Gizem tüm bu olanları merak ederken bir an olsun yanlarından da ayrılmıyorlardı. Neler olduğunu öğrenmeliydiler. Bir acı, paylaşılarak azaltılabilirdi.

“Artık söylemek zorundasın Selim.” diyen sese kulak verdi aniden Zehra. Belki de şu an neler olduğunu gizliden duyarak anlayabilirdi. Bu yaptığı yanlıştı, biliyordu ama yolunda gitmeyen bir şeyler varsa öğrenmek zorundaydı, hele de merak tüm bedenini ele geçirmişken. Aynı tanıdık ses tekrar devam etti ve kulaklarını Selim’in odasının kapısına yaslayarak dinledi.

“Dört gün geçti. O kız bunu öğrenmeli artık.”

Neler olduğunu anlayamamıştı ama içinde bir şeyler huzursuzlanmıştı. Sanki biraz sonra duyacağı şeyler onun felaketi olacaktı.

“Yapamam anne, söyleyemiyorum. Ne zaman konuşmaya çalışsam kelimeler boğazımda dizilip tutsak kalıyorlar. Onları söyleyip kurtaramıyorum.”

“Sen söylemezsen ben söylerim. Artık bilmeye hakkı var. Sonuçta annesi…” der demez Zehra’yı amansız bir titreme almıştı. Hiç düşünmeden birden içeriye daldı. Şüphe bile duymamıştı çünkü biliyordu, hakkında söz edilen kişi kendisiydi ve bunu yüreğinin acısı da kanıtlıyordu.

“Ne oldu anneme?” diye sordu bağırarak. Selim ve annesi, Zehra’yı karşılarında görünce dehşete kapılmışlardı. Dillerini yutmuş iki birey gibi yalnızca sustular. Cevap verseler her şey daha da kötüye gidecek gibiydi. O an daha çok emin oldu Zehra; konuştukları kişi kendisiydi.

“Anneme ne oldu?”

Sinirle bağırırken gözleri de dolmayı ihmal etmemişti. Hemen her şey söylense, kalbi bu korkudan patlamayı kesecek gibiydi. Kalbi hiç tatmadığı bir şekilde atıyordu, göğüs kafesi ona dar geliyordu sanki.

Selim şaşkınca yanına gelerek omuzlarından tuttu. Kelimeler tekrar boğazına dizilirken bu sefer konuşmayı becerebilmişti ama zoraki bir hâlle.

“Zehra, annen?” dedi yutkunarak.

“O çok hastaydı.”

Kelimeler ağzından kesik kesik fısıltıyla çıkarken gözlerini kaçırdı.

“Hasta mı?” diye sordu kendi kendine.

“Bana yalan söyledin, annem iyi demiştin.”

Ama Selim cevap vermiyordu. Elinde çırpınan kıza bakmıyordu, gözyaşlarını özgür bırakmak istiyordu.

“Selim Abi,” dedi, oldukça yumuşak çıkarmaya çalıştığı sesiyle.

“Siz doktorsunuz, onun neyi olduğunu biliyorsunuzdur değil mi?”

“Zehra,” dedi, devam edemeyerek.

Belki de Zehra bu kelimeyi duymamıştı bile.

“Çok mu hasta? Hemen yanına gidelim. Beni görürse daha iyi olabilir.”

Sevim Hanım, Zehra’nın yanına gelerek ellerini tuttu. Eğer hemen söylemezse bu kız çıldırabilirdi.

“Her insan doğar, yaşar ve ölür. Doğanın bir kanunu bu.”

Zehra hıçkırarak ağlarken, Selim ayağa kalkmış, merdivenlerden inmeye başlamıştı. Zehra’yı bu hâlde görmeye dayanamazdı. Sanırım Zehra yavaş yavaş anlamaya başlamıştı.

“Anneme ne oldu?” diye sordu tekrar, hıçkırıklarının arasından.

“Annen…” dedi, devam edemeyerek ve yutkundu.

“Artık aramızda değil, o ölmüş.”

“Yalan söylüyorsunuz!” dedi genç kız, olağanca gücüyle bağırırken.

“Annem beni bırakıp gitmez!”

“O beni terk etmez, anlıyor musunuz?” dedi sinir krizi geçirip bağırırken. Üst üste birkaç kez çığlık atmıştı, ardından koşarak odasına girmiş, kapıyı kilitlemişti. Kapısına vurulan yumrukları ve bağıran sesleri duymuyordu bile. Yalnızca dizlerini kendisine çekmiş, sallanıyordu deli gibi.

“Annem ölemez. Böyle bir anda ölemez. Hayır, o ölemez. Ölemez!”

Defalarca kez bağırarak, gözyaşları içinde kurduğu bu cümleler neredeyse onu bayılma noktasına getirmişti.

Saatlerdir hâlâ aynı pozisyonda oturuyor ve sayıklıyordu. Kafasına bir anda yatan düşünceyle yutkunarak ayağa kalktı. Aynadaki yansımasına gözü takılınca bir süre aynadaki yıpranmış Zehra’ya göz gezdirdi. Gözleri ağlamaktan şişmiş ve bulanıklaşmıştı, sarı saçları bir cadı gibi dağılmıştı, yüzü ise bembeyaz kesilmişti. Tıpkı bir hayaleti andırıyordu bu görüntüsü. İstemsizce kapıya yöneldi ve son bir saattir yumrukları kesilen kapıyı açtı. Saat gece yarısını çoktan geçmişti, tüm ev karanlıktı. Zehra, bu karanlıktan istifade ederek merdivenlerden indi ve doğruca dış kapıyı açarak dışarı çıktı. Hiçbir yere dahi bakmamıştı.

Şu an hiç kimse, hiçbir şey umurunda bile değildi. Hiçbir yere bakmadan, dolan gözleriyle soğuk zeminde yalın ayak yürümeye devam etti. Bu yaptığı bir delilikti ama zaten şu an aklı başında değildi ki. Kollarını birbirine sarıp yürümeye devam ederken kötü düşünceler beynini istila etmişti. Sanki tüm dünya ona karşıydı. Bu dünya onu istemiyor, barındıramıyor gibiydi ya da kendisi öyle tahmin ediyordu. Kendisini bu düşüncelerle tatmin etmek istiyordu.

Etrafında bulunan tüm ağaçlar, yol, evler üzerine doğru gelirken bir an bedenini tutamayarak bayılacak gibi oldu ama boyun eğmedi. Yürümeye devam etti.

Sokakta havlayan köpek seslerini duyunca bir an Felicitá aklına doluşmuştu. Belki de onun için bu düşünceden vazgeçmeliydi; köpeğinin ona ihtiyacı vardı. Ama hayır, yapamazdı. Felicitá kendi başının çaresine bakabilirdi. Hem şu an en çok nefret ettiği kişi Selim vardı onun yanında. Herhalde bakardı Felicitá’ya. Öyle değil mi?

Ne demişti Selim’in annesi:

“Her insan doğar, yaşar ve ölür.”

Doğru, dünya tuhaf bir yerdi. Her gün binlerce insan doğar, binlerce insan ölürdü. Hiçbir insanın ne zaman öleceğine dair garantisi yoktu. Azrail’in bir gün hangi kapıyı çalacağı bilinmezdi. Dünya ve insanlar tuhaf bir yerdi. Çoğu insan istediği hayatı yaşardı, çoğu ise yaşayamazdı. Çoğunluğun ise bitmek tükenmek bilmeyen bir acısı vardı. Aslında herkesin bir derdi vardı ama önemli olan, hayatına devam edip ayakta kalabilmekti. Her şeye rağmen, tüm acılara rağmen gülümseyebilmekti.

Sanırım dünya bu acılarla, dertlerle ayakta kalabiliyordu ya da tamamen iyilik yapan insanlar sayesinde ayaktaydı… ya da sürekli gülümseyen insanlar sayesinde.

Şu an dünya nüfusu kaç milyardı; 7.3 milyardan fazla. Birkaç rakam yerini kaybetse hiçbir şey değişmezdi değil mi? Hiç kimse kim öldü veya kim kaldı anlamazdı değil mi? Çoğunluk yine hayatına devam ederdi. Hiçbir şey olmamış gibi dünya kaldığı yerden devam ederdi. Halbuki rakamlar eksilmişti ama kimsenin farkında değildi. Çünkü eksilen rakamların yerini yenileri dolduruyordu.

Bugün annesinin bu dünyadan göçtüğünü öğrenmişti ve sanırım Zehra da bugün bu dünyadan ayrılsa kimse fark etmezdi. Hatta kimsenin umurunda bile olmazdı. Bu düşüncelerle zaman kaybederken çoktan göle varmıştı. Kafasını kaldırıp etrafa baktı; hiç kimse yoktu, her yer karanlıktı ve gökyüzünde parıldayan bir dolunay vardı. Zehra’ya ışık kaynağını sunan dolunay…

Tekrar göl ile göz göze geldi. Şu an bu göle atlasa kimse onu bulup kurtaramazdı. Cesedi ne zaman bulunurdu? Belki yarın, belki birkaç gün sonra, belki birkaç hafta sonra… Belki de hemen bulunurdu. O an yalnızca şansını denemek istedi, aklı yerinde değildi. Tek düşündüğü şey, annesinin yanına gitmekti ve tüm bu acılardan kurtulmak. Ama unuttuğu bir şey vardı; kimsenin onu görmediğini sanıyordu, hâlbuki birisi onu görüyordu bu dünyada. Hafif dalgalarla kıpırdanan siyah suya baktı. Göl, sanki şu an Zehra’yı sabırsızlıkla bekliyor gibiydi. Bir an önce atlamasını ve boğulmasını istiyordu.

Son kez titrek bir nefes alırken gözlerini kapattı ve annesini düşündü. Onun o güzel yüzü, gülümsemesi, neşesi, üzüntüsü aklına gelirken son damlaların gözpınarlarından akmasına izin verdi ve annesine kavuşacağı ümidiyle suya atladı.

Soğuk su tüm vücudunu yalayıp geçerken hafifçe onu yutup dibe çökertti. Çırpınmadı. Saçları suda hafifçe dans ederken yavaş yavaş dibe çöküyordu. Tek bir nefes dahi almaya çalışmıyordu, yalnızca hareketsiz kalmıştı. Artık istese bile hareket edemezdi. Bedeni uyuşmuş gibiydi, beyni ise tüm komutları kesmişti. Yalnızca tek bir komut o an aklına gelmişti:

“Ne yapıyorum ben?”

Kendi kendine zihninde harflerle karalanan bu soru zihnini tazelerken hızla gözlerini açtı.

Yaptığı şeyden büyük bir pişmanlık duyarken çırpınmak istedi. Yüzeye çıkıp nefes almak… Ama şu an, harekete dair hiçbir şey yapamıyordu. Tekrar gözlerini kapattı ve ruhunun bu dünyadan göçmesini bekledi.

Ta ki görünmez bir el bileğini tutup onu yüzeye çıkarana kadar.

O an Yaradan, tekrardan bir yaşama şansı sunmuştu Zehra’ya.

 

 

Bölüm : 07.08.2025 11:51 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...