
Korkunun her silsilesini bedeninde hissederken kelimeler bir bir ağzından dökülmeye başladı. Âdeta bir kâbus gibiydi her şey. “Konuşmak istemiyorum!” dedi genç kız, acıyan bileğini kurtarmaya çalışırken. Ses tonu ise oldukça sinirli çıkmıştı.
“Ama ben istiyorum,” diyerek Zehra’yı içeri götürmeye başladı Selim. Zorlukla tuttuğu elini acıtırcasına sıkıyordu. Sanki kaçıp gidecekti Zehra. Dış kapıyı kapatıp koridorda dururken, “Kimdi o adam?” diye bağırdı.
Zehra, oldukça yüksek çıkan bu sesin karşısında titremeden edememişti. Selim’in ona bağırdığı nadir zamanlardan biriydi. Hatta uzun süredir hiç bağırmamıştı. Korkmasına rağmen başını dik tutup cevabını verdi, net bir şekilde: “Seni ilgilendirmiyor!”
“Bal gibi de ilgilendirir, ben senin kocanım,” dedi, işaret parmağıyla kendisini işaret edip genç kızın omuzlarından tutup sarsarken. Kızıllaşmış gözlerle, titreyen gözlere öfkeyle baktı. Küçücük bir kırıntı, bir sevgi aradı o gözlerde ama yoktu. Nefret mavi rengi olabildiğince avucuna hapsetmiş vaziyetteydi.
“Zorla evlendirildik biz,” Zehra titrekçe bu sözleri sarf etmişti. Yıllar geçtikçe daha iyi anlamıştı. Birisini severek evlenmek farklı bir şeydi ama zorla evlendirilmek; hiç düşünmeden ruhsuz bir bedeni ömür boyu zindana hapsetmek gibiydi.
Gizem, duyduğu bağrışmalarla aşağıya inerken, “Neler oluyor?” dedi, anlamaya çalışırken. Endişeyle bir abisine, bir Zehra’ya baktı.
“Beni delirtiyorsun, cidden beni delirtiyorsun! Bunu bana neden yapıyorsun?” Selim, Zehra’nın omuzlarını daha sıkı kavrarken genç kızın kendine gelmesi için daha çok sarstı. Zehra ürkekçe geri çekilmeye çalışırken tekrar sordu: “Kimdi o adam?”
“Yalnızca bir arkadaşım, hem seni neden ilgilendirsin ki?”
“Benimle düzgün konuş artık!” dedi bağırıp, Zehra’yı daha çok avuçlarına esir düşürürken. Bağırışı o kadar şiddetliydi ki annesi de yardıma koşmuştu. “Beni, sana karşı zor kullanmaya zorlama!” Sinirle aralarındaki mesafeyi kapatırken Gizem ve annesi arkasından gelerek Selim’i tutmaya çalıştılar.
Zehra’yı, Selim’in elleri arasından kurtaran Gizem, “Sakin ol abi,” dedi yalvarırken. Selim hiddetle öne atılırken Zehra’ya döndü bu sefer. “Odana çık Zehra! Abim sakinleşene kadar da inme.”
Zehra koşar adımlarla odasına çıkarken nefes nefese kalarak kendisini yatağına attı. Selim’e karşı böyle davranmak istememişti ama elinde olmadan ona cevabını vermişti, hem de hiç hoş olmayan bir şekilde. Selim’in onu bu kadar sıkması, her şeyi bilmek istemesi en nefret ettiği şeylerden biriydi. Hep özgür kalmaya ihtiyacı olduğunu düşünürdü.
Gizem odasının kapısını açıp içeri girene kadar odadan dışarı çıkmadı. Genç kız sessizce Zehra’ya yaklaştı ve yatağın başucuna geçip oturdu. Elini Zehra’nın elinin üzerine koyarken kahverengi gözleriyle deniz mavisi gözlerin içine baktı. “Lütfen abime böyle davranma artık,” dedi yalvaran bir ses tonuyla. Çünkü artık bıkmıştı tüm bu olanlardan. Abisinin nasıl çöktüğünü görebiliyordu. En önemlisi de abisinin kendisine kötü bir şeyler yapmasından korkuyordu her zaman.
“Özür dilerim. Ben aslında böyle olsun istememiştim, tüm suç benim biliyorum.” Zehra, ümitsizce Gizem’e baktı kısa bir süre. Kalbi onu istemiyordu; bu elinde olan bir şey değildi. Yalnız Selim’de değil, tüm erkeklere karşı aynıydı.
“İstemeden oldu biliyorum ama bu nefretini biraz yıkmayı denesen…”
“Peki Gizem,” dedi fısıltıyla. “Deneyeceğim en azından senin için.” Derin bir nefes vererek Gizem’e baktı, elini ümit verircesine tuttu ve gülümsedi. Gizem’de gülümserken birden tebessümü yarıda kesildi. Boğazını temizleyip kaşlarını çatarak devam etti.
“Abim seni odasında bekliyor, konuşacakları varmış.” Zehra’nın tedirginliğini görünce ilave etti, ellerini kaldırıp olumsuz anlamda sallarken: “Şu an sakin, merak etme. Sen güzel konuştuğun müddetçe sorun çıkmayacaktır,” dedi, destek vererek ve tekrar gülümsedi. Zehra bir hışımda ayağa kalkarken odanın içinde volta atmaya başladı.
“Tek gitmem ben onun yanına.”
“Zehra!”
“Gitmem, Gizem! Az önceki halini gördün, korkuyorum ben ondan,” dedi, elini düşünceli bir ifadeyle saçına daldırırken.
“O sadece bir anlıktı,” dedi, ayağa kalkıp Zehra’yı sırtından ittirip dikildiği yerden götürmeye çalışırken; ama Zehra yerinden milim kıpırdamıyordu. “Lütfen, hadi git. Hem ben kapı önünde seni bekliyor olacağım.”
“Neden sen de içeri girmiyorsun?”
“Abim baş başa konuşmak istedi.”
Konuşma halen uzarken sonunda Gizem, Zehra’yı yalnız olarak Selim’in odasına koymayı başarabilmişti; kendisi de kapının önünde her ihtimale karşı siper etmiş halde duruyordu.
Zehra’yı fark eden Selim direkt ona döndü. “Geç otur karşıma!” Emir veren sesi duyar duymaz irkildi. Selim’in sinirli hali hâlâ üzerindeydi. Zehra’ya yatağının üzerine oturmasını işaret etmişti. Zehra konuşmadı, oturmadı, ahşap zemini izlemeye devam etti.
Selim’in odası koyu bir renge sahip olduğu için kasvetli bir havası vardı; insanı sıkan cinstendi. Koyu renk perdeler kapalı olduğu için odaya gündüz olmasına rağmen karanlık çökmüştü ve fark etmemek elde değildi; her yer kalın kalın kitaplarla doluydu. Yatağın üstü, masa, sandalye hatta halıda bile kitaplar vardı. Zehra uzun süredir gelmediği odayı incelerken aynı ses ürpermesine sebep oldu.
“Bak Zehra! Eğer dediklerimi yapmazsan yemin ediyorum o işte çalışmana izin vermem,” dedi onu sertçe uyararak. Zehra tekrar sessizliği seçerek yatağın üzerine oturmayı seçti.
Genç adam tekrar ona dönerken, “Şimdi söyle kim o adam?” dedi kollarını göğsünde kavuştururken. Gözleri genç kızın yüzüne sabitlenmiş, vereceği cevabı dikkatle bekliyordu.
“Kafede beraber çalıştığım insanlardan birisi,” Selim’in yüzüne bakmayarak kısık bir sesle ve titrekçe söylemişti. Şu an fazlasıyla korkuyordu karşısındaki adamdan.
“Bak!” dedi genç adam bilmiş bir tavırla. “Cevap vermek o kadar da zor değilmiş değil mi?” Ellerini cebine koyup kaşlarını alayla çatarken devam etti. “Kadınlardaki bu inadı hiç anlayamıyorum ve sanırım anlayamayacağım da.”
Tekrardan bir sessizlik hakim olmuştu odaya. Selim derin bir nefes vererek devam etti. Daha çok sabır dilemişti Allah’tan. “İsmi ne?”
“Enes.”
“Demek ki Enes,” dedi çenesini sıvazlarken. Çalışma masasına doğru ilerleyerek eline bir kağıt ve kalem aldı. “Hemen o kafenin adresini yaz buraya.”
“Ne yapacaksın?” diye merakla sordu genç kız.
“Bilmem, belki seni ziyarete gelirim arada. Ne dersin?” dedi umursamazca gülümserken.
Zehra istemeyerek de olsa adresi yazarak Selim’e uzattı. Çünkü adresi yazmaktan başka çaresi yoktu. Selim her bağırdığında kalbi ufak ufak olup boşluklara dökülüyordu sanki ve onları toplamak bir hayli zordu.
Genç adam kağıdı eline alırken boşta kalan elini Zehra’nın başına koyarak ürpermesini sağladı. Zehra şaşkınca gözlerini yüzüne dikerken Selim gülümseyerek saçlarını dağıttı. “Aferin, yavaş yavaş öğreniyorsun ufaklık.”
Saçlarını iyice karıştıran adama göz ucuyla bakıp, “Sensin ufaklık,” dedi. Selim’in elini sinirle iterken ve daha fazla bu olanlara katlanamayarak kapıya yöneldi. Kapıyı tam açacakken Selim’in son sözleri kapıyı açmasına engel olarak durmasını sağlamıştı.
“Bu arada düşündüm de, sanırım artık seni yalnız bırakmamalıyım. Son senem olmasına rağmen Bursa’da okumaya karar verdim; yatay geçiş yapacağım.”
Zehra duyduğu sözlerle donup kalmıştı. Onu görmek, duymak dahi istemiyordu ama o buraya tamamen yerleşecekti. En azından okullar açılınca rahat bir nefes alabiliyordu; şimdi ise bir kâbus gibi etrafına dolanacaktı sürekli ve geçiş yapması da kolaydı. Tüm dersleri mükemmeldi; buradaki üniversiteye birincilikle bile yerleşebilirdi ve yerleşecekti de. Hiçbir şey demeden kapıyı kapatarak odasına geçti. Felicitá’yı kucağına alıp aşağıya inerken yumuşak tüylerini okşadı.
“Neden hiçbir şey istediğim gibi gitmiyor, Felicitá?” Boğazına bir yumru yerleşirken mutfağa geçerek Felicitá’ya bir şeyler hazırladı. “İsmini mutluluk koydum; mutluluk bir gün bana da uğrasın diye ama sanki benden nefret ediyormuş gibi yanıma hiç uğramıyor,” dedi, gözleri dolarken.
“Tabii ki uğramaz!” Duyduğu sesle istemeden arkasına dönmüştü genç kız. Karşısında Selim’in annesini görür görmez içini bir korku kaplamıştı. Selim’e böyle davrandığı için Sevim Hanım ondan nefret ediyordu. “Senin yüzünden oğluma da mutluluk uğramıyor. O kadar bencilsin ki yalnızca kendini düşünüyorsun,” dedi sinirli bir ses tonuyla. Zehra ise yalnızca dinlemekle yetiniyordu. Ne diyebilirdi ki? “Sana acıyıp yanıma aldım ama sonuç ne oldu, koca bir hiç,” dedi, ellerini iki yana açarken. Zehra gözyaşlarını zorlukla tutarken hâlâ Felicitá’ya bakıp tüylerini okşuyordu. Büyüklerine karşı asla saygısızlık etmezdi ve yine cevap vermeyecekti. Sonuçta bu kadın üç buçuk yıl boyunca ona bakmıştı. Kendisi onu evine alırken karşısına geçip konuşabilir miydi ki? “Böyle olacağını bilseydim…” dedi ama devam edemedi. Yerine Zehra tamamladı: Seni asla evime almazdım, diye geçirdi içinden. “Bir de başımıza bir köpek çıktı.” Eliyle Felicitá’yı işaret etmeyi de ihmal etmemişti.
“Bak Zehra, seninle bir anlaşma yapalım,” Hızla arkasını dönüp genç kıza gerilen yüz hatlarıyla baktı. “Oğlum henüz yirmi dört yaşında olmasına rağmen senin yüzünden çok yıprandı. Halini görmüyor musun, ona hiç mi acımıyorsun?” Gözleri dolarken Zehra’nın karşısına geçip devam etti. “O mu senin anneni öldürdü de ona böyle davranıyorsun? O sana iyilikten başka ne yaptı?” Omuzlarından tutarken Selim’in ona yaptığı gibi sarstı; belki kendisine gelir diye.
Selim’i böyle görmek annesinin ruhunu parçalıyordu. Oğlu kolay sinirlenen birisi değildi ama artık Zehra yüzünden kolaylıkla sinirlenebiliyordu. Zehra’nın yanağından bir gözyaşı damlası sessizce belirsiz bir yol çizerken ısrarla sordu: “Cevap ver bana! Haksız mıyım?”
“Haklısınız,” dedi derinlerdeki, kuytu bir köşede yol alırken kaybolup yok olan ses.
“Haklıyım tabii!” dedi başını dimdik tutup gözyaşlarını gözlerinin içine hapsederken. “Seninle bir anlaşma yapalım demiştim. Ya Selim’e iyi davranırsın ya da bu evden defolup gidersin.” Sesini oldukça net çıkarmaya çalışarak bu sözleri sarf etmişti. Zehra’nın cevabını beklemeden yanından geçerek başka yöne doğru ilerledi.
Genç kız Felicitá’ya sımsıkı sarılırken merdivenlere yönelerek yukarı çıkmaya başladı, başı önde, gözyaşlarını saklamaya çalışarak. O tanıdık el kolunu tutarak her zamanki gibi durmasını sağladı.
“Ne oldu?” diye sordu endişeyle.
Zehra başını kaldırmadı ama aynı el ısrarla gözlerini gözlerine dikmek için çenesini sertçe kaldırdı. Pembe yanaklarında beliren sularla karşılaşır karşılaşmaz bir telaşa kapılmıştı Selim. “Ne oldu?” diye sordu tekrar, sesini yükselterek; yine cevap gelmedi. “İçine atma, söyle bana.” Bu sefer sesi daha sakin çıkmıştı.
Zehra daha fazla hıçkırıklarını tutamayarak, “Özür dilerim,” dedi kesik kesik çıkan sesiyle ve koşar adımlarla odasına çıktı. Felicitá’yı odaya bırakırken hızla defterine sarıldı. Son zamanlarda sıklıkla gözyaşlarıyla doldurduğu bu defter yine gözyaşlarına mâhkum bırakılmıştı.
Aşağıdan gelen bağırışlara kulak aldırmadan içindekileri bir bir yazıya dökmeye başladı.
Korku…
İlk kelimesini yazmıştı ama üzerine ısrarla karaladı.
Üzüntü…
Yine karaladı.
Sevgi…
Yine karaladı.
Mutluluk…
Üzerini kağıdı yırtacak derecede karaladı. Beyaz bir nokta dahi kalmamıştı temiz kağıdın üzerinde. Kirlenmiş sayfayı çevirerek temiz bir sayfa açtı kendisine. İlk cümlesini yazarken kalbindeki acıyı fark ederek yazmıştı. Şu an kalbi hiç olmadığı kadar ufak parçalara bölünmüştü. Kelimeler kendiliğinden sıraya dizilirken Zehra onları serbest bıraktı.
“Sanki ne yaparsam yapayım insanları hayal kırıklığına uğratıyordum. İstemeden de olsa onları kırıyordum ve onlar paramparça olan kalbimi bir çizik daha atarak kalbimi daha çok yaralıyorlardı. Kalbim artık anlamlandıramadığım bir duygu karmaşası içindeydi. İçimdekiler dolup taşıyordu. Nedense artık herkesin hayatının bensiz daha iyi olacağını düşünmeye başlamıştım.
Bu nasıl bir his mi?
Bir hiçlik hissi…
Derin, sonsuz, ebediyen bomboş bir hiçlik hissi. Bu his bedenimi esir almış bir haldeyken ondan asla kurtulamıyordum. Değersiz bir eşyaydım sanki. Kırılıp, bir kenara kolayca atılabilecek, hiçbir işe yaramadığını hissettiren değersiz bir eşya…
Belki de onu dinlemeliydim, gitmeliydim buralardan. Gitsem her şey düzelebilir miydi? Her şeyin düzeleceğini bilsem kesinlikle bırakıp giderdim ama düzelmezdi. Selim’in gözlerindeki parıltıyı, sevgiyi görebiliyordum; bana karşı olan merhametini, şefkatini görebiliyordum. Bunu her hücremde dahi hissedebiliyordum. Bu yüzden hayata bir şans daha vererek kalmayı seçiyordum. Ona; Selim Hanzade’ye bir şans daha veriyorum.
Şu ana kadar ona haksızlık ettiğimin farkındaydım ama bu elimde olan bir şey değildi. Ruhum tüm herkesten soyutlanmıştı, herkes benim için birer birer kaybolup gitmişti. Yalnızlık duygusu iyice içimi sarmalarken ben nasıl etrafa gülücükler saçabilirdim ki? İnsanın kalbini görmek, onu hissedebilmek o kadar kolay bir şey değil. Bir insanın içini, hislerini, duygularını asla bilemezsiniz. Üç yıl boyunca gördüğüm terapilerle yavaş yavaş düzelip kendime gelirken herkes bana karşı çok önyargılı davranıyordu. Böylece bana hiç uğramayan mutluluk sürekli yüz çevirerek beni terk ediyordu her zamanki gibi. Sadece kendim için sarf etmiyorum bu sözleri; herkesin bir parçası böyleydi. Sürekli düşünürdüm bu tanıdık zamanları.
Hangimiz tamdık ki?
Hangimiz sürekli mutluyduk ki?
Hangimiz en son birini tam olarak duygularını, hislerini dinlemiştik ki?
Herkes sorunsuz bir hayat; sürekli mutluluğu ister.
Bu kadarını istemek bencillikti biliyorum ama sadece bir kez olsun yanımdan teğet geçerek te olsa bana uğramasını istiyordum o kelimenin. Sadece bir kez olsun…
Bu yüzden yalnızca bir şans verecektim ona. Yalnızca tek bir şans…
Eğer yine olmazsa, yapamazsak o zaman ebediyen hayatlarından çıkacaktım. Tamamen…
Onları bu koca evde yalnız bırakacaktım hem de hiç haber vermeden ve ben de tekrar yalnızlığıma mâhkum olacaktım.
Bomboş, değersiz bir hiçlik hissiyle.”
***
“Günaydın, Enes,” dedi genç kız gülücüklerini etrafa saçarken, halbuki kalbi hâlen ağlıyordu. Dışarıdan göründüğü gibi değildi hiçbir şey. Tüm her şey kalbin içine atılıp saklanırdı.
“Günaydın, güzel kız, erkencisin bugün.”
Zehra tebessüm ederek saçlarını at kuyruğu yaparken devam etti: “Bugün böyle oldu.”
“Desene seni biraz daha uzun görebileceğim.” Enes gözlerini kısarak gülümserken, Zehra da yanındaki kişiye içtenlikle bakıp gülümsedi. “Müşterilerimiz geldi bile, yine yorucu bir gün olacak anlaşılan.”
Zehra oflayarak gelen kişilere bakarken, heykel gibi dikilip dümdüz duramadan edememişti.
“Zehra,” Enes’in sesini duymadı, cevap vermedi. Genç adam elini gözlerinin önüne bir perde gibi indirip kaldırdı, uyanması adına. “Zehra.”
“Ha?” dedi Zehra şaşırmışçasına.
“Ne oldu?” diye sordu Enes anlayamayan gözlerle. “Tanıdığın birileri mi?”
Zehra cevap vermeyerek yalnızca onlara baktı; gelen kişilere. Selim ve Senem masaya yavaşça yerleşirken onları baştan aşağı süzmeye başladı. Selim her zamanki halindeydi: bir kot pantolon ve kısa kollu bir tişört, ama Senem oldukça şık bir vaziyetteydi. Giydiği mini siyah elbise, üzerine attığı uzun ince hırka ve kabaca makyajı birçok erkeği ikinci kez döndürüp baktıracak derecedeydi.
“Neden cevap vermiyorsun? Siparişleri sen almayacaksan ben alacağım.”
Zehra ve Selim göz göze gelirken, “Lütfen sen al Enes,” dedi gözlerini Selim’den ayırmadan.
Enes yavaşça masaya yönelirken menüleri Selim’le Senem’in önüne koydu. Selim göz ucuyla Zehra’nın yaptıklarını izlerken menüye bakmadı bile. Buraya gelme amacı yalnızca Zehra içindi. Gelip ortamı görmekti ama genç kız her zamanki gibi yüzüne bile bakmıyor, ilgilenmiyordu. Senem yavaşça menüyü açıp ne isteyeceğini düşünürken konuşmaya başladı: “Uzun süredir görüşmemiştik ve sen benimle ilgilenmiyorsun bile. Allah aşkına Selim, o zaman beni ne için getirdin buraya?” diye sordu alıngan bir ifadeyle.
Selim’in bakışları istemsizce Senem’i bulurken tebessüm etti. “Yanımda bir dost bulunması için,” der demez, genç kız ellerini göğsünde kavuşturarak geriye yaslandı. Çok geçmeden iki kişi daha gelip yan taraftaki masaya geçip oturmuşlardı.
“O kızı izlemek için geldin buraya,” dedi Senem başıyla Zehra’yı hafifçe işaret ederken. Yine de aldırmadı, siparişleri istedi. Selim’i böyle bir şey için kaybedemezdi.
Zehra yan masaya bakıp siparişleri alırken hiç Selim’le konuşmamıştı, hatta bakmamıştı bile. Ona bir şans verdiğini düşünerek hata yaptığını düşünüyordu. Yanında bir kızla gelerek çoktan Zehra’yı hiçe saymıştı bile.
Selim içten içe bu duruma sinirlenip köpürürken önündeki kahvaltı tabağıyla uzun süre bakıştı. Ta ki yan masada oturan kişilerin sesini duyar duymaz.
“Çok güzel bir kız, oğlum,” diyen fısıltılara kulak verdi, ergen ergen davranan iki gençti. “Bu kız kesinlikle benim sevgilim olmalı.” Selim hiddetle elindeki çatalı sıkarken o tarafa bakmamaya çalıştı. Aynı ses yineledi: “Bak şimdi ne yapacağım? Ziyafeti görmeye hazır ol.”
Selim göz ucuyla bakarken genç adam elindeki çatalı biraz uzağa fırlatarak düşmesini sağladı. “Pardon!” dedi Zehra’ya seslenirken. Zehra sesi duyar duymaz koşarak masanın önüne geldi, her şeyden habersiz. “Çatalım düştü de yeni bir tane alabilir miyim?” dedi aynı ses, yerdeki çatalı işaret ederken.
Zehra “Tabii,” diyerek çatala yaklaştı ve eğilerek yere uzandı. Eğilme sebebiyle arka taraftan kısalan eteğiyle “Şu bacaklara bak abi,” diyen sesi duymadı, gülme seslerini de. Yalnızca işine odaklanmıştı genç kız.
Selim, Senem’e dönerek “Üzerindeki hırkayı ver, Senem!” dedi dişlerinin arasından.
Senem anlamayan gözlerle Selim’e bakarken, “Anlamadım,” dedi düşüncelerini açıkça dile getirip peynir dilimini ağzına koyarken.
“Hırkanı ver, Senem!” diye bağırdı genç adam, tüm bakışların üzerine çevrilmesini sağlarken. Senem korkarak üzerindeki hırkayı yavaşça çıkararak Selim’e uzattı. Selim hırkayı alır almaz ayağa kalkarak şaşkınlıkla arkasında dikilen Zehra’nın karşısına geçti ve çömelerek hırkayı beline bağladı.
“Ne yapıyorsun?” diye sordu genç kız şaşkın bir ifadeyle. Yere düşen çatal ise hâlâ elindeydi.
“Kes sesini!”
Zehra’nın belini, bacaklarının çoğunu kapatacak şekilde hırkayla bağlarken ayağa kalkarak öfkeyle yan masaya doğru ilerledi. “Sen kim oluyorsun da benim karıma laf atıyorsun!”
Zehra’ya laf atan çocuğa hiç düşünmeden, cevap vermesini dahi beklemeden daldı. Zehra ve Senem şok olmuş bir ifadeyle olanları izliyorlardı. Enes ve diğer çalışanlar Selim’i ayırmaya çalışırlarken iki genç kıza dışarı çıkmalarını söylediler.
“Dışarı çıkın!”
Zehra, Enes’in sesiyle onlara doğru ilerlerken Selim’i omuzlarından tutup ayırmaya çalıştı. “Bırak Selim! Lütfen bırak,” dedi yalvarırcasına.
Selim genç kızın sesini duyar duymaz biraz sakinleşerek etrafına baktı. Nefes alışverişleri hızlanırken kafenin patronuna dönerek, “Özür dilerim,” dedi mahcup bir ifadeyle. Şu an burada en büyük görünen kişi o olduğu için patronun o kişi olduğunu tahmin etmişti. “Bir an kendimi kaybettim.”
Kafenin patronu elini omuzuna atarken, “Kimse karısına laf atılmasını istemez, delikanlı,” diyerek destek çıktı. Tüm gözler Zehra’yı bulurken, birlik olarak iki genci kafeden attılar. Tüm bu olanlar Zehra’yı iyice şaşırtırken belindeki hırkayı sinirle çözerek Senem’e verdi ve hiçbir şey demeden dışarıya çıktı.
Selim çok geçmeden arkasından gelirken, “Şimdi anlıyorsun değil mi, neden çalışmanı istemediğimi?” dedi gerilen yüz hatlarıyla.
“Hayır, anlamıyorum! Beni herkese rezil ettin.”
“Rezil mi ettim? Ben seni, sana kötü gözle bakmalarından kurtardım. Çatalı bilerek yere düşürdüler, sırf bacaklarına bakmak için.”
“Yalan söylüyorsun!” dedi genç kız aniden Selim’e dönerken.
Selim gözlerini kapatarak yürümeye devam etti. Zehra’yı geride bırakarak ilerledi. Zehra bu duruma iyice sinirlenirken hızla yürüdü ve Selim’e yetişti.
“Bana güvenmiyorsan yanıma gelme.”
Bir şey demedi, sessizliği tercih etti.
“Nefret ediyorum susmandan,” dedi tıslayarak. “Ve bana inanmamandan.”
“Sana inanıyorum.” Güven verici ses tonu etrafta yankılanırken Selim hayrete düşmüştü.
“Bana böyle bakma,” dedi Zehra çenesini itip önüne bakmasını sağlarken.
“Nasıl?”
“Sanki ilk kez sana karşı iyi olmuşum gibi.”
Selim hafifçe güldü. “Nasıl da biliyorsun suçlu olduğun zamanları.” Kolunu omzuna atarken bedenini bedenine yapıştırmak istercesine sardı ve güldü. “Bana içeride ilk kez abi demeden seslendin.” Zehra kızarırken aldırmadı, utanması genç adamın çok hoşuna gidiyordu. Çünkü genç kız ayrı bir tatlı oluyordu.
“Artık bana böyle seslen ve,” dedi ekleyerek, “artık kısa etek giymek yasak. İtiraz istemiyorum!”
Zehra, Selim’in gözlerinin içine ilk kez derinden bakıp gülümsemişti. Sanırım bu sefer pişman değildi; ona bir şans verdiği için. İtiraf etmek gerekirse Selim’in onu başka erkeklerden kıskanması, onun için kavga etmesi hoşuna gitmişti. Bu sefer emindi; bu kollar arasında güvendeydi ve güvende kalmaya devam edecekti, bu kollar onu sımsıkı sardığı müddetçe.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |