22. Bölüm

22. Bölüm

Kübra
kbrbooks

Hayat hiç ummadığımız anlarda ummadığımız insanlar çıkarırdı karşımıza. Hem de bu insanlar uğrunda her şeyini feda edebilecek insanlarsa o zaman hayat daha da zorlaşıyordu.

Selim için de Zehra, o insanlardan biriydi.

“Biraz konuşalım mı Zehra?” Zehra masayı temizlemeyi bitirip Enes’in yanına dönmüştü. Enes’e anlayamayan gözlerle baktı.

“Olur,” dedi kısaca.

Boş masalardan birine geçip karşılıklı oturdular. Enes ellerini masaya koyup devam etti.

“Uzun bir süredir beraber çalışıyoruz, bana neden evli olduğunu söylemedin?”

Zehra gözlerini kaçırarak masada birleştirdiği ellerine baktı. Şu ana kadar tanıdığı hiç kimseye evli olduğunu söylememişti, söyleyememişti. Yüzük parmağını avucunda saklarken cevap vermedi.

“O zaman sana karşı bir şeyler hissetmezdim.”

Genç kız dehşetle gözlerini kahverengi gözlere dikti. Enes gayet sakin bir halde devam etti.

“Sana sürpriz yapıp itiraf edecektim.”

“Ben sana hiçbir zaman ümit vermedim Enes.” Zehra üzgün bakışlarını gizlemedi. Nereden bilebilirdi ki bu çocuğun onu seveceğini ve gerçekten de ona ümit vermemişti. Yalnızca Enes onun için bir iş arkadaşıydı.

“Evet ama…” dedi, ardından devam edemedi.

“Yüzüğüm hep parmağımdaydı. Söylememe gerek var mıydı?” dedi, kararmaya yüz tutmuş yüzüğünü karşısındaki genç adama gösterirken.

“Yaşın küçüktü, öylesine taktığını zannediyordum.”

“Öylesine neden takayım ki?”

Enes birden Zehra’ya yaklaşarak fısıldadı. “Bak Zehra, eğer o adam seni zorla yanında tutuyorsa söyle bana. Ben sana yardım edebilirim.”

“Öyle bir şey yok!” dedi genç kız, sinirli çıkan sesiyle. Şu ana kadar ona iyi davranmıştı yalnızca Selim. Onu hiçbir şeye de zorlamamıştı.

“Eğer seni tehdit ediyorsa…”

“Sana öyle bir şey olmadığını söyledim Enes. Neden böyle düşündüğünü de bir türlü anlayamadım.”

“Çok güzelsin Zehra, her erkek güzel bir kadına sahip olmak ister,” dedi Zehra’yı süzerken.

O sırada içeri giren müşterilerle Zehra konuyu kapatma gereği duydu.

“Yeter artık Enes sus! Bilmediğin işlere karışma. Hatta bu süreden sonra seninle hiç konuşmasak daha iyi olur. Tanımadığın bir insana iftira atıyorsun şu anda.”

Zehra eşyalarını alarak kafeden çıktı. Bugün patronundan izin alarak işten erken çıkacaktı. Bu iş onu fazlasıyla yoruyordu, biraz dinlenmeye ihtiyacı vardı ve Selim onu almaya gelecekti bugün, öyle anlaşmışlardı.

Kafenin biraz ilerisinde Selim’i beklemeye başladı. Dışardaki kasvetli hava gibi Zehra’nın içi de kararmıştı. Yaz olmasına rağmen hava bugün fazlasıyla serindi. Çok nadir zamanlarda bu hava karşılarına çıkardı.

Yağmur bardaktan boşalırcasına yağarken elini uzattı ve yağmuru hissetmek istedi. Ellerini üzerine geçirdiği ince hırkanın ceplerine koyup beklemeye başladı. Yağmur hızını arttırırken yolda telaşla koşup duran insanları seyretti. Kendisi ıslanmadığı için şükrediyordu.

Yağmur hızını kesmezken beklemekten vazgeçip yürümeye başladı. Selim geleceği saatten epey geç kalmıştı. Yağmurdan dolayı biriken su birikintilerine birkaç adım atmışken omzunda hissettiği elle durmak zorunda kaldı. Arkasına döner dönmez Selim’le karşılaşınca hafifçe tebessüm etti. Gelmişti.

“Geç kaldığım için üzgünüm,” dedi Selim elindeki siyah şemsiyeyi Zehra’ya uzatırken. Zehra şemsiyeyi avuçlarına alarak beklemeye başladı. Selim siyah yağmurluğunun cebinden bir şemsiye daha çıkarırken genç kızın içi hiç tatmadığı bir duygu yoğunluğuna bulanmıştı. Sinir katsayısı yükselirken elindeki şemsiyeyi elinden bırakarak yere düşmesini sağladı ve umurunda olmadan yürümeye başladı.

Selim henüz açamadığı şemsiyesini tekrar yağmurluğuna tıkıştırırken yerdeki siyah şemsiyeyi alıp Zehra’nın peşinden gitti. Şemsiyeyi bir eliyle tutarken bir eliyle de Zehra’nın koluna girmeye çalıştı ama Zehra kolunu ani bir hareketle çekti. Bir daha denedi, bu sefer bir şey demedi. Cesaret alarak genç kızın koluna girdi genç adam.

“Ne oldu birdenbire?”

Derin bir sessizlik… Selim derin bir iç çekerken konuyu değiştirdi. Şu an ne dese cevap vermezdi, biliyordu. Zehra’nın huyunu çok iyi anlamıştı artık.

“Her zaman seninle yağmur altında beraber yürümek istemişimdir.”

“O yüzden mi iki şemsiye getirdin?” diye sordu, akılda kalan soru işaretlerini çözüme kavuştururken. Selim gözlerini kapatarak tebessüm etti.

“Sen ona mı bozuldun? Hâlâ benden nefret ediyorsundur diye düşündüm, o yüzden getirdim iki tane.” Zehra yalnızca omuz silkti. Selim bu duruma memnuniyet duyarken “Bir dahakine tek bir şemsiye getireceğim.” dedi, Zehra’nın narin elini tutup kendi cebine koyarken. Zehra irkilirken eline baktı. Selim’in sıcacık eli tenine değerken donup kalmıştı. Bu el şefkatle onu sarmalarken bir şey demedi, elini kendi cebine koymasına izin verdi.

İlk kez Selim çekinmeden bunu yapmıştı. Biraz korksa da Zehra’nın bir şey dememesi üzerine cesaret alarak daha sıkı tuttu. Sanki Zehra kaçıp gidecekmiş gibi.

“Seni, annemi, Gizem’i ve tabii ki Felicitá’yı biraz gezdirmek istiyorum. Bu hafta sonu pikniğe gidelim, havalar çok güzel,” demesi üzerine Zehra’nın şaşkın bakışlarıyla karşılaştı. Uzun zamandır hatta çok uzun bir zamandır gezememişti ve bu fikir tek kelimeyle mükemmeldi. Bu piknik herkese iyi gelecekti.

Zehra muzdarip bir ifadeyle gülümsedi. Yanındaki bu adama inanmak istiyordu, tüm içtenliğiyle inanmak ama Selim’in gözleri gülümsemesini görmüyor, başka tarafa bakıyordu. Zehra baktığı yere doğru bir yol çizince yaşlı bir adama takılı kaldı gözleri.

“Bir dakika,” diyerek yanından ayrıldı genç adam. Zehra yerinde kala kalırken gözlerini Selim’den ayırmadı. Selim hızlı adımlarla topallayan yaşlı adama yetişerek cebindeki şemsiyeyi hızla çıkarıp açtı. Yaşlı adamı yolun karşı tarafına geçirirken bir yandan da koluna girmişti. Üstü sırılsıklam olan adamla bir şeyler konuştular ve Selim şemsiyeyi amcanın eline tutuşturarak koşar adımlarla Zehra’nın yanına geldi.

Zehra yaşlı amcanın yüzündeki içtenliği, samimiyeti, tebessümü görür görmez gülümsemeden edememişti. İçini daha önce hiç tatmadığı bir heyecan kaplamıştı. Biraz tuhaftı. Midesi bulanıyor gibiydi ama bulanmıyordu. İçinde âdeta kelebekler uçuşuyordu hem de kıpır kıpır. Kendisine doğru yaklaşan Selim’in koluna hiç tereddüt etmeden girdi ve şemsiyeyi ona teslim edip gülümsedi. Birbirlerine bakıp uzun süre gülümsediler, gözlerini birbirlerinden ayırmadan, sanki yıllardır birbirlerine âşık iki genç gibi.

Bunca zamandır ona haksızlık yaptığını düşündü Zehra. Bu kadar güzel bir kalp kırılmaya, yıpranmaya değmezdi. Bu kalp sevilmeyi hak ediyordu. İçindeki tarif edemediği duygu Selim’in güzel kalbine yavaş yavaş vurulmaya başlamıştı. Belki de çoktan vurulmuştu ve farkında değildi.

İlk kez Selim, Zehra’nın kendisine bu kadar yakın olduğunu görüyordu. Tekrardan eline uzanarak aldı ve cebine koydu, ömür boyu bırakmayı istemediği için.

Hafta sonu tüm hazırlıklar tamamlanmıştı. Selim, başlamış olan hatta bitmesi için birkaç günü kalan yatay geçiş başvuruları için yanında her ihtimale karşı getirdiği belgelerini önce okula gidip teslim etmişti. Ardından eve gelip aile bireylerini piknik için almaya gelmişti.

“Hazırsanız gidebiliriz,” demişti evde bağırarak. Zehra’yı karşısında görür görmez dili tutulmuştu âdeta, devam edemedi. Kısa kollu, omzu açıkta kalan çiçek desenli beyaz elbisesiyle her zamankinden daha güzeldi. Sarı saçlarına taktığı, elbisesiyle aynı modelde olan saç bandı ise yüzünü aydınlatmıştı.

“Makyaj mı yaptın sen?” diye sordu Selim, genç kızın yüzünü inceleyip hafifçe tebessüm ederken.

Zehra kızarırken o da Selim’i incelemeyi ihmal etmemişti. Sakallarını kesmiş, gözlüğünü çıkarmış ve saçlarını hafif kestirip şekil vermişti. Üzerine ise beyaz bir gömlek giyip kollarını dirseklerine katlamıştı ve siyah kumaş bir pantolonla mükemmel görünüyordu. Her zamankinden daha çok göz kamaştırıyordu. Sanki bu iki kişi birbirleri için yaratılmıştı. İkisi de gözlerini birbirlerinden bir türlü alamıyordu.

Selim’in sorduğu soru karşısında hafif afalladı Zehra. Elini yüzüne götürdü emin olmak istercesine. Sadece küçük bir makyajdı, çok bir şey değildi. Yalnızca taktığı mavi uzun küpeler göz rengini daha çok ön plana çıkarıyordu. Yoksa gözlerinde makyaj yoktu.

“Yo,” dedi Zehra, başparmağıyla işaret parmağını birleştirerek öne doğru uzattı. “Azıcık bir şey sadece.” Gözlerini küçültecek şekilde utangaçça gülümsedi. Selim’in bu durumdan hoşnut olmuşçasına gözleri parıldadı.

Herkesin hazır olması halinde bir taksi tutarak göl kenarına gittiler. Göl kenarındaki park ışıl ışıl, cıvıl cıvıldı. Sarı güneş ışıkları etrafa renk saçıyor, güzelim doğa insana tabiatın kurucusunu haykırıyordu âdeta. Her şey ne de güzel yaratılmıştı, hayran kalmamak elde değildi. Herkes neşeli haliyle bir uğraş bulmuştu. Kimi oyun oynuyor, kimi geziyor, kimi de mangal başında sohbet ediyordu.

Selim ve kızlar eşyaları taşırken etrafa göz gezdirdiler. Epey kalabalık olan parkta yer bulmak çok zor olmuştu. Çimlerin üstünde yer buldukları an kızlar sofra bezini serip sepetleri boşaltırken Selim de mangal başına geçip yemeği hazırlamaya başlamıştı bile. Annesi ise bugün yalnızca oturmaya karar vermişti. Bugün onun dinlenme günüydü. Felicitá da neşelenerek etrafta koşmayı tercih ediyordu; uzun zamandır evden uzaklaşmamıştı.

“Yemekten sonra biraz yürüyelim mi Zehra?”

“Peki Selim Abi,” dedi alayla karışık genç kız. Bu sefer yalnızca Selim’i azıcık sinirlendirmek istemişti. Bu sözler sahici değildi.

Selim tebessüm ederek istifini bozmadan cevap verdi. Halbuki içi bir parça burkulmuştu.

“Beni sinir etmeye bayılıyorsun, değil mi?”

Zehra gülümseyerek omuz silkti.

“Bizi de yürüyüş için çağırsan şaşardım zaten.” Annesi bağdaş kurarken Selim’e bakmadan söylendi. Zehra geldiğinden beri gözü ondan başkasını görmüyordu. İnsan biraz ailesiyle de ilgilenirdi.

“Sana sormama gerek bile yok anne. Tabii ki gelebilirsin.”

“Gelmem ben, siz gidin. Zaten bacaklarım ağrıyor, Gizem gelsin,” dedi birdenbire.

“Olur,” diye cevap verdi Gizem gülümseyerek. Zehra’nın da onları dinlediğini sanıyordu ama ona baktığında gölün hafif dalgalı sularına baktığını fark etti. Geçmişte olanlar aklına gelmiş olmalıydı. Çünkü yüz ifadesi donuk ve soluktu.

“Ne oldu Zehra?”

Zehra istemsizce Gizem’e baktı. “Hiç,” dedi soğuk bir gülümsemeyle.

Gizem destek olmak istercesine elini eline koydu, anlamıştı bu yüzünün halini.

“Kötü günler geride kaldı.” Teselli etmek istercesine kelimeleri sıraladı ama Zehra cevap vermedi. Şu an içi konuşamayacak kadar doluydu. Sözlerini gözleriyle anlatmıştı zaten.

Biraz sonra ise her şey unutulmuş, pikniğin keyfini çıkarmaya başladılar ve güzel bir yemeğin ardından Selim, Gizem ve Zehra biraz yürümek için ayaklandılar. Gizem ve Zehra biraz ileride, Selim ise arkadaydı, telefonla konuşuyordu. Zehra ellerini koluna sararak yavaş yavaş yürüdü.

“Uzun zamandan sonra ilk kez abimi bu kadar çok mutlu görüyorum. Baksana kendisine çeki düzen vermiş, gözlük yerine lens takmış. Ne kadar da tatlı değil mi?”

Zehra istemsizce tebessüm ederek başıyla onayladı. Sonra Gizem’i kocaman gülümsemesiyle, parmağını alayla sallarken buldu. Birden yanakları al al olmuştu Zehra’nın.

“Yakaladım seni, beğeniyorsun onu,” demesiyle Zehra aniden yüz ifadesini değiştirip ellerini olumsuz anlamda salladı.

“Yanlış anladın Gizem, ondan değil.”

“Hı hı evet, yanlış anladım.” Gizem inanmayan gözlerle Zehra’ya baktı. Şu an ne dese inanmazdı zaten. İnsanın boşluğuna denk gelen cümlelerin şüpheliğinden asla kuşku duyulmazdı.

Kızlar hâlen sessizce yürürken Gizem arkasını dönerek abisine baktı. “Telefon konuşması bitmedi mi?” dedi meraklı bir ifadeyle, sonra yüzü birden gerildi. “Abimin yanındaki bu kız da kim?”

Zehra ister istemez başını arkaya çevirip baktı. Uzun boylu, genç, göründüğü kadarıyla güzel bir kıza benziyordu. Giydiği şeyler ise Zehra’nın tarzına uymayan, fazla açık giysilerdi ve çok renkliydi. Selim’le gülüşüp bir şeyler söylediler birbirlerine. Genç kız telefonunu uzattı ama Selim almadı. Biraz daha konuştuktan sonra Selim hızlı hareketlerle kızların yanına yetişti. Zehra gerilmiş bir hâlde yalnızca önüne döndü, daha çok kızmıştı bu duruma. Selim’den tarafa bakmadı, konuşmadı.

“Kimdi o kız abi?” İçinden Gizem’e defalarca kez teşekkür etti Zehra. Yoksa meraktan ölüp gidecekti. Kendisi de soramazdı bu kızın kim olduğunu.

“Bilmiyorum, tanımıyorum,” dedi sevecen bir ifadeyle Selim. Bu gülümsemesinin sebebi neydi?

“O zaman neden konuşuyordunuz?”

“Birden yanıma gelip telefon numaramı istedi.”

Zehra, vücuduna yayılan titremesine mâni olamadı. Bir ara göz ucuyla Selim’e baktı, hâlâ gülümsüyordu. Daha çok sinirlenirken içindeki öfke patlamak üzereydi.

“Ya? Sen ne dedin peki?”

“Ne diyebilirim ki? Parmağımdaki yüzüğü gösterip evli olduğumu söyledim. Kız baya üzüldü.” Bekledi bir süre. “Güzel bir kızdı açıkçası.”

Tam Gizem konuşacakken Zehra daha fazla dayanamayarak söze atıldı.

“Keşke numaranızı verseydiniz Selim Abi!”

Selim’in içi gülen gözleriyle karşılaşır karşılaşmaz birden kızararak önüne döndü, ellerini yumruk yaparak. Öfkesine yenik düşerek ona bağırmıştı az önce ama bu bağırış daha çok bir kıskançlık barındırıyordu içerisinde.

“Birbirinize âşık olur, mutlu mesut yaşardınız,” dedi dolan gözleriyle, yanlarından hızla ayrılıp koşarken.

“Zehra!”

“Zehra!”

Tüm sesleri duymazdan gelerek adımlarını hızlandırdı. Sevim Hanım’ı görür görmez yanına giderek eşyaları toparlamaya başladı. Arkasından gelen sesleri duymamış gibi yaptı.

“Biraz konuşalım istersen?” Omzuna dokunan elle irkildi. Gelen kişi Selim’di. Elini sertçe itti.

“Dokunma bana. Siz erkekler hep aynısınız.”

Selim gülmeden edemedi. Kahkahaları Zehra’yı daha çok kızdırırken devam etti.

“Çok mu komik?” dedi ayağa kalkarken.

“Çok…” Selim de ayağa kalkarak Zehra’ya baktı uzun uzun. “Tüm erkekleri tanıyormuş gibi konuştun. Halbuki daha önce sevgilin bile olmadı.”

“Oldu,” dedi bir anda.

Selim gerilirken Zehra’ya baktı alayla.

“Benimle evlendiğinde on üç yaşındaydın. Babanın korkusundan bir sevgilin olduğunu sanmıyorum.” Kendini tatmin edercesine ellerini ceplerine koydu. Emindi çünkü, olamazdı.

“Vardı tamam mı? İster inan, ister inanma.” Halbuki yoktu. O an Selim’i kızdırmak istemişti ve kızdırmıştı da. “Gidelim artık istersen.”

Selim’in tamı tamına hayal ettiği gibi bir gün olmasa da toparlanmaya başladılar ve bir taksi tutup eve döndüler. Yol boyu hiç kimse konuşmamıştı. Herkes bir şeylerle uğraşmıştı. Selim ve Gizem telefonuyla, Sevim Hanım gözlerini dinlendirmekle, Zehra ise Felicitá’nın tüylerini okşamakla uğraşmıştı. Selim ondan gelip özür dileyene kadar konuşmayacaktı. Selim’in hatalı olduğunu düşünüyordu.

Eve vardıklarında direkt kendisini odasına attı Zehra. Banyoya girerek güzel bir duş aldı ve bornozunu vücuduna sararak çıktı odadan. Aynanın karşısına geçerek elindeki havluyla saçlarını kurulamaya başladı. O sırada aniden açılan kapıyla birlikte gözleri kapıya ilişti. Karşısında Selim’i görür görmez kızararak elindeki havluyu yere düşürdü.

Selim, Zehra’nın vücudunu saran bornozu, tutam tutam birbirine yapışmış ıslak saçlara, pembeleşmiş yüzüne ve şaşırmış gözlerine baktı. “Şey… Yanlış zamanda geldim sanırım,” dedi, gözlerini kapatıp direkt odadan çıkarken. Kapıyı açmadan seslendi. “Giyinince haber vermeyi unutma.”

Zehra duydukları karşısında hızlı hareketlerle beyaz, bol bir tişört ve kareli pembe pijamasını üzerine geçirdi. Havluyu da ıslak saçlarına sararken kapıyı yavaş bir hareketle açtı. Selim’in yüzüne bakmazken içeri girmesi için yana çekildi. Selim yavaşça, elleri cebinde yürüyerek odadaki tek sandalyeye geçip oturdu.

Zehra kollarını göğsünde kavuştururken Selim’e baktı. “Sapık mısın sen? Neden odama kapıyı çalmadan aniden giriyorsun?”

Selim gözlerini kısarak karşısındaki henüz reşit olmamış kıza baktı. Bu bakışlar daha çok alay eder gibiydi. “Sapık olsaydım şu ana kadar birçok şey yapmış olurdum sana,” dedi, çenesini sıvazlayıp gülerken.

“Ne gibi şeyler mesela?” diye sordu aklını kurcalarken.

“Tahmin bile edemeyeceğin şeyler sevgili karıcığım.”

Zehra sorduğu soruya pişman olmuştu. Keşke sormasaydım diye geçirdi içinden. Şu an kötü düşünceler bir türlü aklından çıkmıyordu. Selim ayağa kalkarak Zehra’ya doğru birkaç adım attı. Genç kız bir adım geri çekilmek zorunda kaldı.

“Korkuyor musun benden?” diye sordu genç adam gülerek.

“Korkmuyorum!”

“O zaman uzaklaşma benden.”

Bir adım daha yaklaştı, Zehra geri çekilmedi.

“Hem ben seninle konuşmuyorum, ne işin var odamda?”

“Ama ben seninle konuşuyorum,” dedi, kollarını kavuşturup derin bir nefes verirken.

Zehra, Selim’in gözlerinin içine bakmazken Selim bu sefer bıkkınlıkla ona baktı.

“Merak etme, yemem seni. Sadece bir şey soracağım.”

“İyi, sor ve git.”

Selim tekrardan Allah’tan sabır dilenirken konuşmasına devam etti. “Önceden sevgilin yoktu, değil mi?”

“Bu seni neden ilgilendirsin? Geçmişte kalan bir şey.”

“Ya sen daha küçük bir çocuktun, ne sevgilisi Allah aşkına. Sen anca evliliğinden kaçmayı düşünmüşsündür.”

Haklıydı, öyleydi ama Selim’in onu küçük düşürmesi gururuna dokunmuştu.

“Senin Burcu diye bir sevgilin oluyor da benim neden olmasın? Allah bilir kaç sevgilin daha olmuştur,” dedi, elini boş vermişçesine sallayıp göz devirirken.

Selim, Zehra’nın hâlâ Burcu’yu hatırlamasına şaşırmıştı. Genç kıza derinden bir gülümseme bahşetti.

“Bana iftira atıyorsun şu anda, gözünle görmeden bir şey söyleme. Burcu’ya gelirsek… Burcu bir hataydı ve senden sonra kimseyi sevmedim.”

Senden sonra mı? Zehra bu cümlede afallasa da çabucak toparlandı. Şu an bu gizli bir aşk itirafı mıydı? Daha sonra bu cümleye kafa yoracaktı.

Selim daha çok yaklaşırken sırtını dolabına dayadı.

“Yalan söylüyorsun, hepiniz aynısınız. Bir kızı kullanıp kenara fırlatırsınız.”

Zehra öyle bir konuşuyordu ki sanki tüm erkekleri tanımış gibi. Ama zaten babasından sonra herkes ona aynı geliyordu; yalnızca Selim dışında, o farklıydı. Bunu kendisi de biliyordu ama gururuna yenik düşüyordu şu anda. O kıza güzel dememeliydi, evli bir erkek bunu yapmamalıydı. O söz Zehra’yı fena halde kızdırmıştı.

Selim küçümseyici bakışlarını atarken gözlerini kısarak gülümsedi. Şu an bu gülümsemeyle o kadar tatlı olmuştu ki Zehra ona hayranlıkla baktı ama gözleri gözlerine ilişince bakışlarını yere çiviledi.

“Beni çok iyi tanıyorsun, haklısın. Hem de o kadar iyi tanıyorsun ki karşındaki adamın hislerini göremeyecek kadar körsün,” dedi, belinden tutup bir anda kendine çekerken.

Genç kızın başındaki havlusu aniden yere düşerken Zehra şaşkınlıkla çırpınmaya başladı.

“Bırak beni!”

Selim bırakmadı, yalnızca gözlerinin içine bakmaya çalıştı. Zehra tekrar çırpınırken,

“Bugün,” dedi duraksayarak. “Bugün o kızın güzel olduğunu söylediğimde gözlerindeki öfkeyi görebiliyordum.”

“Ne diyorsun, anlamıyorum.”

Baş parmağıyla genç kızın yanağındaki saç tutamını kenara itti. Zehra titrerken devam etti.

“Bugün beni kıskandın.”

“Şizofren misin sen? Kendi kendine manalar çıkarıyorsun.”

“Bana karşı hislerin var, biliyorum,” diyerek daha çok yaklaştı, yaklaştı, yaklaştı…

Zehra’nın nefes alışverişleri hızlanırken ellerini Selim’in göğsüne koyarak sertçe itti. Başını kenara çevirerek hızlı hızlı nefes alıp verdi.

“Şu an,” dedi ağlamaklı çıkan sesiyle. “Eğer bana dokunursan gözümde bir sapıktan farkın kalmaz.”

Selim daha çok yaklaşırken Zehra’nın alnına gelen ıslak, koyulaşmış sarı saçlarından öptü. Huzur verici kokusunu içine çekerek geri çekildi.

“Sen istemediğin sürece sana bir şey yapmam,” dedi, aralarına daha çok mesafe koyup elini belinden çekerken. “Neden bana güvenmiyorsun? Bunca yıldır sana kötü bir şey yaptım mı?”

Zehra’nın susması üzerine sorma gereği duydu.

“Gözünde hâlâ diğer erkekler gibi miyim?”

Zehra’nın kalbi hayır dese de dili evet dedi bir anda.

“Evet.”

Selim sert çehresiyle genç kızın gözlerine gözlerini dikerken,

“Hâlen böyle düşünüyorsan bir şey diyemem sana. Hâlen bana inanmıyorsan seni zorlayamam hiçbir şeye de, bu evliliğe de. On sekiz yaşına girer girmez benden ayrılabilirsin,” dedi gerilmiş yüz hatlarıyla.

“Hatta şimdi bile…”

Sinirle söylediği sözlere sonradan pişman olacaktı, biliyordu ama umurunda olmadan çıktı odadan. Artık gücü, takati kalmamıştı. Bir insanın kalbinin zorla kendisi için atmasını sağlayamazdı. Eğer atmazsa zorla yanında da tutamazdı. Elinden başka ne gelebilirdi ki? Hürriyetini isterse bu kız, ona vermeye mecburdu.

 

Bölüm : 26.09.2025 18:11 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...