3. Bölüm

3. Bölüm

Kübra
kbrbooks

Selim, ıssız yolda sessizce yürürken bir süre düşündü. Daha dün güzel bir hayatı varken, şu an her şey mahvolmuş bir şekilde karşısındaydı. Zamanın ne göstereceği ve nelere yol açabileceği asla belli olmuyordu. Zaman, adeta her şeyin başlama ve bitiş süreci, her şeyin en doğrusunu düşünebilme süreciydi.

Açık mavi tonlarını andıran demir kapının yanına geldiğinde evine vardığını anlayarak içeri yöneldi. Anahtarıyla kapıyı açtıktan sonra avluya girince bir hüzün kapladı içini. Dün kapısını açık bırakmanın verdiği pişmanlıkla kendini yerden yere vurası geliyordu. Zehra’nın gelip gelmediğine dahi bakmadan, bir yıldır yaşadığı evine doğru ilerledi. Dış cephesindeki toz pembe boya, bir zamanlar toz pembe hayaller yaşatmıştı ona. Şimdi ise tüm hayallerini kaybetmenin verdiği acıyla, evindeki toz pembe boya sanki yerini siyah bir kaplamaya bırakmıştı.

Hâlâ arkasına bile bakmadan mavi kapıya doğru yürüyordu. Anahtarıyla kapıyı açtıktan sonra, arkasından gelen ayak seslerine aldırmadan kapıyı açık bırakarak doğruca odasına yöneldi. Yatağına oturup yeniden derin düşüncelere daldı. Evlendiğine bir türlü inanamıyordu. Her şey bir rüya gibiydi sanki.

En büyük hayali, Burcu’yla evlenmekti. Bir senedir sevdiği kızla evlenmek… Ama şimdi, tüm o hayaller tahta bir kuleden yapılmışçasına tek bir hamlede yıkılmıştı. Yerine koyma gereği bile duyulmamıştı. Hâlâ nerede yanlış yaptığını bilmiyordu. Düşünüyordu. Bu hayatı yaşamak için geçmişte kötü bir şey yapmış olabileceğine inanıyordu ama sonra bu düşünceden vazgeçti. Kaderdi çünkü. Nerede, ne olacağı asla belli olmazdı. Bu yüzden de Allah’a karşı ne olursa olsun asla isyan etmeyecekti. Ama o kızı da sevmemeye kararlıydı.

“Bir çıkış yolu olmalı,” diye düşündü, oturduğu yatakta. Daldığı derin hülyaları bir anda kenara bırakarak ayağa kalktı. Zehra’yla konuşmayı deneyecekti. Odasının kapısını açıp salona geçtiğinde, Zehra’nın içeride olmadığını fark etti. Dış kapı hâlâ açıktı. Kızın geri gelmemiş olması endişelenmesine neden olmuştu. Koşar adımlarla kendini avluya attı. Hava henüz tam kararmadığı için etrafını kolaylıkla görebiliyordu. Sağ tarafa döndüğünde, avludaki zemine oturmuş, sırtını dut ağacına yaslamış Zehra’yı gördü. Yanına gitmek içinden gelmese de gitmek zorundaydı. Konuşup bu problemi çözmek zorundaydılar.

Onu korkutmamak için sessizce yanına gitti ve tam karşısında dikildi. Uykunun kollarına sarılmak üzere olan Zehra’ya baktı. Yaşı o kadar küçüktü ki… Onca yükü sırtında taşıyabileceğini sanmıyordu.

Böyle bir devirde hâlâ vicdansız babaların olduğunu görmek ona acı veriyordu. “Acaba benim babam olsa böyle davranır mıydı?” diye düşündü. Babasını çok küçük yaşta kaybetmenin verdiği acı, yüreğine sığmıyordu artık; taşmak üzereydi. Aslında ikisi de aynı kaderin ortasında çizilmiş çizginin üzerinde buluşmuşlardı. İkisi de baba sevgisinden yoksundu.

Derin bir nefes alarak dizlerinin üzerine çömeldi. Zehra’nın masum yüzüne bir süre baktı. Sonra kendine gelerek onu dürtmeye başladı.

“Hey!”

Zehra bir çırpıda uyanarak başını bir sağa bir sola hızla çevirdi, sonra da gözlerini yavaşça kapatmaya başladı. Kafası allak bullak olmuştu. Şu son günlerini o kadar zor geçirmişti ki, nerede olduğunu bile unutmuştu. Kalbindeki yaralar haddini aşmaya başlamıştı. Dayanamıyordu. Yaralar kapanmıyor, aksine daha da çoğalıyordu. Kapananlarsa derin izler bırakıp, hapsolduğu boşluğa geri gömüyordu onu.

Gözlerini hafifçe aralayarak,

“Neredeyim ben?” diye sordu karşısındaki büyük adama. Ses tonundan küçük bir kızın kaybolmuş haykırışları bariz bir şekilde kendini belli ediyordu.

“Benim evimde.” dedi genç adam, karşısındaki masum ve bir o kadar da güzel kıza gözünü hiç kırpmadan bakarak.

Karşılıklı bakıştılar bir süre. Sonra hafızasındaki sis perdesi aralanarak tüm olanlar kendini hatırlatmaya başlamıştı. Her şey bir film şeridi gibi hızla gözünün önünden geçmişti. Sessizliği bozan Selim oldu.

“Neden içeriye geçmiyorsun?”

“Beni istemeyeceğini düşündüm.”

Selim, duyduğu cümle karşısında afallamıştı. Evet, onu istemiyordu ama sokakta bırakacak kadar da acımasız değildi.

“Evet, ama sokakta kalmana da izin veremem.”

Zehra başta ne yapıp yapmayacağını düşündü. Sonra onun haklı olduğuna kanaat getirdi. Adam haklıydı, sokakta kalamazdı. Art niyetli o kadar çok insan vardı ki dışarıda, kabul etmekten başka çaresi yoktu.

“Peki.”

Selim önde, Zehra arkada eve doğru yönelmeye başladılar. İçeri geçtiklerinde Zehra, etrafa göz ucuyla bakmaya başladı. Daha önce canını kurtarırcasına bu eve dalmıştı ama ondan sonrasını hatırlayamıyordu. Bu eve dair tek hatırladığı şey, korkarak girip bayıldığı avluydu.

Selim, krem renkli kanepeye oturarak Zehra’ya baktı.

“Geç, otur, konuşalım.”

Zehra, denileni yapıp Selim’in yanından biraz daha uzakta olan köşeye oturdu. Ciğerlerine derin bir nefes doldurduktan sonra konuşmaya başladı Selim.

“Seninle zorla evlendirildim biliyorsun ve yaşın daha çok küçük. O yüzden sen 18 yaşına gelip bir yetişkin olana kadar beraber yaşarız. Sonra ayrılabiliriz. Sana ayrı bir ev tutmak isterdim ama okuyorum, başka bir eve verecek kadar da param yok.”

Zehra bunları duyacağını tahmin etmişti. Söylenenlere karşılık olarak sadece kafasını sallamakla yetinmişti.

Selim ayağa kalkıp tam gideceği sırada, “Son olarak sen burada yatarsın, ben kendi odamda kalacağım.” dedi soğuk bir ses tonuyla. En kırıcı tonuyla Zehra’yı yerin dibine sokmak istiyordu ama yapamıyordu, her şeye rağmen.

Salondaki beyaz dolaptan her biri farklı renkte olan çarşaf, yastık ve battaniyeleri çıkararak kanepeye koyup odasına çekildi.

Zehra, kanepeyi açma gereği duymadan yatağını kurduktan sonra içine girip uzanmaya başladı. Başka kıyafeti olmadığından, mecburen onlarla uyuyacaktı. Henüz çok erken olmasına rağmen uyumayı deneyecekti. Belki de derin rüyalar onu bir anlığına kendine doğru çekip, tüm yaşanılanları unutturabilirdi. Yaşanılan tüm acıları, tüm katledilmiş sevgiyi bir kenara sessizce bırakarak, hayatın en güzel yönlerini sergileyebilirdi. Sadece deneyecekti.

Selim odasından dışarıya hiç çıkmamıştı ama odasının ışığı açık olduğundan uyumadığını biliyordu.

Zehra da uyumaya çalışıp rüyalarında kaybolmak istiyordu ama uyuyamıyordu. Henüz çok erkendi. Karnındaki acı ve uğultu da buna cabasıydı. Günlerdir midesine doğru düzgün bir şey bile girmemişti. Başını yumuşak, kırmızı battaniyenin altından çıkarıp kanepede doğruldu. Bir şeyler yemesi gerektiğinin farkındaydı. Yine de çekiniyordu.

Evi incelemeye başladı. Sol taraftaki tezgâhın altında küçük bir buzdolabı olduğunu fark etti. Ayağa kalkarak yanına doğru yaklaştı ve içini açtı. Kapı ve çekmecede dahil her şeye baktı ama aradığı yiyecekleri bulamıyordu. Hep hazır türden yiyeceklerdi. Ailesi hep doğal ürünler tükettiği için dudak bükerek baktı karşısındaki yiyeceklere. Sosis, salam, beyaz peynir…

Daha önce bunların hiçbirini yemediği için eline alıp incelemeye başladı. Beyaz peyniri burnuna yaklaştırdı ve koktuğunu fark etti. Yüzünü buruşturarak kendinden ileriye doğru itti. Sağ tarafındaki kalorifer peteğine kaydı gözleri. Ailesiyle beraber hep sobalı evlerde yaşamışlardı. O yüzden bu ona çok farklı geliyordu. Elini yavaşça peteğin üzerine koyduğunda sıcak olduğunu fark etti. Isınmak çok güzel geliyordu ona. Kalbinin derinliklerindeki buz küpleri tek tek erimeye başlamıştı. Elindeki peyniri tezgâha bırakıp kalorifer peteğine asılı yarım kalmış ekmeği aldı. O kadar çok acıkmıştı ki yiyecekti.

Bir hışımla yemeye başladı, günlerin acısını çıkararak. Karnının doyduğunu hissedince aldığı yiyecekleri tekrar yerine koydu. Tam kanepeye geçip uzanacağı sırada, Selim’in odasının kapısının açılma sesini duydu.

Karşılıklı göz göze geldiler bir an. Selim, Zehra’nın uyumadığını görünce tam karşısına geçip dikildi. Günlerdir ders çalıştığı için, üstüne üstlük bu inanılamayacak olaylara maruz kaldığı için çok yorgun görünüyordu. Gözaltındaki hafif morluklar ve kızarmış gözler, bariz bir şekilde belli ediyordu yorgunluğunu. Soğuk ve sert bir şekilde Zehra’ya yöneldi.

“Neden hala uyumadın?”

“Acıkmıştım.” Zehra, hiç kafasını kaldırmadan yerdeki lacivert halıyı seyrediyordu.

“Yedin mi bir şeyler?”

“Evet.”

“İyi. Uyu şimdi ve sakın benden izinsiz asla dışarı çıkma.”

“Tamam.” diyebildi Zehra istemsizce. Mutluluk onun için yoktu, asla da geri gelemeyecek kadar uzaktaydı. Zorla kapatıldığı evinden mutluluğu aramak için kaçmıştı ama şimdi yine hiç kazanmadığı mutluluğu kaybederek başka bir eve hapsolmuştu.

Özgürlüğü hiç tadamayacak mıyım? diye düşündü. Neden diğer insanlar gibi mutlu olamıyordu ki? Neden her şey onun için sadece bir acı yumağından ibaretti? Neden her şey istediği gibi olamıyordu ki? Neden? Neden? Neden? Çünkü o hapsolmakla kalmamıştı. Aynı zamanda korkuyordu da. Hiç dışarıya kendi isteğiyle adımını atmamış olmak, sahipsiz bir kuş gibi ürkütüyordu onu. O bu hayata alışkındı, asla da istediği özgürlüğü yaşayamayacaktı. Bunu biliyordu.

Yine mutsuz ve yalnız bir şekilde, yine içindeki beyaz kuşu hapsolmuş bir şekilde yaşayacaktı.

 

***

 

“Neyin var, Selim?”

İstemsizce masaya çevrilmiş bakışlarını kaldırıp sevdiği kıza doğru çevirdi genç adam. Duyduğu soru karşısında gülmesine engel olamamıştı. Ne mi vardı? Ne yoktu ki? Son birkaç günde yaşanılan tüm olayları anlatsa, kız arkadaşı oracıkta bayılıp kalırdı herhalde. Yine de şimdi sırası olmadığını düşünüyordu.

Evlilik hayallerini kurduğu kız tam karşısındaydı ama hiçbir şey istediği gibi gitmemişti. Kendisinden tam yedi yaş küçük bir kızla zorla evlendirilmişti. Üstelik daha öğrenciydi. Bu yükü nasıl kaldırabileceğini düşünüyordu. Aklına geldikçe deli oluyordu. Sadece birkaç gün, tüm olanlara yeterli gelmişti. Yine de sevdiği kıza anlatamıyordu olanları. Gerekli cesareti kendinde bulamıyordu.

“Yok bir şey. Sadece vizeler biraz canımı sıktı.”

Aldığı cevaptan tatmin olamamış genç bayan, “Bunu sınıfın en zekisi mi söylüyor?” dedi muzdarip bakışlarla.

Selim’in dediklerine inanmıyordu. Bir yıldır tanıdığı Selim’den çok farklıydı. İçindekileri dökebilse açılırdı ama söylemiyordu. Kesin dedikleri şey olmalı diye geçirdi içinden. İlk başta inanamamıştı ama şimdi Selim’in hâl ve hareketleri bu duruma davetiye çıkarıyordu. Eğer böyle bir sorun varsa, bu sorunu çözene kadar da durmayacaktı. Çünkü Selim’i çok seviyordu. Başta ondan nefret etse de şimdi delicesine seviyordu. Ortada başka bir kız varsa da Selim’i ona kaptırmayacaktı asla. Genç adamın sözleriyle bölündü derin düşünceleri.

“Neden yalan söyleyeyim ki?” Selim ona kaşlarını çatarak sinirle sormuştu bu sorusunu. Kız arkadaşının ona inanmaması, sinirlenmesine sebep olmuştu. Burcu’yu seviyordu evet, ama ona olan güvensizliğinden dolayı da bazen içinden başka bir adam çıkabiliyordu.

“İyi bakalım, öyle olsun.” dedi Burcu, öfkesine hâkim olamayarak.

“Öyle zaten.”

“Buna inanacağımı mı sanıyorsun? Bir yıldır tanıdığım Selim’den çok farklısın. Hayattan bezmiş gibisin. Birkaç günde ne çabuk değiştin öyle. Canını sıkan bir şeyler var, hissedebiliyorum.” Elindeki çatalı hızla karşısındaki çikolatalı keke batırdı.

Selim gözlerini Burcu’dan ayırmadan sözlerine devam etti. “Hiçbir şey yok.”

“Bana söylemeyeceksin yani?”

“Neyi söylememi bekliyorsun ki?”

Selim daha fazla öfkelenerek, gereğinden fazla çıkan ses tonuna hâkim olamamıştı.

Genç kadın çatalını kekinden çıkarmadan sandalyesine yaslandı. Soğuk birisiydi ama Selim’den daha soğuk olamazdı. Gözlerini Selim’e dikti bir süre. Sonra aynı ses tonunda karşılık verdi, etrafındaki müşterilere aldırmadan. “Evlendiğini mesela.”

 

 

 

 

 

 

 

Bölüm : 27.12.2024 21:58 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...