
“Ne? Nasıl olur? Nereden öğrendin bunu?” diye sordu genç adam, şaşkınlıkla gözleri fal taşı gibi açılırken. Ardı ardına sorduğu sorular Burcu’nun kafasını karıştırmıştı ama genç kız kendine gelirken alayla gülümsedi. Gülümsemesinin arkasında şeytani gölgeler vardı.
“Sınıftaki herkes bunu konuşuyor!” diye bağırdı, alay edercesine. “Tabii senin aklın başka yerlerde olduğu için anlayamıyorsun.” Sesini olabildiğince kırıcı çıkarmaya çalışmıştı Burcu. Selim’in onu üzdüğü kadar üzülmesini istiyordu çünkü. Gerçi o hep Selim’i üzerdi ama Selim bunu görmezden gelirdi.
“Sınıftakiler bunu nasıl öğrendi?” diye bağırdı Selim aynı şekilde. “Kimsenin bunu öğrenmemesi gerekiyordu!” Birden yaptığı kabalığın farkına varınca sakinleşti ve sesini alçalttı. Çünkü etraftakiler ona ürkekçe bakıyordu. Ürkek bakışların ardındaki kaba adam olmak istemiyordu.
“Böyle büyük bir meseleyi elbet birileri duyacaktı, Selim Bey. Ne sandın, sonsuza kadar saklayabileceğini mi?” Burcu, oturduğu yerden kalkarak Selim’e baktı dolan gözlerle. Kırıcı sözlerini sıralarken yalnızca kendisini düşünüyordu. Sevdiği adamı bir başkasıyla paylaşamazdı asla. “Her neyse, evlendiğine göre görüşmemize gerek kalmadı artık.”
Çantasını sırtına takıp yavaşça Selim’in yanından ayrılarak yürümeye başladı, şaşkın bakışlara aldırmadan. Dayanamıyordu genç kız tüm bu olanlara. Selim’i bir başkasıyla düşünmek, çıldırmasına sebep oluyordu. Bütün bunlar bir rüya olmalıydı. Hayalindeki aşk böyle değildi. Tamamen kusursuz bir aşk olmalıydı hayatındaki; ama hayat, bir kez daha acı yüzünü göstermişti ona. Yapacak bir şey yoktu.
Yürüdüğü yol boyunca bir kez olsun arkasına dahi bakmamıştı ama Selim’in ona koşmasını o kadar çok isterdi ki… Ona sarılmasını ve af dilemesini. Ne yazık ki gelmiyordu. Gözyaşlarına engel olamayarak hıçkırarak ağlamaya başladı. Sokağın ortasında kalmış, çaresiz bir kuş gibi durdu ve elleriyle yüzünü kapattı. Gözyaşları ellerine bulaşırken parmaklarını aralamadı. Şu an insanların ona şaşkın ve tuhaf bir şekilde baktığını biliyordu. Eğer ellerini yüzünden çekerse utancından ölebilirdi.
Ağladıkça biraz olsun içi rahatlıyordu ama kalbi paramparça olacak gibiydi. Kalbi bir türlü huzur bulamıyordu. “Öyle olsun, Selim Bey. Sen kaybedersin, ben değil.” diye geçirdi içinden ve ellerini çekerek sessizce yürümeye başladı. Islanmaktan yüzüne yapışmış birkaç tutam saç parçasını kulağının arkasına ittirirken gözlerini ayak uçlarına dikti.
Tam köşeyi döneceği sırada bir el, Burcu’yu kendisine doğru çevirerek ona sarıldı. Hem de sımsıkı. Burcu neye uğradığını şaşırarak etrafını taradı. Onu kollarıyla saran kişinin gözlerine bakınca, kızarmış gözlerle Selim’e odaklandı. Gözleri, Selim’in hüzünlü bakışlarıyla buluştuğunda kalbi hiç tatmadığı bir şekilde hızla atmaya başladı. Gelmişti işte. Onu bırakmamıştı. Sevinçle kollarını boynuna dolayarak ona sarıldı. Gözlerinden bu sefer sevinç gözyaşları akıyordu; hiç dinmek istemeyen bir ırmak gibi.
“Geleceğini biliyordum, sevgilim.” dedi fısıltıyla. “Beni bırakmayacağını biliyordum.” Gözlerini sımsıkı kapatırken Selim’in güzel kokusunu içine çekti. Ciğerlerinin bu kokuyla ömür boyu dolmasını istiyordu.
“Seni bırakamam ki.” Selim, gülümseyerek Burcu’nun çenesini hafifçe kaldırdı ve güzel yüzüne baktı. Kahverenginin açık tonlarına sahip gözlere bir süre daldı. Burcu’nun gözleri onu ilk gördüğü andan beri büyülemişti. Genç adam için bu gözlerde farklı bir hava vardı. Bu güzel gözlerde biriken yaşları başparmağıyla, acıtmamak istercesine yavaşça sildi. Gözyaşlarının yanaklarında iz bırakmasını istemiyordu.
“Bırakmana izin vermem artık ama…” dedi Burcu, yeniden kollarını genç adamın boynuna dolarken. “Anlayamıyorum, neden evlendin o zaman?”
“Zorla evlendirildim.” Selim, çaresizce sevdiği kıza baktı. Hiç kestirmeden söylediği sözler, Burcu’nun bakışlarını anında üzerine kilitlemişti. Bakışlarının arkasındaki üzüntüyü ve şaşkınlığı hissedebiliyordu. Küçük bir tebessüm armağan etti sevdiği kıza. Belki bir az olsun içini rahatlatabilirdi.
Burcu dehşetle Selim’e bakarken, “Ne? Nasıl yani?” diye sordu inanamayarak.
“Bir yerlerde oturup sana her şeyi anlatmama ne dersin?” Sakince sorduğu soruyla Burcu, kafasını olumlu anlamda salladı ve bir kafeye geçip oturdular.
Selim her şeyi sevdiği kıza anlatmaya başladı. Sakince, sessizce, üzüntüyle… Günlerdir bu sır onu yiyip bitiriyordu âdeta. Bir başkasının onun acısını paylaşmasına ihtiyacı vardı. Genç kız tüm olanları bazen hüzünle, bazen şaşkınlıkla dinledikten sonra bir öneri sundu Selim’e. Tüm her şeyi dinledikten sonra:
“Sana yardım etmeme izin ver Selim. Polisi arayalım.” Genç kız yalvararak Selim’e baktı. Bu memlekette polis vardı, kanun vardı. Bir şeyler yapılabilirdi.
“Yapamam Burcu, yapamam.” Selim’in çaresiz bakışlarına bir an gülmek istedi. Okumuş bir adamdı ve bunu yapmaya korkuyordu. “O adamlar aileme zarar vereceklerini söylediler.”
“Yapamazlar Selim, neden korkuyorsun ki?” Hışımla söylediği sözler, Selim’in kalbini parçalamıştı. Evet, korkuyordu, hem de çok.
“Yaparlar, onları tanımıyorsun. Lütfen bu konuyu kapat artık.” diye diretti Selim. Çünkü yaparlardı.
“Neden ailene söylemiyorsun peki?” Selim başını kaldırarak ona baktı. Ardından bakışlarını dışarıya çevirdi. Nasıl diyebilirdi ki onlara?
“Aileme ne diyebilirim ki, evlendiğimi mi? Annem oracıkta bayılır. Zaten derdi başından aşkın.” Burcu hak vererek susmaya başladı. Çünkü kız kardeşi Gizem’i biliyordu. “Zehra on sekiz yaşına gelince ben okulu bitiriyor olacağım. O zaman boşanırız. Zehra ile öyle anlaştım. Zehra bir yetişkin olana kadar bekleyeceğim.”
“Ama ben bekleyemem Selim. Evli kalmana müsaade edemem.” Burcu hiddetle bağırdı. Bağırışı Selim’in içini soğuk bir şekilde titretmişti. Neden zorluk çıkarıyordu ki? Sabretse her şey yoluna girecekti kendiliğinden.
“Küçücük bir kızı mı kıskanıyorsun? Yapma Allah aşkına.” Azarlar gibi bu sözleri söylerken artık kalbi kırılsa da umurunda değildi. Burcu, tüm bunları anlamamak için kendini zorluyordu âdeta. Halbuki akışına bıraksa, zaman hızla geçecek, her şey yoluna girecekti.
“Evet, kıskanıyorum. Onunla aynı evde kalmanı istemiyorum.”
“Burcu, sana anlattıklarımın nesini anlamıyorsun?” Selim elini öne doğru uzatırken sinirlenmeye başlamıştı. Çenesi kaskatı kesilmiş ve gerilmişti. Gözleri ise alev gibi parlıyordu. Bu gözler, genç kızı sandalyesine sabitlemişti. “O bir çocuk ve onu yalnız bırakamam.”
“Zaten herkese acıdığın için tüm bunlar başımıza geldi.” Burcu sinirlenerek gözlerini Selim’e dikti. Çocuksa, çocukluğunu bilmeliydi diye geçirdi içinden.
“Haklısın.” dedi Selim sessizce. Sonra devam etti: “Lütfen sabret. Her şey güzel olacak. Göreceksin bak. Benden o çocuğu dışarıya atmamı isteme. Yalnızca sabret.” Burcu’nun eline uzanarak elini üstüne koydu.
Burcu yumuşayarak, “Peki.” dedi gülümseyerek. Birden değişmesi Selim’i biraz kuşkulandırsa da aldırmadı. Ona inanmıştı, ya yeterdi bu ona. “Haklısın, o bir çocuk ama onu görmek istiyorum. Hadi size gidelim.” Birden konuyu Zehra’yı görmeye getirmesi gözlerini irice açmasına sebep olmuştu. Zehra’yı, Burcu’ya göstermeyi hiçbir zaman düşünmemişti.
Selim birden ellerini hayır anlamında sallayarak, “Hayır, hayır, olmaz, göremezsin.” dedi, şaşkınlıkla Burcu’ya bakarken.
“Neden?” diye sordu genç kız, anlam veremeyerek. Selim’in bu hareketleri iyice merak ettirtmişti Zehra’yı.
Birden aklına gelen ilk sözleri sıraladı. Çünkü gerçekten karşılaşmalarını istemiyordu. Eğer Zehra’yı görseydi, daha çok kıskanabilirdi. “Sonuçta mahalledekiler evlendiğimi biliyor, artık oraya gitmen doğru olmaz.”
“Peki, nasıl istersen.” dedi Burcu, dudağını kıvırıp gülümserken, ama tabi ki Zehra’yı görmeye gidecekti. Selim’in evlendiği kızı çok merak ediyordu, çocuk olsa dahi. “O zaman kalkalım, istersen.” O çocuğu görmek için sabırsızlanıyordu.
“Sen eve git, Burcu, ben kütüphaneye gidip ders çalışacağım. Evde pek rahat edemiyorum da.”
“Anladım, Selim, yaşadıkların kolay değil sonuçta. Ne zaman ihtiyacın olursa beni aramayı unutma.”
Genç adam onayladıktan sonra vedalaştılar. Selim çantasını sırtına takarak yanından ayrıldı. Bugün çok güzel bir gün diye düşündü Burcu. Zehra’yı görmek için daha iyi bir fırsat olamazdı. Selim’in evine doğru giden ilk otobüse binerek yola koyuldu. O kızı, Zehra’yı, Selim’in eşini bugün görecekti, başka zaman değil. Tüm bu düşünceler arasında sürekli kızın görüntüsünü hayal edip duruyordu. Acaba nasıl, diye düşünmeden edemiyordu. Çirkin olacağı kanısındaydı. Çünkü etraftaki güzel kızlar bile ona güzel görünmüyordu.
Zaman hızla geçip akarken, çoktan otobüsün varacağı durağa geldiğini fark etti. Otobüsten indikten sonra evine giden sokaktan geçerken bir an Sevim Hanım’ı, Selim’in annesini aramayı düşündü ama vazgeçti. Çünkü Selim aramamasını istiyordu, ama aramak için neler vermezdi ki. O kızdan bir an önce kurtulmak için her şeyi yapabilirdi.
Selim’in evinin kapısına gelince önünde birkaç dakika bekledi. Ardından hiç düşünmeden elini yumruk yaparak birkaç defa sakince çalmaya başladı. İçeriden ses gelmeyince derin bir nefes alarak bir kez daha çaldı. Bu sefer içeriden gelen ayak seslerini duyunca heyecanlanarak beklemeye başladı. O kızı görmesine yalnızca saniyeler kalmıştı. Birkaç saniye tek…
Zehra avlunun ortasında durmuş, ne yapacağını düşünüyordu. Günlerdir bu evde tek başına kalıyordu. Yalnızca annesi çok nadir uğruyordu, o da bu saatte uğramazdı. Gelen kişinin kim olduğunu çok merak ediyordu. Acaba Selim olabilir miydi? Belki de anahtarını unutmuştu. Sonunda karar vererek, “Kim o?” diyebildi sadece.
İçeriden gelen tatlı ses, Burcu’nun içini titretmişti. “Benim.” dedi Burcu, titrek çıkan sesiyle.
“Siz kimsiniz?” Bu ses, daha önce hiç duymadığı, tanımadığı bir sesti. Zehra anlam veremeyerek kapıya bakıyordu. Selim, bir yabancıya karşı kapıyı açmamasını istemişti ondan. Ne yapması gerektiğine karar veremeyerek öylece baktı yalnızca.
“Ben… Şey…” Burcu, ne yalan uydurması gerektiğini bilemeyerek kekelemeye başlamıştı. Sonra aklına gelen ilk yalanı uydurdu. “Selim’i görmeye geldim. Ona bir şey vermem gerekiyor da.” dedi hızla, net çıkan sesiyle.
Zehra, Selim ismini duyar duymaz hızla kapıya koşarak kapıyı açtı, hiç düşünmeden ve karşısında Selim’in yaşlarında şık giyinen güzel bir kadın buldu. Gözleri açık kahverengi, saçları siyah ve uzun boylu bir bayan. Zehra ona şaşkınlıkla bakarken, karşısındaki kız da aynı şaşkınlıkla ona bakıyordu. Her ikisi de birbirine bakarken oldukları yerde uzun bir süre dikildiler.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |