
Zehra, sevinçle, biraz da şaşkınlıkla Selim’e dönerken, “Sinema mı?” diye sordu, kulaklarına inanamayarak. Çünkü daha önce hiç sinemaya gitmemişti. Selim’in sorduğu soru üzerine hem sevincini hem de şaşkınlığını gizleme gereği duymamıştı.
“Çok isterim, daha önce hiç gitmemiştim zaten.”
Selim, gözlerini kısarak tebessüm ederken ayağa kalktı.
“E, hadi o zaman.”
Atkısını boynuna dolayıp montunu üzerine geçirdi hemencecik. Zehra da montunu alıp sevinçle dışarı çıktı ve yıllardır kullandığı beyaz atkısını boynuna dolamayı ihmal etmemişti.
Zehra, soğuk yollarda hiç konuşmadan yavaş adımlarla yürüyordu. Selim de arkasından sessizce yol alırken sormadan edemedi. Uzun süren sessizliği bozmak istiyordu.
“Daha önce sinemaya hiç gitmediğini düşünememiştim. Neden gitmedin?” diye sordu, merakına engel olamayarak. Ellerini cebine koyarak Zehra’ya baktı ve cevabını bekledi.
Zehra, üzülerek ayak uçlarına baktı. Bir anda sevinci üzüntüye dönüşmüştü.
“Babam pek hoş görmezdi…”
Bu cümleden sonra geçmiş aklına gelince gözleri doldu. Yaşıtları oyun oynarken o annesine yardım ediyor, babası ve abilerine hizmet ediyordu. Hiçbir zaman çocukluğunu yaşayamamıştı.
Selim yutkundu, sonra daha fazla sözü uzatmayarak yanında ilerledi sessizce. Zehra ile konuşmak, onun daha fazla üzülmesine sebep olurdu. Bu küçük kızı şu an üzmek, isteyeceği son şeydi. Yine de ona ara sıra bakmadan edemedi. Tekrar baktığı sırada burnunun ucuna düşen küçük bir kar tanesiyle soğuğu hissetti. Birbirine değmeden yağmaya başlayan kristal kar taneleri, Zehra’nın yanağına da düşerken irkilmeden edemedi. Aynı anda kar, üzerlerine beyaz yağmur şeklinde yağmaya başlamıştı.
“Kar,” dedi duyulmayacak bir sesle Zehra. Yağan karı fark edince, istemsizce bu sözcük çıkmıştı ağzından. Yanağındaki karı silerken Selim’e baktı.
“Selim Abi, bak, kar yağıyor,” dedi sevinçle gülerken.
Tertemiz havayı içine çekti ve her birinin şekli farklı olan kar tanelerini avuçlarının içine hapsederken incelemeye başladı. Ne kadar da güzellerdi böyle… Allah, ne de güzel yaratıyordu her şeyi. Her biri, farklı birer yıldız çeşidini içeriyordu adeta.
Selim gülümseyerek Zehra’ya baktı.
“Kar yağarken bir anın olmasını ister misin?” diye sordu, gözlerini Zehra’dan ayırmadan.
“Çok isterim!” Zehra bağırarak ellerini çırptı. Hiç düşünmeden cevaplamıştı bu soruyu.
Selim, cebinden telefonunu çıkararak ön kamerasını açtı ve Zehra’ya doğru eğildi.
Zehra, Selim’in eğildiğini görünce kızararak,
“İkimiz beraber mi çekineceğiz?” diye sordu.
Zehra’nın sorduğu soru üzerine biraz çekinse de Selim, aklındaki soruyu sormak zorunda kaldı.
“İstemez misin?”
Açıkçası, Zehra ile bir fotoğrafının olmasını çok isterdi.
Zehra, kekeleyerek Selim’e baktı mavi gözleriyle.
“Şey, ben… isterim.”
Başta istemiyor gibi görünse de sonunda cevabını vermişti. İstiyordu. Verdiği cevap üzerine Selim rahatlayarak gülümsedi ve telefonu kendilerinden uzakta tutarak fotoğrafı çekmek için düğmeye bastı. Zehra kızararak gülümsemiş, sarı saçlarında irileşmiş kar taneleri birikmeye başlamıştı. Gözleri ise mavilerini belli edercesine kısılmıştı. Selim ise çok güzel bir gülüş edinmişti suratında. Gülüşü, bir mutluluk abidesiydi. İleride ne olacağını bilmiyordu ama bu kıza şimdiden ısınmıştı.
Alışveriş merkezine doğru yol alırken Selim’le Zehra sessizce ilerliyorlardı. Kar fotoğrafından sonra birbirleriyle konuşma gereği duymamışlardı. Daha çok Zehra henüz çocuk olduğu için Selim, bir şey demeden konuşmak istemiyordu. Selim önde, o arkada ilerlerken bir anda önünden geçtiği mağazanın önüne istemsizce tekrar gelerek vitrindeki elbiseye göz gezdirdi. Pudra pembesi rengi olan elbisenin üst kısmı dantelliydi ve kumaşı ile dantel kısmının ortasına yerleştirilen kocaman bir fiyonga sahipti. Zehra adeta büyülenmişçesine elbiseye bakarken yanına gelen Selim’in bile farkında değildi. Hatta onu kısa bir süreliğine dahi unutmuştu.
“Elbiseyi çok mu beğendin?”
Bir anda duyduğu tanıdık sesle arkasına dönüp Selim’e baktı. Utanarak önüne döndü tekrar, cevap vermek yerine.
Selim, Zehra’nın cevap vermemesi üzerine elbiseyi beğendiğini anlayarak mağazaya girdi ve kısa bir süre sonra geri döndüğünde elinde mağazanın bir poşeti vardı.
“Al,” dedi Zehra’ya poşeti uzatırken. “O elbise artık senin. En küçük bedeni aldım.”
Zehra, poşeti yavaşça alırken içine baktı. Bu, beğendiği elbisenin ta kendisiydi.
“Neden almıştı ki? İstememişti bile.”
“Ama Selim Abi, ben bunu alamam.”
Zehra şaşkınlıkla gözlerini genç adama çevirdi.
“Aldıktan sonra başka çaren yok, kabul etmek zorundasın.”
Selim omuz silkerek yürümeye başladı. Ona yaşattığı kötü günlerden ötürü kendisini bir parça suçlu hissediyordu. Ona elbise almak yaptıklarını telafi etmezdi ama yine de onu sevindirmek istemişti.
“Deminki gibi bir yerde öylece kalma.”
Ardından eklediği sözler, Zehra’yı kendine getirirken koşar adımlarla peşinden gitti ama yine de aralarında bir mesafe bırakmıştı. Birkaç santim arkasındaydı.
“Teşekkür ederim…”
Belli belirsiz ağzından çıkan sözler, Selim’in durmasına sebep olurken yutkunamadan edemedi. Sonra tebessüm ederek Zehra’ya baktı. Zehra da tebessümle karşılık verirken yanakları kızarmıştı yine. Ardından yine hiçbir şey olmamış gibi yürümeye devam ettiler, varacakları istikamete doğru.
Bir süre sonra sinemaya vardıklarında Selim, vizyondaki filmleri incelemeye koyulmuştu. Zehra’nın yaşı henüz küçük olduğu için animasyon tarzı bir film izlemek istiyordu. Filmlere tekrar göz gezdirirken kararından emin bir şekilde Zehra’ya döndü.
“‘Yukarı Bak’ filmini izlemek ister misin?”
“İsterim,” dedi gülümseyerek Zehra. Bu çocuğa gülümsemek cidden yakışıyordu. Animasyon filmleri ise en sevdikleriydi her daim. Kırk yaşına da gelse vazgeçemezdi.
Selim, biletleri alınca filmin olduğu salona doğru ilerlediler yavaş yavaş. Neyse ki filmin başlamasına daha birkaç dakika vardı. Sinemaya son anda bu filme yetişmiş olmaları, ikisini de mutlu etmişti.
Yan yana dizilen koltuklardan yerlerini alırlarken birkaç reklamın ardından film başlamıştı ve heyecanla seyretmeye koyuldular. Film, çocukluktan itibaren hiç dinmeyen bir aşkı, sevgiyi konu alıyordu. Başrol kişi, eşinin dileklerini yerine getirmek için ömür boyu savaşıyordu. Yeri geldiğinde güldüren, yeri geldiğinde hüzünlendiren bir filmdi. Selim bir ara Zehra’nın duygulandığını fark etti. Bir ara ise gülüyordu, hem de hafif kahkaha atarak. Bir ara ise sadece gülümsüyordu. Bu duygu karmaşası içerisinde bir filme, bir de ona bakıyordu; bir gülüyor, bir ağlıyordu. Filmin bitiminde ise aklındaki soruyu sordu sinema salonundan çıkarken:
“Filmi beğendin mi?”
“Evet,” dedi sevinçle Zehra. Filmi beğenmemek elde değildi.
“Çok güzeldi. Daha önce hiç bu kadar güzel bir film izlememiştim.”
Selim, bu durumdan memnuniyet duyarak animasyona olan görüşünü dile getirdi.
“Gerçekten de güzeldi. Film, daima bir umudun var olabileceğini gösteriyor.”
“Ama ben böyle sevgilere inanmıyorum,” dedi Zehra birdenbire. Bu cümle, akıllardaki birçok soruyu beraberinde getiriyordu.
Zehra’nın sözleri üzerine Selim hayretler içerisinde kalmıştı. Filmde anlatılan çok güzel bir aşktı ve Zehra buna inanmıyordu. Belki de inanmak istemiyordu.
“Neden?” diye sordu merakla. Adeta merak tınıları tüm bedenini esir almıştı. İliklerinde dahi hissedebiliyordu.
“Sevgi olsaydı babam beni hiç bu yaşta evlendirir miydi?”
Sonra aklına annesi doluştu. Babası, annesini bile takmıyordu. Onu sevdiğini dahi düşünmüyordu. Gözlerine dolan yaşlara karşı dimdik durarak bu sözleri söylemişti:
“Ömür boyu sevecek insanlar yalnızca filmlerde olur.”
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |