9. Bölüm

9. Bölüm

Kübra
kbrbooks

Selim’in günlerdir Burcu’yla konuşmaması, genç kızın canını sıkıyordu. Bir kez bile gelip konuşmaya çalışmamıştı. Yüzüne bile bakmıyordu. Ona yapılanların haksızlık olduğunu düşünüyordu. Kim böyle yapardı ki? Üstelik yanlış bir şey yaptığını da düşünmüyordu. Sadece her gün Zehra’yı merak ediyordu ve Selim’in bu tür sorulardan bıkıp oflaması, genç kızı eskisi gibi sevmediğini gösteriyordu. Delirecek gibiydi. Selim’i artık bir başkasıyla paylaşamazdı.

 

“Yeter artık, dayanamıyorum!” Burcu, ellerini masaya hızla indirerek sitem etti. Çıkardığı ses büyük bir gürültüyle yankılanırken, yanında oturan sarışın kıza baktı.

“O kızı o evden def etmem lazım,” dedi, ses tonundaki kızgınlığı dile getirerek.

 

“Anlamadım Burcu…”

Burcu’nun yakın arkadaşı Nesrin, anlayamayan gözlerle ona baktı. Son zamanlarda onu hiç anlamıyordu zaten. Neredeyse bir buçuk aydır yanına pek uğramıyordu ama Selim’le araları bozuldu mu soluğu direkt yanında alırdı.

 

“Selim’in evlendiği kız… Onu tamamen hayatımızdan çıkaracağım,” diyerek ayağa kalktı ve apar topar eşyalarını çantasına koyarak hiçbir şey demeden sınıftan çıktı.

 

Nesrin bu duruma şaşkınlıkla bakarken ne yapacağını bilemez bir halde bir süre öylece kala kaldı. Yalnızca olanları izlemişti. Sonra ani bir kararla sırasından kalkarak Selim’in yanına gitti. Selim, ders çalışmakla meşgul olduğu için Nesrin’in geldiğini fark etmemişti.

 

“Selim,” dedi genç kızın sessizce söylediği kelimeler. Selim’in ürkmesine sebep olmuştu. Bu sesin sahibini tanıyordu ama onunla pek yakın sayılmazlardı. Yalnızca Burcu’nun yakın arkadaşı olduğunu biliyordu. Genç adam bakışlarını kaldırıp sebepsizce bakarken Nesrin sözlerine devam etti:

“Bunu sana söylemem gerektiğini düşünüyorum. Burcu…”

 

“Ne olmuş Burcu’ya?” Selim merakla gözlerini Nesrin’e dikti. İstemeden de olsa sözünü kesmişti. Daha çok endişelenmişti şimdi. Çünkü Burcu’yla günlerdir konuşmamış olması, kötü bir şeylerin habercisiydi. Aslında konuşup bu durumu düzeltmek istiyordu ama cesaret edememişti. Burcu ile aralarında artık sonsuza dek tamir edemeyeceği bir kopukluk oluşmuştu.

 

“Sanırım o senin evine gidecek.”

 

“Evime mi?” Bu soruyu daha çok kendi kendine sorar gibi sormuştu. Gözleri dehşetle açılmış, yüzü kaskatı kesilmişti.

 

“Şey… Evlendiğin kızı evinden kovacağını söyledi.”

Nesrin’in her bir cümlesi, Selim’in yüreğine ayrı bir taş atıyordu. O taşlar kalıcı izler bırakırken ilerliyorlardı. Halbuki Selim izlerden nefret ederdi. Beyin güzel anıları depolamalıydı, kötü anıları değil.

 

Nesrin tüm bunları sessizce söylemeye çalışırken Selim bir anda,

“Ne?!” diye bağırmıştı. Bağırması sınıftaki birçok kişiyi tedirgin etmişti ama olanlara aldırmadan hazırlanmaya başladı.

“Nesrin, bunları kimseye anlatma lütfen. Ben hemen eve gideceğim, tamam mı?”

Çantasını sırtına takarken endişeli gözlerle karşısındaki kıza baktı.

 

Nesrin gülümseyerek,

“Merak etme,” dedi. “Kimseye söylemem. Umarım her şey yoluna girer.”

 

“Çok teşekkür ederim Nesrin. Bu iyiliğini asla unutmayacağım.”

Aynı şekilde Nesrin’e gülümserken hızla sınıftan ayrıldı ve evinin yolunu tuttu.

 

Burcu, yavaş adımlarla Selim’in evine doğru yaklaşırken bir an geri dönmeyi bile düşünmüştü. Ama artık kaybedecek bir şeyi olmadığı için yürümeye devam etti. Bu yaptığı Selim’i çok kızdıracaktı, biliyordu. Ama zaten Selim’le araları çoktan bozulmuştu. Selim küçük bir çocuk yüzünden onunla konuşmuyordu. Finalleri onun yüzünden kötü geçiyordu. Bunu kaldıramazdı. Selim gibi her şeyi unutup yalnızca ders çalışamazdı. Burcu bir şeyi kafasına çok takardı. Taktı mı, o sorunu çözmeden hayatına devam edemezdi. Ama keşke yapabilseydi. Kapının önüne geldiğinde hiç düşünmeden birkaç kez tıklattı. İçeriden ses gelmeyince bu sefer daha hızlı vurmaya başladı.

“Ne olacaksa olsun,” diye söylendi. Gerçekten de bıkmıştı tüm bu olanlardan. Bugün ya Selim’i geri kazanacaktı ya da tamamen kaybedecekti.

Zehra salonda sessizce oturmuş, Selim’in ona aldığı elbiseyi inceliyordu. Kanepenin üzerine koymuştu, ütüsü bozulmasın diye. Günlerdir elbiseyi inceleyip duruyordu, Selim geldiğinde ise geri saklıyordu. Elbise kendisine büyük geliyordu ama büyüyünce giymeye kararlıydı. En azından güzel bir elbisesi olmalıydı. Selim ise artık eve geç gelmiyordu. Araları yine eskisi gibiydi ama bu sefer karnı daha tok ve ev daha sıcaktı. Derin düşüncelere dalmışken, bir anda duyduğu kapı sesiyle irkilerek ayağa kalktı. Kapı çok hızlı bir şekilde çalınıyordu. Bir an açıp açmamakta kararsız kalsa da kapıdakinin kim olduğunu merak ederek avluya çıktı.

 

Burcu, gelen ayak seslerini duyarak,

“Aç!” diye bağırdı Zehra’ya.

“Ben Burcu, seninle konuşmaya geldim.”

Genç kız iyice delirmişti.

 

Zehra, Burcu ismini hatırlamasa da sesinden tanımıştı. O gün gelen kız diye tahmin etmişti. Kapıya doğru ilerleyerek hiç düşünmeden kapıyı açtı ve tahmininde yanılmadığını fark etti. Ama gelen kız, öncekinin aksine bayağı sinirliydi.

 

Zehra korkarak geri çekilirken,

“Ne konuşacaksınız benimle?” diye masumca sordu.

 

“Ne konuşacaksınız benimle?”

Burcu, mimiklerini oynatarak aynı sözleri tekrar etmişti, Zehra ile alay ederek.

“Çekil şuradan. Artık bu evden gidiyorsun.” dedi, Zehra’yı kenara doğru ittirerek.

 

Zehra sendelese de ayağa kalktı ve hızla evin kapısının önüne geçti. Aklına gelen ilk düşünceyle kelimeleri sıraladı:

“Gideceğim bir yer yok.”

 

“Evet, var.” dedi Burcu, hiç aldırmayarak. “Cehennemin dibine gidebilirsin.”

 

“Ama ya Selim Abi…” dedi korkarak. Artık hiçbir yere gidemezdi. Babası onu kabul etmedikçe başka yere gidemezdi. Burcu, ‘abi’ kelimesini duyar duymaz çıldırma noktasına gelmişti.

 

“Abiymiş. Nereden senin abin oluyormuş?”

 

Burcu, açık olan kapıyı görüp tam eve girecekken, Zehra daha önce davranarak eve girdi ve kapıyı kapatmaya çalıştı. Ama vücudunun verdiği zayıflıkla, Burcu onu tekrar ittirerek tek bir hamlede yere düşürmeyi başarmıştı.

 

“Bana bak.” dedi Zehra’ya, işaret parmağını uyarı anlamında sallarken.

“Seni kolayca gebertebilirim.”

O kadar sinirliydi ki gözleri alev gibi parlıyordu. Sesi ise kalınlaşmış, sert bir tokmağı andırıyordu.

 

Bir an Burcu’nun boşluğuna gelip kanepedeki elbiseye kaydı gözü. Pudra pembesi elbiseye doğru ilerlerken, gözleri istemsizce dolmuştu. Elbiseyi yavaşça eline aldı ve inceledi. Pudra pembesi elbise gözlerini kamaştırırken, titrekçe elini üzerinde gezdirdi.

 

“Bunu sana Selim mi aldı?” diye sordu sessizce.

Bir damla gözyaşı yanağından süzülürken, Zehra’dan cevap gelmemesi üzerine daha çok çıldırma noktasına gelmişti.

 

“Cevap ver!” diye bağırdı. “Cevap ver!”

 

Ama hâlâ Zehra’dan bir ses yoktu. Korkuyla ve gözyaşlarıyla olanlara bakıyordu yalnızca. Burcu’nun deli gibi davranması onu fazlasıyla korkutuyordu. Burcu ona doğru ilerleyerek,

“Cevap vermediğine göre Selim almış.” dedi, elbisenin fiyongunu sertçe çekip koparırken.

 

Zehra bir anda bağırarak,

“Yapma!” dedi ağlayarak.

“O, benim tek güzel elbisem.”

Bu kıza karşı gelemezdi, ondan fazlasıyla korkuyordu ama elbisesine zarar gelmesine de asla izin veremezdi.

 

“Ya! Al o zaman elbiseni!”

Elbisenin dantel kısmını acımasızca yırtarken, Zehra ayaklarına kapandı.

 

“Abla, lütfen yapma…”

Fısıltıyla çıkan sesi, hıçkırıklarıyla karışıyordu ama Burcu aldırmadı. Bu küçük çocuğu hiçbir zaman önemsememişti, önemsemeyecekti de.

 

“Abla mı? Sen kim oluyorsun da bana abla diyorsun?”

Burcu, sinirle Zehra’nın yaka kısmından tutarak sertçe bir tokat vurdu. Hiç acımadan indirdiği tokat, küçük odada yankılanmıştı. Zehra elini birdenbire acı içinde yanan yanağına götürürken, çok acıdığını fark etti. Burcu az önce ona vurmuştu.

 

Zehra’nın gözyaşları daha da kuvvetlenirken,

“Özür dilerim. Her ne yaptıysam özür dilerim.” dedi, yüzü kıpkırmızı olurken. Mavi gözleri ise durmak bilmez bir çeşme gibi durmadan akıyordu.

 

“Senden nefret ediyorum.” dedi Burcu, nefretini acımasızca kusarken.

Tekrardan Zehra’yı yakalarından tuttu ve kaldırdı. Tam vuracağı sırada bir şeyler engel olmuştu ona.

 

“Burcu!”

 

Bu tanıdık ses her iki kızı da şaşkına çevirirken, ikisi de başını kapıya doğru çevirdi. Selim sinirle içeri girerken, gözleri direkt Zehra’ya kaymıştı. Ağlıyordu ve yüzü kıpkırmızıydı. Sağ yanağındaki parmak izleri ise bariz belli oluyordu. Ona aldığı elbise ise paramparça bir vaziyette yere atılmıştı.

 

Dehşetle olanlara bakarken,

“Ne oluyor burada?” diye sordu, gözlerini Burcu’ya dikerken. Ela gözlerindeki siniri belli etmekten hiç çekinmemişti. Sesi ise amansız bir kuyuda yankılanır gibiydi.

 

Burcu şaşkınlıkla Selim’e bakarken,

“Bir şey olduğu yok. Sevgili karıcığın evine gitmek istiyormuş.” dedi alay edercesine.

O da en az Selim kadar sinirliydi.

 

Selim çantasını çıkarıp yere doğru fırlatırken, Burcu’nun karşısına geçti.

 

“Gitmesi gereken biri varsa o da sensin. Her gün hayatımda sorun çıkaran kişi de sensin, Zehra değil.”

Kızgınlıkla söylediği sözler geri dönülemez bir yola saplanmıştı ama buna pişman değildi. Artık bu kıza karşı eskisi gibi olamazdı. Tanıdığı Burcu’dan çok farklı bir kişiliğe bürünmüştü.

 

Genç kız başını ellerinin arasına alırken, bir anda köpürmeye başladı.

“Demek öyle mi? Beni sonsuza dek kaybetmeye hazır mısın?”

 

“Ben seni çoktan kaybettim, Burcu.”

Bu cümle defalarca kez Burcu’nun beyninde yankılanmıştı, tekrar tekrar söyleniyordu. Selim ise sakince bu sözleri söylerken hâlâ Burcu’nun gözlerinin içine bakıyordu. Onu bir çocuktan kıskandığı gün kaybetmişti. Henüz büyümemişti Burcu, hâlâ küçük bir çocuk gibi davranıyordu.

 

“Demek öyle. O zaman sana karınla mutluluklar dilerim, Selim Bey.”

Kızgınlıkla ağlarken ne Zehra’nın ne de Selim’in yüzüne bakmıştı. Selim onu bir çırpıda silip atarken, o neden yapamasındı ki?

“Umarım sen de benim çektiğim acıları yaşarsın.”

Kapıdan çıkmadan önceki son sözleriydi bunlar. Acı içinde kıvranan bedeni, ancak bu sözlerle biraz olsun rahatlayabilmişti.

 

Burcu, yorgun bir halde Selim’in evinden çıkmış, ağlayarak yürürken hafiften yağmur yağmaya başlamıştı. Buz tutan kar bu sayede eriyebilirdi belki. Buzlu yollardan yavaşça geçerken, hızla eli montunun cebine kaydı. Telefonunu çıkarıp tuşlarken hiç düşünmeden Sevim Hanım’ı aradı. Birkaç kez çaldıktan sonra açılan telefona iç çekerek cevap verdi genç kız. Soğuk hava ciğerlerini yakmıştı çektiği nefesle.

 

“Merhaba, Sevim Teyze. Nasılsınız?”

Ağzından çıkan sözler sisli bir bulutla havaya karışırken, tekrar iç çekti istemsizce.

 

“Sağ ol kızım, iyiyim. Ya sen? Sesin pek iyi gelmiyor açıkçası.”

Selim’in annesi tedirginlikle bu soruyu sorarken sabırsızca cevabını bekliyordu. Burcu’yu bir yıldır tanıyordu ve onu da çok seviyordu. Pek konuşmazlardı Burcu’yla ama sesi her daim iyi gelirdi konuştukları vakit. Şimdi ise bu ses yalnızca üzüntü barındırıyordu.

 

“Ben pek iyi değilim.” dedi Burcu, gözyaşlarını zorlukla bastırırken. Şimdi ağlayamazdı, bu durumu ağlamadan anlatması gerekiyordu.

“Selim…”

 

“Ne oldu Selim’e?”

Karşısındaki sesin nefes alışverişleri kolaylıkla duyulabilecek cinstendi. Sesi ise bariz endişe kırıntılarını içeriyordu.

 

“Burcu!” dedi sorar gibi, cevap beklerken.

“Burcu, cevap ver. Kötü bir şey mi oldu?”

 

Sevim Hanım’ın sabırsız telaşı Burcu’yu geri dönülemez bir yola sokmuştu.

 

“Selim evlendi.”

Söylediği sözler, orta yaşlı kadının yüreğine hançer gibi saplanırken şaşıramadan edemedi.

 

“Ne?”

Kesik kesik çıkan sesi korkuyla karışık dile geliyordu.

“Şaka yapıyor olmalısın.”

 

Burcu, gözyaşlarını gizlemeyerek konuşmaya devam etti. Bir yandan ağlıyor, bir yandan da iç çekiyordu. Her sözü keskin bir bıçak gibi Sevim Hanım’ın yüreğine saplanırken, aldırış etmedi. Bu acı, geri dönüşü olmayan bir acıydı.

 

“Keşke şaka olsa…” diyebildi, kesik kesik çıkan sesiyle. Sesi zorlukla duyulabiliyordu.

 

Burcu kesintisiz ağlarken, Sevim Hanım’ın ani sözleri bir anda gözyaşlarını dindirmişti:

“İlk uçakta Diyarbakır’a geliyorum.”

 

Verdiği net karar, kesintisiz bir yola saplamıştı Selim’in annesini. Artık geri dönüşü yoktu. Diyarbakır’a gelecekti.

 

 

 

 

 

Bölüm : 15.04.2025 16:42 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...