39. Bölüm

38. Bölüm

Kelebek Ruhhu
kelebekruhhu

Buz kesti bedenim. Nefes almayı unuttum... Gözlerim doldu, kaç zamandır ben bu an için mi bekledim? Hayır! Ben o’nu görecektim, bağıracaktım, hesap soracaktım... O orada yatarken benimle nasıl kavga edecek ki? Ben bu durumu beğenmedim. Lütfen, başa saralım ve canlı olarak insin. Hadi, lütfen... Ne acınası bi’ bekleyiş. Olmayacağını bile bile bekliyorsun ya kalbim, seni de affetmeyeceğim...

Dudaklarım titriyordu, ağlamamak için sıkıyordum fakat gözlerim bana ihanet ediyordu, yanaklarıma süzülüyorlardı. Sedyenin üzerinde bulunan bedene baktım. Zaman, ne çabuk geçmiş öyle! Birbirimizi tanıyan iki yabancıydık artık. Elimin tersiyle sildim gözyaşlarımı. Belki de bunu yapmalıyım ama geri adım atacak kadar kalpsiz olamıyordum.

“Lanet olsun!” diye söylendim ve buraya doğru gelen sedyeye yaklaştım. “Durumu nedir?” Diye sordum. Orada bulunan doktora karşı.

“Üç kurşun var, sol göğsünün altında. Durumu ciddi, ameliyathane hazır mı, hemen alınması lazım.” Dedi.

Şok olmanın vakti değil diye iç geçirdim ve “Ameliyathane hazır mı bilmiyorum? Buraya gönüllü doktor olarak geldim. Şimdi de gitmem gerekiyor. Eminim en iyi doktorlar ayarlanmıştır.” Dedim.

Tekin “Laf atmanın sırası değil. Ameliyatı sen yapacaksın! Bizimle geliyorsun!” dedi, emrivaki bir şekilde.1

“Gelmiyorum!” dedim,

“Fikrini sormadım, geleceksin!” Dedi.

Düşünmeme fırsat verilse gider miydim, yoksa gitmez miydim? Sonuç değişir miydi? Tekin’e baktım, ardından Ufuk’a baktım. Benden istedikleri şey çok ağırdı.

Doktor “Burada didişerek, Araf’ın hayatını tehlikeye atıyorsunuz. Doktor hanım! Benim tek yapabileceğim bir ameliyat değil. Henüz diğer doktor arkadaşlar da gelmedi, bu yüzden sizden objektif bakmanızı istiyorum. Aranızda ki husumeti bir kenara bırakın, lütfen.” Dedi.

Abi neredesin? Burak neden geciktin? Diye düşündüm ve beş saniye sonra ağzımdan:

“Tamam,” kelimesi çıktı ve asansöre bindik. Ufuk, en alt kat tuşuna bastı. Ne alaka? Ameliyathaneye gitmiyor muyduk? En alt katta geldiğimizde önümüzdeki duvar ittirildi ve bir koridor, koridorun içinde iki tane oda vardı. Herkes ne yapmasını gerektiğini biliyordu, kimse buranın yabancısı değildi. Hayırsever işadamın kim olduğunu öğrenmiş olduk!

Odanın içi ameliyathaneydi. Ben ise olduğum yerde olup biteni anlamaya çalışıyordum. Ufuk “Buraya gelecek misin?” dedi.

Gözümü devirdim. Onların yanına gittim. “Herkes dışarı, ben ve doktor bey dışında kimseyi istemiyorum.” Dedim.

Tekin ve Ufuk birbirlerine baktı. Önce odada bulunan dört korumayı çıkardılar. Sonra bana baktılar. “Sizde!” dememle, onlarda çıktılar.

Hemen, üstündeki gömleği yırttım. Kalbinin altına üç kurşunu nasıl yedin? İlk müdahaleyi yapmışlardı ama kurşun hala içindeydi.

“Doktor hanım! Kendinize gelin, ameliyatı şimdi yapmasanız ölecek!” dedi, soğukkanlılıkla. Ölüm kelimesini ne kolay söyleyebilmişti. Oysa bu kelime o kadar kolay söylenmeyeceği gibi, kolay da atlatılacak bir şey değildi.

Kulak asmadım söyledikleri şeye. Elimi yıkadım ve eldiveni elime geçirdim. O sırada adını bilmediğim doktor o’nu hazırlamıştı. Cihazdan kalp atışını duyduğumda içimde bir yerde o son kalan sızı, sızlamaya başladı... Hayat yine bana son golünü atmıştı.

Ameliyata başlamıştım. Çok hızlı ve dikkatli olmam gerekiyordu. İki kişinin tek başına yapacağı bir şey değildi ama biz imkansızlığı, imkana çevirmeye mecburduk. Bisturi aletini soğuk tenine değdirdiğimde, benim neden canım yanıyordu? Ben doktorluğun bu tarafını hiç sevmedim.

Doktor olduğunu sandığım kişi, yardım etmeyince anestezi uzmanı olduğunu söyledi. Bu yüzden ameliyatı tek başıma yapıyordum. Ne demek doktorlar gecikti ya! Asafoğlu ailesinin gücüne ne olmuş böyle? Ve en önemlisi babası neden ortalıklarda görünmüyordu? Kafamda deli sorular bitmiyordu. Ameliyat ettiğim kişiye baktım, “Bu soruların cevabı beni ilgilendirir miydi?” Dedim, kendi kendime.

“Bir şey mi dediniz?” diye sordu.

“Hayır,” dedim ve ameliyatıma devam ettim.

......

4 saat geçmişti. Son kurşunu da çıkarmıştım. Sedyedeki kişiyi başka biri olarak düşündüm hep, yoksa kafamı toparlayamazdım... Şimdi ise yüzündeki kanları silince gözyaşlarıma hakim olamadığımı fark ettim. Neden, ağlıyorum ki!? Bu kişiyi ne kadar tanıyordum ki...

“İyi misiniz?” dedi.

“Dışarı çık!” dedim.

“Ama...”

“Sana dışarı çık dedim!” diye bağırdım. Adının Demir olduğunu öğrendiğim kişi şok içerisinde yüzüme baktı ardından dışarı çıktı.

Kalp atışını duymak içimde anlamsız bir sevinç uyandırıyordu. “NEDEN!?” diye bağırarak sordum. Şimdi ise sesimin tınısı küçük bir çocuk gibi çıktı. “Neden? Cidden hak ettiğimiz son o muydu?" Gözümü bir kaç saniye kapattım. "Senin bize reva gördüğün son buydu. Bende üzerime düşen payı yaptım.” Derken bile sesim titremeye başladı. Olduğum yere çömeldim. Başımı önüme eğdim ve sessizce gözyaşlarımı akıttım. Reva değildi lan! Bu gidiş, bu bitiş, bize reva değildi... “seni gerçekten çok sevmiştim...” dedim ayağa kalktım. Bilmem, yine kendimi kaçıncı toparlayışım. Derince nefes alıp verdim. Gözyaşımı sildim. Yeni, yeniden güçlü kız moduna girdim. Son kez baktım. Kapıyı açtım. Karşımda telaşla bekleyen Ufuk ve Tekin vardı.

“Gözlem odasına almanız gerekiyor. Durumu stabil, doktorlarınız ilgilenecektir.” Dedim ve onlara fırsat vermeden yürümeye başladım. Ama ben bu kapıyı nasıl açacaktım? Kapıya vardığımda, ittirmeye çalıştım fakat hareket ettiremedim. Ardıma baktım. “Şunu açın!” diye bağırdım ama oralı bile olmadılar. Hepsi ruh hastası!

“Burada zorla tutamazsınız ya!” desem de birbirlerine bakmakla yetindiler.

Tekrardan ittirmeye çalıştım ama yine de olmadı. Kollarımı kavuşturdum. Tek kelime dahi etmiyorlar, “Ruh hastaları, çıkarın beni şuradan!” dedim. Nefes alamıyordum. Panik atağım tutuyordu. Nefes almaya çalışıyordum, olmuyordu işte.

Ufuk, yanıma geldi. “Ne oldu? İyi misin?” diye sordu. Burada nasıl iyi olabilirim?

“Dalga mı geçiyorsun?” diye bağırdım. Korumalar ve Tekin şaşkınla bakıyorlardı.

“Ne istiyorsunuz? İstediğinizi yaptım, şimdi şu s.... kapıyı açın.”

“Sakin ol!”

“Sakinleşemiyorum, nereden çıktınız ya! İstemiyorum burada kalmak!” dedim. Ufuk koluma dokunacağı sırada “Dokunma!” diye tüm gücümle bağırdım.

“Ne oluyor burada!?” diye bağırarak karşı kapıdan içeri girdi Selim bey!..

Bunca zamandır yanlış kapıyı açmaya çalışıyormuşum! Bu utanç bana yeter.

“Bir şey yok Selim amca!” dedi, Tekin.

Nasıl yok ya! Aklımı kaçıraca’m az kaldı. Oğlu ölüm döşeğinde, kendileri kan revan içinde. Ben burada tutuluyorum ama bir şey yok öyle mi? Ah! Bunlar nasıl bu kadar soğuk olabiliyorlar. Selim bey ile göz göze geldik. Gözlerimi kaçırdım hemen. Ama o’nunda üstü başı kan içindeydi. Ne olmuştu? Neden böylelerdi? Dilim varmıyor ama neden sadece Araf vurulmuştu?

“Kızım!” dedi, hasret dolu bir tınıyla.

“Sakın, sakın!” Dedim, ağlamaklı çıkan sesimle.

Ağzını açıp bir şey diyecek iken arkada abim ve Berke’nin geldiğini gördüm. Koşarak abime sarıldım. “Neden geciktin? Ya da boş ver hadi çıkalım buradan!” dedim.

“Tamam, güzel kızım! Gideceğiz buradan.” Dedi, saçlarımı okşadı. Berke, hiç beklemediğim bir şekilde abimden aldı ve sarıldı, o kadar sıkı sarıldı ki... Ne yapacağımı bilemedim, bir kaç saniye sonra bende karşılık verdim. “Çok korktum. Telefonunu öyle çatıda görünce... Çok korktum be!” dedi, bu tınıyı ben tarif edemem... Ben ne yapacaktım, bu davranış karşısında?

“Kusura bakma, korkutmak istemedim.” Diyebildim çaresizce.

Ufuk’un çok güçlü öksürmesiyle ayrıldık. İnsanlar değişmiyor işte.

Tekin’in “Bu lavuk kim?” demesiyle, ters ters baktım.

“Sizi ilgilendiren bir durum yok burada, bizi de ilgilendiren bir durum kalmadığına göre gidelim!” dedim.

Selim bey, konuşmayı çok istiyordu gözlerinde belli ama belli ki kırgınlığı var, bu yüzden susuyordu. Tekin ve Ufuk da biliyordu ki beni hiçbir kuvvet burada tutamaz.

“Gidelim,” dedi abim. Etrafıma şöyle bi’ baktım. Yedi yıldan sonra böyle karşılaşmayı hak etmedik. Biz karşılaşmayı dahi hak etmiyorduk ki... Berke’nin koluna girdim. Bir adım atıyorduk ki:

“Evlendin mi?” diye sordu Ufuk, acı bir sesle.

“Ne diyorsun oğlum!?” diye bağırdı abim.

“Sorduğum soru açık, evlendi mi? Bu adam eşi mi?” diye tane tane açıkladı.1

Sesindeki o tını beni kırk yerimden bıçakladı da bir şey diyemedim, biz çoktan birbirimizin hayatından çıkıp giden, yabancı insanlardık.

"Boş ver abi! Gidelim.” Dedim.

“Arslan abi?” dedi.

“Abi mi? Abiliği mi kaldı?” dedi Tekin. Bunun üzerine abim koşarak Tekin’e yumruk attı.

“Ne diyorsun lan sen?” Diyerek bir yumruk daha attı.

“Abi! Lütfen. Yapma, gidelim.” Dedim. Ama abim beni duymuyordu, birbirlerine girmişti.

“Oğlum, içerde hayat mücadelesi verirken, burada kavga ediyorsunuz. Çok yazık. Canını feda edeceği iki insan şimdi sebepsiz yere birbirine yumruk atıyor.” Dedi, içli bir tonla.

Yumruklar havada kaldı. Herkes suspus oldu.

“Hadi devam edin. Bu aileyi yedi yıl önce paramparça bıraktınız...” Dedi, ve konuşmaya devam ediyordu ama şu an tüm algılarım kapalıydı. Biz mi paramparça bıraktık? Neden kimse dönüp kendi yaptığına bakmıyor. Bu panik atak krizlerim sizden kalandı. Şimdi yine geçiriyordum. Nefes almakta zorlanıyordum, bir süre sonra da her yer kapkaranlık oldu...1

 

 

 

Bölüm : 08.12.2024 00:14 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...