“Abi, bu ne demek oluyor?” Dedim, sinirle.
“Şu, demek oluyor güzelim. Kalmaya karar verdim. Sende benimle birlikte kalacaksın!” Dedi, ciddi tavrından ödün vermeden.
“Benim fikrimi almadan mı? Allah aşkına ne oldu abi? Fikrini değiştiren nedir?” diye sordum.
“Konuşuruz, Nalin. Şimdi içeri geçelim.”
“Gelmiyorum, içerde yapacağım bir şey yok. Hollanda’ da düzenli bir yaşantım var. Bunu bozmak istemiyorum.” Dedim, çaresizce.
“Bunu burada tartışmayalım!” diye karşılık verdi abim.
Herkes bize odaklanmıştı. Bu lanet olası şehire gelmeyi gönülden istemedim. Mecbur kalmıştım. Bi’ es verdim. Abimin kararını tetikleyen şey ne olmuştu? Birden neden fikrini değiştirmişti?
“Kızım, sakin ol!” diyen Selim beye baktım.
“Selim bey! Bana kızım, diye hitap etmeyin, lütfen.” Dedim, konumuz buymuş gibi!
Kafamın içinde “sabır!” kelimesi sadece o'na aitti... Bi’ kelimeye bile hasretmişim ya ben!!!
Başımı, Araf’ın yattığı odaya çevirdim. Ben bu hayattan ne istiyordum? İstediğim gerçekten de gitmek mi? Uzun uzadıya bu sorunun cevabını bulmaya çalıştım... Herkes bir yere dağıldı, bende ise dağılan ben oldum. Bir kelime miydi beni dağıtan, yoksa bitmek bilmeyen içimdeki sevgi mi? Sahi, ben niye dağılıp dağılıp toparlanamıyorum. Toparlandığım dediğim an yine paramparça oluyordum. Bu depresif hallerimden ben bile bıkmıştım, doğru yolu neden görmek bu kadar zordu?..
“Kendine ne zaman itiraf edeceksin?” dedi, arkadan bir ses, gözümü yumdum sıkıca, açtım ve Tekin yanıma gelmişti.
“Neyi itiraf edecekmişim?” dedim.
“İçini dinle içini.” Dedi oysa bilmiyor ki içim ile savaşım bitmiyordu yıllardır.
“Gerçeği görmek istemiyorsun,”
“Gerçek ne?” dedim, sesimin tınısı biraz yüksekti.
“Kabullen artık, görmemek için çırpınmayı da bırak! Şimdi Araf’ın odasına gir ve gerçekten ne istediğine karar ver!” dedi, benim gibi sert bir ifadeyle.
Cevap vermedim, ikimizde odanın kapısına bakıyorduk. Girmeliydim sanırım.
Tekin’e baktım. “Hadi!” dedi. Neden herkes beni o’na itiyordu. Duygularım darmadağındı. Gitsem bile bir şey değişmeyecekti. Bunu bile bile adımlarımı odaya doğru attım.
Kapıyı açtım, o hareketsiz bir şekilde yatıyordu. Ardımdan kapıyı kapattım ve yanına gittim.
“Şimdi, ne demeli? Konuşacak bir şeyimiz kaldı mı? Beni duymanı o kadar çok istiyorum ki... Bir o kadar da korkuyorum. Çok üzülmüştüm, yalanlarla dolu bir hayatı tercih edemedim. Bana yalan söylemeni kaldıramadım.” Çaresizce kelimeler dudağımdan çıkıyordu.
“Senin gibi yalan söylemeyi, bilmiyormuş gibi davranmayı, sizinle birlikte kalmak için göz yummayı ne çok isterdim. Belki daha uzun vakit geçirme fırsatlarımız olurdu... Ama öyle olmuyor. Her şeyi sineye çekip, köşede oturamadım. Ben o kadarını yapamazdım, yapamadım...” bir kaç dakika o’na baktım. Yüzünün her ayrıntısını aklıma kazdım. Sonra :
“İyi olduğuna sevindim. Seni, sizleri tekrardan görmek güzeldi, benden buraya kadar umarım erkenden sağlığına kavuşursun.” Dememle refleks olarak işaret parmağını oynattı. Bu hiçbir şey ifade etmiyor artık.
Kapının kulpunu tuttum, tekrardan arkama baktım. “Seni özlemişim Araf Asafoğlu!” dedim ve kapıdan çıktım.
Başım dik, kendimden emin adımlarla abimin yanına gittim. “Konuşabilir miyiz?” dedim.
Abim yüzümü inceledi. Kararlı tavrım karşısında, sinirli bakışlar atsa da kararım kesindi.
Dışarı çıktık. Hava çok güzeldi. Serin serin esiyordu. İkimizde sessizce yürüyorduk.
“Ağlayacaksan ağla hadi!” dedi.
“Pardon, neden ağlayacakmışım ki!”
“Bu tavrın ne Allah aşkına, anlamıyorum seni. Neden, bu kadar belirsizlikle yaşıyorsun?” dedi, adımlarını durdurarak. Bende durdum.
“Belirsizlikle yaşamıyorum. Düzenli bir hayatım var. Kendime ait hastanem var, hastalarım var ve sen burada kalmaktan bahsediyorsun, asıl senin derdin ne?” dedim, çemkirerek.
“Burada, kalmak zorundayız. Bana güven.”
“Sana güveniyorum ama burada bu şehirde yaşamak istemiyorum. Yarın Berke ile geri döneceğim. Sende kararını ona göre verirsin.” Dedim, sakince.
Arabama atlayıp, deniz kenarına geldim. Su sesi tek beni yatıştırabilirdi. Denizin dalgalarını dinledim. Çırpındıkça çırpınıyor ama yine de vazgeçmiyor. Bazen kendimizi bulmak için fedakarlık yapmamız gerekiyordu, bende yeterince fedakarlık yaptığımı düşünüyordum. Kendimden çok verdim – ki hala vermeye devam ediyordum. Kendi hayatım diye bir şey kalmamış ve ben hala birini – birilerini düşünüyordum. Ne zamana kadar? Bu düşüncelerden telefonumun çalması böldü. Çantamdan telefonu çıkardım. Arayan Berke’ydi.
“Lan, ne Berke’ymiş! Bu lavuk kim böyle?” diyen Ufuk’tu.
“Manyak mısın? Beni Berke’nin telefonundan arayan sensin.”
“Ve sende Berke aradın sandın öyle mi?” dedi, ciddi bir şekilde.
“Uzatma, neden aradın ve Berke nerede?”
“Seni özledim kızım ya! Çekip gittin. Merak ettim, neredesin?” dedi, bu sefer ciddiydi işte.
“Teşekkür ederim, deniz kenarındayım. Sonra eve geçeceğim.”
“Yap...” telefonu suratıma kapattı.
“Benim numaram, silmek yok, bir daha!!!!” yazıp göndermiş, çatlak ya!
Ben olduğum yerde acıkmaya başlamıştım. Ve hala bekliyordum. Ayağa kalktım. Biraz yürüdüm ve Araf ile geldiğimiz lokantaya girdim.
“Hoş geldiniz!” dedi, yirmili yaşlarda bir kız.
“Böyle geçebilirsiniz.” Dedi, sol tarafta denizi gören masayı işaret ederek.
Masaya oturdum ve “arkadaşım gelecek, onunla birlikte sipariş vereceğim.” Dedim.
“Tamam, nasıl isterseniz. Bir şey olduğunda çağırmanız yeterli.” Dedi ve gitti.
Uygulamaya girdim ve Ufuk’a konumu attım. Kapatacak iken, yazı yazdığım uygulama gözüme çarptı. En son yıllar önce yazmıştım ve bir daha asla girmemiştim uygulamaya. Uygulamada çok sayıda beğeni, yorum ve mesaj vardı. Mesaj bölümüne hızla baktım. Bir şey yok gibiydi. En son mesaj atan kişinin nicki dikkatimi çekti. “Kelebeğin yaşamı” mesajları açtım ve yedi tane mesaj tek vardı ve her yıl doğum günümde atılmıştı. Son mesajda ise:
“Kelebeğin ruhuna, yaşamak yakışır sen hep yaşa. İyi ki doğdun.”
Yazılmıştı. Bu ne demek oluyordu? Bunu kim atardı?
“Biz geldik!” dedi, neşeli bir tavırla.
Başımı kaldırıp, Ufuk ve Tekin’e baktım.
“Y..yok bir şey!” dedim, kekeleyerek.
Elimden telefonu aldı. Hızla ayağa kalktım. “Ne yapıyorsun, ver telefonu!”
Ufuk, Tekin’in elindeki telefona baktı. “İhtimali yüksek.” Dedi.
Ufuk ve Tekin karşıma oturdu, bende yerime oturdum.
“Yemek yiyelim. Pardon bakar mısınız?” dedim, kızı çağırarak.
“Spesiyal yemeklerinizden alalım.” Dedim.
“Tamamdır, başka bir isteğiniz var mı?”
“Konumuza dönelim o zaman.” Dedi, Tekin.
İkisine birden laf anlatmak, duvara konuşmaktan farksızdı. Sorgulanmanın zamanı mıydı? Hem ne gerek vardı, binlerce mesaj vardı hepsini sorgulayacak mıydık, ne saçma!.
İç sesim ise o olma ihtimali olduğunu söyleyip duruyordu. O olsa bile ne önemi var ki? Geçmiş geçmişte kaldı.
Yemekler servis edildi. Ben ise beynimi susturabilmek için, tabiri caizse hayvan gibi yiyordum. Ağzımdan lokma bitmiyordu. Durup nefes bile almıyordum. Karşımdaki adamlar, sadece izliyorlardı. “İzlemeye devam mı edeceksiniz?” diye sordum.
“Yemek yememede mi karışacaksınız?”
“İnsan gibi ye o zaman!” dedi, Tekin.
“Normal yemek yiyorum. Beğenmiyorsan git!”
“Tamam, tamam sen yemeğini ye!”
Ağzımdaki yemek bitince, durdum. Midem fenalaştı.
“Neden o olduğunu düşünüyorsunuz?” diye sordum.
“Yedi tane doğum günü mesajı başka kim olabilir? Dedi, Ufuk.
“Belki de Araf’ın uyanmasını bekleyeceğiz.” Dedi, Ufuk.
“Cevabı ben merak etmiyorum. Yarın gidiyorum.”
“Haber verdiğin teşekkürler.” Dedi, Tekin, dalgaya alarak.
Ama sadece göz devirdim. Yaptığımız tek şey birbirimize laf atmak. Ufuk ve Tekin birbirine baktı.
“Mesaj bir hafta önce gelmiş, bir hafta önce sen buraya geldin ve o gün biz bir haftadır savaş halindeydik. Tesadüf mü, hepsi?” diye sordu Tekin.
Telefonuma mesaj geldi. Tekin’in elinde olduğu için ilk o baktı. Yüz ifadesi değişti. “Ne oldu?” diye sordum.
“Kalk gidiyoruz.” Dediler ve apar topar kalktık. “Ne oluyor?” dedim telaşla.
“Arabaya bin!” dedi, Tekin ve beni araca bindirdiler. Hızla yola koyulduk. “Anlatacak mısınız?”
“Telefon bir süre bizde kalacak!”
“Tesadüf değil.” Diye mesaj geldi dedi Ufuk.
Yaşadığımız hiçbir şey tesadüf değildi. Birinin kuklasıydık ve o kimdi? Neden, bunları bize yaşatıyordu, hiçbir fikrim yoktu. Herkes, bir şeyleri saklama peşinde. Bende yine onların ağzından çıkacak kelimelerle hayatıma devam edecektim...
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
40.56k Okunma |
2.12k Oy |
0 Takip |
59 Bölümlü Kitap |