Dayanıyor olabilişime de kızgınım. Herkes, bir intikam peşinde ben ise o intikamın ortasında kalakaldım. Hangi kararı alırsam, ardından hep bir şeyler oluyor. Bu yüzden hayatı bir hiç uğruna harcadım. En güzel yarınlar, olacak diye beklerken giden sadece ömürdenmiş!.. Bunları düşündükçe karnıma sancılar giriyordu, mide özsuyum, midemi bulandırıyordu. Her nefes alıp verişim, ciğerimi yakıyordu. Neden, diye sorgulamaktan o kadar çok yoruldum ki. Ne olacaksa olsun artık. Nefesim kesilse mutlu olacak mıydım?
Bulunduğum yer çok basık geliyordu, duvarlar üstüme geliyordu, düşündükçe. Tekin, beni buraya bırakıp gitmişti. Hiç kimse yoktu. Koşarak lavaboya girdim ve kusmaya başladım. Bir süre sonra aynadan yansımama baktım. Gördüğüm tek şey harabe olan bir ben!.. Düşündüğüm tek şey hak edip etmediğim, bazen de hak etmediğimiz halde yaşardık bir gün mutlu olma umuduyla. Yansımam bana acıyordu.
Araf’ın odasındaydım. Gözlemci olarak kalmıştım. Kendime bile itiraf etmekten korktuğum şey başıma geliyordu. Sürekli hayat beni o’na itiyordu. Madem öyle hakkını vermek gerekiyordu. Sol tarafına uzandım. Başımı göğsüne koydum ve gözlerimi kapattım...
Yıllar sonra ilk kez böyle huzurlu uyumuştum. Başımı kaldırıp, Araf’a baktım. Gözlerini açıp, bakmasını o kadar çok istiyordum ki. Kara gözlerindeki öfkeyi bile özlemiştim. Tekrardan başımı göğsüne yasladım ve kalp atışlarını dinledim. Günden güne durumu iyiye gidiyordu. Peki tamamen iyi olduğunda, gidebilecek miydim? Bu soruyu düşünmemek için gözlerimi kapattım. O sırada kapı açıldı. Kendimi toparlayamadan içeri girdi. Gelen kişiye baktım. Tekin’di.
“Daha önce odaya giren oldu mu?” diye karşılık verdim.
“Evet, Berke çok bozuldu, çıktı gitti.”
“Berke’yi buraya neden getiriyorsunuz? Tanımadığınız birine bu kadar güveniyor musunuz?”
“Tanımadığımızı nereden çıkardın?” dedi, beni şüpheye düşürmeye mi çalışıyordu, yoksa gerçekten tanıyorlar mıydı?
“Gel, oturalım şöyle,” dedi, kanepeyi göstererek.
Araf’ın yanından kalktım. Kanepeye Tekin’in yanına oturdum.
Bir süre sustu. Tekin, acımasız biri değildi. Sadece kendini buna inandırmak istediği için öyle davranıyordu.
“Senden gerçekleri duymak istiyorum. Daha ne kadar yalanlarla yaşayabiliriz ki.” Dedim, konuyu açarak.
“Annenin tarafı ve baş düşmanımız Levent Ensari ittifak kurmuşlar. Bize saldırıyorlar, her açıdan.”
Sözünü keserek “Ateş Ensari'yi duymuştum ama Levent kim?” diye sordum.
“Ateş'in babasının öldüğünü biliyorsundur o zaman. Levent Ensari, Ateş'in amcası intikam alıyorlar. Sana en yalın haliyle anlattım. Çünkü, biz bile nereden neyi geleceğini bilmiyoruz. Şu an hedefte herkes,” dedi ve Araf’a baktı. O kadar özlemle baktı ki. Ne demek istediğini daha iyi anladım. Ama anlamadığım anne tarafı ne alakaydı. Bunu birlikte nasıl yaparlar? Bu nasıl bir vicdansızlıktı, aklım almıyordu. Gözyaşlarım anlatır mıydı? Çünkü artık, benim bunlara söyleyecek bir şeyim yoktu. Kalbim öyle bir yorgun ki... Araf, uyan lütfen. Sana sarılmam gereken konular var. Tekin, bana sarıldı. Gözyaşlarım, gömleğine damlıyordu. Ağlamaklı sesimle :
“Bu nasıl bir şey, inanamıyorum. Ben şimdi ne yapacağım? Neden, geldim ki?.. Keşke gelmeseydim. Kabul etmekle hata yaptım.” Dedim.
Ben bu soruyu kendimle hiç konuşmadım, özlememek için çok çaba sarf ettim. Hastanede, sabahladığım günler, kafam dağılsın diye sürekli nöbete kaldığım geceler... Dargındım, kırgındım, öfkeliydim ama öyle çok özlemim vardı ki. İtiraf etmek çok ağrıma gidiyordu. Şu an ise sanki o yedi yıl boşa geçmiş gibi. Konuşulsaydı, farklı olur muydu? Ada, haklı mıydı?
“Siz, beni yaraladınız ama...” diyebildim.
Konuşmak istiyordum fakat ne söyleyebilirdik. Toz duman olmuştu her şey, tozumuz etrafa saçılıyor. Neden, kötü bir şey olduğunda kaçıyordum? Şu an olduğu gibi, gitmeyi istemiyorum ama kalmak da istemiyordum. Sürekli ikilemde yaşayıp en kötü ihtimali seçiyordum. Savaşmayı öğrendiğimi sanıyordum meğerse öğrendiğim şey – kaçıp gitmekmiş. Herkes bu kadar günaha batmış iken, biz nasıl masum olabilirdik?
Kapı açıldı. Aynı anda oraya baktık Ufuk gözleri kapalı :
“Uyandın mı?” diye sessizce sordu. Yüzümde bir tebessüm oldu.
“Saçmalama ya bu halin ne! Aç şu gözlerini.”
Önce sol gözünü açtı, bizi gördükten sonra diğer gözünü de açtı.
“Oğlum, ne yapıyorsun burada?” diye sordu Tekin’e.
“Manyak mısın? Buraya beraber geldik ya!”
“He, doğru yokluğunu hiç fark etmemişim.” Dedi, gülerek.
Tekin, ters ters bakıyordu. Ufuk, eceline susamıştı. Tekin, ayağa kalkınca, Ufuk kaçtı. Kahkaha attım. Şimdi bunlar otuzlu yaşlarda mı? Ya kim inanır, buna? Onların ardından, Araf’ı kontrol ettim. Nabzı yükselmişti. Değerlerine bakmak için kan aldım.
“Bu değerleri kontrol edilmesi lazım laboratuvarda.” Dedim. Ufuk, elimdekileri aldı ve Korumaların birine verdi.
Selim bey “Bir sorun mu var?” diye sordu.
“Hayır, Selim bey! Sadece kontrol amaçlı.” Dedim. Yüzünde bey dememe kırgın bir ifade vardı. Başını sallamakla yetindi.
Berke “Nalin, çay sevmez. Hiç içmez bu yüzden.” Dedi.
“Hahaha, sen ne anlatıyorsun? Nalin, çay bağımlısı.” Dedi.
İkisinin ortasındayım. Bir şey diyemedim.
Berke “Kahve yaparım sana,” dedi.
Ufuk “Ne kahvesi? Sevmezsin ki kahveyi.” Diyerek yanıma geldi.
“İnsanlar, değişebiliyor, tıpkı alışkanlıkları değiştiği gibi.”
“Nalin, seni tanıyamıyorum. Bakıyorum hala eskisi gibisin fakat iki saniye sonra kendini değiştiriyorsun, neyden korkuyorsun? Böyle davranmanı gerektirecek ne yaptık?” dedi, sitem ederek.
“Tekrardan, yaralanmaktan, yalandan, çok şey var Ufuk, insan korkar? Bi’ yalana inanıp, tekrardan düşmekten.”
“Artık, olmaz yalan dolan. Büyüdük, büyüdün.”
Etrafımı süzdüm. Herkes, bir mutlu haberi bekliyordu. Peki, o haberi duyduktan sonra ne olacaktı? Biz, ne olacaktık?
“Büyümek sancılıydı, ama geçti. Merak etme. Yedi yıldan önce büyümek zorunda kalmıştım.” Dedim ve korumalardan kapıyı açmalarını istedim. Açtıklarında kendimi dışarı attım. Banka oturup, sigara yaktım. Telefonumu elime aldım ve hastanemin durumunu öğrenmek için. Berke’nin annesini aradım.
“Merhaba, tatlım.” Diye karşılık verdi.
“Nasılsın? Nasıl gidiyor?” diye sordum.
“İyiyim, tatlım. Sen nasılsın? Sesin kötü geliyor, her şey yolunda mı?”
“Evet, iyiyim. Yolunda her şey,”
“İşlerimiz uzayabilir. Berke, haber verdi mi, bilmiyorum,”
“Evet, aradı. Bir süre daha orada kalacağınızı ve hastaneye iyi bakmamı istedi.” Dedi.
Benden önce konuşması çok ince bir davranıştı, bu yüzden üzmek istemiyordum.
“Sende kendine iyi bak.” Dedim, kapattık.
Hastane emin ellerdeydi. Peki, hastalar? Onlarla yeterince ilgileniyorlar mıydı? “İlgileniyorlardır.” Diyordu iç sesim.
Bir kaç tane üst üste yaktım sigara. Sonra içeri girmek için. Asansöre bindim, kapanacağı sırada bir hanımefendi bindi ve benden önce en alt katta tuşladı. Önümde duran hanımefendiye baktım. Siyah diz altına gelen sade bir elbise giymişti, üstüne kaban almıştı. Bakımlı, saçları beline kadar uzuyordu. Çok zarif bir görünüme sahipti. Otoparka gidecekti, herhalde. Vardığımızda, beraber indik. Beni baştan aşağı süzdü. Biraz, pasaklı bir görünüyor olabilirdim ama umursamadan yoluma devam ettim. Ama hanımefendi benden önce davranarak. Kapıyı açtırdı. Ne olduğunu anlayamadım. Bunu ilk kez gördüğüme eminim.
“Ne zaman söylemeyi düşünüyordunuz?” Diye bağırarak içeri girdi.
Herkes, şaşkınlıkla bakıyordu.
“Ne işin var, burada?” diye sordu Tekin.
“Seni kim aldı içeri, hemen defol!” dedi.
“Bitti mi?” diye sordu, kendinden emin tavırla.
“Bitmedi, buradan git!” Dedi, Tekin. Ama umursamadı.
Abim, donmuş bir şekilde bakıyordu. Bu kim böyle, derken Selim bey, Araf’ın odasından çıktı. Surat ifadesi değişti.
Duyduğum kelime şaka mıydı? Kızı mı vardı? Ve istenmiyor muydu?
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
![]() | @elanoraaa 6a önce |
![]() | @kelebekruhhu (Yazan) 6a önce |
![]() | @elanoraaa 6a önce |
![]() | @kelebekruhhu (Yazan) 6a önce |
40.56k Okunma |
2.12k Oy |
0 Takip |
59 Bölümlü Kitap |