43. Bölüm

42. Bölüm

Kelebek Ruhhu
kelebekruhhu

“Kızım!” Diye tekrarladı. Ama karşı taraf duymayacak kadar sessizceydi. Ne olduğunu anlayamıyordum. Bu kimdi? Neden, kimse istemiyordu?

Ufuk ve Tekin, kadının önüne geçmişlerdi. Abim neden kaskatı kesilmişti. Berke ile birbirimize baktık. Bilmiyorum der gibi başımı salladım. Araf’ın ablası var ise neden bunu söylememişlerdi? Gizleme ihtiyaçlarını anlayamıyordum.

“Abi?” Diye seslendim. Ama beni duymuyordu. Gelen kadına odaklanmıştı. Ufuk ve Tekin, buraya giremeyeceğini söylüyordu. Ama inatlaşıp duruyordu kadın. “Gitmeyeceğimi biliyorsunuz, o yüzden önümde dikilmeyi kesin!” dedi, yüksek tınısıyla.

Selim bey, onların yanına gitti. “Ya şimdi gidersin, ya da zorla çıkartılırsın, seçim senin!” dedi, öfkeli bir şekilde.

“Beni gördüğüne bu kadar sevinmeseydin ya sevgili babacım!” dedi, alaylı bir tonla.

“Çık git şuradan! Hemen!” dedi, parmağını sallayarak.

Film izler gibi izliyordum. Herkes öfkeli, sinirli fakat neden? Bir baba, kızına neden sert davranır? Bu kadar kin, nefret nedendi, anlam veremedim. Herkesin bir şeyler sakladığı ortamdan uzak durmak istiyordum, sırf bu yüzden. Bilmediğim şeyler oluyor ve ben aptal gibi sadece izliyorum. Kendimi fazlalık gibi hissediyorum her seferinde.

Hararet gittikçe artıyordu. “Kardeşimi göreceğim ve kimse bana engel olmayacak! Ben sizler yüzünüzden annemi ve kız kardeşimi toprağa verdim, birini daha veremem!” diye bağırdı.

“Anla artık bizim yüzümüzden değildi.” Dedi, Selim bey.

“Sen neden orada değildin, neden koruyamadın, neden baba!” dedi, giderek sesi kısılarak.

“Bildiğin şeyleri sorup durma. En büyük ihaneti sen bize yaptın, düşmanımızın oğlu ile evlendin. Levent’in büyük oğluyla evlenmeyecektin. Şimdi bizi tercih ettiğin yere git.”

O an abimin gözünden yaş aktı. Beynim “olamaz!” diyordu, abim bu kadını mı?.. Nasıl ya!?

“Ben... Senin için değil kardeşim için buradayım ve göreceğim!”

Abimin, yanına gittim ve omzuna dokundum. Elinin tersiyle sildi gözyaşını. “Ne oluyor?” diye sordum.

“Çıkıyoruz,” dedi. Berke ile ne yapacağımızı bilmiyorduk. Abimin arkasından yürümeye başladık, abim burada kalmak istemiyorsa bizim de olmamız çok gereksizdi.

Abim, kadının yanından geçerken “Hoş geldin, demek yok mu?” dedi, kadın.

Abim adımını durdurdu. Başını hafif o’na doğru döndürdü. “Hoş geldin, Efsun Ensari!” dedi, buruk bir tınıyla.

Geçmiş ne derindi öyle, kaçmak istediğine sürekli yakınlaştırıp duruyordu, bizim aile de genetik sanırım sevdiğin kişiye kavuşamamak. Merak ettiğim soruların cevapları vardı fakat şimdi yeri değildi.

Ufuk ve Tekin abimin ardından geldi. “Nalin! İçeri geç, sakın oradan ayrılma.” Dedi, Tekin. Abime baktım ama iyi görünmüyordu.

“Yalnız bırakmak istemiyorum.” Dedim.

“Biz, hallederiz.” Deyince, bakışlarım abime döndü, birbirlerinin dilinden anlarlardı. Bu yüzden geri içeri girdim.

“Selim bey! Ben hallederim. Sizi dışarıdan bekliyorlar.” Dedim.

“Sana güveneceğimi bildiğim için gidiyorum.” Dedi.

Giderken, hasretle kızına bakıyordu. Ama ihanetin en büyüğünü öz kızından yemiş olması ne acınası, bir durum.

Efsun, bulunduğu odaya doğru adım atıyordu ki kapıyı açmasına müsaade etmedim, önüne geçtim. “Giremezsin!” dedim.

“Nalin, sen mi oluyorsun?” diye sordu.

“Evet, benim! Nereden...” cümleyi tamamlamadan söze girdi:

“Oturalım şöyle, anlatacaklarım var.” Dedi.

“Evet, anlatacağın şey ne olabilir?” diye sordum.

“Çok güzel bir kadın olmuşsun, seni ilk fotoğrafta gördüğümde on sekiz yaşındaydın.” Diye anlatmaya başladı.

“Ne saçmalıyorsun? Ne fotoğrafı?”

“Araf! Seni bulmak için bana ulaştı. Amerika’da yaşıyorum ve çok seyahat ettiğim için...”

İşte yine bilemediğim bir ikilemeydim. Üzülsem mi, sevinsem mi?

“Bilmiyor olabilirsin beni, sorun da yok. Ama senin sayende ilk kez kardeşim beni aradı hem de nasıl bir haldeydi haberin yok. Öyle bitkin, öyle mutsuz, günlerce uykusuz... Sesindeki çaresizliği bilmiyorsun Araf’ı ilk kez böyle gördüm. Karanlığından eser kalmamıştı. Belli sendeyken kendinden çok ödün vermiş...”

Anlatıyordu ama şu an algılamakta zorlanıyordum. O zaman neden, bütün hayatımızı bir yalan üzerinden devam ettiriyordu. Gelip konuşsaydı, her şey çözülürdü.

“Ama anlam veremediğim neden Nehir ile nişanlanacağıydı?” bunu demesiyle başımı yerden kaldırıp baktım.

“Haberin yok muydu?” diye sordu. Başımı iki yana salladım.

“Nasıl vurulduğunu bilmiyorsun o zaman,”

“Siz biliyor musunuz?”

“Nehir ile nişanlanmak üzereyken davette saldırdılar. Nehir’i hiç görmedin sanırım. Çünkü içeri almıyorlar. Nedenini bilmiyorum.” Dedi.

Gözlerim doldu ama ağlamadım. Faydası yok. Benden yine gerçekleri saklamışlardı. Olsun, canları sağ olsun ama benden uzakta...

“Sanırım, benden önce senin girmen gerekir içeri,” dedi, ayağa kalktı ve gitti.

Bu yer altında ikimiz tek vardık. İşittiğim şeyleri hazmedemiyordum bu yüzden odaya girmek istemiyordum. Hem gitsem ne değişecekti? Nefes almak niye bu kadar zordu? Karar vermem gerekiyordu, ayağa kalktım ve iki kapı arasında gözlerim mekik dokudu. Hesap sormaya hakkım yoktu ama o’nu görme arzusu daha derindi.

Kapıyı açtım. “Hadi, uyan da tartışalım böyle olmuyor bak! Olmaz. Olmamalı... Niye beni cehenneme sürükleyip duruyorsun? Hiç mi... Cidden hiç mi sevmedin? Diye soruyorum ama duyduklarım farklı, madem sevdin öyleyse, neden nişanlanacaktın? Hak meselesi mi bilmiyorum, hakkım var mı bilmiyorum ama cidden Araf neden, neden ya!? Yaralı bırakma artık tek seferde öldür, lütfen...”

Her şeyi yarım yamalak anlatmalarına artık katlanamıyordum. Anlatmak istemiyorsanız anlatmayın ne diye beni tekrardan boş bir ümitte bağlıyorsunuz? Canınız cehenneme!

Kendimi attığım dışarıda gidecek bir yer yerim dahi yoktu. Bu dünya bana bi’ hayat borçlu...

Arabaya atladığım gibi soluğu club de aldım. Bana şu an iyi gelecek tek yerdi. Barmenin önündeki sandalyeye oturdum. “Ne isterseniz?” diye sordu.

“Fark etmez en sert içkiniz hangisi ise onu getirin.” Dedim.

“Hemen!” dedi ve önündeki dolabın en ücra köşesinde bir şişe çıkardı. Bir bardağa doldurdu ve önüme koydu.

Elimde bir tur çevirdim, bir yudumda içtim.

“Bir tane daha!”

“Bir tane daha!”

“Bir tane!”

.... Kaç tane böyle devam etti bilmiyorum. Zaten ben hiçbir şeyi bilmeyen bir zavallı değil miyim? Başım hem dönüyor hem de delice içmek istiyordum.

“Yavaşlasanız mı hanımefendi?” diyerek, yanımdaki sandalyeyi çekip oturdu.

“Araf!?” Dedim.

“Araf da olurum güzelim.” Diyordu ama beynimin algıladığı tek şey “güzelim!” kelimesiydi. İşte tamam Araf, yanımdaydı. Elimi, sakallarına götürdüm. “Seni çok özledim.” Dedim çaresizce. Sakallarını okşamaya devam ediyordum, eliyle saçlarımı okşadı.

Hayat; bazen çok acımasızdı, of! Bazen değil ya her zaman acımasızdı. Ne yaparsan yap asla tatmin olmuyor. Hep son bir vuruşu var hayatın. Bu yokuşu geçeyim rahat olacak diyorsun, bitiyor o yokuş ama bu sefer önüne başka yokuşlar çıkıyor. Hayat işte bundan ibaretti... Sadece geçici zaferler elde etmeni istiyor, hiçbir zaman gerçek bir zafere ulaştırmayacak...

“Dans edelim,” dedi ve elimden tutup, kalabalığın içine girdik. Deli gibi dans ediyorduk. İçim huzursuz, içim mutsuz ama karşımdakine bakınca Araf’ı görüyorum. Araf, yanımda elimi tutuyor dans edecektim tabii!

Bana yaklaştı, elini belime attı. Gözümü kapattım. Midemi bulandırıyordu. Zihnimde canlanıp duran bir cümle “Bunu da atlatırım!”

Öpeceği sırada birinin o’nun elini belimden almasıyla gözümü açtım. Bir yumruk ile yere serdi. “Dur!” diye bir çığlık attım. Herkes şaşkınlıkla bize odaklandı. Abim, beni durmuyordu. “Yeter! Araf’ı öldüreceksin!” diye bağırdım. Abimin eli havada kaldı, gözlerindeki çaresizlikle bana baktı. “Ne!” diyebildi.

“Yapma,” dedim ve hıçkırarak ağladım. Bu çaresizliğin hesabını kimden soracaktım. Beni bu hale getiren kişiyi delice özlemek ne aptalca!

“Araf’ı özlüyorum, geçmişi özlüyorum. Abi, ben bana yaptıkları şeylerden dolayı affedemiyorum... Ama içim sürekli o’nu istiyor. Ne yapacağım ben!?” sesimdeki çocuksu tını, abimi de yaralıyordu.

“Hadi Araf’a gidelim.” Dedi.

“Olur,” dedim.

Ayağa kalktım. “O Ufuk da buradaymış! A! Yanında Tekin, arkasında Deniz ve Ada! Abi, görüyor musun? Yoksa beynimin yanıltması mı?” gözlerim beni kandırıyordu, bu yüzden bir kaç kez hızla açıp kapattım. Ama karşımdalardı hala...

“Hadi, gidelim.”

“Onlarda gelsin, çok güzel yalanlar söylüyorlar. Belki bu sefer benimle ilgili masallar anlatır.”

“Tamam, lanet olası yerden çıkalım önce!” dedi, sinirle.

Abimin arabasına bindik. Diğerleri gerçek miydi, değil miydi? Bilemiyorum. Belkide şu an arabasında olduğum kişi bile abim değildir. Başımı kaldırıp, baktım. Araf’tı...

✨✨

Sabah, gözümü açtığımda bir evdeydim. Elimle şakaklarımı ovdum. Başım resmen çatlıyordu. Etrafıma baktım, hala etkisi altında olmalıydım zira burası Araf’ın odasıydı. Kokusu, her yerdeydi. Gözümü sıkıca yumdum. Gözümden bir damla yaş aktı. Zihnim benimle dalga geçiyordu. Dün gece ne olmuştu hiç hatırlamıyordum. Ama burasını unutturacak hiçbir şey icat edilmedi daha. Yanımda yatan Araf’tı... Uzun uzun baktım. Gerçek mi, hayal mi? Bilmiyordum ama rüyasına bile razıydım, böyle bir çaresizlikti...

“Bakmaya devam mı edeceksin?” dedi.

Şaka ise hiç komik değildi. Yedi yıldan sonra ilk kez sesini işitiyordum. Lütfen, beynimin bir oyunu olmasın.

Elimle yüzüne dokundum. Kaybolmadı. Gerçek olabilir miydi?

Kara gözlerini açtı. İşte o an anladım ki gerçekti. Ama...

“Ne işin var yatağımda?”

“Burası benim odam.”

Geçmişi yad ettiğimize göre. Artık gerçekliğe dönebilirdik. Gerçekler canımızı acıtacaktı lakin mühim değildi zira alıştık acıya...

 

Bölüm : 23.12.2024 00:36 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...