45. Bölüm

44. Bölüm

Kelebek Ruhhu
kelebekruhhu

Uzunca yaşamak, uzunca nefes alabilmeyi ve uzunca sevebilmeyi ne çok isterdim... Uzunca, kelimesi hiç bu kadar küçülmemişti. Yanında huzur bulduğum – bulacağımı sandığım insanların canımı yakmasına anlam veremiyordum, bu yüzden kimseyi affedemiyordum ama bi’ yanım çoktan affetmiş durumda.

“Anne, bu dünyada beni bırakıp nasıl gittin?” Dedim, ağlamaklı sesimle.

Mezarlığın üstündeki yazılara baktım.

Saye Poyraz & Akman Poyraz...

“Anne, senin gölgende yeşerecektim, büyüyecektim oysa hiç yeşeremedim... Yeşermeyi bırak bir kuru dal bile olamadım. Anne ben hiç görmedim, hiç tanıyamadım seni ne olur bir kere rüyama gel ve bana ne yapacağımı söyle.” Babamın mezarına döndüm. “Hani babalar dağdı, hani gölgesi bile yeterdi neden baba neden, sizleri tanımadan gittiniz? Ben baba ve anne ne demek bilmiyorum. Hiç annem, babam olmadı ki...” dedim, başımı önüme eğdim ve sessizce ağlıyordum ki, ardımdan biri:

“Senin, baban var kızım, ben buradayım.” Dedi, çok ama çok tanıdık bir ses.

Başımı kaldırmaya gücüm yoktu. Benim yanıma mermere oturdu. Başımı, omzuna yasladı. Belki de olabilirdin ama ihanet yetmeye devam ederken, sana nasıl “baba!” diyeceğim, Selim...

“Baban, çok cesur bir adamdı tıpkı senin gibi. Kendini güçsüz sanıyorsun ama sen o kadar güçlü bir kızsın ki. Senin baş ettiğin şeylerle çoğu insan baş edemez. Kendinin farkına var.” Dedi.

Güçlü bi’ insan değilim, güçlü bi’ insan olmaya zorlandım bende isterdim yorulduğumda bir insana yaslanmayı ama ben hep kendime yaslanmak durumunda kaldım.

“Eğer, gidersem mutlu olacağımı düşünmüştüm. Kimseyi hayatımıza almayacak, bir başımıza mutlu mesut olacaktık. Ama ne oldu biliyor musunuz?” diye sordum, yüzümü kaldırıp bakarken :

“Biz hiç mutlu olamadık, mutlu rolü oynayan iki kişiydik. Abim, ben üzülürüm diye bir şey demedi, ben abimi oralara sürüklediğim için...”

“Bunca yılı bir hiç uğruna tükettin kızım, senden ne beklerdim biliyor musun?” diye sordu.

“Ne beklerdiniz?” dedim, mahcup bir şekilde.

“Bana gelmeni, hesap mı sormak istiyordun o zaman hesap soracaktın! Bir şey demeden çekip gittiğinde ne oldu biliyor musun? Biz bir sabah uyandık, güneş doğdu ama biz hep karanlığı yaşadık. Araf...”

“Lütfen, duymak istemiyorum.” Dedim ve mezarlıktan çıkmaya başladım.

Araf’a ceza vermek isterken, en büyük cezayı kendime verdim. Özledim, yazamadım, görmek istedim, gidemedim; sesini duymak istedim arayamadım... Ben en büyük yalanı kendime söyledim. Şimdi cesaretsiz olan ben, sevdiğimi bir başkasıyla görmeye mahkumum!..

Ağlaya ağlaya çıktım mezarlıktan. Arabama bindim. Ama bomboş direksiyona baktım hangi yöne çevirecektim, nereye gidecektim?

Telefonu elime aldım ve Ufuk’u aradım.

“O sen arar mıydın ya!?” diyerek açtı telefonu.

Burnumu çektim, “Lan sen, ne oluyor? Ağlıyor musun?” dedi, konuşmaya çalışarak!

“Ufuk!” Diyebildim.

“Söyle canım,”

“Gidecek bir yer bulamadım.”

“Nalin, Ah Nalin! Nasıl yok biz varız ya! Neredesin almaya geleyim mi?”

“Arabamın içindeyim, ben geliyorum. Neredesin?”

“Araf’ın yanındayım.” Dedi, bir kaç saniye sustuk.

“Ah, tamam! Sonra görüşürüz.” Dedim, kapatacağım sırada.

“Dur be kızım, gel işte buraya.” Dedi.

“Sonra.” Dedim ve kapattım.

✨✨

Hiçbir şey olmamış gibi davranmaktan sıkıldım, yine bir şeyler oldu sahi ne oluyordu? Nasıl oluyordu da ben yine kendimi burada bulmuştum. Arabadan inemiyordum, sürekli gidip gitmemek arasında kalıyordum. Bir eve, bir de yola bakıyordum. Ben kararsız bir şekilde olduğum yerde duruyordum. Birden cama biri tıklattı, camı açtım. Korumalardan Mustafa abiydi.

“Bir sorun mu var Nalin hanım?” diye sordu.

“Hayır, gidiyordum ben,”

“İçeri girmeyecek misiniz?”

“Yok, işim çıktı.”

“Haddim değil belki ama burası seni özledi. Herkes içerde seni bekliyor emin olabilirsiniz.” Dedi, yanıt vermeyince gitti.

Camı tekrardan kapattım ve başımı direksiyona yasladım. İçeri girsem en fazla ne kaybedebilirim ki? Düşüncesi ile arabadan indim. İçeri doğru yürürken, kalbim deliceydi.

Zile bastım. Kapıyı Esma abla açtı. “Hoş geldiniz Nalin hanım.” Dedi. “Hoş bulduk.” Dedim ve eve bakarak hasret giderdim. İlk tanışmamız, ilk tartışmamız, ilk kucağına alması, ilk öpmesi... Bu evde tüm ilklerimi yaşamıştım. Şimdi ise tamamen yabancıymışım gibi hissediyorum.

Beni ilk fark eden Araf oldu. İkimizde aynı anda birbirimize baktık. Karanlığı hala devam ediyordu, gözleri zifir. Yine de gözlerimiz ne şanslı bir tek onlar hasret giderebiliyorlar.

Ufuk, ayağa kalktı. “Geleceğini biliyordum be!” dedi ve sarıldı. Zaman ne kadar geçerse geçsin bazı şeyler asla değişmeyecekti.

“Boğdun beni, amacına ulaşmana az kaldı.”

“Tüh! Bu kadar erken fark etmemeliydin.”

“Çekil şuradan ya!” dedim ve abimin de bulunduğu ortama uyum sağlamak için. “İyi akşamlar,” dedim. Yapabileceğim en iyi uyum (!)

“Gel abicim, yanıma.” Dedi abim. Tekin ile yan yanaydı. Tekin, bana baktı sonra biraz kenara kayarak yer açtı. Abim solumda, Tekin ise sağımdaydı. Tam karşımızda Araf.

Araf’ın bakışları benim üzerimde, ben ise ne yapacağımı bilmez bir şekilde, oturmaya devam ediyordum. Biliyorum ki bende o’na bakarsam, tüm odak noktam o olacak; bu yüzden sağa sola bakmaya devam ettim.

Tekin, kulağıma doğru fısıldadı. “Hazır mısın?” diye sordu. Böyle demesine şaşırdım.

“Neye hazır mıyım?” diye sordum bende.

“Sevgisini göstermeyen, kaybetmeye mahkumdur. Kapıya bak!” dedi, ikimizde kapıya baktık ve içeri Nehir geldi...

Hayır, mahkum falan değilim. Ben bıraktım ve arkasında durmaya mecburum. Ama öyleyse bu içimdeki ateş nedendir? Nedendir ki sürekli kendime yalan söylerim.

Tekin’e baktım. Ama kelimeler boğazımda takılı kaldı. Yüzüme sahte bir gülümse yerleştirdim, en büyük ihanetin ardından bile gülmeyi öğrenmiştim.

Nehir, beni görünce şaşkın bir bakış attı. Tabii kısa sürecekti şaşkınlığı çünkü zafer kazandığını biliyordu. Sinsi bir gülüş ile Araf’ın yanına gitti.

Araf’ın her iki yanağından öpüp, yanına oturdu. İçimden sürekli “sabır,” dedirten hayatı da asla affedemeyeceğim.

“Selam, geri dönmüşsün,” dedi, bana bakarak.

“Geri döndüm!” dedim, gururla. Hem de eskisinden daha güçlü döndüm, yakında herkes şahit olacak.

“Sevindim, düğünümüzde şahidim olmanı isterim.” Dedi.

Araf, sinirle o’na dönse de bir demeden ben söze girdim.

“Olur... Olur.” Dedim.

“Bende senin şahidin olurum, eğer bir gün evlenecek olursan,” dedi, küçümseyerek.

Herkes, bize odaklanmıştı. Bu lafın altında ezileyeceğimi düşünmesi ne zavallıca!

Tepeden tırnağa süzdüm. Yüzümde bir tebessüm:

“Buna layık olabileceğini düşünmen, çok gereksiz bir özgüven.” Harlanan ateşe bir odunda ben atmış oldum. Ortalık zaten alev yeri.

“Sen... Sen...”

“Ben Nalin Poyraz! Senin ucuz numaralarına kanacağımı mı düşündün, cidden çok acınası.” Dedim ve ayağa kalktım.

“Nalin, nereye?” diye sordu Ufuk.

“Bir işim var, sonra görüşürüz.”

“Görüşeceğiz ama değil mi?”

“Bakacağız,”

“Bak, bakalım.”

Arkamı döndüm ve evden kaçarcasına çıktım. Dışarı vardığımda nefes almaya çalıştım. İçeride nefes almayı unuttum resmen, güçlü görünmek hiç bu kadar zulüm gibi gelmemişti.

“İyi misin?” dedi, ardımdan bir ses.

“İyiyim, midemi bulandırdınız.” Dedim, Araf’a doğru dönerek.

“Bunu kendin istedin, şimdi neden üzgünsün?” diye sordu.

“Üzgün değilim, üzgün olacak bir durum yok,”

Yanıma doğru yaklaştı.

“Hala yalan söylemeyi beceremiyorsun. O gözlerin...” dedi giderek yaklaşarak.

“Yaklaşma,” dedim, geri geri giderek.

“Gözlerin...” diye tekrarladı.

Sol parmağımı salladım. “Yaklaşma!” diye bağırdım, duvara çarparak. Ama o’nun odak noktası bileğime yaptığım dövmeye çevrildi. Bileğimi tuttu, dövmenin üstünde parmağını gezdirdi.

“Bu?..” dedi, kaşlarını çatarak.

“Bileğimi bırak,” dedim, kurtarmaya çalışırken.

“Bu ne şimdi? Bu dövmeyi yaptırmanın amacı neydi?”

“Kelebekleri bu kadar abartmasan mı?” dedim, kelebek sevdamı bildiği halde.

“Bu kelebekler kafenin duvarına astığım kelebekler,” dedi, yutkunamadım.

O gün canlandı gözümde, üniversite çıkışı uğradığımda kapıya kelebekler asılıydı, o zaman ki en büyük şaşkınlığım bunun Araf’ın yapmış olmasıydı. Bileğime baktım, siyah bir kelebek ve etrafında canlı küçük kelebekler... Her neyse geride kalan küçük bir hatıra.

“Kaçıp durma sorulardan.” Diye bağırdı.

Bileğimi hızla çektim. “Defol git içeri, nasıl olsa seni bekleyen biri var. Burada boş yapma.”

Gözlerindeki karanlığın içine çekiliyordum, çekildikçe dibe batıyordum ve kimse yardım etmiyordu.

“Hiçbir halt bildiğin yok, burada böyle artistlen, işine gelmeyince de defolup gidersin. Sana da bu yakışır.” Dedi, nefretini kusarak.

“Aynen, bana çekip gitmek yakışır sana da yalan söylemek değil mi? Ne oldu en son ruh hastası diyordun kıza şimdi de karın mı yapacaksın?” tek nefretini kusan o değildi, bende bağırarak bazı şeylerin yalan olduğunu duymak istiyordum fakat.. :

“Evet,” kelimesini duyana kadar.

Elini duvara vurdu. “Acıdı mı için? Emin ol beni bıraktığın gün kadar acıyamaz... O günü duymak ister misin?” dedi.

Başımı iki yana salladım. Yapma der gibi baktım ama beni görmüyordu.

“Odanda yoktun, mutfakta yoktun; bahçede yoktun, deli gibi her odayı dolaştım. Olmadığını bile bile kendi odama baktım. Saat kaçtı haberin var mı? Saat beşti gecenin karanlığında sokak sokak seni aradım. Yapmaz dedim, yüzlerce kez aradım ama sonuç hep aynı ‘aradığınız kişiye ulaşılamıyor.’ oldu her seferinde. Günler oldu, aylar oldu, yıllar oldu tek bir iz dahi bulamadım. Şimdi hesap mı soruyorsun?" Dedi...

Anlattıkça “sus!” dedim ama devam etti. Ben ardımda nasıl bir enkaz bıraktığımı biliyordum ama bende giderken enkazdan bir farkım yoktu. Olaya tek kişilik bakamaz.

“Sus, sus lütfen.” Diye bağırdım. Elimle kulağımı kapattım ve yere çömeldim.

Ağlamaya başladım. Gözlerimdeki her yaş aldığımız yanlış kararlaraydı.

“Yalvarırım sus! Ben çok mu mutlu ayrıldım buradan, benim tüm hayatım yalandı. Bu kadar yalanın içinde bir senin sevgin yalan diyemedim...”

“Bunu yaparak ne umuyordun?” diye sordu.

Sahi, ne içindi, bu kime cezaydı? Bana mı o’na mı?

“Alışırım sanmıştım...”2

“Ama yapamadın ve geri döndün, döndüğünde ne umuyordun? Her şeyi bıraktığın gibi bulmayı mı? Enkaza at sonra gel öldük mü diye kontrol et, yok öyle dünya!” diye bağırdı.

Gözlerine bakmaya cesaretim yoktu. Zifiri bakışlar altında eziliyordum. Fakat, bu sefer olmazdı, beni sürekli haksız durumuna koyamazdı. Ayağa kalktım.

“Aynen, bir siz haklısınız bi’ siz kaldınız enkazda. Bravo böyle devam et, sadece kendini düşün.” Dedim ve o’nu dinlemeyerek arabama atladım.1

 

 

 

 

Bölüm : 31.12.2024 00:53 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş