“Lan sizler nasıl bir şey yapmazsınız” diye orada bulunan korumalara bağırdım.
“Sakin olun, lütfen peşinden giden ekibimiz var. Uzaktan izleniliyor merak etmeyin.” Dedi, biri.
Yine de içim rahat değildi. Hemen Ufuk’u aradım.
“Acil değilse, iş...” Diye açtı hemen sözünü kestim.
“Selim babayı aldılar, kim aldı, neden aldı Selim baba neden gitti, bilmiyorum. Ne olur yardım et!” Dedim, nefes nefese kalan sesimle.
“Haberim var, hemen eve git. Araf’ı bir tek sen durdurabilirsin,” dedi.
“Saçmalama, beni niye dinlesin?”
“Nalin! Vaktimiz yok, dediğimi yap!” dedi ve kapattı.
“Saçmalıyor, kesinlikle saçmaladı.” Diyordu iç sesim, beni dinlemeyecek, bi’ anlığına Ufuk bizi eskisi gibi zannediyor sadece bu kadar...
Ürkek adımlarla korumaların açtığı kapıdan, arabaya bindim. Rotamız belliydi, nasıl olacak? Nasıl ikna edebilirim? Ne saçma babası tehlikede iken asla rahat durmayacaktı Araf!
Kapım ne zaman açılmıştı, ne zaman gelmiştik? Hiçbirinin farkında değildim. Arabadan indim, içeri geçtim.
Bomboş bir ev gibiydi. Kimse görünmüyordu. Özlediğim evin her yerini incelemeye başladım. Masada yemek yerken, konuşmalarımız canlandı gözümde... Koltukta birbirimize bakarken ki hallerimiz. Sarılmalarımız, öptüğü; uyumalarımız... Hepsi birer geçmiş olması ne üzücü oysa ben yeni hikayeler yazacaktım o’nunla birlikte, gözümden bir kaç damla yaş aktı. Ve eşyalara dokunarak eski anıları yad etmeye devam ediyordum ki:
“Burada ne yapıyorsun?” diye sordu tok sesiyle.
O fark etmeden sildim gözyaşlarımı, o’na döndüm. Sakin göründüğüne göre hiçbir şeyden haberi yoktu. Ufuk beni buraya bilerek gönderdi! İçimden Ufuk’a saydırıyordum ki merakla bakan Araf ile göz göze geldik. Yüzümde tebessüm:
“Pansumanını yenilemeye geldim.” Dedim.
“Doktorummuşum gibi tavırlar sergileme!”
“Öyleyim ya!” dedim ve merdiven başında duran Araf’a yaklaştım.
“Koltuğa geç, malzemeleri alıp geliyorum.” Dedim, ardıma bakmadan yukarı çıktım. Derin nefes aldım, nefes almayı unutur mu bir insan demeyin zira ben unutuyorum!
Dolabın içinde lazım olanları aldım ve aşağıya indim. Araf, koltukta oturuyordu. Yüzünü buruşturdu, Ufuk sancısı var derken doğru söylüyormuş!
Yanına oturdum. Aşk en büyük günahtı; sevmenin bedelini ağır ödettiği, boktan bir şeydi...
“Gömleğini çıkarabilir misin? Yarana bakaca’m.” Dedim.
Araf, bana baktı, böyle bakmamalı. “Doktorumsun madem kendin yap!” dedi, sert şekilde.
“Elin ile ilgili herhangi bir sorunun yok, kendin yap!” dedim, o’nun gibi sert bir şekilde.
Beni kovmuştu resmen! Ama şimdi durum farklıydı yoksa burada kalamazdım. Bazen bazı şeyleri yutmamız gerekiyordu.
Yanına iyice yaklaşıp gömleğin düğmelerini açmaya başladım. “Nasıl olsa beni ilk kovuşun değil.” Dedim ve yakın olan yüzlerimizi daha da yaklaştırdım.
Kara gözlerini dikip öylece baktı. Eski anılar aklına gelmiştir, tıpkı şu an benim eskilere dalmam gibi...
“Gidecek yerim yoktu, gurur yapacak durumda değildim o zaman ama şimdi gidecek bir evim var.” Dedim.
“Kaçmadım, haber vermedim.” Dedim, yarasına pansuman yaparken.
“Bu seni masum mu yapıyor?” diye sordu, sakin bir tonda.
Gözlerinin en derinine baktım fakat siyah hareleri belirsizliklerle doluydu. Nasıl yapıyor bilemiyorum ama istediği zaman bu kadar nötr olmayı başarmak özeldir.
“Bunları konuşmanın faydası yok, geçmişte kaldı.”
“Gitmeyece’m,” dedim ve pansuman eşyalarını topladım.
“Pansuman eşyalarını yerine götürebilir misin?” diye sordum.
“Tabii, Nalin hanım!” dedi ve eşyaları alıp, yukarı kata çıktı.
Yerimden hiç hareket etmeden, boynumu koltuğa yasladım ve gözlerimi kapattım. Bu evdeki anılarım gözümde canlanıyordu.
İlk öptüğü an aklıma geldi, yüzümde belirsiz bir gülümse oldu. Akıl alır gibi değildi lakin o’na o kadar alışmıştım ki kokusu beni mayıştırıp hemen uykuya dalıyordum...
Başımı o’nun olduğu yöne çevirdim. Bana baktığını gördüm. Eskisi gibi olamayız biliyorum ama gönlüm deli gibi arzuluyor. Gözümüzü birbirimizden alamıyorduk, Araf bana doğru yanaştı. Elini saçımda gezdirdi... Ne yapmaya çalışıyordu bilmiyorum ama bu büyü bozulsun istemiyordum.
“Kısa saçlarını uzatmaya karar veren etken ne oldu?” diye sordu.
“Bilmem, herkes bi’ anda saçını keser bense uzatmayı seçtim, nedeni eski hayatıma dair bir şey kalmasın istedim sanırım.” Diye yanıtladım.
Saçlarımda elinin olması, sanki bir rüya gibiydi. Usulca dokunuşları, beni mayıştırıyordu. İnsan, huzur bulduğu yerde olunca her şey daha kolay oluyormuş!
Sinsi bi’ gülümse oluştu yüzünde. “Senin burada olman kadar gerçek,”
Uzun zamandır böyle huzurlu olduğumu unutmuştum. Bu huzurun geçici olduğunu da biliyordum lakin kalp ferman dinlemiyordu.
Elimi sakalına götürdüm, okşamaya başladım. “Sana dokunmak kadar gerçek.”
Kaşlarını kaldırdım yüzünde muzip bir gülümse ile daha da yakınlaştı. “Demek öyle!” dedi.
Nefesi yüzümü okşuyordu. Yüzünü gittikçe yakınlaştırdı, gözlerimi kapattım ve bam! Telefonum çaldı. Gözlerimi açtım. Yüzündeki gülümseme soldu. Elimle Araf’ı ittim ve masanın üstünde bulunan telefonuma uzandım. Ekranda ‘Berke’ yazıyordu. Açtım, telefonu.
“Canım, neredesin?” diye sordu direkt.
Araf, yanımda olduğu için duyuyordu. Araf’a baktım, zifiriye dönmüştü gözleri.
“Konum atacağım, gelebilir misin?” dedim.
“Tamam, canım!” dedi ve kapattık.
“Çağırdım ama sorun olmaz umarım.” Dedim, çekingenlikle.
Derin nefes aldı. Öfkesi alev gibiydi, patlamaya hazır gibi.
“Erkek arkadaşın mıydı?” diye sordu, hafif kızgınlıkla.
Şimdi ise benim yüzümde muzip bir gülümse oldu. İç sesim “Ne oldu Araf bey, kıskandınız mı?” diyordu.
“Ulan, kendi kendine neden gülüyorsun? Soruma cevap ver!” dedi.
Araf, üzerime doğru eğildi. “Nalin! Zorlama,” dedi. Adım ağzına ne yakışıyor ya!
Nefesini yüzümde hissediyordum, dudakları dudağıma düğmesini beklerken :
“Ayy! Çok özür dilerim,” diye giriş yaptı, Esma abla.
“Hay...” dedi ve devamını getiremedi.
“Nehir hanımın arabasını gördüm de haber vermek istedim,” dedi, mahcup şekilde.
Şimdi benim gözlerimde alev çıkıyordu, ben her şeyi unutup nasıl kandım tekrardan? Hayat, bize yine yapmıştı şovunu.
“Üzerimden çekil!” dedim ve ittim. Hırsla itince yarasına denk geldi, yüzünü buruşturdu. İlgilenmek istesem de gururum izin vermedi.
Kendi yarasına kendi baktı, göz ucuyla baktığımda kanaması yoktu.
Yanından kalkıp, lavaboya girdim. Elimi yüzümü yıkadım. Şimdi nasıl sakin kalınacaktı, nasıl her şeyi alttan alacaktık? Biz en büyük ihaneti kime yapıyorduk; aşka mı, Berke mi ve Nehir’e mi?
Usulca akan gözyaşımı sildim, peçete ile kuruladıktan sonra lavabodan çıktım.
Berke ve Nehir aynı anda kapıdan içeri girdi.
Yanına gittim ve sarıldı. “Hoş geldin.” Dedim.
“Burası neresi, açıklayacak mısın?” diye sordu.
Araf’ın evi diyemediğim için :
Yüzüme anladım der gibi baktı...
“O, evlenmem diyordun. Fikrini bu kadar çabuk değiştiren kişiyi merak ettim.” Diye söze girdi Nehir.
Yanımıza gelip, Berke’ye elini uzattı. “Ben Nehir, Araf’ın nişanlısı.” Dedi, nişanlı kelimesini bastırarak.
Berke, elini uzattı. “Sorun yok, sorun yok!” diye kendimi avutuyordum ama bunu daha fazla sürdürürse ne olur bilemiyorum...
Araf ile tanıştırmak en zoruydu benim için fakat bunu yapmalıydım. Yanına doğru gittik ve “Araf, tanıyorsun zaten ve Berke arkadaşım.” Dedim.
“Evet, hastanede bir kaç denk geldim, iyi olmanıza sevindim.” Dedi, elini uzatarak.
Araf, önce Berke’yi süzdü sonra eline baktı. Çene kasları, kasılıyordu yine de taviz vermeden elini sıktı.
Karşı karşıya oturduk. Nehir, Araf’a sarıldı sonra da yanına oturdu. Nehir’i sevmiyordu, o zaman neden evleniyordu? Kesinlikle benden gerçeği saklıyorlardı bu sefer yakar geçerim öğrendiğimde...
...Nehir’in anlamsız sorularını anlayamıyordum, sevgilim olsa da olmasa da bu o’nu ne kadar ilgilendirirdi ki :
“Demek doktorsunuz,” dedi, sanki az önce mesleğini o sormamış gibi.
Bu konuşma uzadıkça uzayacak gibiydi. Müsaade isteyerek, bahçeye çıktım. Ufuk’u aramam gerekiyordu.
Aradım ama açmadı. İçimden telaşa gerek yok diyordum. Tekrardan aradım ve kapanmaya yakın açtı.
“Ufuk, ne oldu? Halledebildiniz mi?” diye sordum.
“Çatışmanın ortasında da aramasan be kızım!” diye sitem etti.
“Nereden bilebilirdim, haber vermediniz çok merak ediyorum.”
“Selim amcanın yerini değiştirmişler. Burayı toparlayıp geleceğiz sakın Araf’a bir şey deme!”
“Araf’a bir şey demeyeceğim sizi bekliyor olacağım.” Dedim ardından telefonu kapattık.
“Bana söylememen konu nedir?” diye sordu, arkamdan.
Ardıma dönmeye cesaretim yoktu, ne söyleyebilirdim ki.
“Yanlış anladın, senin adın geçmedi,”
“Salak gibi mi duruyorum oradan, buna inanacağımı mı sandın?”
İç sesim “Bi’ ihtimal” diyordu ama karşımda Araf olunca imkansız.
“Bir şey yok diyorum,” dedim ve yanından geçiyordum ki, kolumdan tuttu:
“Nehir seni bekliyordur, bekletme,” dedim.
Ve kolumu, elinden kurtarıp hızla içeri girdim.
“Berke, gidelim mi?” diye sordum.
“Olur, canım nasıl istersen.” Dedi.
“Çaylar hazır, Nalin hanım, sevdiğiniz gibi yapmıştım çayı,” dedi.
“Nalin, çay sevmez ki!” Dedi, Berke.
“Nasıl olur, çayı çok sever.” Dedi, Esma abla.
“Tamam, çayı sonra içeriz. Biz gidelim.” Dedim.
Ama sonuç nasıl olduysa tekrardan koltuğa oturduk.
“Kahve yapmasını söyleyebilirdin,” dedi, kulağıma doğru fısıldayarak.
“Sorun değil bi’ çay sonuçta.” Diye geçiştirdim fakat geçiştirdiğim şey bana çok şeyi anımsatıyordu. Araf’ı çaya alıştırmam, çay geceleri yapmamız. Herkes bi’ arada iken çay yapmam... Çok anısı vardı, bi’ çayın.
Yedi yıldan sonra yine ilk kez çayı, bıraktığım yerde içiyordum. Kader, ne garipti.
Çay özlenir mi, demeyin bi’ çaya bile hasret bırakabiliyormuş hayat. Araf ile göz gözeydik, yanımızda başkaları. Böyle mi geçecekti, böyle yaşanır mıydı?
Nehir, sorularına devam ediyordu, Berke cevap veriyordu ve asla bitmiyordu sorusu.
“Siz, ne zaman evleneceksiniz?” dedi.
Çay, boğazımda kaldı, öksürmeye başladım.
“İyiyim, Nehir! Korkun mu var?” diye sordum.
“Neyden korkacakmışım?” dedi, titrek sesiyle.
“Bilemiyorum, kendine mi güvenmiyorsun yoksa Araf’a mı?”
“Ne saçmalıyorsun? Niye güvenmeyeyim?”
“Kendine sor, cevabı sende.” Dedim ve bir süre sesini kısmasına neden oldum.
Tüm deliler, benim etrafımdaydı. Aklı selim biri yoktu. İçeri neşe ile giren Ufuk gibi.
“Selam gençlik.” Dedi, neşeyle.
“Üstün başın kan içinde,” dedim.
“Abim, nerede iyi mi?” diye sordum.
“Görmemişin bir abisi var, abimde abim! Merak etme iyi gelir birazdan.”
“Tamam,” dedim, rahatlayarak. Bir daha kimseyi yaralı görmek istemiyordum.
“Babamı bulamadınız mı?” diye sordu Araf.
Şaşkınlıkla onlara baktım ne yani Araf, biliyor muydu? Ah! Ufuk’a inanamıyorum, böyle yaparak neyi amaçlıyor?2
Araf’a baktım. Ama oralı bile olmadı. Ufuk’tan detayları alıyordu. Bunları dinlemek istemediğim için, mutfağa geçtim. Bir bardak su doldurdum ve sandalyeye oturdum.
Bardağı öylece sıkıca kavramıştım. Araf, ne yapmaya çalışıyordu? Bana neden gerçekleri anlatmıyordu? Bilmemi neden istemiyor? Diye düşüncelere daldım.
“Her gittiğim yere arkamdan mı geleceksin?”
“Benden gizli bir iş yapmayacaklarını bilmen gerekirdi.”
“Yaralısın ya hani belki o yüzden söylememişlerdir, ihtimal sonuçta.”
“Kızım, delirtme ölüm döşeğinde dahi olsam haberim olur,”
“Özelliğin ne? Neden, herkes senin emrinde?”
“Babamın, koltuğuna geçtim. İşleri ben yönetiyorum.” Dedi.
Şaşırmadım, yüzümde bir mimik bile oynamadı. Neye şaşıracağım ki, mafyaydı şimdi mafya babası olmuş, buna şaşırılır mı hiç!?
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
40.56k Okunma |
2.12k Oy |
0 Takip |
59 Bölümlü Kitap |