48. Bölüm

47. Bölüm

Kelebek Ruhhu
kelebekruhhu

Kime, nasıl kırgınlığımı anlatacağımı şaşırdım. Herkesin dilinde pelesenk olmuş yalanlar, kolayca çıkıveriyor. Kimsenin görmediği bir şey var; ben yoruldum, yalandan, dolandan, hayatımda bunlara yer yoktu, olmayacaktı da... Ama şimdi neden herkes aynı şeyleri baştan sarıp tekrardan yapıyor. Her şeyi geride bırakma nedenim belli iken aynı şeyi yapmalarına anlam veremiyordum. Benim içinse bu kadar zor olan neydi, neden kabullenmek istemeyen tarafım ağır basıyor her seferinde.

“Ufuk, sana gelme diyorum ne diye peşimden gelip duruyorsun?” Diye bağırdım.

Mutfaktan bir hışımla çıkmıştım, söylenecek sözüm yoktu Araf’a, şimdi ise çıktığımı görünce Ufuk geldi ardımdan.

“Ne oldu ya! Yine neden kızdın?” diye sordu.

“Araf’ın her şeyden haberi var iken beni buraya göndermene ne gerek vardı?” diye sordum.

“Yanında olmanı.”

“Sus! Duymak istemiyorum. Lan ben o’nun yanında olsam ne olmasam ne!”

“Nalin, sadece...”

“Sadece ne ya! Cidden ya biz tam yani... Sen ne planlıyordun bunu yaparak.”

“Oha! Siz yakınlaştınız mı?”

“Ufuk!” diye bağırdım. “Delirtme beni, yanında biri var ulan! Yanında biri var hem de evleneceği biri tamam mı? Daha fazla seni dinlemek istemiyorum.” Dedim.

Ufuk, önümde durdu. “Tamam, haklısın.”

“Haklı, olmak yetmiyor.” Dedim.

Ufuk, karşımda küçük bir çocuk gibi dudaklarını büzdü.

“Sen, git! Ben Nalin ile yalnız konuşacağım.” Dedi, ardımızdan Tekin.

Arkamı döndüğümde, Tekin bize bakıyordu.

“Konuşacak ne var?” diye sordum.

“Asilliğin sırası değil. Benimle geliyorsun.” Dedi.

Ufuk, bana sarıldı ama karşılık vermediğim için, içeri geçti.

“Seni dinliyorum,” dedim. Fakat gözlerinde öfke vardı.

“Arabaya bin!” dedi emrivaki şekilde. Dediği gibi yaptım, arabaya bindim.

Arabayı hızla sürüyordu. Gözlerinden neden öfke vardı, anlayamıyordum. Bunun sebebi ben miydim?

“Kaza yapacağız, yavaşla!” dedim.

“Korkuyor musun?” diye sordu.

Sorunun saçmalığına bak! Bu kadar hızlı giden arabadan nasıl korkmayayım.

“Ben...” boğazını temizledi ve devam etti :

“Ben, çocukluk aşkımı kendi ellerimle toprağa gömdüm. O’nu ben ölüme sürükledim. O kadar çok seviyorduk ki birbirimizi, masalsı bir aşk...” diye anlatmaya başladı, duyduklarım karşısında şok olmuş bir şekilde dinliyordum.

“Her masal mutlu sonla bitmiyor. O benim kollarımın arasında öldü, anlıyor musun? Ya burada olsa naz mı yapacağız sevdiğimiz için, ulan yan yandasınız iki keçi gibi inat edip duruyorsunuz. Siz yedi yıl ayrı kaldınız lan hala mı akıllanmadınız?” dedi.

Tekin’in söyledikleri çok ağırdı, bir var ve sonra yok... Özlesen sarılamazsın, sesini duyamazsın, bu çok büyük bir imtihandı.. Düşündükçe aklıma dank etti, ölseydi ben n’apardım? Araf’ın nefesini binlerce kez kontrol etmişliğim var, ölmesin diye dua etmişliğim çünkü bir kez daha kaybetmeyi göze alamazdım. Bende özledim ve sarılma imkanım varken bunu ertelemek, giden zamana yazık olacaktı.

Arabayı mezarlıkta durdurdu. “İn arabadan!” dedi, tınısında ki öfke beni korkutuyordu.

Ve dediğini yapıp, peşinden gittim. Bu, yer...

Mina Asafoğlu’ mu? Nasıl yani, Araf’ın kız kardeşi ile mi? Gözlerim kocaman açıldı bunu hiç beklemiyordum. Mermerin üzerine oturdu. Mermer taşında yazan ismi okşamaya başladı. Gözleri dolu doluydu. Kelimeler, dudağından çıkmıyordu sadece yazan isme odaklanmıştı... Kim bilir içinde ne fırtınalar kopuyordu. Aşk, zehirli bir sarmaşık cidden, her yerini saran ve seni kurutana kadar devam eden, elzem bir duyguydu.2

“Çok özledim...” dedi, yavaşça ve yağmur yağmaya başladı. O da seni çok özlemiş...

Gözyaşlarıma engel olmadım, Tekin’de başını eğmişti, ağladığını belli etmek istemiyordu belki de.

Tekin’i böyle göreceğimi asla hayal dahi edemezdim. Sert, dediğim dedik birinin böyle yaralı olmasını beklemiyordum. Bu yara hiç iyileşemeyecekti, hep kabuk tutup yarayı kanatıp duracaktı.

Mermere oturdum ve Tekin’e sarıldım. “Ne denir bilemiyorum,” dedim.

Başını kaldırdı bana baktı. “Bana acıman için değil bazı şeyleri anlaman için getirdim. Geç olmadan önce sevgini söyle yoksa ilerisi için pişman olacaksın.” Dedi.

Bunu nasıl yapacağımı bilmiyordum. Ertelemek zorunda olmak mahvedici bir duyguydu. Ama ben nasıl giderim. Bu kime haksızlık olacaktı, Nehir’i sevmiyor olabilirim fakat nişanlısını elinden alan bir kız olamazdım.

Yağmur şiddetini artırarak devam ediyordu. Biz yağmurun altında gözyaşlarımızı saklıyorduk. Bir süre sonra Araf’ın gelişini gördük, Tekin ayağa kalktı ve Araf’ın omzuna dokundu sonra yoluna devam etti.

Araf, önce bana sonra da mezara baktı.

“Benden gizlediklerini sanıyorlardı oysa ben her şeyin farkındaydım. Sadece kardeşimin bir sevgilisi olma düşüncesi bile beni korkutuyordu çünkü üzülmesini istemiyordum.”

“Hep aynı hata, üzülmesini istemediğiniz kişiyi koruma adı altında hep, üzdüğünüzün farkında bile değilsiniz. Bu koruma içgüdüsü yüzünden daha kaç canı yakacaksınız?” diye sordum.

“Canını mı yakıyorum?” diye soruya karşılık verdi.

“Artık yakmıyorsun,”

“İşlerin bu hale gelmesini istemedim, ama planladığımız gibi gitmedi. Bu benim suçum değil.” Diye bağırdı.

“Duymak istemiyorum,” dedim.

“Sende busun işte işine gelmeyince kaçıyorsun, sonra da suçu karşındakine atıyorsun. Sen ne istediğini biliyor musun?”

Sözleri canımı yaksa da belki de en gerçekçi olan şey buydu? Ben ne istediğimi biliyor muydum? Her şeyden korktuğum için, kaçıp gidiyordum; doğru düzgün sevgimi belli edemiyordum bende buyum işte...

“Belki de bilmiyorum, belki de her şeyden sıkıldığım için köşeme çekilip dinlenmek istiyorumdur olamaz mı? Bu kargaşanın içinde olmak beni boğuyor siz neden göremiyorsunuz?” ses tonumu ayarlayamıyordum sürekli bağırıp çağıran bir insan oldum.

“Öyle mi? Sana köşende mutluluklar, bundan sonrası için pişman olsan dahi gelme.” Dedi ve cebinden çıkardığı telefonu ile birini aradı.

“İki gün sonra düğün olacak kendini ona göre ayarla Nehir!” dedi ve kapattı.

Yağmur, halimize ağlıyor olmalıydı... Nefesimi kesen o cümle kulağımda çınlayıp duruyordu.

“Mutluluklar!” dedim ve yanından geçip gittim.

Arabamın içine kendimi attım ve hızla gaza bastım. Arabaların içinde zikzak yaparak geçiyordum. Evleniyordu işte, benim de istediğim bu değil miydi? Oluyordu işte sevinmem lazımdı.

Eve vardığımda, mutfağa geçtim ve şişeyi aldığım gibi, içinden içmeye başladım. Hangi içecek bana unuttururdu? Öyle bir şey yoktu, unutmak o kadar kolay olmuyordu. Başka şehri geçtim, ülkeye gittim yine mümkün olmadı. Sahi niye olmuyordu, mühürüm gibiydi; kalbime işlenmişti ve asla o mühür kaybolmayacaktı.

Başımı tezgaha dayadım ve gözlerim kapandı.

.........

Gözümü kendi odamda açmıştım. Ne ara odama geçtiğimi hatırlamıyorum. Başım ağrıyordu, banyoya girdim ve yüzüme su çarptım. Kendime gelmeliydim böyle iş yerine gidemezdim.

Oynamak zor olmayacaktı, hep oynuyordum zaten; mutluluğu, hiçbir şey yokmuş gibi davranmayı. Bu yüzden zor olmayacaktı.

Giyindim ve aşağıya indim. Berke tek başına oturuyordu.

“Günaydın,” dedim.

Berke, bana baktı ve yüzüne gülümseme yerleştirdi. “Günaydın,” dedi.

Yanına oturdum. “İyi misin?” diye sordum.

Yüz mimikleri değişti. “Seni dün gece öyle görünce çok korktum, ben sana bir şey olacak diye çok endişe duyuyorum. Sen ise hiç umursamıyorsun. Ne yapacağım seninle?” dedi.

“Korkmanı gerektirecek bir durum yok, seni sürekli endişelendirdiğim için kusura bakma, her yoluna girecek bana inan,” dedim.

“Tamam, sana güveniyorum.”

“Ah! Aklımdan çıkmış ya!” dedim telaşla.

“Ne oldu?” dedi.

“Annen geliyordu bugün ama benim işe gitmem lazım nasıl yapacağız?”

“Endişe etmene gerek yok, hallettim ben,”

“Nasıl hallettin?”

“Yanınızdaki villayı aldım.”

“Ne! Cidden mi?”

“Evet, hadi gidelim işe geç kalmayalım ilk günden.” Dedi ve kendi arabalarımıza bindik.

Hayır sever ha! Vay be! Bu önünde durduğum hastaneye baktım. Kendi çıkarları için de olsa masum insanlara yardım ediyorlardı. İyi insanlar mıyız, değil miyiz? Anlayamıyorum.

İnsanlar için çok güzel bir şeydi fakat her seferinde bu kadar şanslı olup hayatta kalamayabilirlerdi, o zaman ne yapacaktık?

........

“Doktor, Nalin Poyraz!” diye ardımdan bir hemşire çağırdı.

“Evet, ne oldu?”

“Hastalarınızdan birinin ağrısı varmış, kontrol etmeniz gerekiyor.” Dedi.

“Tabii, oda kaç?”

“1287” dedi ve yoluna devam etti.

Bende dosyama baktım fakat öyle bir hastam yoktu.

Koridorun sonunda bulunan odaya girdim ve karşımda otuzlu yaşlarda bir adam uzanıyordu.

“Merhaba!” dedim.

Gözlerini açtı, yeşil gözleriyle bakıp duruyordu.

“Merhaba! Nalin Poyraz!” dedi.

“Tanışıyor muyuz?” diye sordum fakat cevap vermek yerine yataktan kalktı. Geriye bir adım attım.

“Ben sizi tanıyorum yetmez mi?” dedi.

“Ne.. ne saçmalıyorsunuz?” Diye kekelemeye başladım.

“Bu kadar ürkek olma, yavru ceylan! Dün gece Araf’ın karşısında arslan gibiydin.” Dedi.

“S. .sen... sen!” diye takılıp kaldım.

“Evet, ben! Ateş Ensari!”3

 

 

Bölüm : 15.01.2025 01:31 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
hasss neyse belki bu kıza bişe yaparsa kızla arafın arası düzelir diyorum her işte hayır yazarımın da bir fikri vardır diyorum
Yeni bölüm ne zaman peki bir de biraz daha uzun yazarsan sevinirizzz fav yazarımız 🤍
AYYY SAĞOL BEBİŞ HEMEN OKUYORUM
Yok, doğru hatırlıyorsun, atıldı yeni bölüm iyi okumalar 💜
Bölüm bugün gelcekti sanki 🥹 yanlış mı hatırlıyorum
diğer yanıtları göster
Ateş al götür nalin i bunlar anca böyle akıllanacak dödldldl yazaaar kaçırsın nalin i lütfen düğün falan istemiyorum dmxkdmkdkd
Tamamdır, siparişiniz alındı nfkdlsldl
Bu yorumdan üzere kaçıracak diye yorumladım kekdkdkd lütfen yeni bölümü çooook uzun yaz bekleriz biz dkdkdkkd
diğer yanıtları göster
Hikayeyi Paylaş