49. Bölüm

48. Bölüm

Kelebek Ruhhu
kelebekruhhu

Gerçekler neden bu kadar acımasızdı.

Karşımdaki adamın pis sırıtışı mide bulandırıcıydı.

“Nalin Poyraz! Sonunda tanışabildik.” Dedi.

“Sen, nasıl girdin buraya?” Dedim, şaşkınlıkla.

“Sen beni çok hafife alıyorsun, oluyor mu hiç böyle Nalin’cim!”

Geri geri ilerliyordum ki bir bedene çarptım. Korkum iki katına çıksa da güçsüzlüğümü gösteremezdim. Başımı yukarı doğru kaldırdığımda ağzım o şeklini aldı. Karşımda duran bunca kötülüğü yapan biri ve ardımdaki de iş birlikçisi Boran Karabağ olamazdı.

“Boran abi?”

“Sonunda kuş kafese girdi ha!” dedikten sonra kolumdan sıkıca tuttu.

“Bırak beni!” diye bağırdım.

“Sessiz ol, küçük fare,”

“Sensin lan fare,”

“Sen karşı çıkmayı da öğrenmişsin, hayırdır abi diyordun az önce!”

“Senin gibi bir şerefsize abi demem ben!”

Kolumu daha sıkı sıkmaya başladı. Canım yanıyordu.

“Düzgün konuşmayı öğreteceğim sana,” dedi ve yüzüme bir tokat attı.

Yüzüm sola doğru döndü. Dudağımın kenarı kanamaya başladı. Kanı emdim ve Boran’ın suratına tükürdüm.

“Seni öldürürüm lan!” dedikten sonra yere attı.

“Ama Boran sen böyle yaparsan, geriye ne kalır? Daha çok zamanımız olacak.” Dedi, Ateş denilen it herif.

Nefret kusuyordum, bu kadar iğrenç varlıkların arasında olduğuma inanamıyorum. Gözümde yağmur damlaları boşalıyordu... Hissettiğim şey acının ta kendisiydi; insanım ben ruhum var ve asla iyileşmek nedir bilmeyen bir ruha sahiptim artık.

“D’imi baban nasıl öldüyse sende onun yanına cehenneme gideceksin!” dedim. Ateş’in gözlerinden ateş çıkıyordu ama umurumda değildi.

Saçlarımdan tuttuğu gibi tekrardan yere doğru itti. “O dilini keserim lan! Duydun mu beni?” diye gürledi.

Hastanede kimse mi yoktu bu seslere hiç kimse nasıl gelmez? Araf’ın sahibi olduğu hastanede bunlar bu kadar kolay nasıl içeri almışlardı?

“Şimdi toparla kendini buradan çıkacağız.” Dedi, Boran.

Histerik bir kahkaha çıktı ağzımdan. Biz burada rahat bir şekilde çıkabilecektik yani, bunlar nasıl bir kafa yapısına sahip?

Ayağa kalktım. “Bu nasıl mümkün olacakmış?” Dedim, alay ederek.

“Sence hafife alabileceğin insanlar mıyız?” dedi Boran.

Ateş ise pencereden dışarı bakmaya başladı.

“Aaa olur mu öyle şey! Sizin gibi itler kaçak dövüşmekten zevk alır. Cesaretiniz varsa karşılarına çıksanıza.”

“Küçük fareye bak sen! Nelerde biliyormuş, ne dersin Ateş, abisinin arabasında bomba olduğunu da biliyor mudur?” dedi.

Nefret ile baktım, bunu yapamaz diyemiyorum. Ama duyduklarımın sadece bir beynimin oyunu olmasını ne çok isterdim.

“Yapmadım de,” diye bağırdım.

Boran’ın yakasına yapıştım, “Yapmadım de, diyorum sana!” Diye bağırdım ama gördüğüm tek şey Boran’ın iğrenç kahkahası ve koluma batırılan iğne ile yere düşmem, sonrası karanlık...

✨✨

Başımın ağrısı çok şiddetliydi. Gözümü açmaya çalışıyordum fakat beynimin bana bir oyunu mu yoksa burası kapkaranlık olan bir yer miydi? Bir sandalyede bağlıydım. Ellerimi hareket ettiremiyordum. Burası da neresiydi, nasıl çıkarmışlardı beni oradan? Beynimin içinde bir sürü ihtimal geçiyordu ama en önemlisi abime bir şey yapmışlar mıdır?

Abim, aklıma geldikçe kendime hakim olamıyordum, yaşlar akmaya devam ediyordu. Abime bir şey olduysa eğer burası benim değil onların zindanı olurdu.

Kapı gıcırtma sesi geldi lakin her yer hala karanlıktı, içeri kimin geldiğini göremiyordum. Ayak sesleri gittikçe yaklaşıyordu, birden içeri aydınlanmaya başladı. Gözlerim kamaşıyordu, ışığa alışınca önümde duran Boran ve Ateş’i gördüm. İkisi de benim bu halimden memnunlardı. Burası onlara cehennem olacak! Ne abim ne de Araf asla beni bulmadan, durmayacaktı. Araf, benim için bitmemiş ise onun içinde ben hala devam ediyordum buna eminim.

“Fareye bak sen ait olduğu yerde,” dedi Boran, küçümseyerek.

“Burası sizin yeriniz ve sizler hep ait olduğunuz bu kaçamak yerlere ait olacaksınız!” Dedim, sertçe.

Ama yüzüme tokat yememle nefretim daha da derinleşiyordu.

“Busunuz işte. Fakat, sizin de yüzünüzdeki o korkuyu göreceğim.” Dedim.

“Seni aradıklarını mı sanıyorsun, ah! Zavallı.” Dedi, Ateş.

“Ne demek istiyorsun?”

“Onlar seni düğünü görmemek için İsveç de sanıyorlar,” dedi ve elindeki küçük kumandaya bastı. Karşımda herkes vardı.

“Bu ne demek oluyor?”

“Bu canlı olarak izlediğimiz bir şey iyi bak kimsenin umurunda değilsin.” Dedi.

“Yalan!” diye feryat ettim. Gerçekliğini kabul edemezdim.

“Yalan değil iyi bak!” dedi.

Herkes Araf’ın evindeydi. Nehir, düğün için planlamalar yapıyordu. Araf’ın elini tutuyordu...

“Yeter! Yeter! Yeter!” diye bağırdım, daha fazla görmek istemiyordum. Yüzümü yere eğdim ama Boran çenemden tutup, yansımaya bakmamı sağladı. Şu an çenemi sıkması canımı acıtmıyordu, hiçbir acı izlediklerim kadar acı veremezdi.

Ufuk, hani benim yanımdaydın, ne oldu bir günde vaz mı geçtin? Peki ya sen Tekin, sen bana kendini açtın ya içini döktün yapma dedin şimdi sen nasıl oldu da bu kadar çabuk kabullendin?

Benim gideceğimi nasıl düşünürler, bile diyemiyorum benden bekliyorlardır...

İçime düşen kor... Şu haline bak harabeye dönmüşsün be kızım oysa ki çiçek açacağın bir yaştaydın... Yeni umutlarla hayata dönecektin eğer biri elinden tutsaydı. İçim bile yorulmaktan yoruldu. Kalbim bile artık atmak istemiyor. Şu an dursa zaman benim için ve bu yaşta kalayım hep... Ama zaman durmuyordu, onların güler yüzünü bana inatla göstermeye devam ediyordu. ‘Mutlularsa bi’ önemi var mı?’ diyordu içim. Yoktu sanırım herkes kendi seçimini yapmıştı.

“Abim, abime bir şey olmadı d’imi?” dedim, küçük bir kız çocuğu gibi.

“Hayır, ama fazla sevinme hepsinin sırası gelecek. Büyük gün yarın Araf’ın düğününde olacak.” Dedi, Ateş.

“Yarın mı yarın ne olacak?” dedim.

“Sen izle bunların mutluğunu bir daha izleyemeyeceksin!” dedi ve dışarı çıktılar.

Beni ise bir arafın içine attılar. İki yerin arasında sıkışıp kalmış gibiydim. Bi’ yer cennet iken bi’ yer cehennemdi. Şimdi söyle bakalım yüreğim ne yapacağız?

Gözyaşlarımla yansımaya bakmaya devam ettim. Herkesin yüzünde tebessüm vardı, bunu bozmaya hakkım yoktu.

Saatlerce süren muhabbetlerini, seçilen düğün yerini ve gelinliğini izleyip durdum. Aklımda tek soru bu kamera nasıl Araf’ın evine yerleştirilmişti, aralarındaki hain kimdi?

Araf’ bu kadar dikkatli oluşu, nasıl oldu da bunu göremedi. Ters giden bir şey vardı ama ne? Hafızamı yokluyordum fakat yanlış giden hiçbir şey yoktu.

Yoktu mu yoksa ben mi fark edemedim. Sanki tüm anılarım silinmiş gibi, geldiğim günden beri tuhaf giden hiçbir şeyi fark edememek nasıl bir salaklıktı? Tesadüf diye bir şey yoktu, o çatıda beklemem tesadüf değildi. Berke’nin son anda işinin olması, abimin helikopterinin arıza yapması... Hiçbiri tesadüf değildi işte hepsi planlanmıştı, peki aramızda bunu yapan kişi kimdi? Aklım almıyor. Yapacak kimse yok gibi görünse de vardı ve biz ihtimalleri hep göz ardı ettiğimiz için şimdi bu hale düşen bendim.

Ufuk “Nalin yine şaşırtmadı,” dedi, Nehir gittiği gibi.

Tekin “Görmek acı gelecekti belkide en iyisini yaptı.” Dedi.

Araf ise donuktu, söylenenler hakkında bir şey demedi.

Herkes kabullenmiş miydi, yani?

“Kimse yok mu?” diye bağırdım. Ama gelen olmadı.

Tekrardan daha güçlü bağırdım. “Yok mu duyan?” dedim.

Bağırdıkça ses tellerim ağrıyordu. Susuzluktan dudaklarım kurumuştu.

“Ne oldu?” diye biri içeri geldi.

“Kapat bunu, izlemek istemiyorum.” Dedim.

“Kapanmayacak!” dedi.

“Kapat şu s... şeyi, derhal!”

“Ama Nalin böyle olmuyor,” diye içeri Ateş girdi.

“Sana kapat diyorum.”

“Ah, zavallı küçük kız! Gerçekler buydu. Gördün mü şimdi? Sen olsan da olmasan da onlar hayatlarına devam edecekler. Gerçeği gösteriyorum daha ne istiyorsun?” dedi.

Gerçek mi? Gerçek olan bu mu? Ben bunu kabul edemezdim. Ruhumdaki sızı devam ederken yenisi ekleniyordu.

“Seni buraya ben gömeceğim Ateş Ensari! Vaktin varken beni öldür.” Dedim.

Ama “Seni böyle sürünürken görmek daha güzel,” dedi, ruh hastası.

Buradan çıkmayı başaracaktım ve işte o gün burası onlara zindan olacaktı.

“Onlar hazırlıklarına devam etsin, bizde burada devam edelim.” Dedi ve çıktı.

Bu ne demek oluyordu? Düğünde ne olacaktı? Haber vermeyi o kadar çok istiyordum ki ama elim kolum bağlıydı. Elimden gelen tek şey dua etmekti. Ve dilim de tek dua “Allah’ım onlar sana emanet, ne olur kimseye bir şey olmasın.” Diyordum.

Sabah olmuştu evin her bir yanında telaş vardı, büyük gün geldi ha! Birazdan Araf, ‘evet’ diyerek evlenecekti...

Bunu izlemeye cesaretim yoktu. Lanet olası adam beni dinlemiyordu ve izlemeye mahkumdum.

Kamera bi’ anda düğün yerini göstermeye başladı. Sade ve sık bir kır düğün yeriydi. Her yer beyaz ve mor renkti. Damat ve gelin yeri içilen yapılan dekorasyon göz alıcıydı.

Orada birazdan evet diyeceklerdi ve işte o an ben ne yapacaktım? Tekin’i dinleseydim bu halde olur muydum? Korkağın tekiyim ve bu korkaklık ömür boyu pişman olmama neden olacaktı.

Hazırlıklar, devam ediyordu. Misafirler yavaş yavaş gelmeye başladı. Herkes çok mutlu görünüyordu.

“Ama Nalin’cim bunu beraber izlememiz gerekiyor.” Diye içeri girdi Poyraz ve Ateş.

Cevap vermeden izlemeye devam ettim.

“İşte en güzel yeri geliyor,” dedi Ateş ve Araf’ın babaannesi kadraja girdi.

Trabzon’da yaşattığı olay aklıma geldi. Bana iğrenerek bakmıştı ve gelini diye Nehir’i seçtiğini en başta belli etmişti. Herkes yerini alıyordu. Sadece Selim baba mutlu görünmüyordu. Tekin bile şaşırtıyordu beni, hazırlıklara yardım ediyordu.

Dünden beri aynı pozisyondaydım. Ellerim ve bacaklarım çok ağrıyordu. Dudaklarım, suya hasretti; gözlerim ise uykuya. Tüm bunlar rüya olsun ne olur? Diye içimden geçirdim fakat değildi. En gerçekçi rüyamdı...

Beklenen an gelmiş miydi? Araf ve Nehir kol kola onlar için yapılan alana giriş yapıyorlardı. Herkes, alkışlıyordu. Ne mutlu bi’ gün ama!

İzledikçe başımın ağrısının şiddeti artıyordu. Gözlerim kapanmak üzereydi ama inatla izliyordum çünkü “evet” dediğini duymak istiyordum. Belki öyle unutabilirdim.

Belediye başkanı geldi ve artık önlerinde hiçbir engel kalmadı.

Bu nasıl bi’ imtihandı böyle, kırk yerimden bıçaklıyordu. Gözümden damla damla yaşlar aktı.

“Sağlıkta ve hastalıkta, iyi günde kötü günde Araf Asafoğlu’nu eşin olarak kabul ediyor musun?” diye sordu.

Nehir, heyecanla “Evet!” diye bağırdı.

Aynı soruyu Araf’a sordu. Ama Araf bir kaç saniye durdu ve kameraya baktı ve gülümsedi, gülümsediği zaman ekran karardı.

“S.... Ne oluyor?” diye bağırdı Boran.

Ateş, etrafına bakındı “Toplan gidiyoruz” dedi.

Korumalardan biri elimi ve ayağımı çözdü fakat yürüyecek takatim yoktu.

“Hadi, hadi çabuk!” Dedi, korkuları her yeri sarmıştı.

Gülmeye başladım, zor da olsada. “Kaçabileceğinizi mi sandınız? Ah! Sizi ahmaklar,” dedim ve silahlar patlamaya başladı...

Herkes deponun bir köşesine saklandı. Beni ise zorla yanına aldı. Ama faydası yoktu, burada kaçış yoktu. Silah sesleri gittikçe yaklaşıyordu. Boran, belindeki silahı çıkarıp ateşlemeye başladı.

Ama faydası yoktu, Boran kollarımın arasına düştü. Ellerim hep kan oldu. Ben insanları öldürmek için değil, yaşatmak için doktor olmuştum şimdi ise hiçbir şey yapamıyordum.

 

 

 

 

Bölüm : 18.01.2025 00:01 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Ellerine sağlık bu bölüme bayıldım yeni bölüm ne zaman dkdkdkd bir de bu kadardan kısa olmasa 🥹
Ayy olur mu aksine teşekkür ederim beklediğiniz için 🤍
Sen cansın valla bak fav yazarımsın ❤️ uzun olsunda bekleriz dldlld bölüm uzunluğunda nankörlük yapıyor olabiliriz kızma sürekli okuyasım var ❤️🥹
Söz vermeyeyim ama bu gece düzenlemesi biterse atarım 🌸
diğer yanıtları göster
Bölümler daha da uzun olsun desem çok mu şey istemiş olurum 👉🏻👈🏻
Ulaaan aklım çıkıyordu araf evet diyecrk sandım
Dimi ya sanki kendileri çok doğruymuş gibi
Ay sürekli kıza kızmaları da deli ediyor . Hayatı hep yalan üzerine olan kıza yalan söylediler sonra kaçtı diye kızıyorlar haklı nalim affetme süründür kızım
diğer yanıtları göster
Hikayeyi Paylaş