
“Ne saçmalıyorsun? Araf, hiç kimseye zarar vermez!” Diye bağırdım. En azından bilerek kimseye zarar vermezdi...
“O sesini kes! Araf, bedelini ödeyecek.” Dedi.
“Yanlış kişiyi kaçırdın, Araf, başkasıyla evlendi. Ben o’nun için önemsiz biriyim.”
“Sen beni aptal mı sanıyorsun? Araf, için bir tek sen varsın.”
“Manyak mısın, nesin? Sana diyorum ki evlendi, evli bir adam o!” Balayına gitmek yerine beni mi arayacak, bu saçmalık tamam mı?
Kameranın kapatılması, bu açıdan iyi oldu. Baskını kim yaptı bilmiyorum ama iyi ki de yaptı, Araf’ın “evet!” Demesini duymayı kaldıramazdım.
“Sen gerçekleri...” dedi ve telefonu çaldı. Cebinden çıkardığı telefona baktı ve hemen çıktı. Kapıyı yine ardımdan kilitledi. Kapıya doğru gittim ve sesleri geliyordu.
“Ne oldu? Baskını kim yaptı öğrenebildin mi?” diye sordu.
Karşıdaki ne diyordu bilmiyorum ama elini duvara vurduğunu ve “Kemal Budak!” diye tekrarladığını duydum.
Bu ismi daha önce duymamıştım. Kim olabilirdi? Ateş’in düşmanı mıydı? Kafamda bir ton ihtimaller dönüyordu. Bu lanet yerden çıkmalıydım. “Abi, neredesin?” diye söylendim.
Yatağın üzerine oturdum. Odada yapacak hiçbir şey yoktu. Gözlerimi beş saniye kadar kapattım. Hayatım başkalarının eline nasıl geçmişti? Yardım isteyecek birini bulmalıydım. Ayağa kalktım ve pencereden dışarı baktım, etrafta korumalar vardı. İhanet edecek birini bulmam gerekiyordu ama bu hiç mümkün görünmüyordu.
Sakin kalmalıydım ama bu duvarlar üstüme doğru geliyordu sanki. Pencerenin kenarına çömeldim, ağlamaya başladım. Başımı dizime koydum ve hıçkırıklara boğuldum. Neden kimse kurtarmaya gelmiyordu? Abim, cidden bir mesaja mı inanmıştı, bu mümkün olamazdı. Bunu kabul edemiyordum. Berke bilirdi beni, bir odada böyle kalamazdım, kapalı alanlarda nefes alamazdım. Sen bilirsin beni, neredesin?
Kapım birden açıldı, elinde yemek tepsisi ile otuzlu yaşlarda bir kadın içeri girdi.
Hızla ayağa kalkıp “Sizce iyi miyim?” diye bağırdım.
“Tamam bi’ sakin kalın, lütfen.” Dedi. Bunlar deli olmalıydı, burada sakin olmamı nasıl beklerlerdi?
Kadını ittirdim ve elindeki tepsi ile yere düştü. Açık olan kapıdan hızla koşmaya başladım. Yukarı kata çıktım ve kapıya doğru koşacak iken Ateş önümde durdu.
“Buradan çıkmayı başaracağını mı sanıyorsun?” diye tersledi.
“Buradan çıkacağım ve o gün sen ölmek için yalvaracaksın!”
O an yüzüme yediğim tokatı asla unutmayacaktım!
“Melih, bunu geri götür.” Dedi ve içeri bir adam girdi. Kolumdan tutup, sürükleyerek geri odaya hapis etti.
Kapıyı yumruklamaya başladım. “Ben buradan çıkacağım, çıkacağım...”
Yatağa uzandım, cenin pozisyonunda ağlayarak uykuya daldım.
Bu nasıl bir çıkmazdı, etrafımızda ki her şey yalandı. Nehir’in, Ateş ile birlik olması; evdeki çalışanı dahil etmeleri. Her şey bi’ anda kaosa dönüştü.
İlk önce evde yerleştirilen kamerayı aldım, bu kameradan bizi izlediğini bildiğim halde bir şey yapamamıştım. Kanın kime ait olduğunu yarım saat sonra öğrenecektik ve o olmaması için dua ediyordum. Ateş, bunun bedelini çok ama çok ağır ödeyecekti.
Başımı kaldırdım, baktım. “Ne oldu?”
“Kan, başkasına ait çıktı. Ve orada bulunan bir cesettin kimliği belli oldu.”
Tanıyormuşuz gibi konuşması dikkatimi çekti. “Tanıyor muyuz?” diye sordum.
“Boran Karabağ! Nalin’in kuzeni,” dedi.
“Hak ettiğini yaşadı. Ateş ile birlik olmayacaktı.” Dedim, öfkemi korumaya çalışarak.
Nalin, ne haldeydi, hiçbir fikrim yoktu.
“Nalin, öldüğünü görmüş müdür?” diye sordu Berke.
“Olasılığı yüksek.” Dedi, Deniz.
Ada, ağlamaya başladı. “Bu kadar insanız bir kişiyi bile koruyamadık.” Derken, hıçkırıklara boğuldu.
Etrafta bi’ sessizlik oluştu. Güçlü olduğumuzu düşünürken, bir cümle hepimizi susturdu.
“Nalin... Yalnız kalmayı aslında sevmiyor, bir yere gittiğinde hep yanında oldum. Yıllar önce hep sizinle olması gibi... Ada, sen hep onunlaydın. Deniz, sen her kararda destek oldun. Ufuk ve Tekin siz korurken, aslında yalnızlığa mahkum edildiği için seviyormuş gibi yapıyordu, bastırılmış duygulardı ve sen!” dedi ve bana döndü. “Yıllar sonra ilk kez Nalin rahat bir şekilde uyudu, Nalin sarhoş olsa da olmasa da asla uyuyamazdı.” Dedi.
“Nalin, ölmüş gibi konuşmayı kesin!” diye bağırarak içeri girdi babam ve yanında Kaya amca.
“Bu kasvetli hava ne oluyor? Toparlayın kendinizi.” Dedi.
Babam, haklı olsa da bu o kadar mümkün olmuyordu. Hiçbir iz bırakmamıştı, Nalin ne durumda bilmezken; kendimizi nasıl toparlayacaktık?
Kaya amca “Kemal Budak, sizin davaya bakan kişi operasyonu düzenleyen o!” dedi.
“Nasıl? Bizden önce haberi olması imkansız. Bu Kemal Budak kim?”
“Araştırıyoruz, yeni atanmış buraya gelmeden önce Mardin’de görev yapıyormuş!”
“Bu tesadüf olamaz!” diye sessizliğini bozdu Arslan.
Silahını çıkardı. “Şimdi öğreniriz kim olduğunu,”
Babam, önüne geçti. “Yerinde dur! O karakola gidersen sağ çıkmayan sen olursun, bekle öğreneceğiz.” Dedi.
“Bekle bekle nereye kadar, kardeşimin cesedini mi getireceksiniz bana,” diye haykırdı.
Haklıydı, zaman geçiyordu ve biz ne halde olduğunu bilmiyorduk. Sakin kalmak çok zordu. Kendimi dışarı attım.
Nehir’in bulunduğu yere gittim.
“Bana nerede olduklarını söyle derhal.”
Nehir, arsızca güldü. “Asla, bulamayacağınız bir yerde, belkide çoktan öl...”
“Sakın, senin katilin olmayacağım.” Dedim.
“Neden ama daha önce olmuştun,” dedi.
“Yüsra, bir kazada öldü, kabullenin.” Dedim.
“Tabii, senin ile birlikte olan kazada,” dedi, imayla.
Yüsra, o gün Ateş’ten kurtulmak için yardım istiyordu, insanlar neden gerçeği göremeyecek kadar kördü? Ateş’in psikolojik sorunları var, bunu görmek yerine karşısındakini suçlayacak kadar aptaldı herkes.
“Ateş, bize ateş açmasaydı eğer şimdi Yüsra aramızda olacaktı, o kazanın sebebi kendisi.”
O gün Yüsra’yı aldığım yer. Kafamda şimşekler çaktı. Ateş, elbette hata yapacaktı. Ve sanırım o hatayı buldum.
Gözümü açtığımda her yer kapkaranlıktı. Aç ve susuzdum. Işığı açtım ama su yoktu. Boğazım kurudukça, acıyordu. Ama bunun da üstesinden gelecektim. Sinirden ellerim ve ayaklarım titriyordu, ağlamamak için kendimi zor tutuyordum. Ağlamak yerine buradan çıkmanın yolunu bulmalıydım. Ellerimle saçlarımı geriye doğru attım. Ne yapacağımı bilmiyordum...
Sabaha kadar oturdum ama yine de buradan çıkmanın tek yolu Ateş’i öldürmemdi sanırım o da imkansızdı. Kimsenin canına kıyamazdım, yıllarımı bunun için harcamadım. Ama önümde hep bir engel çıkıyordu, başka sonuç tanımıyordu bana.
Pencere kenarında görüldüğü kadar gökyüzüne baktım. Ölmem bile bir insanın iki dudağı arasındaydı. Bu nasıl bir çıkmazdı, nasıl bir şeyin içine çekiliyordum?
Korumalar, tek tek yere düşüyordu. Korumalar gittikçe çoğalıyordu, hepsi bir yana dağıldı. Silah sesleri yükselmeye başladı. Bu sefer olabilirler miydi? Yoksa boşuna heveslenmek istemiyordum. Kapıya doğru koştum ve “Buradayım, diye bağırmaya başladım.
“Buradayım, sesimi duyuyor musunuz? “ dedim ama kimse gelmedi derken ayak sesi duydum. “Buradayım!” dedim ve kapı açıldı. Ateş, öfke ile bana bakıyordu.
“Hemen kurtulacağını mı sandın?”
Bileğimden tutup, çekiştirmeye başladı.
İşte karşımda Araf! Silahını doğrultmuştu fakat Ateş, bileğimi daha çok sıkıyordu.
“Ah, bırak beni!” diye kurtulmaya çalıştım.
“Nalin” diye içeri girdi abim ve diğerleri de ardından geldiler.
“Korkma kurtaraca’m,” dediyse de faydası yoktu. Ateş, silahını bana doğru tutmuştu.
“İyi izleyin bir daha göremeyeceksiniz.”
“Bırak lan kızı!” diye bağırsa da Araf, faydası yoktu.
Ateş, beni sürükleyerek dışarı çıkardı. Hiç kimseyi dinlemiyordu ve abim dahil hiçbiri bir şey yapamıyordu.
“Araf! Nasıl öldüyse Yüsra! Nalin de aynı şekilde ölecek.” Dedi ve beni arabaya bindirdi zorla.
“Seni asla bırakmayacaklar biliyorsun d’imi?” dedim.
“Kes, sesini!” dedi ve yol ayrımında bulunan uçuruma doğru geldiğimizde kapımı açıp beni arabadan çıkarıp uçurumdan aşağı attı...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |
![]() | @rnkeem 9a önce |
![]() | @gizli1234 9a önce |
![]() | @gizli1234 9a önce |

| 41.24k Okunma |
2.12k Oy |
0 Takip |
59 Bölümlü Kitap |