Arabadan nasıl inip, bağırdığımı bilemiyorum. Gözümün önünde uçurumdan aşağı attı. Bu sefer olamazdı, bu sefer tüm bu yaşananlar rüya olmalıydı... Nalin’in çığlığı kulağımda çınlayıp duruyor. Sesi böyle kesilmemeliydi.
Hızla vardığımda ağaçlar her yeri kaplamıştı. Diğerleri de aynı benim gibi aşağıya bakıyordu.
“Halatı getirin lan!” Diye bağırdım.
Mustafa, arabanın bagajında halatı getirdi.
Arabaya bağladık ve ben aşağı inmek için halata tırmandım. Aşağı doğru indikçe kalbim hızla artıyordu. Bu nasıl bi’ imtihandı ki sevdiğim kadın sürekli benim yüzümden zarar görüyordu.
Bi’ insan bu vicdansızlığı nasıl yapardı? Aşağı indiğimde, gördüğüm manzara korkunçtu. Nalin, kanlar içinde hareketsiz bir şekilde yatıyordu.
“Hayır, hayır, hadi gözlerini aç güzelim!” dedim, ve başını kollarımın arasına aldım. Her yeri kanlar içindeydi. Kulağımı kalbine doğru götürdüm ama attığını duyamıyordum.
“Hadi, benim güzel kızım böyle hareketsiz durmak sana yakışıyor mu? Bağırıp çağırman gerek! Hesap sor, neden geç kaldın de, ama ne olur konuş benimle!” gözümde yağmur birikintileri teker teker damlıyordu...
Kaybedemezdim, seni kaybedecek gücüm yok benim. “Uyan, uyan lan uyan!” diye haykırsam da karşımda ki bir cesetten ibaretti.
Kalbini duyamıyordum, nabzını hissedemiyordum. Biz; hiçbir şeyi doyasıya beceremedik her şey yarım kaldı...
“Sensiz, nefes alamam. Bunu bize yapma ne olur?” bu nasıl bir çaresizlikti. Sevdiğim, ellerimin arasından kayıp gidiyordu. Ben yine hiçbi’ şey yapamıyordum.
Aşağı arama kurtarma ekipleri ve ambulans ekipleri geldi. İlk müdahaleyi yaptılarsa da başarılı olamadılar. Bi’ cesedi kaldırıyorlardı. Öylece bakakaldım...
Hırsım, öfkeye; öfkem intikam duygusuna dönüşüyordu. “Ateş! Ölmek için yalvaracaksın!” dedim.
Arslan, ambulansın içindeydi. Arkalarından devam ediyorduk. Kendimi hiç böyle boktan, böyle işe yaramaz hissetmemiştim. Konu sevdiklerim olunca hep kaybeden taraftım... Ama dünyanın kaç bucak olduğunu görecekti.
“Ateş, nerede?” diye sordum, arabayı kullanan Mustafa’ya.
“Her zaman ki mekana götürüldü.” Dedi.
Bir saat kadar süren yolculuğumuz, sonunda sona erdi. Arabadan hızla indim ve deponun kapısını açtım. İşte karşımdaydı. Elleri zincirle bağlanmıştı, haliyle biraz da hırpalanmıştı.
Yüzüne bir tane yumruk attım. O ise gözlerimin içine baka baka güldü.
“Nalin, geri gelmeyecek?” dedi, dişlerinin arasından.1
“Sevdiğini kaybetmek böyle hissettiriyormuş d’imi? Siz benden hem sevdiğimi hem de babamı aldınız. Bunun bedelini ise o ödedi.”
Hırsla bir kaç tane üst üste yumruk attım. Ama öfkem dinmiyordu.
“Tamam, abi.” Dedikten sonra, Ateş’in karnına bir tekme attı.
Artık, ne yapacağımı bilmiyordum, bir kişiyi dahi o morg da görmeye dayanamazdım. Bizim sonumuz böyle olmamalıydı.
İlk kez hastaneye gitmeye korkuyordum. Ama şimdi ise korktuğum yerin kapının önünde duruyordum. Ürkek adımlarla içeri geçtim.
“Morgda mı?” dedim, kısık bir sesle.
Oktay “Hayır, ambulansta kalbi tekrar atmaya başladı. Acilen ameliyata alındı.” Dedi.
Bana geri dönmüştü. Koşar adımlarla ameliyatın yapıldığı kata çıktım. Herkes, bitkin bir halde bekliyordu.
“İyi misin?” diye sordu babam.
“Beceremedim değil mi? Yine zarar verdim.”
“Kendini suçlamayı bırak, Arslan’ın desteğe ihtiyacı var, hadi yanına git.” Dedi.
Başımı kaldırıp, Arslan’a baktım. Koca adam, kapının önünde, çömelmiş ağlıyor.
Kolunu sıvazladım. “Özür dilerim.” Dedim.
Sert bakışlarının altında ezildim.
“Biz nereye gidersek gidelim geçmiş yakamızı bırakmadı. Daha kaç tane can vermemiz gerekiyor, bunun durması için.” Dedi.
“Abi, bizim kaderimiz başından belliydi. Biz doğar doğmaz bu işin içine düştük. Kendini de bizi de suçlama!”
Ayağa kalktı. “Kimi suçlayayım o zaman!” diye bağırdı.
Ufuk “Burası yeri değil!” dediyse de Arslan, burnundan soluyup duruyordu.
“Hiç kimseyi görmek istemiyorum.” Dedi.
Ada “İstesen de istemesen de Nalin’den bir haber almadan gitmeyeceğiz.” Dedi.
Arslan, kendi bakış açısına göre haklı mıydı, tartışılır. Bu durumda olmayı bizde istemedik, bize çatmasının bir anlamı yoktu fakat şu an Nalin’i koruyamadığı için, suçluluk duygusu ile yapıyordu.
Ardımdan bir ses. “Araf!” Dedi, gözümü yumdum, bunun burada ne işi vardı?
“Konuşabilir miyiz?” diye sordu.
Konuşacak bir şeyimiz yoktu ama burada olması öfkenin hararetini artırırdı.
Kolundan tutup, dışarı çıkardım.
“Ne işin var burada?” diye sordum.
“Konuşacak bir şeyimiz yok. Buradan hemen defol!”
Gözümün içine hasretle bakıyordu. Ama o bizi terk etmeyi seçmişti, kendi kararının ardında durmalıydı.
Elime bir tane flaşh bellek bırakıp, gitti.
Bir süre ablamın gidişine baktım. Siyah takım elbiseli adamlar etrafında pervaneydi. Biri arabanın kapısını açtı, Efsun, bana baktı ve sonra arabaya bindi.
Flaşh belleği cebime koydum ve tekrardan ameliyatın yapıldığı kata çıktım.
Doktor çıktı. “Nalin hanımın iki defa kalbi durdu ameliyat sırasında ama her seferinde geri geldi. Bunu bir ümit olarak söylemek istemiyorum aksine her şeye hazırlıklı olun.” Dedi, bu adam ne saçmalıyordu?
“Kızımı bana geri getirin!” diye konuştu babam.
“Selim bey, elimizden geleni yaptık...”
“Henüz, ameliyatı bitmedi. Uzun sürecek her şeye hazırlıklı olun demeye geldim.” Dedi, bu doktorlar nasıl bu kadar soğuk olabiliyorlardı? Hasta yakınlarının duygularını hiç mi önemsemiyordu?
Arslan “S.. içeri gir, kardeşimi istiyorum.” Dedi.
Doktor, sakinliğini koruyarak. İçeri girdi.
Oluru yoksa olmayacaktı, bunu hepimiz biliyorduk ama günah keçisi doktor oldu. Hastanenin en acı tarafı buydu. Ben bu hastanede iki kişiyi kaybetmiştim, bu duyguyu çok iyi biliyordum; bilmek bazen çok acıydı.
İçerde nefes almak, zulüm gibiydi. Dışarı çıktım ve bir sigara yaktım. Ve böylelikle kaç tane sigara bitirdiğimi bilmiyordum.
“Güzel kızım duy beni! Uyanman gerek,” dedim içimden.
Gecenin karanlığında, bekliyorduk. Herkes harabeye dönmüştü.
“Bu kadar kişinin kendisini beklediğini görse, hemen toparlanırdı, böyle de bir insan.” Dedi, Ufuk.
“Ayıp olmasın, der.” Dedi, Tekin.
“Ağladığımızı görse bizden daha çok ağlardı kesin,” dedi, Ada.
“Yine bizi toparlayacak olan o!” dedi, Deniz.
“Sevmesi, şefkati, merhameti... Bambaşka biri. Uyanacak ve merhametini dünyaya gösterecek!” dedim, uyanması lazımdı.
Kapı açıldı ve doktor yine göründü. “Saatlerdir, kırılan kaburgalarını ve zarar gören organlarını ameliyat ediyoruz, bizim açımızdan çok zor bir operasyondu ama şimdilik her şey yolunda gidiyor gibi, zarar gören organlarından biri de boynundaki omurilik.. yani..”
“Yanisi Araf bey, zarar görmüş ve yürüyüp, yürüyemeyeceği uyandıktan sonra belli olacak. Çok ciddi hasar almıştı. Elimizden geleni yaptık ve yapmaya devam edeceğiz.” Dedikten sonra gitti.
“Nalin, güçlü bir kız bunu da atlatacak.” Dedi Berke. İlk kez hak veriyordum.
Elimi cebime attım ve flaşh belleği hatırladım. Elime aldım ve içindeki ne olabilirdi? Diye düşündüm.
“Bunu nasıl izleyebilirim?” diye sordum. Eve gidip zaman kaybedemezdim.
“Arabada kablo olacaktı getiriyorum.” Dedi, Ufuk.
“Bu ne abi?” diye sordu, Tekin.
“Bilmiyorum, sabah Efsun verdi.”
“Efsun ne yapmaya çalışıyor, göreceğiz.”
Ablam da olsa ihanet etmişti, şimdi ise ucuz numaralarla ne yapmaya çalıştığını görecektik.
Ufuk, geldi ve kendi telefonuna bağladı.
Her bir detayı ayrı ayrı canımı yaktı. O şerefsiz kocası nasıl yani? Zorla mı evlendirilmişti? Efsun, yıllarca mutlu gibi görünen, hapis hayatı mı yaşamıştı?
Ve en alıcı yeri Arslan’ın bebeğine mi hamileydi? Öyle ise bebek, nerede? Arslan’a kilitlendim. Bunu görürse ne olurdu?3
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
40.56k Okunma |
2.12k Oy |
0 Takip |
59 Bölümlü Kitap |