Bozguna uğratmıştı, bu haber beni. Ablam yıllarca bu adamla birlikte nasıl yaşamıştı? Bi’ elimdeki telefona bi’ de Arslan’a baktım. Videoyu göstermem gerek biliyorum ama bunu nasıl yapacağımı bilmiyordum. Kırk yerimden bıçaklıyorlardı sanki.
“Abi, ne yapacağız?” Diye sordu Ufuk.
Bu nasıl bir çıkmazlık? Gözümden bir damla yaş aktı. O şerefsizin seviyorum deyişine nasıl kanabilmiştik? O gün ablam nasıl hiçbir şey olmadan, bize söylemeden çekip gidebilmişti? Boynumdaki damarlar gittikçe belirginleşiyordu, kendime hakim olamıyordum. Gittiği gün geliyordu aklıma, "evlendik" derken, mutluluğu nasıl oynayabilmişti?
“Seni kendi ellerim ile öldüreceğim Mert Ensari!” dedim, hafif yüksek çıkan tınıyla.
Arslan’ın dikkati dağıldı, bize doğru anlamsızca baktı. “Ne dedin lan sen?” diye sordu.
Telefonu kapatıp, cebime koydum.
Arslan, yanımıza geldi. “Sana ne dedin diyorum?” diye bağırdı.
“Mert dedim,” deyince, kan toplanmış gözleri alevlenmeye başladı.
“O it ne alaka? Ne saklıyorsunuz benden?”
“Ne oluyor, diyorum bana git diyorsun deli etme beni,”
Cebimden çıkardım telefonu ve videoyu açtım. Görmesi gerekiyordu, saklamak anlamsızdı. Videoda Efsun konuşuyordu :
“Ah! Nasıl kayıtta gireceğimi bilemiyorum, umarım bir gün bunu izlemek zorunda kalmazsınız. Size ihanet ettiğimi düşünüyorsunuz, öyle de kalsın derken bile beni görmenizi ve bu cehennemden kurtarmanızı o kadar çok istiyorum ki...” gözlerinde yaşlar akıyordu, “Anne ve kız kardeşimin ölümüne doğru düzgün bir yas tutamadım, beni affedin diyemiyorum. Ama karnımda Arslan’ın çocuğu var...” video burada bitiyor.
Arslan, şok içerisinde bana baktı. “Bilmiyordum,” dedim.
“Arslan, sakin ol. Ne olduğunu bilmiyoruz.” Dediysem de Arslan, merdivenlere doğru koştu. Ardından bizde koştuk.
“Nereye gidiyoruz?” diye sordu Tekin.
“Efsun’a!” diye yanıtladı Arslan.
Hastaneden koşarak çıktık herkes arabasına bindi. Arslan, önde takip ediyorduk.
Nereye gittiğimizi bile bilmiyorduk. Nerede olacağına dair bir fikrim vardı ve sanırım Arslan’da aynı şeyi düşünüyordu. Hızla sürmeye devam ettik, arabaların içinden makas atarak ilerledik ve havalimanına geldik.
Arslan, koşar adımlarla içeri girdi. Etrafta deli gibi koşan beş kişiydik. Ve ardımızda korumalarımız.
“Ablam, ikinci kez bize bunu yapma!” diye mırıldandım. Böyle bitmesine izin vermezdim.
Dış hatlar terminaline doğru koştuk. Efsun, hiçbir yerde görünmüyordu.
İçeriye doğru gireceği sırada güvenlik Arslan’ı durdurdu.
“Ben, Arslan Polat!” Diye gürledi. Güvenlik, bize yol verdi.
Arslan’ın, ablamın evlenirken bir şey yapmamasına anlam verememiştim. Hatta sevmediğini düşünüp, kavga etmiştik fakat şimdi ise tekrardan kaybetmemek için uğraştığını görmek tuhaf hissettirdi.
Efsun’un adımları durdu. Bir kaç saniye sonra arkasına döndü. Buz gibi bir ifade vardı.
“Neden buradasınız?” diye sordu.
Arslan’ın adımları, Efsun’a doğruydu. “Sana geldim.” Dedi.
“Ben sana geç kaldığım günler için hep pişmanlık duydum, yeniden pişmanlık duyamam.”
“Artık çok geç!” diye bağırdı Efsun.
“Efsun, çocuğumuz nerede?” diye sorunca, beklenmedik şekilde tokat attı.
Gözleri dolu doluydu. “Ben sana hep geldim, sana anlatmak için ama sen hep meşguldün sana kendimi ifade etmeyi beklerken, sen sadece işlerinle meşgul olmayı tercih ettin.” Dedi, acı içinde.
“Efsun, telafi etmeme izin ver!”
“Neyi telafi edeceksin lan! Çocuğum öldü benim nasıl öldü biliyor musun? Zorla kürtaj yapıldı, yetmedi üzerine yumurtalıklarım zarar gördü ve bir daha çocuğum olamayacak! Sen neyi telafi edeceksin!”
Duyduklarım, kulağımda çınlayıp duruyor, bunlar ne demek oluyordu?
“Gitmeyeceğim, seni almadan hiçbir yere gitmiyorum.” Dedi ve Efsun’u omzuna aldığı gibi yürümeye başladı.
Havalimanından, Efsun’un “beni indir!” demesi ve herkesin bize bakmasıyla çıktık. Arslan, kendi arabasına bindirdi. Onların yalnız kalması gerekiyordu bizim de halletmemiz gereken işler vardı. Ama önceliğim Nalin’i görmek.
.....
Hastaneye vardığımda, Nalin’i aldıkları odaya girdim.
“Seni çok özledim,” Diyebildim, bunun tarifi yoktu. Yanımda bile özlerken şimdi ise ölüm ile burun burunaydı.
“Hadi, lütfen kalk bu sefer ki yaralarım çok derin sen olmadan toparlayamam. Nalin, güzel kızım! Sana ihtiyacım var,” dedim ve başımı öne eğdim. Bu sefer, üfleyerek geçmezdi yaralarım... Ablamın yaşadıklarını nasıl atlatacaktım, sana olanları nasıl unutacaktım?
“Nalin, duy beni! Bana geri dön,” dedim ama hareketsiz bir şekilde yatmaya devam ediyordu.
“Araf bey dışarı çıkmalısınız artık.” Dedi.
Bir kez daha baktım, ve ayağa kalktım. Alnına bir öpücük kondurup çıktım.
Ve toparlanıp çıktık. “Neredeymiş!” dedim.
“Ateş, bizim elimizde ve kimse bir şey yapmadı öyle mi? Bu sessizliğin altında yatan şey çok ağır olacak o yüzden bizi ayağına çağırıyor. Herkes hazırlıklı olsun.” Dedim.
“Bensiz mi gidiyorsunuz?” dedi Arslan.
“Selim amcaya emanet ettim, şimdilik.”
Kendi mekanlarında bizden daha güçlü olacağını sanıyorlardır ama bu asla mümkün olamayacaktı!
İki katlı olan barın kapısında dört koruma vardı. İçlerinden biri “Sizi bekliyorlar Araf bey,” dedi.
İçeri girdik, Levent ve Mert masada oturuyordu.
Mert’i görünce video aklıma geliyordu.
“Sizin ecdadınızı s... Siz kimsiniz lan, o masa mezarınız olacak?”
“Ne oldu Araf, eniştene böyle mi davranacaksın,”
Arslan, hızla bir yumruk attı ve Mert yere düştü. Arslan, üzerine çıkmıştı ve dört kişi birden ayırmaya çalışıyordu.
“Burada bugün kan dökmeyeceğiz. Sorunu halletmek istiyorum.” Dedi.
“Neyi halledeceğiz lan! Bu it bugün ölecek.” Dedi, Arslan.
“O ölürse kız kardeşin de ölür.”
“Bir daha kız kardeşimin adını anma, ihtiyar.”
“Ne istiyorsun?” diye sordu Tekin.
“Ateş’i bize geri vermenizi,” diye söyledi.
“Tabii, başka emriniz var mıydı?” diye tiye aldı Ufuk.
“Senide buraya gömerim!” dedi Ufuk.
“Tamam, yeter! Öldürürsünüz, anladık. Ama şu an bizimle anlaşmaya varmalısınız.”
“Neden, sizin sözünüze inanalım.”
“Mert, Efsun’dan boşayacak, Nalin’in yanında şu an bir hemşire var ve bir işaret bekliyor öldürmek için.” Dedi.
Telefonunu çıkardı Arslan ve Berke’ye ulaşmaya çalıştı ama cevap vermedi.
“Boşuna arama şu an baygın,” dedi.
Kendi telefonundan görüntülü birini aradı ve biri Nalin’in baş ucundaydı.
“Bu sefer çok ileri gittiniz. Ama kabul ediyorum. Şimdi o kişi oradan uzaklaşacak ve bizde Ateş’i bırakaca’z” dedim.
Levent, işaret etti, odadan çıkınca. Telefonumdan birini aradım ve Ateş’in serbest bırakılmasını istedim.
“Gidiyoruz” dedim ve bir adım attım.
“Ama gözden atladığınız bir şey var.” Dedim.
“Kimse benim sevdiklerim ile tehdit edemez.” Dedim ve silahımı çıkarttığım gibi ateşledim.
Levent ve Mert bize karşılık verdi. Silahlı çatışmanın içindeydik. Bu aileden eser kalmamalıydı. Bazıları gerçekten kötülükten besleniyordu, bunun bitmesi gerekiyordu.
Levent’i vurdum. “Amca!” diyen Mert’i ise; Arslan, kolundan vurdu ve korumalarımızdan biri aldı. Artık burada işimiz kalmadı.
Arslan, Berke’ye ulaşamıyordu.
“Kardeşinin yanına götürün.” Dedim.
“Arslan, sende git ben Nalin’in yanına giderim.”
“Evet, merak etme hallederim ben!” dedim ve arabama atlayıp yola çıktım.
Hastaneye, koşar adımlarla girdim. Berke, baygın haldeydi.
Mustafa’yı aradım. “Gel, Berke’yi al,” dedim, kapattım.
Nalin’in odasına girdim. Yanına uzandım ve kokusunu içime çektim.
“Bir tarafta ailem, bir tarafta sen! Ne yapacağım? Gücümü toparlayamıyorum. Uyanman lazım.
Bu kadar sorumluluğun altında kalmaktan bende yoruldum. Her gün ayrı bir sorunla karşılaşmaktan, birinize bir şey olacak korkusu ile yaşamak çok zor. Gücümü senden alıyorum. Sende böyle yaparsan ben nasıl toparlayacağım bu aileyi." Dedim ve parmağını oynattı. Bu bir işaret mi?
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
40.56k Okunma |
2.12k Oy |
0 Takip |
59 Bölümlü Kitap |