
Araf'tan devam:
Vardığımı sandığım her yolun sonu bana yeni bir yol ayrımı geri olarak dönüyordu. Yola varmak, yangın gibiydi her yeri sarıyordu ve sen içinden çıkamıyorsun.
“Günaydın güzelim...” Deyip, yanağından öptüm. Hissediyordu, bunu biliyorum.
Yataktan kalktım ve dışarı çıktım.
“Abi, Levent Ensari hayatını kaybetti.” Dedi, Mustafa.
“Ölsün diye çatıştık, neden şaşırarak söylüyorsun?”
“Ama, siz onu kolundan vurmuştunuz. Ölmesi imkansızdı.” Dedi.
Çatışma, esnasında nasıl vurulduğunu anlayamamıştım. Öyle ise Levent’i öldüren bir başkası ise kimdi?
“Gidelim,” dedim ve arabaya bindik.
Mert ve Ateş’in bulunduğu depoya giriş yaptık.
Arslan, Mert’e yumruk atıp duruyordu.
“Sen benim çocuğumu nasıl öldürürsün lan!” tekrarlayıp duruyordu.
“Abi, dün geceden beri böyle, durduramıyoruz.” Dedi, Mahmut.
“Arslan, kes şunu!” dedim ve önünde durdum.
“Çekil şuradan,”
“Şimdi sırası değil. Levent Ensari ölmüş.” Dememle, Ateş bağırdı.
“Amca!” diye.
“Kes sesini! Sana da sıra gelecek!” diyen Arslan’ı durdurmanın imkanı yoktu.
Mert’in yakasına yapıştı. “Her bir yılın saniyesi için bende canını yakacağım. Öyle uzaktan masum ben bu tür işlerle ilgilenmiyorum rolü yapmak ne demek gösterece’m sana”
Mert’in yüzünde anlamsızca bir gülümseme oldu. “En çok da ne zevk verdi biliyor musun? Efsun’un dur yapma çığlıkları...”
Belimdeki silahı çıkarıp, direkt kafasına ateş açtım. Böyle psikopat birinin nefes almaması gerekiyordu.
Ateş çığlık ve tehdit savurup duruyordu ama hiç umurumda değildi o’na da sıra gelecekti.
“Toparlayın burayı, biz gidiyoruz.” Dedim ve Arslan’ı alıp çıktım.
“Sen n’aptın?” diye hesap sordu.
“Arslan, sus! Senin çocuğunsa benim de hem ablam hem yeğenimdi şimdi burada kavga etmenin zamanı değil. Arabaya bin.”
Arslan’ı ilk kez böyle güçsüz görüyordum.
“Toparla kendini!”
“Araf! S... Seni, nasihat vermeyi bırak!”
“Nasihat değil, Nalin de Efsun da seni böyle görmesini istemiyorum.” Dememle, dışarıyı izlemeye başladı. Ne yapacağı, ne düşündüğü ile ilgili hiçbir fikrim yoktu.
Nereye gideceğimi bilmiyordum, nereye sürersem süreyim iki ucu da kapalıydı. Aklımda tek yer vardı bende oraya doğru sürdüm.
“O kimleri görüyorum, uzun zaman oldu ekibin devamı nerede?” diye sordu Cevat abi.
“Bugün iki kişiyiz.” Dedim ve her zaman olduğu gibi masamıza geçtik.
“Anladım evlat, masayı hemen hazırlıyorum.” Dedikten sonra gitti.
Bu masada çok dert gelip geçti ama böylesi bizi ikilemde bırakan, bizi mahveden olmamıştı... Şimdi bu kafayı nasıl toparlayacağız.
Rakılarımız getirildi. Arslan, tek içişte içti. Bazı dertlerin tek çaresiydi rakı.
“Abi, bunları hangisine içiyoruz.” Dedim ve rakı bardağını kaldırdım.
“Kaybettiklerimize...”
“Kaybettiklerimize.” Dedim ve tokuşturduk.
Ne çok kaybetmiştik, yaşamak uğruna. Yaşatmak istediklerimiz için, bu kadar karanlık olmuş iken kimseyi yaşatamadık aksine hep kaybettik.
“Baba olacaktım lan ben!” diye bağırdıktan sonra elindekini tek yudumla içti.
“Abi, yavaş ol.”
“Ne yavaşı lan, Efsun’un bağırışını, Nalin’in haykırışını unutamıyorum. İkisi de bu kadar acı çekerken biz bir şey yapamadık. Sen söyle nasıl yavaş olayım.”
Haklı olmasının altında eziliyordum. Doğru düzgün kendi üzüntümü yaşayamıyorum.
“Sizi burada bulacağımı biliyordum,” diye içeri girdi Ufuk ve ardında Tekin, Deniz ve Berke.
Berke, neden burada diyemiyordum artık o’na da alışmıştım. Yanımızda, kendi canını hiçe sayarak savaşıyordu. Tek sorunum Nalin’e yakın olmasıydı.
“Geç otur, çok konuşma,” diyen Tekin’di.
Hep beraber masaya oturdular.
“Cevat abi?” diye seslendi Ufuk.
“Tamamdır, evlat.”
“Nalin’den haber var mı?”
“Hayır, hala durumu stabil.” Dedi Deniz.
“Efsun’da, Selim amcanın yanında ama iyi görünmüyordu.” Diye devam etti Tekin.
“Nasıl iyi olacak, hepimiz tek bir lafına inandık ve sırtımızı döndük.” Dedi Arslan.
Masaya getirilen yeni rakılarla devam ettik. O kadar içilecek çok konu var ki. Hangisinden başlamak gerekiyordu?
Berke “Nalin’in yürüyememe olasılığı çok yüksek. Hollanda’dan iş arkadaşlarımı çağırdım tedaviye devam edecekler. Yarın burada olurlar.” Dedi.
“Öyle bir şey olmayacak, yürüyecek!” dedim öfkeyle.
Öfkem ihtimalin yüksek oluşunaydı. Öyle bir durumda psikolojik olarak nasıl düzeltebilirdik? Hepimiz darmadağındık, kim kimi toplayacak; böyle bir durumda sadece sessizce içilirdi.
Saatlerce hem sohbet hem dertleştik şimdi ise Arslan’ı ikna edemedim, Efsun’un yanına gideceğim diye tutturunca. Arabaya bindirdim ve şimdi kapının önünde duruyorduk.
“Efsun!” diye bağırdı.
Ama kimse gelmedi. Bu sefer daha güçlü bağırdı.
“EFSUN!”
Babam, dışarı çıktı. Arslan’a ters ters baktı.
“Araf, al şunu elimden bir kaza çıkmadan.”
“Baba, dinlemiyor. Efsun nerede?”
“Zar zor uyudu. Bu ayyaş yüzünden uyanacak al git diyorum.”
“Tamam, baba!”
Arslan’ın kolundan tutup arabaya koymaya çalıştım ama binmiyordu.
“Çek elini!” Dedi.
Elimle saçımı karıştırdım, ne yapacaktım; nasıl ikna edecektim? Bunu yapan aşık bir adam mıydı yoksa pişmanlığı mıydı? Efsun ne hissediyordu? Hala kalbinde Arslan’a yer var mıydı?
Efsun, uykulu gözlerle bize doğru baktı.
“Arslan, git buradan!” dedi, yorgun sesiyle.
“Beni dinlemen lazım.” Dedi.
“Dinleyecek bir şey yok, istemiyorum seni dinlemek falan.”
Arslan, Efsun’a yaklaştı.
“Ben o hafta çok yoğundum, seni ihmal ettim. Biliyorum ama bende o gün sana evlilik teklifi ile gelecektim. Cebimde yüzüğüm ama sen karşımıza çıktın ve evlendim dedin. Dinlemedim hemen yargıladım seni... Özür dilerim her hatam için ben bi’ tek seni sevdim.” Dedi ve dolan gözleri boşalmaya başladı.
Babam, içeri girdi. Bende kendi sevdiğimin yanına gitmek için arabaya bindim. İlerde pişmanlık yaşamamak için, her saliseyi değerlendirecektim.
Koşarak yanına çıktım. Doktor ise odadan çıkıyordu.
“Araf bey bende sizinle konuşmak istiyordum. Odama geçelim mi?” deyince endişelenmeye başladım.
“Tabii!”
Doktor, Abdullah beyin odasına girdik. Koltuğa oturdum.
“Sorun nedir? Abdullah bey!”
“Daha önce de dediğim gibi zarar gören omuriliği yüzünden yürüyememe...”
“Öyle bir şey olmayacak, yürüyecek tamam mı? Kendine geldiğinde ayağa kalkacak ve buradan yürüyerek çıkacak.” Dedim.
“Araf bey, gerçekleri göz ardı edemezsiniz. Bunu yaparak Nalin’i de üzersiniz. Kırılan iki kaburgası iyileşmeye yakın ama bu felç kalma olasılığını değiştirmiyor.” Deyince elimi masaya vurdum.
“Sus! Sadece işini yap!” dedim ve çıktım.
Olasılığı bile deli ederken, uyandığında ne olacaktı?
Kapının kulpunu açmaya zorlanıyordum, bu kadar güçsüz değildim lakin konu sevdiğim olunca her şey zor geliyordu. Kapıyı açtım. İlerledim ve Nalin karşımdaydı ama benimle ne konuşuyor ne de kavga ediyordu. O kadar çok özledim ki o kahverengi gözlerini... Ürkekçe yaklaşıyordum. Nalin’in elini tuttum.
“Haydi, göster mucizeni de çıkalım buradan. Bu kadar yeter!”
Ama ne cevap vermiyordu...
Yanına uzandım ve kulağına “Seni çok özledim.” Dedim.
......
Ellerimi tutmaya çalışan biri mi var yoksa rüyada mıydım? Gözlerimi yavaşça açtım. Ve Nalin, elimi tutmaya çalışıyordu. Hemen baktım ama hareket ettiremiyordu boynunu ve yüzünü buruşturdu. Hızla ayağa kalktım ve beni görmesi için baş ucuna gittim.
“Nalin, duyuyor musun?” dedim. Ama cevap vermedi.
“Nalin, bana bak!” dememle başını oynatmaya çalıştı ama beceremedi. Doktorun dediği olasılık bu olmamalıydı. Bu kadarı olamazdı. Gözlerim doldu.
“Nalin, bir şey yok tamam mı? Şimdi doktoru çağıracağım.” Dedim ama elini elimin üzerine koydu.
“Bir şey mi diyeceksin?”
... “B... Be.n hissetmiyorum... bacağımı...”
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 41.25k Okunma |
2.12k Oy |
0 Takip |
59 Bölümlü Kitap |